• Sonuç bulunamadı

3. PİŞMANLIK ve ISLAH KURUMUNDAN YARARLANMA ŞARTLARI

3.2. Önşart: Kendiliğinden Haber Verme

3.2.1. Talebin kendiliğinden olması

Pişmanlık ve ıslah kurumunun getirilişindeki amaçlardan biri de mükellefin, işlediği hukuka aykırı fiili, bir iç muhasebesi yaparak itiraf etmek istediği zaman bunun hukuki zeminini hazırlamaktır. Bu kurum, mükellef tarafından ilgili makama yapılan bir ihbara hukuken sonuç bağlamayı amaçladığı içindir ki bu itirafın, “kendiliğinden” yapılması bir şart olarak aranmaktadır610

Her şeyden önce haber verme, zaman bakımından ilk olarak mükellef tarafından yapılmışsa bu durum, talebin kendiliğinden olmasının kabulünde önemli bir veridir.

. Haber vermenin “kendiliğinden” olduğunu ölçmenin objektif bir ölçüsü olmasa da kanunda kullanılan ifadelerden ve Danıştay kararlarından bunun belirli esaslarını çıkarma yoluna gidilmesi uygun bir yöntem olarak düşünülebilir.

610 Danıştay VDDGK, E. 1991-295, K. 1994-390, T. 21.10.1994: “(…) Kurumdan iradesi dışında pişmanlık dilekçesi alınmış, daha sonra pişmanlık koşullarından olan onbeş günlük ödeme süresinde uyulmadığı yaklaşımıyla resen tarh yolu izlenmiş, Kurum adına söz konusu vergi üzerinden kaçakçılık cezası kesilmiş ve ceza ihbarnameleri tahkimin sonuçlanmasından sonra Kuruma duyurulmuştur (…) davacı kuruluşun gerçek idaresi dışında alınan pişmanlık dilekçesine ve pişmanlık koşullarına uyulmamasına bakılarak ceza kesilmesi ve gecikme zammı hesaplanarak tahsili de yasaya uygun olmamıştır.”(KİBB);

Danıştay 4. D., E. 1968-187, K. 1969-4410, T. 22.10.1969 (Karagözoğlu, s. 761)

Vergi dairesinin bu durumdan daha önce haberinin olmaması gereği, haber vermede vergi dairesinin mükellef iradesini zorlayıcı bir müdahalesinin olmamasını611, vergi dairesinin mükellefe durumu hatırlatıcı bir girişimde bulunmamasını, örneğin, beyanda bulunmaya çağırmamasını, gerektirmektedir612

Mükellefi haber vermeye iten saik, sebep olunan vergi ziyaının bir şekilde ortaya çıkarılabileceğine ilişkin yaptığı iç hesaplar, yakalanma korkusu ya da duyulan gerçek bir nedamet veya akla gelebilecek başka bir sebep olabilir. Kendiliğinden haber vermenin geçerliliği, bu subjektif sebeplerin ne olduğuyla bağlantılı değildir. Bir başka ifadeyle vergi dairesinin pişmanlıktan yararlanmayı talep eden bir mükellefin hangi subjektif sebeple bu başvuruyu yaptığını sorgulamaya yönelik ne yetkisi ne de imkânı vardır. Danıştay’ın kendiliğinden haber vermeyi, “mükellefin, dıştan gelen herhangi bir korku, baskı veya tehdit olmaksızın yapmış olduğu davranışın vergi kanunlarına aykırılığının farkına kendiliğinden vararak dürüst bir vergi mükellefi gibi davranma bilinç, istek ve istenci ile hareket etmiş olması

.

613” şeklinde yorumlaması hukuki bir değerlendirme olmaktan ziyade sosyal bir yaklaşım olarak algılanmaktadır614

Hukuken geçerli bir haber verme mükellef tarafından yapılabileceği gibi vergi sorumlusu, vergi kaçakçılığı suçunun faili, bu suça iştirak edenler ve bunu teşvik edenler tarafından da yapılabilir

. Burada ideal olan ve arzu edilen, mükellefin gerçek bir pişmanlık hissiyle durumu haber vermesi olmakla birlikte uygulamada itibar edilmek zorunda olan hukuki ölçü, hukuka aykırı fiili ortaya çıkarılmadan önce, kanuni şartlara uygun olarak mükellefin kendisini ihbar edip etmediğidir.

615. Ortaklardan birinin verdiği pişmanlık dilekçesinin sonuçlarından diğer ortakların da yararlanması gerekir616. Bunlara ilaveten mükellef yerine emrinde çalışanların durumu haber vermesi de geçerli kabul edilmektedir617

611 Karakoç, Pişmanlık, s. 45; Kızılot-Kızılot, s. 177.

.

612 Candan, Vergi Suçları ve Cezaları, s. 364 ve dpn. 445, 448.

613 Danıştay 7. D., E. 2002-2135, K. 2005-2362, T. 11.10.2005 (KİBB)

614 Donay, s. 217.

615 Kızılot-Kızılot, s. 177.

616 Kocahanoğlu, Vergi Suçları, s. 411; Kocahanoğlu, Pişmanlık, s. 125; Karakoç, Pişmanlık, s. 49; Tosun, s. 99.

617 Danıştay 4. D., E. 1984-1902, K. 1984-3168, T. 05.07.1984: “Pişmanlık dilekçesinin sorumlu tarafından değil, onun yerinde taşoronu olduğu firma yetkililerince düzenlenip imzalanmış olmasının, diğer şartlar tamamen yerine getirildiğine göre, ilgilinin pişmanlık hükümlerinden yararlanmasını engellediği kabul edilemez.” (KİBB)

Buna karşılık mükellefle ilgili tasdik işlemlerini yapan yeminli mali müşavirler, mükellef yerine pişmanlık talebinde bulunamazlar618

Bu başlıkla bağlantılı olarak uygulamada uyuşmazlık çıkaran sebeplerinden biri de mükellefin haberi olmadığı halde kendisi adına pişmanlık talebinde bulunulmasıdır.

Mükellefin denetim geçirmesini sağlamaya zemin oluşturmak gibi kötüniyetli olarak da yapıldığı tespit edilen bu tür durumlarda yapılan pişmanlık başvurusu, kendiliğinden haber verme şartı gerçekleşmediği için hukuken geçerli olarak kabul edilemez

.

619

618 13.05.2005 tarihli ve B.07.0.GEL.0.30/3025-353-261/19855 sayılı Özelge: “3568 sayılı Kanunun 12.

maddesinde yeminli mali müşavirlerin yapacakları tasdik ve tasdikten sorumlulukları düzenlenmiş ve maddenin dördüncü fıkrasında da yeminli mali müşavirlerin yaptıkları tasdikin doğruluğundan sorumlu oldukları, yaptıkları tasdikin doğru olmaması halinde, tasdikin kapsamı ile sınırlı olmak üzere, ziyaa uğratılan vergilerden ve kesilecek cezalardan mükellefle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları ve yeminli mali müşavirlerin yaptıkları tasdikin kapsamını düzenleyecekleri raporda açıkça belirtecekleri hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla yeminli mali müşavirlerin bu sorumlulukları, yaptıkları tasdik sonucu mükellefler adına tarh ve tahakkuk olunan vergiler ve kesilen cezaların ödenmesine yöneliktir.

. Pişmanlık kapsamındaki bir durum, mükellef, ortaklar ya da sorumlu dışında bir kişi tarafından ve bunların rızası olmaksızın haber verilirse bu başvuru geçerli değildir.

Bu hususlar gözönüne alındığında, mükellef yerine yeminli mali müşavirin Vergi Usul Kanununun 371.

maddesi hükmünden yararlandırılmasına ve bu yöndeki talebinin kabul edilmesine imkân bulunmamaktadır.

(…) tasdik raporu vergi dairesi kayıtlarına girene kadar, mükellefin pişmanlık talebiyle ya da düzeltme beyannamesi vermek suretiyle eksik beyanını tamamlayabileceği ise tabiidir.” (www.gib.gov.tr, 10.03.2010)

619 Şenyüz, Vergi Ceza, s. 175; Kızılot- Kızılot, s. 181; Karakoç, Pişmanlık, s. 49; Bu konuda Danıştay’a intikal eden bir kaç örneğin verilmesi yerinde olur. Olayda mükellefin pişmanlık talebinde bulunması fakat bunun gereklerini yerine getirmemesi üzerine mükellef hakkında düzenlenen ihbarnamenin kendisine tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Davacı mükellef burada “pişmanlık talebini içeren ek beyannamenin bilgileri dışında yetkisiz kişiler tarafından verildiğini, imzaların kendisine ait olmadığını, bu durumun düzeltilmesi için vergi dairesine dilekçe ile başvurduğunu, defter ve belgelerinin incelenmesi sonucu bir matrah farkı bulunmadığını, düzenledikleri faturaların sıra numarası atlamadığını, kaybolan belgelerin kullanılmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını” talep etmiş ancak bu temyiz sebebi yerinde görülmemiştir. (Danıştay 4. D., E. 2006-199, K. 2007-1099, T.

09.04.2007, KİBB); Bir başka örnek kararda geçen ifadeler bize bu türden durumlarda mahkemece izlenen usul hakkında bilgi vermesi açısından dikkat çekicidir: “11.2.1988 tarihinde pişmanlık talebiyle ve düzeltilerek yeniden verilen Ekim, Kasım, Aralık 1985 dönemlerine ilişkin katma değer vergisi beyannamelerin kendilerine ait olmadığı, imzaların şirket yetkililerine ait olmadığı iddialarını içeren düzeltme talebinin 23.3.1989 tarihli yazı ile reddi üzerine bu işlemin iptali istemiyle açılan davayı;

imza sirküleri ile 6 adet beyanname ve dilekçe üzerindeki imzaların İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bölge Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce incelendiği ve 11.12.1989 tarihli ekspertiz raporunda; sahte olduğu ileri sürülen imzaların, yasal sürede verilen beyannameleri imzalayan şahsın (Süreyya Kemal Çakıroğlu) el mahsulu olmadığı, bu şahsın imzalarından model alınmak suretiyle taklit yöntemiyle oluşturulmuş sahte imzalar olduklarının belirlendiği, bu durumda pişmanlık talebiyle verilen beyannamelerin şirketi temsil eden bir şahıs tarafından verilmediği sonucuna varıldığı, bu tür beyannameye dayalı tarh tahakkuk işlemi ile müteakiben yapılan takip işlemlerinin davacı şirketi bağlayıcı nitelikte olmayacağından böyle bir borcun mevcut olmadığı sonucuna varıldığı (…)”

(Danıştay 7. D., E. 1992-2847, K. 1992-613, T. 27.02.1992, KİBB)