• Sonuç bulunamadı

Türeyen Tem Ġlerlemesi: Bu tarz tem ilerlemesinde önce bir cümleyle ana konu ifade edilir Sonra bu ana konuya bağlı alt konular sırasıyla ele alınır “Karşılarına

TARĠH ÖĞRETĠMĠNDE YAZMA BECERĠSĠNĠN KULLANIM

3- Türeyen Tem Ġlerlemesi: Bu tarz tem ilerlemesinde önce bir cümleyle ana konu ifade edilir Sonra bu ana konuya bağlı alt konular sırasıyla ele alınır “Karşılarına

bir saray çıktı. Kapısı gümüştendi, merdivenleri billurdandı, çatısı altındandı” cümlelrinde saray konu, “gümüştendi, billurdandı, altındadı” ifadeleri haberdir. Tasvir ve açıklama metinlerinde daha çok kullanılır.

De Oliveira (2006), yaptığı çalışmada, tarih derslerinde 8. ve 11. sınıf öğrencilerinin yazdığı tarihsel metinleri tem-rem ilişkisi açısından da incelemiştir.

Bir yazı bütünlük ve tutarlılığa sahipse, fakat söz konusu yazıda vurgulama ilkelerine uyulmamışsa, bu yazı etkili bir yazı kabul edilemez. Yazar zihnindeki konuyu ve konunun görünmeyen kısımlarını gerekli vurgulama araçlarıyla verir. Kısacası bütünlülük ve tutarlılık gibi vurgu da bir organizasyon ilkesidir (Özsarı, 2006: 55). Yazı çalışmalarında en sık görülen biçim hatası yanlış vurgulamadır. Tarihsel bir metinde cümlelerdeki vurgulama çok önemlidir. Sıradan bir bilgi cümlesinde iki vurgulama noktası, cümlenin başı ile sonudur. Dolayısıyla düşüncenin en önemli iki unsurunun bu noktalarda olması gerekir (Barzun ve Graff, 2004: 223). Bu nedenle yüklem özneden uzak olmamalıdır. “Küçük yaşta tahta çıkan IV. Mehmet annesi Turhan Sultan onun adına devleti yönettiği için daha çok avcılıkla uğraşıyordu” cümlesi yerine “Annesi Turhan Sultan devleti yönettiği için, küçük yaşta tahta çıkan IV. Mehmed daha çok avcılıkla uğraşıyordu.” şeklinde düzenlenirse doğru vurgulama yapılmış olunur. Bazen yazar, konu hakkındaki düşüncesini “çok önemli”, “en önemli” gibi kesin vurgulama ifadeleriyle verir. Bazen de “ilk” ve “son” gibi durum ifade eden kelimelerle vurgulama yapılır. Konunun ayrıntılı bir şekilde anlatılması ve konunun içeriğinde yer alan bir fikrin tekrarı da bir vurgulama türüdür. Ancak ayrıntılar verilirken ve tekrarlama yapılırken konuyu dağıtmamaya dikkat edilmelidir. Tarihsel bir metinde konu ve zamanı kaynaştırmak için birinden öbürüne “geçiş becerisine” dikkat edilmesi gerekir. Sözcük cümle, paragraf, bölüm gibi geçiş biçimleri okuyucuyu bir sonraki konuya taşır. İster “fakat”, “bununla beraber”, “buna göre” gibi küçük sözcükler, isterse, bir konuyu

özetleyen ve şekillendiren uzun parçalar olsun bunlar, “biçim”e bağlıdır ve düşünceden düşünceye geçişi sağlarlar.

Yazıda sözcükler, düşüncelerin yalnız süsü değil özüdür. Yazı yazanların, yazdıklarının okunmasını isteyenlerin, yalnızca önemli sözcükleri ve kurallara uygun yazı yazma yollarını değil, bütün sözcükleri her an kullanabilme becerisini geliştirmesi gerekir. “Doğru sözcük doğru yerde kullanılmalıdır” diyen Barzun ve Graff (2004: 207), şu örnek cümleyi vermektedirler: “Her ne kadar bu kitap Harrisse‟nin Columbus‟undan farklıysa da, yine de önemlidir.”

Onlara göre, bu cümlede en az üç deyim yanlıştır ve anlamı bozmaktadır: “her ne kadar”, “farklı” ve yine de.” “Her ne kadar” ve “yine de” deyimleri belli bir kitaptan farklı olan bir başka kitabı önemsiz olduğu fikrini vermektedir. Bütün kitaplar birbirinden farklı olduğundan “farklı” sözcüğü baştan sona anlamsızdır. Yazar belki de şunu söylemek istemiştir: “Her ne kadar bu kitap tartışmalı konularda Harrisse‟nın Columbus konusundaki görüşlerinin tam karşıtı fikirlerle dolu bir kitap ise de; bence önemlidir.

Sözcükler, anlamları farklı olduğu halde birbirinin yerine kullanılmaktadır. Aynı ölçüde rahatsızlık verici bir başka eğilim ise, eski, bilinen sözcüklerin yerine, yeni moda olmuş sözcüklerin kullanılmaya başlamasıdır (Barzun ve Graff, 2004: 208). “Her ne kadar”, “dahi” “fakat” “çünkü” gibi sözcükler dikkatten kaçtığında anlamı baştan sona değiştirebilir.

Sözcüklerin özenle seçilmesinin nedeni, bu sözcük gruplarıyla, zihnimizden geçenlerin doğru aktarılmasını sağlamaktır. Cümlelerin özenle kurulmasının nedeni ise, düşüncelerimizin bütünüyle doğru ve rahatlıkla anlaşılır biçimde aktarılmasının sağlanmasıdır. Bir yazarın okuyucunun yabancı bir konuyu kabul etmesini bir yolla sağlaması gerekir. Bunu yaparken de Açıklık, Düzen, Mantık, Kolaylık, Bütünlük, Tutarlılık, Ritim, Güç, Sadelik, Doğallık, Zerafet, Zekâ ve Hareket gibi konuşma veya yazma niteliklerini kullanması gerekir. Ancak bunların hiçbiri birbirinden bağımsız düşünülemez; çakışırlar, biri diğerinin anlamını güçlendirir veya belirsizleştirir; bir başka deyişle üslup olarak bilinen tek bir güç haline dönüşür. Bir yazar çalışmalarında ne üslubu ne de bu niteliklerden herhangi birini tek başına amaçlayamaz (Barzun ve Graff, 2004: 219).

Tarih hakkında yazılmış metinler mutlaka tarafsız bir tonla yazılmalıdır. Okuyucuya karşı dürüst olunmalıdır (Marius, 1989). Tarih yazıcısı suçlayıcı, itham edici, ya da övücü yorumlamalarda bulunmamalıdır. Örneğin; “o bir diktatördü” ya da

“Napolyon muhteşem bir generaldi” gibi. Örneğin, tarihçi olmayan bir yazar, “Cromwell, Scott‟dan nefret ederdi” gibi bir ifade kullanabilir. Öğrenci, tarihsel bir metinde böyle bir ifade kullanılmaması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Dolayısıyla yukarıdaki cümlenin yerine şöyle bir ifade kullanabilir: “Cromwell‟in hareketleri yargılandığında, Cromwell‟in Scott „dan nefret ediyormuş gibi gözüküyor.” Ancak profesyonel bir tarihçi de şüphesiz bu ifadeyi şu şekilde düzelterek kullanmalıdır: “Cromwell‟ in hareketlerinden, Scott‟a karşı tutumu çelişik duyguları beslediği anlaşılmaktadır.” Bu şekilde bir cevap pek çok öğrenciyi kızdırabilir. Ancak tarihçi cevabını tam olarak bilmediği şeyleri bu şekilde yazar (McCoy, 1974: 71). Tarihçinin görevi, hakkında yazdığı durumu, olayı ne savunmak ne de yermektir. Tarihçi, ön yargılardan arınarak, kanıtlara dayanarak sonuçlara gitmelidir. Ayrıca hiç bir tarihçi beğenmediği kendi fikrine uymayan bir kanıtı, ortadan kaldıramaz, göz ardı edemez (McCay, 1993: 73).

Tarihsel yazıların amaçlarından biri “kim, ne, ne zaman yaptı” sorularına cevap bulmaktır. Bu cevaplar edilgen cümlelerle yazılırsa kafa karıştırıcı olabilir. Örneğin; “Amerika keşfedildi” şeklinde bir cümlede Amerika‟nın kim tarafından keşfedildiği belli değildir. Aynı düşünce “Kolomp Amerika‟yı keşfetti” şeklinde etken bir cümle ile yazıldığında burada okuyucuya açıklama yapılmış olur ve belirsizlik ortadan kalkar (Storey, 1999: 83). Aynı şekilde “Sezar Brütüs tarafından bıçaklandı” yerine “Brütüs, Sezarı bıçakladı” şeklinde yazılması daha iyidir (Black and MacRaild, 1997: 178). Böylece hem daha az kelime kullanıldığı için cümle uzatılmamış olunur hem de bu cümlede anlam daha açıktır. İyi bir tarih metninde çok fazla edilgen cümle kullanılmamalıdır Ayrıca devrik cümlelerden de kaçınılmalıdır.

Diğer disiplinlerden farklı olarak tarih yazımında hemen hemen her şey geçmiş zaman ile yazılır. Geçmiş zaman ile yazma tarihçilere insanların ve olayların kronolojik bir sıra içerisinde düzenlenmesi konusunda yardım eder (Storey, 1999: 84).

İyi bir tarih metni resmi üçüncü kişi ağzından yazılır. Sanki yazar karşısındaki ile konuşuyormuş gibi yazılmaz. Sadece kişisel anlatılarda birinci ağızdan yazılabilir.

Tarih yazıcısı olayları anlatırken kişisel düşüncesini gösteren ifadeleri (benim fikrime göre, sanırım, inanıyorum ki…) kullanmamalıdır. Tarihsel metinlerde bence (I Think), ben (I) gibi ifadelerin kullanılmaması daha iyi olur. Monash Üniversitesinde Ian‟ a göre, eğer bir konu hakkında fikir belirten tarihçiler hakkında bir yargılama yapılacak ve metin yazarı kendi bakış açısını gösterecekse kullanılabilir. Örneğin; Tarihçi A, X‟i tartışmaktadır, Tarihçi B, Y‟yi tartışmaktadır. Benim sonucum ise; bu

durumda A güçlüdür” gibi bir ifade kullanılabilir. Aslında bu şekilde bir ifadeye gerek yoktur. Metin içerisinde yazar kendi düşüncesini ve bakış açısını üstü kapalı bir şekilde ifade edebilir. “Her şeyi göz önünde tutarak, Tarihçi A‟nın daha güçlü olduğu gözükmektedir” gibi bir ifade ile de yazar yine kendi görüşünü belirtmiş olmaktadır (http,monash.edu.tr). Aşağıda verilen örnek metin bu durumu daha iyi açıklamaktadır: Beyazlar Avustralya‟ya yerleştiğinden beri Aborjinler Avustralya toplumundan izole edilmeye başlandı. Avrupalılar Aborjin topraklarına ilk kez ulaştıkları zaman onları katlettiler. 200 yıl sonra Aborjinler sayıca büyük ölçüde azaldılar. Aborjin çocukları ailelerinden alındı ve yetimhaneye koyuldular. Böylece onların ataları ile bağlantıları kesildi” (Coffin, 1997).

Örnek metin de yazar, Aborjinlerin izole edildiğini, birbirlerinden koparıldıklarını da söyleyerek yine bir değerlendirmede bulunmuştur ama bunu –benim fikrime göre Aborjinler şanssız insanlardır demek yerine – daha güzel bir dille ifade etmiştir.

Tarih yazımında belirsiz kelime kullanımından kaçınılmalıdır. Yazıda kullanılacak sözcükler, genel olarak anlamı bilinen sözcüklerden seçilmelidir. Aynı anlamı taşıyan sözcükler kullanılmamalı veya mümkün olduğunca az, kısa ve anlamı açık sözcükler kullanılmalıdır. Başka bir ifadeyle yazı hem anlamda hem de fiziksel görünümde pürüzsüz olmalıdır. Sözcükler bütün olarak anlam taşıyacak ton ve ritimde seçilmelidir. İyi yazı, sözcüklerin işlemesini sağlamak için harcanan çabadır. İsim, fiil, sıfat, zarf ve benzeri bütün sözcükler yerinde ve ölçülü biçimde kullanılmalı ve anlama katkıda bulunabilmelidir. Barzun ve Graff (2004: 128-129), bu durum ile ilgili Gibbon‟dan aldıkları bir cümleye yer vererek farklı sözcüklerin yarattığı etki üzerinde ayrıntılı bir biçimde durmuşlardır. Gibbon tarafından yazılan “Muzaffer Roma‟nın Yunan sanatına boyun eğdiği herkesçe bilinen doğru bir gözlemdir”cümlesi kapsamlı bir genellemedir ve kesindir. Her sözcük büyük bir dikkatle özgün bir biçimde kullanılmıştır; ama okuyucu eşitlikleri doldurmak için ayrıntıları bilmek ve anlamak zorundadır. “Gözlem”, “muzaffer”, “boyun eğmek”, ve “sanat” sözcüklerine biraz farklı anlamlar yüklenerek, “Yunan” ve “Roma”nın farklı gerçekleri vurgulaması sağlanabilir. Buradaki “gözlem” sözcüğü yalnızca bir görüştür. “Hasta gözlem altına alındı” cümlesi ile kesinlikle aynı değildir. Aynı şekilde “Muzaffer” sözcüğünün herhangi bir savaşla ilgisi yoktur, yalnızca Roma imparatorluğunun Akdeniz‟deki egemenliğini vurgulamaktadır ve zaman belirsizdir. “Boyun eğmek” cümlesinin ise

savaşla bir ilgisi yoktur. İnsanlar yalnızca bir sanat zevki geliştirdikleri, kitaplar, heykeller gibi sanat yapıtlarını elde etmek için bir şeyler yapmaya başladıklarında sanata boyun eğmiş olurlar. Bu bağlamda sanatın ne anlama geldiğini az çok biliriz ama ortada heykel vs. gibi herhangi bir sanat ürünü olmayan “Kleopatra‟nın Antonius‟u büyüleme” sanatından tümüyle farklıdır. Son olarak, “Yunan” ve “Roma” da değişken terimlerdir; çünkü farklı dönemlerde bu adlar farklı toprak parçaları, farklı güçleri, hükümet şeklini ve düzeyini ifade eder.

Barzun ve Graff‟a (2004) göre; bu cümle “bu, Roma fatihlerinin eski dünyanın tüm zenginliğini ve gücünü ellerine geçirdikten sonra adamlarının Yunan süslemelerini ve sanat yapıtlarını satın alarak lüks içinde yaşamaya başlamalarını anlatan eski bir öyküdür” şeklinde yazılsaydı da gerçekten birbirinin aynısı üç gerçek ortaya çıkacaktır: (1) Roma eski dünyayı fethetmiştir (2) Romalılar eski Yunan sanatından hoşlanmışlardır (3) Bu herkesçe bilinmektedir. Ancak fikir olarak bu cümle Gibbon‟unkinden farklıdır. Gibbon (a) yaşadığı yüzyılda aydınların eski tarih konusunda bilgili olduklarını (b) sürekli olarak yinelediği basmakalıp sözün doğru olduğunu; (c) Yunan ve Romanın, fetihle uygarlık arasındaki ilişkiye bir örnek olduğunu ve fatihlerin genellikle “eski” ve yenilgiye uğramış uluslarla temaslarından engin bir kültür elde etmiş “yeni” kişiler olduklarını; (d) Roma sanatının büyük ölçüde çalıntı olduğunu; (e) Yunan‟ın yenilgiden sonra kültürel üstünlüğünü koruduğunu; (f) Gibbon‟un bunun görkemli ve hayranlık uyandıran bir süreç olarak tanımladığını anlatmaktadır.

Buna karşılık metnin yeniden yazılmış şekli okuyucuya (a) ortaya atılan görüşün geçmişle ilgili bir başka olumsuz gerçek olduğu (b) Roma imparatorluğunun bir sürü hırslı gangsterin yarattığı bir varlık olduğu; (c) Roma üst sınıfının, fatihlerin çanak yalayıcıların olduğu; (d) kültürsüz kişilerin Yunan sanat yapıtlarını, yalnızca gösteriş için aldıkları, (e) sanattaki gelişmenin ahlaksal dokuyu bozduğu, (f) yazarın tarihi bir şiddet, cehalet ve ahlaksızlık öyküsü olarak değerlendirdiği izlenimini vermektedir. Burada Gibbon‟un mu yoksa sahte Gibbon‟un mu haklı olduğuyla ilgilenmiyoruz. Bizim üzerinde durmak istediğimiz nokta aynı olayla ilgili olarak kullanılan farklı sözcüklerin yarattığı etkideki büyük farklılıktır. Ayrıca araştırma metninde bazı kelimelerin kullanılmasından özellikle kaçınılmalıdır. Örneğin; “şey”, “çok”, “sık sık”, “hep”, “az” gibi kelimeler bunlardandır (Özçelik, 2001: 146).

Düşünce karışıksa ve cümlenin birkaç yan cümlecikten oluşması gerekiyorsa, her yan cümleciğin, işlevini tam anlamıyla yapmasına ve işlediği fikrin etrafında hareket etmesine özen gösterilmelidir (Barzun ve Graff, 2004: 228). “Onun, bunların, senin gibi” zamirlerin çok fazla kullanılmasından kaçınılmalıdır. Bunun yanı sıra noktalama işaretlerine ve imla kurallarına dikkat edilmelidir.

Fiiller her cümlenin kalbidir. Çünkü aksiyonu gösterirler. Tarih yazımında her yazar mutlaka net fiiller seçmelidir. “Kanuni Sultan Süleyman 46 yıl sultan oldu” demek yerine “Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı Devletini 46 yıl yönetti” demek daha iyidir.

Konuştuğumuz gibi yazma etkili bir metin oluşturmayı engeller. Yazılı biçimde konuşmayı aynen kullanmamızı engelleyen faktör, konuşmada ses, vurgu, yüz ifadesi ve tavırların konuşma üslubundaki yetersizlikleri tamamlayarak anlama katkıda bulunmasıdır. İyi bir yazıda, yazar, ifade ediş biçimini yönlendiren ve anlam katan bu unsurları kullanmak zorundadır. Ancak bunu yaparken de gereksiz cümlelerden kaçınmalı, tekrarlara düşülmemelidir. Yeni başlayanların ve dikkatsiz yazarların hatası, cümlelerinde aynı şeyi iki defa tekrarlamalarıdır. Gereksiz sözcüklerin fazlalığı okuyucuyu özel bir noktayı veya çok küçük bir farkı atlayıp atlamadığını düşünmeye iter. Bu da zaman kaybına neden olur. Her paragrafta bu hatanın tekrarlanması okuyucunun sözcükler arasında boğulmasına yol açar (Barzun ve Graff, 2004: 225).

Bir araştırma metni yazılırken aranacak en önemli özellik, sade, açık, söylemek istenen hususun net ve dolaysız olarak söylenmiş olmasıdır. Her yazı, rapor veya ciddi bir araştırma günün birinde birilerinin işine yarayacak düşüncesiyle hazırlanır. Sonuçta ise o kişilerin isteklerini karşılamalıdır. Kolaylık sağlamak için, bu gereksinimler iki soru ile özetlenebilir: Yazılanlar doğru, güvenilir ve tam mıdır? Açık ve düzenli mi, anlaşılması hatırlanması kolay mıdır? Araştırmacının bu soruları araştırmasının her aşamasında kendisine sorması gerekir (Barzun ve Graff, 2004: 13).

Bir yazıda anlamlı bir son taslak elde edebilmek için tekrar tekrar gözden geçirmek gerekir. Tarihsel bir metnin ilk taslağı oluşturulduktan sonra, tarihçi metni düzenleyerek son şeklini vermeli, yapılan yanlışlıkları düzeltmelidir. Barzun ve Graff (2004: 230) ise, bir yazarın eserini yazarken ve düzeltirken kendisine sorması gereken soruları şöyle sıralamışlardır:

I. a) Yazımda tek bir konuda mı bilgi veriliyor ve konunun gelişme biçimi

Benzer Belgeler