• Sonuç bulunamadı

Okullarda öğrencilerin tarihçi düşünme becerilerini kazanabilmesi için öncelikle tarihçinin çalışma yöntemleri ve tarihçinin nasıl düşündüğü hakkında bilgi verilmesi gerektiğinden hareketle bu kısımda tarihçinin çalışma yöntemleri ve dolayısıyla tarih metodolojisi üzerinde durulmuştur. Sprinthall‟e göre, “tarihçinin nasıl düşündüğünü

öğrenmek demek, olgu, düşünce, kanıt, birincil kanıt, ikincil kanıt, iç eleştiri, dış eleştiri, değer, görecelilik, nesnellik, öznellik gibi kavramların anlaşılmasına bağlıdır” (Akt. Ata, 1998: 125). Amaca uygunluk yönünden iyi bir tarih yazılabilmesi için öncelikle sağlam bir metod bilgisine, yeterli miktarda materyale ihtiyaç vardır (Akbulut, 1991: 42). 19. yüzyılın ortalarına kadar “tarih yazmak için metoda gerek yoktur” düşüncesi hâkim olmasına rağmen 19. yüzyılın sonlarına doğru tarihte usul meselesine dikkat edilmeye başlanmıştır. Tarih metodu ile ilgili çeşitli eserler kaleme alınmış ve bunlar Türkçe‟ye tercüme edilmiştir.1

Ayrıca tarih metodu ile ilgili ülkemizde de önemli eserler kaleme alınmıştır.2

Tarihçilerin araştırmalarını yaparken metod bilgisine sahip olmaları son derece önemlidir. Kodaman‟a (1991) göre, “metodolojinin teknik ve şekli bilgileri zaruridir; karmaşayı önler, nereden başlanır, nerede biter, nelere dikkat edilir, alıntı nasıl yapılır, dipnot ne şekilde yazılır gibi bilgileri bize verir ve işimizi kolaylaştırır”(s. 33).

Tarih metodolojisi ile ilgili yapılan çalışmalar incelendiğinde bir tarihi eser oluşturulurken tarihçilerin takip ettikleri yol şu şekilde sıralanabilir:

1. Konuyu Seçme

2. Konuyu Sınıflandırma 3. Plan Hazırlama

4. Kaynak ve Araştırma Eserlerinin Toplanması

5. Araştırma Eserlerinin Okunup Not Alınması ve Kaynaklar üzerinde çalışma a. Kaynak ve Araştırmaların eleştirisi (Analiz)

b. Sentez (Olayların Gruplandırılması, Tarihi kurarken muhakeme ve yorum)

Tarihi Bir Eser Yazarken Uyulması Gereken Kurallar 1. Dil ve Uslup 2. Bölümlerin Düzenlenmesi 3. Dipnot Koyma 4. Metin Aktarma 5. Bibliyografya Düzenleme 1

E. Bernheim, Tarih İlmine Giriş, Metodu ve Felsefesi, Çeviren: Şükrü Akaya, 1936, İstanbul; Langlois- Seignobus Tarih Tetkiklerine Giriş, Çeviren: Galip Ataç, İstanbul; G. Monod, Tarihte Usul, Çeviren: Şinasi Dersan, 1939, İstanbul.

2

Zeki Velidi Togan, Tarihte Usul, (4. Baskı), İstanbul 1985; Mubahat Kütükoğlu, İlmi Araştırma Usulleri, (5. Baskı), İstanbul 1995; İsmail Özçelik, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, 2001, Ankara; Gülçin Çandarlıoğlu, Tarih Metodu (Araştırma- yazma), 2003, İstanbul.

6. Dizin düzenleme (Togan, 1985; Kodaman, 1991; Kütükoğlu, 1995; Özçelik, 2001; Çandarlıoğlu, 2003; Tosh, 2008).

Bilimsel bir eserin orijinal olması ve bilime katkıda bulunması için sınırlarının tam olarak çizilmesi gerekmektedir. Bir sosyal bilim olan tarihte her olay zaman, mekân ve toplum olmak üzere üç zemine oturtulmalıdır. Zamanı, mekânı (coğrafya) ve toplumu belli olmayan hiçbir olay tarih ilminin konusu olamayacağına göre, tarihçi her şeyden önce bu üç önemli unsuru tespit etmelidir. Bu unsurların tespit edilebilmesi ve anlaşılabilmesi için de tarihin veya tarihçinin diğer ilimlere ihtiyacı vardır. Tarih araştırması yapan bir kimsenin, tarihçiye lazım olacak kadar tarihe yardımcı ilimlerden (coğrafya, iktisat, kronoloji, edebiyat, antropoloji, hukuk, sosyoloji, siyaset, ilahiyat, etnoloji, felsefe, sanat vs) nasibini almış olması gerekmektedir (Kodaman, 1991: 32). Tarihçilik, çok bilgili ve kültürlü olmayı gerektiren bir meslek olmak yanında, çok farklı ve uzun dönemler hakkında bilgi sahibi olmayı da gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla, tarihçinin ister istemez sanat, edebiyat, arkeoloji, felsefe, sosyoloji hatta yerine göre müzik bilmesini de gerekli kılmaktadır (Palabıyık, 2005: 212).

Tarih incelemeleri genel olarak üç tarzda sınıflandırılabilir:

a- Belirli tarihteki bir durumun incelenmesi. Mesela 1839‟da Osmanlı İmparatorluğu, bu tür bir incelemedir.

b- Bir evrimin veya iki tarih arasının incelenmesi. 1919–1938 arasında Türkiye, bu tür incelemeye örnektir.

c- Biyografi türüdür. Mesela, Atatürk‟ün Hayatı gibi bir konu biyografik çalışma alanına girer (Kodaman, 1991).

Tarihin ve tarihçiliğin hammaddesi belgelerdir. Bu bakımdan “vesika yoksa tarihte yoktur” özdeyişi tarihçilikde geçerli bir kural haline gelmiştir. (Kodaman, 1991: 31). Tarihçi her türlü çalışmaya kaynaklardan başlamak zorundadır. Tarihsel kaynaklar, insanların geçmişteki faaliyetlerinden geriye kalan her türlü yazılı ve sözlü bulguları içerir: resmi belgeler, kalıntılar, destanlar, gazeteler, mektuplar, günlükler, fotoğraf, film vb. Febvre bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

Kuşkusuz tarih yazılı belgelerle yapılır. Ama yazılı belgeler yoksa, onlarsız da yapılabilir ve yapılmalıdır. Balı alınacak her zamanki çiçeklerin yokluğunda, tarihçinin zengin buluşları içinde ne varsa hepsi kullanılarak yapılmalıdır. Sözlerle de tarih yapılabilir. Resimlerle de. Toprak parçasıyla da, çatı kiremitiyle de. Tarla biçimleri ve yaban otlarla da. Ay tutulmasıyla da, at yularıyla da. Jeologların uzmanca taş- kanıtlarıyla da, kimyacının kılıçların madeni üzerine yaptığı araştırmalarla da. Bir sözcükle: İnsandan kalma olan, insana bağlı olan, insana yarayan, insanın dile getirdiği

ve onun varlığını, uğraşlarını, zevklerini ve yaşam biçimlerini anlatan ne varsa, bunların hepsiyle tarih yapılabilir ve yapılmalıdır. (Carr ve Fontana, 1992: 39).

Kaynaklar, “ihtiva ettikleri bilginin değerine göre; “ana kaynak”, “birinci elden kaynak” ve “ikinci elden kaynak” olarak tasnif edilmektedir. Ana kaynak, doğrudan doğruya tarihi olayla çağdaş, bu olayı gören veya içinde yaşayanın verdiği bilgiler, olayla çağdaş yazarların eserleridir. Tarihçi bir tarihi olayı araştırırken ana kaynaklara müracaat etmek zorundadır. Birinci elden kaynaklar, olayın cereyan ettiği çağdan kalmakla beraber, bunlar olayı görmemiş, ancak görenin anlattığına göre olayı nakleden kaynaklardır (Çandarlıoğlu, 2003: 52). İkincil kaynaklar (kitaplar, metinler, makaleler), tarihçiler tarafından birincil kaynaklara dayalı olarak tarihçiler tarafından üretilmiş olan ve diğer tarihçilerin ne dediğini dikkate alan çalışmalardır (Brown ve Daniels, 1986: 89).

Genellikle tarihçi zaman ve mekân olarak incelediği olaya en yakın olan kaynakları yani “birincil” kaynakları tercih eder (Tosh, 2000: 32). Tarihçi bu kaynakları titizlikle inceler ve kritiğini yapar. Bir belgeyi değerlendirmede ilk adım, onun hakiki olup olmadığını ortaya çıkarmaktır; buna dışsal eleştiri de denir. Belgenin güvenirliliği araştırıldıktan sonra, belgenin içerdiği verilerin doğruluğu ve değeri ele alınır, yani belgenin içeriği yorumlanır. Bu da iç eleştiri olarak adlandırılmaktadır. Türü ne olursa olsun, bir araştırma asgari düzeyde dahi olsa ilmi bir karaktere sahip olmak istiyorsa tahlili bir çalışma olması şarttır. İyi bir tarihçinin yaptığı iş, araştırdığı konuya yönelik bilgiyi ve bilinen bütün olguları kontrol etmek, karşılaştırmak ve sorgulamaktır. Ondan sonra kanıtı yorumlama, açıklama, nedenleri ilişkilendirme, eleştiri, sonuçları izleme, hayal gücünü kullanma ve değerlendirme süreci başlar (Vella, 2001: 4). “Tarihçinin görevi, teknik usullerine göre vesikalar toplandıktan sonra başlamaktadır” diyen Kodaman‟a (1991) göre, tarihte metod bilgisi denilince anlaşılan teknik usullerin bilinmesi araştırıcıya büyük kolaylıklar sağlamasına rağmen bunların bilinmesi tarih araştırması için yeterli olmamaktadır. Çünkü araştırma esnasında nelerin yapılmasını bilmek başka bir şeydir, iyi birer tarihçi olmak başka bir şeydir. Neticede analizi, sentezi, yapacak, orijinal bilgi üretecek tarihçinin kendisidir. Bu bakımdan araştırmada tarihçinin yeri ve önemi artmaktadır.

Tarihçi metod bilgisini kullanarak, araştırması için gerekli kaynakları toplayıp, ayıkladıktan ve çalışması ile ilgili gerekli notları aldıktan sonra bilgilerini düzenlemeye başlar. Tarihçi, kendi kanıtını sınamak için sürekli genelleme kullanır. Carr‟a (1994: 6) göre, Richard‟ın Londra Kulesi‟nde prensleri öldürüp öldürmediği hakkında kanıt açık

değilse, tarihçi -belki bilinçli olmaktan çok bilinç dışı olarak- kendisine, o dönemde tahtlarına rakip çıkabilecek kişileri yok etmek için hükümdarların bir alışkanlıkları olup olmadığını soracaktır; yargısı tamamıyla haklı olarak bu genellemelerden etkilenecektir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, tarihçinin, temel kaynaklara rahatça ulaşabilmesi ve araştırdığı dönemin tüm özelliklerini yakalayabilmesi için, o dönemin belgelerini değerlendirebilme yeteneğini kazanmış olması gerekir. Yani o dönemin dil ya da dillerini, yazısını ve diğer kurumlarına ilişkin bilgileri bilmelidir (Yücel, 1991: 13).

19. yüzyıl öncesinde tarih, ikinci sınıf bir güzelyazın biçimi olarak görülmekteydi. Tarihçi, tarihsel bir çalışma yaparken çok zor aşamalardan geçmesine rağmen, özellikle 19. yüzyıl öncesinde olukça basite alınmıştır. 1763‟ de Doktor Samuel Johnson açıkça aşağılayıcı bir biçimde tarihçi hakkında şu ifadeleri söylemiştir:

Tarihçi olmak için herhangi büyük bir yeteneğe gerek yoktur; çünkü tarih kitabında, dehanın elde edebileceği tüm büyük özellikler hareketsizdir. Olgular apaçık ortadadır, bu nedenle zekâyı kullanmaya gerek kalmaz. Tasarım gücüne büyük ölçüde yer yoktur; yalnızca düşük düzeyde bir şiir yazmak için gereken kadarı yeterlidir. Gereken özenle kullanması koşuluyla biraz kavrayış, dikkat ve anlayış, bu iş için herkese yeter. (Carr ve Fontana, 1992: 23).

Johnson‟un bu düşüncesinde haksız olduğu tarihçiler tarafından dile getirilmiştir. “Bu ifadeler Johnson‟un zamanında bile pek adil bir yorum değildi, hele 18. yüzyıldan beri bu mesleğin gösterdiği gelişimi düşününce tümüyle yersiz gözükmektedir” diyerek bu yorumu eleştiren Tosh (2008), olguların tarihçinin elinde hazır olmadığını, her geçen gün tarih bilgisine yeni olguların eklendiğini, bir yandan da yerleşmiş olguların geçerliliğinin hep tekrar tekrar değerlendirildiğini, üstelik kaynakların eksik ve hatalı olabilmesinden dolayı bu iki yönlü girişimin daha da çetin hale geldiğini belirtmektedir (s.123). Bu nedenledir ki, 19. yüzyılda kurumsallaşan akademik tarihçilik ile birlikte tarih yöntemi üzerine yazılan kitaplarda tarihçilerin olgulara hiç çaba sarf etmeden ulaşmasının mümkün olmadığı üzerinde durulmuş, birincil kaynaklara hâkim olunması ve bunların eleştirel bir bakışla değerlendirilmesi gerekliliği vurgulanmıştır.

Ortaylı‟ya (2003) göre, “2000 yıl evvelin tarihçiliği ile bugünkü arasında büyük fark yok. Çünkü tarihçilik aslında belirli tekniklere dayanır. Ona göre, “bizimde akademik olarak öğreteceğimiz tarihçilik odur. Bir taştaki yazıyı nasıl okursun? Numizmatik meseleleri nasıl değerlendirirsin? Bir kâğıdı eline aldığın zaman paleografik ve diplomatik yönden nasıl bakarsın? Tarihlendirmeyi nasıl korsun? Bu ilimdir. Bu bakımdan da tarih ilmi diğer sosyal bilimlerin içinde, hatta doğa bilimleri gibi pekinliği, kesinliği olan bir ilimdir. Çünkü bu kağıt böyle okunur. Cinsi böyle bir

kâğıttır. Yazı bununla yazılmıştır. Bu kalemde 1960‟lardan sonra keşfedilip kullanılan bir kalemdir. Üstünde posta pulu olduğu ve tarih damgası olduğuna göre tarih bellidir dersin 90‟lı yıllarda Türkler şu işlerle uğraşmışlar, sonucunu çıkarırsın” şeklinde tarihçilikte tekniğin önemini vurgulamıştır. Ancak Ortaylı (2003), tarihçiliğin bu kadar olmadığını, bütün bu teknik bilgilerin yanı sıra tarihçilikte sanatçılık özelliğininde bulunduğunu belirmektedir. Ona göre, tarihçilik mesleğinde sanatçılık, belirli bir şekilde abartma ve yalana sapmadan yorumlama meselesidir. Dolayısıyla bu tarihçide bir yerden sonra bir sanatçılık vasfı olduğunu gösterir.

Birincil kaynaklara hâkim olma ve onları eleştirel bir bakışla değerlendirebilme tarihçinin meslek hayatı boyunca geçmesi gereken aşamalardan sadece bir tanesidir. Yorum yapma ve metin üretme sürecinde tarihçi, olayların birbiriyle ilişkili olduğunu anlayabilmeli ve büyük bir teferruat yığını içinden geçmişi en iyi anlamlandıracak, neden-sonuç örüntülerini, “Rönesans” ya da “Ortaçağ” gibi etiketleri doğrulayan dönemlendirme örüntülerini ve 19. yüzyıl Fransa‟sında küçük burjuvaziden ya da 17. yüzyılın ilk yarısındaki İngiltere‟de “yükselen orta sınıf”tan söz etmeyi anlamlı kılacak gruplandırma örüntülerini bulup çıkartabilmelidir (Tosh, 2008: 123).

Hammaddeler, ilmi tenkit, ilmi şüphecilik zihniyetine sahip tarihçi tarafından ayıklanır, temizlenir, işlenir ve sonuçta ürün yani “ilmi bilgi” haline getirilir. Bunların yanı sıra tarihçi geniş bir bilgi dağarcığına, sağduyuya, yaratıcı muhayyile gücüne, ilim ahlakına (namus, cesaret) ve sezgiye sahip olması gerekir. Tarihçinin sahip olduğu metodoloji bilgisi ile bu kabiliyetlerini birleştirmesi sonucunda orijinal eser meydana gelir (Kodaman, 1991: 33). Tarih soruşturmasının özü seçmektir, tarihçi de “ilgili” kaynakları, “tarihsel” olguları ve “anlamlı” yorumları seçerek tarihsel bir ürün ortaya koyar (Tosh, 2008: 132).

Becker‟e göre konu ve materyal seçiminde, konunun organizasyonunda ve sunuşunda ve kaçınılmaz olarak konunun yorumunda önyargılar vardır. Bilinçli veya bilinçsiz olarak bütün tarihçiler önyargılıdır. Onlar kendi zamanlarının, kendi ırklarının, kendi inançlarının, kendi sınıflarının, kendi ülkelerinin insanlarıdır ve hatta mahpuslarıdır (Dilek, 2008: 9). İçinde bulundukları ortam ne kadar yalıtılmış görünürse görünsün, herkes gibi tarihçiler de kendi toplumlarının kabullerinden ve değerlerinden etkilenirler (Tosh, 2008: 139).

Yukarıda ele aldığımız bilgiler çerçevesinde özetle tarihçinin bir tarihsel olayı ele alırken şu yolu izlediği anlaşılmaktadır:

Kendi bakış açısına göre konuyla ilgili ve anlamlı olguları seçer. Bu, kendi düşüncelerine ve teorilerine uymayan olguları dışarıda bırakması anlamına gelmez.

Ardından bu olgular arasındaki bağlantıları inceler. Olguları tutarlı bir anlatı ya da sav halinde düzenler.

Olgulara ilişkin bilgi boşlukları olduğunda, akla uygun bir tahminde bulunma ya da eldeki bilgilerden hareketle bir sonuç çıkarma durumunda kalabilir. Deneyimli bir zekâsı yoksa gerçeğin peşindeki araştırmacı yaşanmış olaylarla, sessiz kayıtlar arasındaki boşluğu dolduramaz. Bir tarihçiye göre, “sadece belgelere dayanılarak yazıldığında, tarih boş laftır ve hata payı daha fazladır.” (Barzun ve Graff, 2004: 34).

Böylece tarihçiler seçilmiş olguları bulgulara dönüştürürler, yani olup bitenlere ilişkin belli bir savı, teoriyi ya da yorumu desteklemek amacıyla kullanılabilecek hale getirirler (Stradling, 2003: 79). Tarihsel bir çalışmada önemli bir aşama terkip (sentez) dir. Terkip basit ve iyi bilinen hususlardan hareketle düşünceyi safha safha ilerleterek genel, karmaşık bilgiye yani bütüne ulaştırmaktan ibarettir. Başka bir ifade ile tümevarım (induction) usûlünü uygulamaktır. Bu şekildeki bir yöntemle tarih araştırmasına sorulan “bu araştırma neyi ispat ediyor?” “bir tez ileri sürüyor mu?” sorularına cevap verebilirsiniz. İyi bir tahlil, terkip ve sıralama yapabilmek için tarihçi, olayı anlamak, açıklamak, münakaşa etmek ve değerlendirmek zorundadır. Bütün bunlardan sonra, geriye konunun anlaşılabilir şekilde yazılması kalmaktadır (Kodaman, 1991: 33).

Benzer Belgeler