• Sonuç bulunamadı

Hayır 5. Sembolik 6 Stereotip 7 Hayali 8 Etnik değil

D. Etnik Gruplar ve Ulus-Devlet

V. AZINLIK KAVRAM

Ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, devletin kendi öznesi olarak tanımladığı “ulus” bütününün dışında kalan etnik, dilsel, dinsel veya kültürel gruplar ve bu gruplara ilişkin hukuki bir çerçevenin varolması, azınlık kavramını doğurmuştur. Sınırlar içinde kalan, “ulus”un tanımına ve standartlarına uymayan (etnik/dini) gruplar “azınlıklaşır”47. Bu nedenle azınlık kavramı içeriği hukuki olan, modern bir kavramdır ve modern devletlerin oluşum sürecinin bir ürünüdür.

“Azınlık” kavramı, nispeten yeni bir kavram olup, ancak 16. yüzyıldaki Reform hareketinden bu yana kullanılmaktadır. Kavram, ilk olarak 16. yüzyılda, Katoliklerle Protestanlar arasındaki din savaşlarına son vermek üzere yapılan düzenlemelerle gündeme gelmiştir. Fransa, 1598 tarihli Nantes Fermanı ile Protestan uyruklarına dinsel özgürlükler tanımış, toplu ibadet etmelerine ve yurttaşlık haklarından tam olarak yararlanmalarına olanak sağlamıştır (İnanç, 2004: 17). Dünyadaki ilk azınlık türü olan “dinsel azınlıklar”, 16. yüzyılda, İngiltere ve Fransa gibi gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde “millet” oluşumuyla yaklaşık aynı zamanda doğmuştur. Azınlıklarla ilgili ilk antlaşma da 30 yıl savaşları sonrasında Vestfalya Barış Antlaşması48 ile gündeme gelmiştir ve bu antlaşmada azınlıkların sadece dini özgürlükleri üzerinde durulmuştur.

47 Etnik grup ve azınlık terimleri, örtüşmekle birlikte eşanlamlı değillerdir. Azınlık gruplarının çoğu ortak kültür tarafından yeri geldiğinde etnik grup olarak tanımlanmasına karşın, etnik gruplar her zaman azınlık grupları olarak görülemezler.

48

Vestfalya Kongresi uluslararası ilişkilerin yürütülmesinde, geleneksel ortaçağla, yeni dönem arasında keskin sınırlar çeken bir unsur olarak tanınmaktadır. 1644 yılında Münster ve Osnabrück'te toplanan bu kongreyle, Ortaçağ Hıristiyanlığının yatay feodal toplumu yerini, yeni dikey egemenlerin, sınırları belirli devletler toplumuna bırakmıştır. Diğer bir deyişle, yeni uluslararası ilişkilerin kalıcı örgütlenmesi kurulmuştur. 1640’larda herhangi bir azınlık hakları düzenlemesi yoktu. 17 ve 18. yüzyıllardaki uluslararası antlaşmalar, egemenliğin, bazı Hıristiyan topluluklara bağışladığı dini özgürlükler türünden azınlık haklarının ilk siyasal örneklerini oluşturmaktadır. Bu dönemde, din (dil, kültür gibi diğer belirleyici özelliklerden ziyade) azınlık haklarının esasını oluşturmaktadır, çünkü dini ilişkiler bu dönem Avrupa’sında farklı toplulukları birbirinden ayıran en önemli unsurdur. 17 ve 18. yüzyıllarda kadınlar ve erkekler toplumsal ilişkiler alanında dini benzerlikleri veya farklılıklarıyla tanımlanmaktaydılar; İrlanda, İngiliz, Alman, Fransız olmalarından çok Katolik, Protestan, Lutherci veya Kalvinist, yerleşikleri yabancılardan ayırt etmek için kullanılan sıfatlardı (Preece, 2001: 70, 71).

68 Napolyon savaşlarından sonra, Avrupa’nın siyasal coğrafyasının yeniden düzenlendiği 1815 Viyana Kongresi’nde, azınlıklar, ilk kez dinsel topluluklar olarak değil, ulusal gruplar olarak tanımlanmıştır. Bu dönem, ulusal azınlık sorunlarının ortaya çıktığı bir dönemdir. Azınlık sözcüğü bir kavramdan öte politik bir olgu olarak 19. yüzyılın sonlarından itibaren uluslararası ilişkilerde çok daha fazla tartışma konusu olmuştur. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerde, özellikle ulus devletlerin kurulmasından sonra sık sık gündeme gelmiş, birçok ulus devlet için ortak bir sorun olarak tartışılmaya başlanmıştır. 20. yüzyılın başından bu yana hukuksal bir sorun olarak tartışıldığı için de azınlık kavramına hukuksal bir tanım getirme ihtiyacı duyulmuştur. Bugün, hemen hemen bütün uluslararası insan hakları ve azınlık hakları belgelerinde ayrıntılı olarak düzenlenen hakların, iki savaş arası dönemde yapılan ikili veya çok taraflı antlaşmalarda yer verilen haklar olduğu görülmektedir.

I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleştirilen devletlerarası, ikili veya çok taraflı barış antlaşmalarının ortak özelliği, azınlık haklarının korunmasına ilişkin maddeler içermesidir. Preece, bu tür anlaşmaların tümünde beş ortak maddenin yer aldığını söyler;

“Yurttaşlığın edinilmesini düzenleyen koşullar, devletlerin, yerleşiklerinin yaşamlarının ve özgürlüklerinin ve soy, din ve inançlarının genel düzen ve kamu vicdanına aykırı olmayan şekilde gereklerini, gerek özel gerek kamusal alanda yerine getirmeleri, özgürlüklerinin kayıtsız şartsız korunması; ilgili devletin bütün yurttaşları için yasalar önünde eşitlik, eşit yurttaşlık ve siyasi haklar ve gerek yasalar önünde gerekse fiili olarak eşit muamele hakkı; bütün ulusal azınlık dillerinin özel ilişkiler alanında, ticarette, dinde, basın ve yayın araçlarında veya herhangi bir şekilde genel toplantılarda kullanımına sınırlama getirilememesi; ulusal azınlıkların kendi yararlarına vakıflar, dini, toplumsal ve eğitim kurumlarını kurabilmeleri, bu kurumları denetlemeleri ve yönetmeleri, kendi dini kurumlarında ibadetlerini özgürce yapmaları hakkı tanıma.” (Preece, 2001: 91, 92).

A. Azınlık Tanımı

Louis Wirth, azınlığı, fiziksel ve kültürel özellikleri nedeniyle toplumdaki diğer bireylerden ayrılan, farklı ve eşitsiz davranışla karşılaşan ve bu yüzden de

69 kendilerinin toplu ayrımcılığa maruz kaldıklarını düşünen insan grubu olarak tanımlamaktadır (Aktaran; Simpson ve Yinger, 2008: 9). Bir toplumda azınlık bir grubun varlığı, daha yüksek toplumsal statü ve ayrıcalıklara sahip karşıt hâkim bir grubun varlığını gerektirmektedir. Azınlık statüsü toplumsal hayata tam katılımda dışlamayı da beraberinde içermektedir. Wallerstein, azınlıktan bahsedebilmek için bir çoğunluğa ihtiyaç duyulduğunu, ancak bunun aritmetik bir kavramdan ziyade toplumsal güç dengesiyle ilişkili olduğunu, sayısal çoğunluğun bazı durumlarda toplumsal azınlık statüsüne dâhil olduğunu belirtmektedir (Wallerstein, 2000b: 105).49

Sözlük anlamıyla azlık (minor) demek olan azınlık (minority), Mercer’e göre, yalnızca ataerkil özümleme ve bütünleşme ideolojilerinin meşrulaştırılması için gerekli düşkün ve bağımlı çocuksu bir kişilik değil; sesi olmayan, liberal ya da sosyal bir demokraside siyasal temsil hakkına sahip olması yasaklanmış ve bu hakkı elinden alınmış bir toplumsal kişiliktir (Mercer, 1990: 55). Azınlık grubu üyesinin bireysel perspektifinden bakıldığında, toplumsal statüsü öncelikle kategorik doğası ile tanımlanmaktadır ki; fazilet / liyakat ile bu kategoriden kaçması ya da kurtulması mümkün değildir. Bireysel özellikleri her ne olursa olsun, hâkim grup tarafından sadece azınlık grubunun bir üyesi olarak ele alınmaktadır.

Azınlık kavramının içini doldurabilmek için sayı, yerlilik, etnik köken, dilsel farklılık, dinsel kimlik, cinsel tercih, renk, göçmenlik, doğum yeri, cins/tür, yurttaşlık vb. çok sayıda kriterden faydalanmak mümkündür. Ancak, bu unsurların hiçbiri tek başına azınlığı tanımlamak için yeterli değildir. Azınlık kavramı, yerli ve yabancı kaynaklarda birbirinden farklı şekillerde tanımlanmakta ve farklı anlaşılmaktadır. Azınlık kavramının sınırları konusunda bir uzlaşma olduğu söylenemez. Bununla birlikte azınlık kavramı sosyolojik ve hukuksal olmak üzere iki açıdan ele alınabilir (Oran, 2001: 67). Sosyolojik açıdan azınlık, bir toplulukta sayısal bakımdan az olan,

49 “Azınlık çoğunluk konusunun niceliksel olmadığı konusuna kanıt olarak akla ilk gelen, Güney Afrika Cumhuriyeti örneğidir. Yirmi milyon kadar zenci nüfusun yaşadığı Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, 1990’lara kadar, sayısı iki-üç milyon olan beyazlar yönetimi ellerinde bulundurmuşlardır. Dolayısıyla yöneten-yönetilen ilişkisi içinde değerlendirildiğinde, nicelik olarak oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olan zenci çoğunluk, pratikte ve siyasal anlamda azınlık durumundaydılar. Avustralya için de benzer bir azınlık çoğunluk sorunu bulunmaktadır. 18. yüzyılda beyazların Avustralya’ya yerleşmelerinden sonra, Avustralya yerlileri (Aborjinler) kıtada azınlık konumuna düşmüşlerdir.” (Çapar, 2006: 93).

70 başat olmayan ve çoğunluktan farklı özelliklere sahip olan gruptur. Bu tanım azınlığın kapsamı bakımından geniş bir yoruma yol açmaktadır. Buna göre, çeşitli etnik, dinsel ve dilsel grupların yanı sıra eşcinseller, travestiler, kadınlar, evsizler, özürlüler, yabancı işçiler vs. de azınlık olabilirler. Hukuksal açıdan bakıldığında ise, bir grubun resmi anlamda azınlık sayılabilmesi için uygun ölçütlerin ve koşulların yerine gelmiş olması gerekir. Yüz yıla yakın bir süredir artık kimlerin, hangi devletlerdeki (ulusal, etnik, dilsel ve özellikle dinsel) azınlıkların azınlık statüsüne alınacağı, uluslararası hukukla ve uluslararası sözleşmelerle belirlenmektedir; ancak, azınlıklara ilişkin uluslararası belgelerde açık bir tanımın yer almadığı görülmektedir. Bunun nedeni, bir azınlığı tanımanın oldukça hassas bir konu olması ve bu noktada siyasal vurgunun çok güçlü olmasıdır. Bu olumsuzluğa rağmen azınlıkların tanımlanabilmesi için bir takım çabalar söz konusu olmuş ve en azından bir çerçeve ortaya konulabilmiştir.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin azınlıklara ilişkin 27. maddesi50 ile azınlık haklarının tanınması ilk kez genel anlamda bir uluslararası sözleşme kapsamına alınmıştır. 27. madde, uluslararası insan hakları hukuku içinde azınlık haklarına ilişkin hukuki bağlayıcılığı olan ilk düzenleme olması açısından önemlidir.

BM raportörü Capotorti azınlıkları şu şekilde tanımlamaktadır;

“Azınlık kavramı bir devletin nüfusu içinde sayıca azınlıkta kalan, yönetici konumda olmayan, tarihsel olarak söz konusu devletin topraklarının belli bir bölümünü işgal eden, devletin uyrukları kabul edilen bireyleri nüfusun geri kalan kesiminden farklı etnik, dini, dilsel veya kültürel özelliklere sahip ve kendi kültürlerini, geleneklerini, din ve dillerini korumaya yönelik gizli veya açık dayanışma duygusu sergileyen bir toplumsal grup’u ifade eder.” (Çavuşoğlu, 2001: 35).

50 1966 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen ve 1976 yılında yürürlüğe giren Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin “Azınlıkların korunması” başlığını taşıyan 27. maddesi şu şekildedir: “Etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların bulunduğu bir Devlette, böyle bir azınlığa mensup bulunan kişiler grubun diğer üyeleri ile birlikte toplu olarak kendi kültürel haklarını kullanma, kendi dinlerinin gereği ibadeti etme ve uygulama veya kendi dillerini kullanma hakları engellenmez.”

71 Capotorti tarafında yapılan tanım, bir azınlığın varlığını kabul edebilmek için gerekli nitelikleri şöyle sıralamaktadır (Aktaran: Oran, 2004: 26; Çavuşoğlu, 2001: 37):

a) Çoğunluktan çeşitli bakımlardan farklı olmak. Bu farklar günümüzde “etnik, dinsel, dilsel” olarak ifade edilmektedir.

b) Ülke genelinde sayıca azınlık olmak. Çünkü sayısal boyut, bir yönüyle grup amaçlarına ulaşmada yeterliliği ima etmektedir.

c) Başat (dominant) olmamak. Çünkü öyle başat azınlıklar vardır ki, çoğunluğu ezmektedir. Örnek olarak Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki beyazlar verilebilir.

d) Yurttaş olmak (devletle vatandaşlık bağının bulunması). Azınlığı, çok farklı bir kategori olan “yabancı”dan ayıran en önemli unsur budur. Bu noktada, göçmenler ve mülteciler kapsam dışında kalmaktadır.51 Yukarıdaki dört unsur azınlık olmanın nesnel koşullarını (objektif ölçütlerini) oluşturmaktadır. Azınlık olmanın bir de öznel koşulu (sübjektif ölçütü) vardır;

e) Azınlık bilincinin varlığı ve kendilerine özgü (ayırıcı) özelliklerini koruma isteği. Nasıl ki sınıf bilinci olmadan sınıf olmaz ise, farklı olduğunun bilincine varmayan ve bu farklılığı kimliğinin vazgeçilmez koşulu saymayan birey veya grup da azınlık oluşturmaz. Bu, azınlık kavramının öznel koşuludur ve çok önemlidir. Örneğin, çoğunluğa gönüllü olarak asimile olmak (çoğunluk içinde erimek) isteyen kişi veya grup, azınlık sayılmaz.

51 Bu noktada bazı farklı kabuller söz konusudur. Örneğin; Birleşmiş Milletler (BM), göçmen işçileri ve bir ülkede geçici olarak yerleşen insan gruplarını da azınlık statüsünde değerlendirmektedir. Benzer şekilde, Çingeneler (Gypsies) de BM tarafından azınlık olarak kabul edilmektedir. Çingenelerin büyük bir bölümü yerleşik bir yaşama geçmiş olmalarına rağmen, tarihsel açıdan gezici topluluklar olarak bilinmeleri ve öyle kabul edilmeleri, uyrukları konusunda ciddi düzenlemelerin yapılmasını zorlaştırmaktadır. Çingeneler, yurttaş olmasalar bile, BM tarafından etnik bir grup olarak kabul edilmekte ve azınlık statüsünde değerlendirilmektedir. BM tarafından azınlık kavramının geniş bir şekilde yorumlanması, azınlıkların yurttaş olma gerekliliğini dışarıda bırakmaktadır (Okutan, 2004: 63).

72 Birleşmiş Milletler Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu’nun 1985’te yayımlanan bir raporu ise, azınlıkları şöyle tanımlamaktadır;

“Devlette egemen konumda olmayan ve sayı olarak azınlığı oluşturan, nüfusun çoğunluğunun karakteristiklerinden farklı etnik, dinsel ya da dilsel karakteristiklere doğuştan sahip, aralarında bir dayanışma duygusu bulunan, örtük bir şekilde de olsa varlığını sürdürme kolektif iradesiyle harekete geçen, fiilen ve hukuken çoğunlukla eşit olmayı amaçlayan bir vatandaşlar grubu.” (Çavuşoğlu, 2001: 36).

Avrupa Konseyi, Parlamenter Asamble’nin 1993 yılında hazırladığı “Ulusal Azınlıklara Mensup Kişiler Hakkında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne Ek Protokol” önerisinde daha ayrıntılı bir tanım düzenlenmiştir. Önerinin ‘Tanım’ başlığını taşıyan 1. Bölüm’ünde;

“ ‘ulusal azınlık’; a. bir devletin ülkesinde ikamet eden ve bundan dolayı o devletin vatandaşı olan; b. o devletle eskiden beri süregelen, sıkı ve sürekli bağlarını koruyan; c. ayırt edici etnik, kültürel, dinsel ya da dilsel özellikler gösteren; d. o devletin ya da o devletin bir bölgesinin geri kalan nüfusundan sayıca az olmasına rağmen, yeterli derecede temsil edilen; e. Kültürleri, gelenekleri, dinleri ya da dilleri dahil olmak üzere, ortak kimliklerini oluşturan öğeleri hep birlikte koruma kaygısıyla yönlenen kişiler grubu olarak tanımlanmaktadır.” (Çavuşoğlu, 2001: 39).

“O halde bir azınlık, varlığını sürdürmeye ve kimliğini korumaya çalışan özbilinçli, ‘kendi’ tarafından tanımlanmış bir gruptur.” (Kirişçi ve Winrow, 2009: 39). Ne var ki, başkalarıyla benzer nesnel karakteristikleri paylaşan bazı bireyler, kendilerini korunması gereken bir azınlığın parçası olarak algılamayabilirler. Ancak, “öteki” tarafından tanımlanmış olmak azınlıklar için de önemlidir.

Azınlıkların hepsi birbirine benzer değildir. Hâkim gruptan ayrılmalarını sağlayan semboller, hâkim grupla kurdukları ilişkinin doğası ve koşullara verdikleri tepkiler ile azınlık grupları birbirlerinden farklılaşmaktadır. Toplumda sadece bir azınlık grubun bulunduğu bir durum ile birçok azınlık gruptan oluşan bir toplumdaki koşullar da birbirinden farklı sonuçlar verecektir. Tek bir azınlık grubun yaşadığı bir toplumda, hâkim grubun tüm kaygı, endişe ve güç manipülasyonunun öznesi bu

73 azınlık grup olacaktır. Birkaç azınlık grubun varlığı durumunda ise, bazıları görece kolay olarak bu baskılardan kaçabileceklerdir.