• Sonuç bulunamadı

GRAFİK 3: KURULDUKLARI ÜLKELER İTİBARİYLE ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER (2000)

C. Ücret Kuramları

2. Talep Yönlü Ücret Kuramları

Onsekizinci yüzyılda ücret düzeyinin belirlenmesinde emek değerini esas alan klasik kuramlara karşın, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında geliştirilen kuramlar üretimin diğer faktörlerini ön plana çıkaran yaklaşım sergilemişlerdir.

a. Marjinal Verimlilik Kuramı

198 Selik, Mehmet; Marksist Değer Teorisi, Ekim Yayınevi, Ankara, 1969 s.90-94 . 199 Öztürk; s.35

200 Zaim, 232. 201 Selik, s.98-99.

19. yüzyılın sonlarına doğru Marjinal Verimlilik Kuramı ile ekonomistler yalnız emeğe değil, diğer üretim faktörlerine de eğildiler. Daha önce Smith’in gözlemlediği emeğin verimliliği ile ücret düzeyi arasındaki ilişki, bir ücret kuramı olarak Alman ekonomist Thünen tarafından 1826 yılında geliştirildi. Daha sonraları Avusturyalı, İngiliz ve Amerikalı ekonomistler kurama katkıda bulunmuşlardır. Büyük ihtimalle, bu yaklaşıma ilham veren Marks’ın Artık Değer Kuramı olmuştur202.

Marjinal Verimlilik Kuramı, faktör piyasalarını ve kısa dönemli üretim sürecini, girdileri yönüyle analiz eden bir kuramdır. Burada gerekli üretim faktörlerine olan talebin oluşum nedenlerine açıklama getirme amaçlanmaktadır. Bu yaklaşımın temel anlayışına göre işletmeler kar maksimizasyonu sağlama amacıyla, üretim girdilerinin verimliliğiyle bu girdilerin maliyetini karşılaştırma yöntemine başvururlar203. Dolayısıyla ücretleri emeğin verimliliği belirlemektedir.

Kuramın gelişme gösterdiği 19. yüzyılın sonunda yaşam standardındaki iyileşmenin nüfus artışını azalttığı anlaşılmıştır. Bu görüş doğru olduğu takdirde, (göçmenlerin yerleşmesi dışında) gelişen durumun toplam emek arzını frenleyici etki yapması, dolayısıyla ücretlerde artışa neden olması gerekir. Ayrıca yüksek ücretlerin işçi verimini arttırdığı tespit edilmiştir. Böylece emeği yalnız sabit bir iş yığınından ibaret gören anlayış değerini yitirmiştir. Yeni emek görüşü, emeğin itibari (nominal) değeri ile gerçek değeri arasında ayırım yapmaktaydı. Bundan çıkan sonuç; yüksek ücret emeğin verimliliğini arttırdığına göre, verimlilik artışının da, emeğin üretimdeki maliyetini düşüreceği şeklindedir. Böylece sermaye sahipleri paralarını daha fazla kar sağlayabilmek için yatırıma yönlendireceklerdir. Bu bağlamda hem faiz, hem de ücret gelirlerini sırasıyla sermaye ve emek faktörlerinin son birimlerinin katkısını toplam üretime katkı değerinden çıkardıktan sonra karşılaştıran Thünen analizinde, sermaye ve emek oranlarının miktarlarını değiştirerek bazı sonuçlara ulaşmıştır. Thünen emek miktarına göre düzenlenen bu araştırmanın benzerini, üretime katılan işçi sayısını sabitleyerek değişen sermaye miktarına göre de tekrarlamış ve araştırmalar sonucunda ücret oranının en son emek birimi ve son birim sermayenin faiz miktarının ürün miktarında sağladığı artışa göre belirlendiğini açıklamıştır204. Bu sonuçlar Marjinal Verimlilik Kuramında ilave işçi kullanılması ile işçilerin sağlayacağı üretim artış değerinin işçi ücretlerine eşit olduğu düzeye kadar devam ettiğini, buradan sonra ilave işçi kullanılmaya devam edilmesi durumundaysa ücretlerin (maliyet) marjinal değerini aştığını göstermektedir205.

Üretim sürecinde ücret, çalıştırılmakta olan son işçinin katkısına işverenin değer biçtiği kıymettir. İşveren çalıştıracağı işçi sayısını hesaplarken son işçiye ödenmesi gereken ücret miktarını, toprak, sermaye birimlerinin maliyeti ve aldığı riske karşı elde etmek istediği kar beklentisi ile karşılaştıracaktır. Belirli bir grupta çalıştırılmakta olan bütün işçilerin ücret haddini, son işçinin temin ettiği hâsıla tayin edecektir206. Marjinal Verimlilik Kuramı ücret düzeyinin belirlenmesine ek olarak ücret farklılaşmasına da açıklama getirmektedir. Kurama göre marjinal ürünün miktar veya kalitesi ücret farklılıklarının da nedenidir. Nitelikli işçilerin ücretleri ürettikleri marjinal ürün yüksek olduğundan ücretleri daha yüksektir.

Marjinal Verimlilik Kuramına yöneltilen eleştiriler günümüzde emeğin marjinal verimliliğinin ölçülmesindeki zorluk, serbest piyasa şartlarının bulunmayışı, işgücü piyasasının karmaşık yapısının işçilere en iyi iş fırsatını yakalama şansı vermediği, işçi gruplarının homojenliğinin bulunmadığı gibi nedenlerle yanlış varsayımların üzerine kurulduğu şeklindedir. Öte yandan çağdaş ekonomilerde bazen tekel veya tekele yakın şartlar oluşmakta, birkaç büyük üretici işletme, diğer tarafta güçlü sendikalar pazarlık güçlerini kullanabilmektedirler. Bu koşullarda ücretlerin analizinde marjinal verimlilik yaklaşımını referans olarak kullanmak sağlıklı sonuçlar alınmasında yeterli olamaz. Ancak tekelleşmiş bir emek arzı ve işveren cephesi söz konusu ise her iki tarafın ulaşma gayretinde oldukları hedefleri saptamada yararlı olabilir. Bu nedenlerle kuram işletme çapında yararlı olabilmekle birlikte makro düzeyde yetersiz bulunmaktadır207. Marjinal Verimlilik Kuramında istihdam koşullarının üzerinde fazla durulmaması kuramın diğer eksik yönünü oluşturur.

b. Satın Alma Gücü Kuramı

Yirminci yüzyılın başlarında emek talebini istihdamla ilişkilendiren bu kuramın kurucusu, John Maynard Keynes isimli İngiliz ekonomistir. Keynes görüşlerini 1935 yılında yayımladığı “İstihdam, Faiz ve Para Genel Kuramı” adlı eserinde toplamıştır. Keynes’in klasik iktisat kuramlarına göre temelden farklı yaklaşımları bulunmaktadır. Bunlardan birisi istihdamla ilgili olanıdır. Keynes’in Genel İstihdam Kuramı, işsizlik ve düşük üretime yol açan ekonomik krizlerin nedeni olarak talep yetersizliğini görmektedir. Görüşün

202 Dougles, Paul; Theory of Wages, Augustus M. Kelley, Bookseller, New York, 1964, s. 34 . 203 Dunn, Rachel, s.39-40.

204 Dougles , s 34-35.

205 Lordoğlu, Kuvvet-Törüner, Mete-Özkaplan, Nurcan; Çalışma İktisadı, Beta Yayınevi, İstanbul,1999, s.145. 206 Zaim, 1997, s.234.

temelinde ise, talep yükseldiğinde üreticilerin yatırımlarını arttıracağı varsayımı bulunmaktadır. Bu amaçla devlet kriz dönemlerinde “telafi edici para politikası” uygulayarak özel tüketim ve yatırım harcamalarını uyarmalıdır208

.

Satın Alma Gücü Kuramı ücretler, istihdam ve üretim ilişkileriyle ilgilendiğinden tam bir ücret oluşum kuramı olarak görülmemektedir. Bu nedenle Genel İstihdam Kuramı ile aynı öğelere sahiptir. Bu yaklaşımda tüketim ve yatırım yoluyla harcamaların ekonominin canlı tutulmasındaki önem vurgulanmaktadır. Ücretlerin düşmesi ile istihdam hacminin artması her zaman

gerçekleşebilecek bir durum değildir. Çünkü üretim teknolojisinde değişiklik olmadığı durumda, istihdam düzeyini, emeğin marjinal verimini ve gerçek ücreti belirleyen etken toplam efektif taleptir209.

Keynes’e göre iradi işsizlik yoktur. İşgücü arz talep dengesi tam istihdam düzeyinin altında gerçekleşmektedir. Keynes piyasa mekanizmasının tam istihdamı sağladığı konusuna katılmamakta, ayrıca klasik görüşe göre işleyen ekonomide hem varlık, hem de gelirin adil olmayan bir şekilde dağıldığına dikkat çekmektedir. Keynesin ücret oluşumunu analizdeki yaklaşımının diğer klasik ekonomistlerden farkı; mevcut sistemi, içinde bulunulan ortamdan soyutlanmış bireylerden oluşan topluluklar olarak düşünmemiş olmasıdır. Bu yaklaşıma göre ekonomik yaşamda bireyler birbirinden soyutlanmış konumda olamayıp, bilakis birbirlerini etkileme durumundadırlar. Örneğin bir bireyin tasarruf veya yatırım kararı bu kararda katkısı olmayan diğer kişileri etkilemektedir. Keynes’in yaklaşımında normal ekonominin işleyişinde para dolaşımı etkilidir. Çünkü bir bireyin harcaması ile diğer bireyin gelirini oluşturan bir karşılıklı etkileşim söz konusudur210.

Keynes’e göre milli gelir ile istihdam düzeyi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Her ikisi de ekonomideki toplam harcamalar ile belirlenmektedir. Harcama şekilleri ise tüketim ve yatırım harcamalarıdır. Milli gelir ve istihdam düzeyi toplam harcama düzeyi ile bağlantılı olduğundan, tam istihdam düzeyini yakalamak ve devamını sağlamak için toplam harcama seviyesinin belli bir noktaya kadar ulaşması ve bunun korunması gereklidir211

.

Bu bağlamda fiyatlara gösterilen tepkiler açısından daha değişik yaklaşımlara rastlanmaktadır. Girişimcilerin düşürülmüş ücret düzeyine bakış açıları, bunu daha fazla kar kazanma yönünde teşvik edici bir işaret olarak görmelerindendir. Bu durumda yatırımlarını arttırarak daha düşük ücret düzeyinde daha fazla insan istihdam edebilirler. Eğer girişimciler düşen ücret düzeyine daha fazla bir talep daralması şeklinde bakacak olurlarsa yatırımlarını azaltabilir veya en azından aynı düzeyde muhafaza ederler. Bu durumun ortaya çıkması halinde ise toplam harcamalar azalır, istihdam daralır212.

Keynes’in 1930’lar ve sonrasından günümüze kadar büyük kabul gören görüşlerine göre; krize bağlı işsizlik ekonomiyi tam istihdama taşıma özelliğine sahip olduğu ileri sürülen işgücü piyasasındaki rekabetten kaynaklanmamaktadır. Daha önceki kuramlarda kabul gören ve işgücü piyasasında emek arz ve talebi dışındaki diğer etkenlerin sabit kaldığı varsayımları gerçekle bağdaşmamaktadır. İstihdamdaki değişiklikler tüketim ve yatırımların birer fonksiyonudur ve işgücü piyasasındaki arz talep dengesi tam istihdam düzeyinin aşağısında oluşabilir213.

Toparlanacak olursa ücretler bir ülkede ulusal gelirin büyük bir bölümünü oluşturduğundan, ücretlerdeki değişim tüketim üzerinde etkili olmaktadır. Ücretleri düşürerek tüketimi azaltmak ise mal ve hizmetlere olan talebi azaltmak anlamına gelmektedir. Böyle bir gelişme sonrasında doğal olarak istihdam genişlemeyecek aksine daralacaktır. Eğer ücretler fiyatlardan daha hızlı düşerse, emeğin kazandığı gerçek ücretler de büyük ölçüde düşerek tüketimi düşürecektir. Bu durum beraberinde artan işsizliği getirecektir.

Bu kuram, bireye bağlı psikolojik düşüncelerin yanısıra daha objektif olarak ölçülebilen diğer davranış kalıplarına da dayanır. Bu bağlamda kamu harcamaları ve yatırımları toplam harcamaları oluşturduğundan bu kuram, ekonomi çarkının işleyişinde politik etkenlerin ekonomik etkenler kadar işlevsel olduğunu öne sürer, yine devletin vergi düzeninin kişilerin özel harcamalarının etkilemesi, ekonomiyi de etkilemektedir. Bu yönleri ile kuramın uygulanabilirliği işletmelerden çok genel ekonomi bazında geçerlidir214.

c. Pazarlık Gücü Kuramı

Pazarlık Gücü Kuramı İngiliz Ekonomist Alfred Marshall (1842-1924) tarafından geliştirilmiştir. Kuramın temelinde ücretlerin ve çalışma koşullarının işgücünün temsilcileri (genelde sendikalar) ile yönetim arasında görüşmeler yoluyla belirlenmesi vardır.Toplu pazarlık, üzerinde uzlaşmaya varışmış kurallara göre yürütülür. Pazarlık Gücü Kuramı, diğer ücret kuramlarından daha geniş olarak ücretlerin yanısıra, çalışma süreleri ve iş koşulları ile diğer sosyal hakların da belirlendiği bir içeriğe sahiptir. Adam Smith, daha kendi döneminde işverenlerin işçilere kıyasla aralarındaki örgütlenme kolaylığı, finansal olarak işçilere göre gelir kaybına dayanma olanaklarının fazlalığı gibi nedenlerden dolayı daha büyük bir pazarlık gücünü ellerinde bulundurduklarını işaret ederek, kuramın alt yapısının oluşmasına katkı yapmıştır215.

208 Keynes, John Maynard; The General Theory of Employment Interest and Money, Macmillan Company,

London,1961, s. 377.

209 Aktan, C. Can; Politik İktisat, Anadolu Matbaası,İzmir, 2000, s.32-34. 210 Keynes, s.372-373.

211 Yücel, s.50-51. 212 Keynes, s. 379. 213 Dunn, Rachel, s.43, 214 a.g.e, s.45 .

Belirtilen bu saptama 1898 de John Davidson isimli ekonomist tarafından geliştirilmiş, kuramlaştırılmıştır. Bu kurama göre ücret oluşumu büyük ölçüde karmaşık bir süreçtir ve tek bir etkenden çok, başta işgücü piyasasının tarafları olan sermaye ve emeğin pazarlık güçlerinin karşılıklı birbirini etkilemesi olmak üzere çeşitli etkilere açıktır216

.

Pazarlık Gücü Kuramı sendikal hakların gelişmesiyle ağırlık kazanmıştır. Emeğin karşılığı olan ücretin değerini, diğer üretim faktörleri gibi koşulsuz ve korumasız olarak piyasa şartlarında oluşmasını beklemek, gelişen demokrasi ve insani değerler açısından ihtiyaçların son derede istikrarsız durumların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Mali imkânları elinde tutan sermayedarın, çok üstün pazarlık gücü karşısında, tek tek işçilerin haklarını alması mümkün değildir. Bu nedenle çağdaş bütün anayasalarda emeği ve sosyal hakları koruyan konular yer almıştır217. Pazarlık Gücü Kuramı, Doğal Ücret Kuramı ile Ücret Fonu Kuramlarına göre emeği örgütleyen kuruluşlar için cazip kavramsal yapıya sahiptir. Bir sendikanın pazarlık gücü yalnız kendisini bireysel temsil edebilen kişilere göre çok daha yüksektir. Tarihi süreçten bakıldığında burada emeğin etkinliğinin örgütlenerek arttığı ifade edilebilir.

Kuram temelde ücretin sermaye ve emek unsurlarını temsil eden güçlerin aralarındaki pazarlık sürecinde oluştuğu ve burada tarafların pazarlık gücünün belirleyici faktör olduğu görüşüne dayanmaktadır. Bu görüşe göre ücret seviyesinin oluşumunu, otomatik iktisadi mekanizmaların yerine işçi ve işverenlerin davranışları belirler. Ayrıca işgücü piyasasında çok çeşitli ve birbirine karşı olan güçler vardır. Yalnız emek arz ve talep mekanizmasının işlemesi ile ücret haddi oluşmaz. Ücret haddinin “en yüksek” ve “en düşük” sınırları vardır. İşverenin ödeyebileceği en fazla ücret miktarı “ücretin en yüksek haddini”, emeğini arz edenlerin razı olabileceği asgari miktar da ücretin “en düşük haddini” göstermektedir. Bu iki seviye arsında çeşitli ücret hadleri bulunmaktadır218.

Ücretlerin oluşumunda hâkim olan ne tek bir etken veya bir etken bileşimi, ne de sabit bir ücret düzeyi vardır. Çünkü işgücü piyasasında değişik ücret düzeylerinin bulunduğu pek çok olasılık aynı anda mevcut bulunmaktadır. Bu seçeneklerin tavan sınırını, yani ücretin en yüksek haddini işverenin bazı işçileri kiralamayı kabul etmediği ücret düzeyi oluşturur. Bu üst limitin oluşumunda işçilerin verimliliği, rekabet şartları, yatırımın büyüklüğü ile işverenin gelecekteki kar beklentisine ilişkin düşünceler belirler. Ancak toplu pazarlık mesleki, coğrafi ve iş kolları arasındaki ücret farklılaşmasını azaltır219.

Taban veya en düşük limit ise işçinin işverene önerdiği ücret düzeyinde hizmet etmeyi kabul etmeyeceği ücret düzeyidir. Bu düzey belli başlı olarak asgari ücret mevzuatı, işçinin yaşam standardı, işçilerin genel istihdam şartları hakkındaki değerlendirmeleri, kendi emsallerine ödenen ücretler konusundaki bilgi derecelerine bağlı olarak oluşur. Ne üst, ne alt limit sabit olmayıp aşağı-yukarı hareketlidir. Bu hareketli pazarlık alanında ücretlerin oluşumunu tarafların pazarlık gücü belirler. Ancak sendikaların ücret artışları konusunda esnek davranmaması işvereni emek yerine sermaye ikame etmesine yol açarak istihdamın azalmasına yol açabilir. Tarafların pazarlık güçleri, ücret seviyesinin iki sınır arasında alacağı yeri belirlerken, işverenin işçiye olan ihtiyacının ivediliği de önemli rol oynar220.Tabii burada her iki sınır bazı şartlara bağlıdır. Bunlar aynı üretim dalında faaliyet gösteren firmaların rekabeti, emek verimliliği, sermayenin emeği ikame etme imkânı, kredi faizleri işverenin ödeme gücünü belirler. Bunun karşısında tek olarak emeğini pazarlayan işçinin pazarlık gücü çok sınırlıdır. Sendikalaşma emeğin pazarlık gücünü dolayısıyla, artan refahtan aldıkları payı arttırır.

Pazarlık Gücü Kuramı da çeşitli açılardan eleştirilmektedir. Bunlardan en önemlisi, bu kuramın yalnız bir ücret kuramı olmadığı, kısa dönemde ücret düzeyleri bakımından geçerli olduğu savıdır. Bu yönüyle kuram (Ücret Fonu, Marjinal Verimlilik Kuramlarında olduğu gibi) uzun dönem için geçerli kuralları ortaya koyamamaktadır221.