• Sonuç bulunamadı

GRAFİK 3: KURULDUKLARI ÜLKELER İTİBARİYLE ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER (2000)

2. Sosyal Etkiler

1980’li yıllardaki, bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler bilgi toplumunun oluşmasının başlangıç yılları olmuştur. Bilgi toplumu için; her türlü bilgiyi üreten, bilgi ağlarına bağlanan,

110 Onyango, J. Oloka-Udagama, Deepika; Economic and Social Council Sub-Commission on the Promotion and

Protection of Human Rights Preliminary Report, E/CN.4/Sub.2/2000/13, UN,New York, 15 June 2000,s.3-4

111 Şenses, Fikret; Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 20-22 112 Stiglitz, 2002, s.28.

hazır bilgilere erişen, erişilmiş bilgileri kolaylıkla yayabilen ve bilgileri her sektörde kullanan toplum olarak tanımlanmaktadır. Bu toplumun özelliği tüm etkinliklerinde gerekli her tür bilginin gerektiği her an ve her koşul altında gereken kişilere ulaştırılabilmesidir. Tüm gelişmiş ülkeler ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeleri için teknolojik bilgiden etkilenir hale gelmişlerdir. Teknolojik gelişmenin etkileri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, bunun etkinliği artarak devam etmektedir. Bu sebeple toplumlar, bilgi birikimlerini artırarak gelişmelerini tamamlamak, bilgiye erişmek, erişilmiş bilgileri kullanmak, yaymak ve bunlardan teknoloji üretmek amacıyla yoğun bir rekabete girmişlerdir. Çağımızda gelişmiş ülkeleri, sanayi toplumu olmaktan çıkarak bilgi toplumu olma aşamasına ulaşmışlardır. İletişim teknolojisinde meydana gelen gelişmeler, bilgi toplumunun oluşturulmasında en önemli etken olmuştur. Bilgi, yaşadığımız çağın bir simgesi olarak kabul edilmektedir. Son yıllarda meydana gelen bilgi patlaması araştırma-geliştirmeye verilen önemin bir sonucudur. Teknolojik gelişmenin bir ürünü olarak evlere kadar uzanan bilgi ağları bilgi çağının özelliği olarak algılanmaktadır. Bu bilgiler hızlı bilgi ulaşım ağları vasıtasıyla üretilmektedir. Çağımızda bilginin değeri diğer ekonomik araçların önüne geçmiştir113.

Ancak küreselleşen bilgi toplumuna dönüşen dünyadaki gelişmeler, gelişmekte olan ülkeler açısından güçlü devletlerle bütünleşmek ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan bu devletlerin etkisine girme gibi baskıları da beraberinde getirmektedir. Bunun sonucunda bir tür bağımlılık durumu oluşmuş, ulusal sınırlar yok sayılmış, milli egemenlik ve bağımsızlık gibi kavramların içi boşaltılmış, yayılmacı amaçlar küreselleşme adı altında meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan küreselleşme toplumları birbirinden farklı iki yöne doğru çekmeye başlamış, birinci yönde toplumlar daha da yakınlaşıp bütünleşirken, öteki yönde ulusalcılık, etnik ulusalcılık ile parçalanma sürecine sokulmuştur. Dünyadaki ülkelerin üretim gücü ve tüketim olanakları aynı olmaması nedeniyle sanayileşmesini tamamlamış ülkeler üstün konumlarını geliştirmiş küreselleşme zenginleşmenin ve refahın dağılımı kadar, fakirlik ve sefaletin dağılımını da hızlandırmıştır114.

Bu bağlamda 1980’li yıllardan itibaren yeni-liberal ekonomi politikaların etkinliğini yaygınlaştırmak amacıyla gelişmiş ülkelerde makro ekonomik reformlara girişilirken, gelişmekte olan ülkelerde yapısal uyum programları IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların zorlamasıyla yürürlüğe konulmuştur. Genel hatlarıyla bu programlar devletin sosyal alan dahil olmak üzere düzenleyici yönünün daraltılmasını hedeflemektedir. Bu süreçte devlete

113Erkan, Hüsnü; Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, İş Bankası Kültür Yayınları No.326, İstanbul 1998, s.71-88 114 Balay, Refik; Küreselleşme, “Bilgi Toplumu ve Eğitim”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi

sosyal nitelik kazandıran işlevlerin büyük oranda zayıfladığı hatta ortadan kalktığı izlenmektedir. Ulusal devletin egemenliği zayıflarken yurttaşlarını koruma ve ulusal değerleri geliştirmede ulusal politikaları kullanmaları ve bu alandaki etkinlikleri ortadan kalkmaktadır. Sosyal politika alanında kamunun düzenleyici konumunun zayıflaması ve işgücü piyasalarındaki artan kuralsızlaştırma, çalışanların işletmeler karşısında daha güçsüz bir konuma düşmesine ve sosyal koruma önlemlerinin gerilemesine neden olmuştur 115.

Bu bağlamda ilk önce Avrupa’da kavramsal bir temele oturtulan sosyal dışlanmayı küreselleşmenin önemli bir etkisi olarak görmek mümkündür. Burada yurttaşların devletin sosyal sistemlerinden dışlanma veya bu sistemlerin uygulamasına son verilmesi ile iş güvencesinin kalkmasından söz edilebilir. Bu yöndeki gelişmeler son dönemlerde gelişmekte olan ülkelerdeki pek çok grubun sosyal, ekonomik ve politik dışlanmasını içerecek şekilde genişlemektedir. Son yıllarda pek çok Avrupa ülkesinde sosyal devlet erozyonu gerçekleşmektedir. Buna rağmen bu ülkelerin işçilerinin çoğunluğu henüz standart ücret işlerini kaybetmemiş olup, göreceli olarak durumları iyidir. Buna karşın gelişmekte olan ülkelerde tam istihdam hiçbir zaman gerçekleşmemiş ve refah devleti emekleme aşamasını bile geçememiştir. Bu nedenle işçilerin çoğunluğu ya kendi sahibi olduğu işlerde veya standart olmayan ücret işlerinde çalışmaktadırlar. Ülke yurttaşlarının çoğunluğu bir varlığa sahip değildirler. Bunun yanı sıra enformel ekonominin yaygınlaşması sosyal dengeleri iyice çarpıklaştırmakta ve yoksul çalışanlar kitlesi büyümektedir116.

Öte yandan küreselleşme savlarında ihracata yönelik imalat Doğu, Güney Doğu Asya, Merkezi ve Güney Amerika gibi ülkelerde en fazla istihdam yaratan gelişme olarak sunulmaktadır. Bu bağlamda 1960’larda başlayan serbest bölge uygulamaları ÇUŞ’lere vergi muafiyeti, düşük ücretli ve örgütlenmemiş işgücü sağlamıştır. Bu bölgeler genelde genç kadınların emek yoğun üretim alanlarında istihdam edildiği bölgeler olmuştur (1990’larda %70-80’i kadın olan 27 milyondan fazla kişi ). Bunların ücretleri ürettiklerinin satış değerinin %10’nu geçmemektedir. Bu işlerde ücret düşüklüğünün yanı sıra çalışma koşulları çok kötüdür. Yazılı iş sözleşmesi hemen hemen yoktur. Annelik izni, hastalık izni, yıllık izin sağlık sigortası gibi sosyal güvenceler söz konusu değildir. Bu bağlamda ÇUŞ’ler pazar paylarını koruma veya arttırma ve rakiplerini yıkmak için geliştirdikleri stratejilerde çok düşük ücretleri benimsemekte, sıfır iş güvencesi ile çalıştırma gerçekleştirilmektedir. Afrika ve Latin Amerika’da tarım ve hammadde ihracına yönelik sektör zincirinde ise ÇUŞ’lerin büyük ölçüde

115 Sapancalı, Faruk; Sosyal Dışlanma, Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayın No.:

09.1600.0000.000/DK.03.048.314, İzmir, 2003s. 67-71 .

116 Carr, Marilyn-Chen Martha; Policy Integration Department World Commission on the Social Dimension of

çok düşük ücretlerle, kötü çalışma koşullarında ve her türlü sosyal güvence dışında geniş bir işgücünü çalıştırması ve bunun gün geçtikçe yaygınlaşması küreselleşmenin olumsuz sosyal etkilerini yansıtmaktadır117.

Böylece ulusal ekonomilerin devletsizleştirilmesi ve küreselleştirilmesi nedeniyle özellikle gelişmekte olan ülkeler ekonomide olduğu kadar sosyal politikalar anlamında da egemen sayılmamaktadırlar. Geleneksel politika araçları etkisizleşmekte, siyasi iktidarlar ulusal düzlemde sosyal politikaları yaşama geçirme çabasından vazgeçmektedirler. Keynesyen görüşlerin ağırlıklı olduğu dönemlerde ulusal düzlemlerde sınıflar arası işbirliği, sosyal demokrat uzlaşmalar ortaya çıkmıştır. Ancak siyasal iktidarların sosyal ve ekonomik politika alanlarında etkisizleştirlmesi bu taboyu tersine çevirmektedir. Ulusal devletin varlığının korunmasında etken olan emeğin toplumsal gücü devletin düzenleyici, üretici ve paylaştırıcı işlevleri azaldıkça tasfiye olmakta yerini devletin baskıcı yönü sayılan emeğin denetimine bırakmaktadır118.

Bu ortamda küreselleşme, toplumun pek çok katmanında hissedilen belirsizliklerin de kaynağı olmaktadır. Eğitim, iş güvencesi, kültürel ve moral değerlerin korunması konularında toplumsal endişeler artmaktadır. Bunların yanı sıra küreselleşmenin (11 Eylül 2001 örneğinde olduğu gibi) günlük yaşamda yaygın bir toplumsal güvensizliği öne çıkardığı ve bunun ulus devletler için tehdit oluşturduğu bir gerçektir119.

Diğer taraftan küreselleşme, toplumsal farklılaşmayı arttırdığından, bazı bölgeler bugün geçmişte olduklarından daha dezavantajlı duruma gelmektedirler. Çünkü kuralsızlaştırma bölgesel farklılıkları arttırmaktadır. Bölgesel farklılaşmanın artmasına koşut olarak Merkez büyümeye devam ederken, Çevre ülkeleri yaratıcı nüfus göçü nedeniyle kaybettikleri nitelikli işgücü vb. pek çok sorunlarla yüzleşme durumunda kalmaktadırlar120. Bu bağlamda özellikle gelişmiş ülkelere yönelik göç sonucu dünyada 175 milyon insan göç ettikleri yeni ülkelerde yaşamakta, ancak bunlar önemli bir sosyal dışlanma ile karşı akrşıya bulunmakadırlar121. Küresel gelişmenin sosyal boyutu içersinde ırk ayırımcılığının istismar edildiğini savunan görüşlere de rastlanmaktadır. Çoğunluğu Güney Amerikalı bu görüş sahipleri ırk temeline dayalı yeni-liberal ücret köleliğinden ve ABD’nin ÇUŞ egemenliğinden

117 a.g.e. s.6-9

118Tonak , Boratav, Türel, Somel, Şengün, Arslan, s.25-26. 119Krieger, s.9.

120 Leimgruber, Walter; Globalisatıon - Deregulation - Marginalisation ,

http:/www.unifrich/geoscience/geographie/Research/HUMAN/WL/global.html (28.11.2004).

kurtulmada, ırk ayırımcılığının ortadan kaldırılmasının öncelikli konu olduğunu savunmaktadırlar122.

Sonuçta küreselleşen kapitalizmin sosyo-ekonomik etkilerini, bir yandan durmadan büyüyen bir zenginlik, öte yandan artan işsizlik ve yoksulluk; bir yanda üretimin ve tüketimin büyük boyutlar kazanması, öte yanda büyük kitleler için en temel ihtiyaçların bile karşılanamaması; bir yanda piyasaya gerçek anlamının dışında mucizevî nitelik kazandırılması, öte yandan kitlelerin elindeki tek araç olan siyasetten soğutulup uzaklaştırılmaları şeklinde sıralanabilir.