• Sonuç bulunamadı

ANA BÖLÜM

1. İNSAN DÜŞÜNCESİNE GENEL BAKIŞ

1.3. İBN HALDUN’UN İNSAN ANLAYIŞI 1 İbn Haldun’a Göre Farklı İnsan Tipler

1.3.1.6. Tüccar Olarak İnsan

İbn Haldun’a göre ticaretin manası, ticari değeri olan bir eşyayı ucuza alıp pahalıya satmak suretiyle malı nemalandırmaya (arttırmaya) çalışmaktır. Bu aradaki artış miktarına kâr denir. Ticaretle uğraşan kişiler bazen mallarının değeri daha çok artsın (hivale) diye ellerindeki ticaret metaını depolar (karaborsacılık) veya o emtiaya daha çok talep olan başka memleketlere götürüp (ihracat) orada satar. Böylece daha çok kâr yaparlar. İbn Haldun ticaretin mahiyetinin ne olduğunu açıklayan yaşlı ve tecrübeli bir tüccarın bu konudaki cevabının kendi tespitlerini doğruladığını dile getirmiştir. Buna göre, kendisine “ticaretin mahiyeti nedir?” diye sorulan yaşlı tüccar, “ ‘Ben sana onu iki kelime ile belleteyim: Ucuz olanı satın al, pahalı olanı sat, işte ticaret hâsıl olmuştur.’ demişti” (İbn Haldun, 2009/II: 5-IX/715). Görüldüğü gibi İbn Haldun ticaretin mahiyetini açıklarken, günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan kâr, zarar, mal stoklama, karaborsa, ihracat gibi birçok iktisadi kavrama kendi terminolojisi içinde değinmiştir. Bu açıklamalardan tüccarın kişiliğiyle ilgili olarak kurnaz, işini bilen, çıkarcı ve gerektiğinde acımasız olabilen bir profil karşımıza çıkmaktadır.

İbn Haldun’a göre, bunlar dışında tüccarın bir başka önemli özelliği daha vardır (İbn Haldun, 2009/II: 5-X/715–716): gözü karalık. Şöyle ki, bazı ülkeler arasındaki ticaret yolları tehlikelerle doludur. Yolda baskın yiyerek malları kaptırma ihtimali veya çölde kaybolup ölme ihtimali vardır. Bu riski göze alıp emtialarını, talebin çok ama malın az olduğu bölgelere naklederlerse (ihracat) kazançları çok daha yüksek olur. Örneğin Mağrip ile Sudan arasındaki ticaretin birbirlerine karşı durumu böyledir. Sudan malları, Mağrip’te; Mağrip malları Sudan’da az bulunmaktadır ve aradaki ticaret yolu çöldür. Bu zorlukların üstesinden gelip bir diğer ülkeye mallarını götürüp orada satan tüccarlar, diğerlerine oranla çok daha hızlı servet sahibi olmakta ve ticari malları (sermaye) bir anda çoğalmaktadır.

İbn Haldun, Mukaddime’nin geneline şümul olan olgusal ve bilimsel tutumunu, ticaret ve tüccarlar konusunda göstermemiştir(İbn Haldun, 2009/II: 5-XI/717). Onun tüccarlarla ilgili değerlendirmelerinin daha dini temelli ve daha duygusal olduğu söylenebilir. Örneğin ihtikâr (stokçuluk, karaborsacılık, spekülasyonculuk) mevzusunu değerlendirirken, ticari argümanlar yerine daha çok insani argümanlardan hareket etmiştir. Ona göre ihtikâr, sahibine yarardan çok zarar getirir. Çünkü ağlayanın malı, gülene hayr getirmez.

Yine halktan alınan yüksek vergilerin oluşturduğu rahatsızlığı anlatırken aynı duygusal tutumunu sürdürmüştür. Bu durumun iktisadi ve sosyal hayatta oluşturacağı buhranları olgusal olarak açıklamak yerine, dini bir bakış açısıyla açıklamayı tercih etmiştir. Bununla ilgili şöyle bir olay anlatmıştır: Sultan Ebu Said zamanında, Fas kadısı Ebu Hasan Maliki’ye maaşını, hazineye konan vergilerden hangisinden almak istediği sorulmuştu. Kadı bu soruya cevaben maaşının, şaraptan alınan vergilerden ödenmesini istemişti. Etraftakiler anlamlandıramadıkları bu cevap karşısında gülerek, biraz da ‘şarap vergisinden maaş almak bir kadıya yakışır mı?’ bakışlarıyla sebebini sormuşlardı. Kadı, şarap hariç, diğer tüm mallar için insanların gönülsüz olarak vergi verdiklerini, bu nedenle bu vergilerden elde edilen gelirlerin haram olduğunu; ancak, şarap içenlerin bunun için ödedikleri parayı gönül rızasıyla verdiklerini, dolayısıyla maaşını bu vergilerden almak istediğini belirtmişti (İbn Haldun, 2009/II: 5-IX/717). Görüldüğü üzere, vergi gelirleriyle ilgili bu açıklama tamamen duygusal temellere ve dini hassasiyetlere dayanılarak yapılmıştır.

İbn Haldun, tacirlerle ilgili en can alıcı açıklamayı 5. Kitabın XIV. Bölümünde yapmıştır. Buna göre tüccarlar, ticaretlerinde aldanmamak ve karlarını müdafaa edebilmek için kurnazca pazarlık yapma, inatla fiyat kesme, ustalıkla iş becerme, ihtilaflı işlerin içinden çıkmaya alışık olma ve sıkı bir şekilde tartışma gibi birtakım hasletleri zaman içinde edinirler. Bu, ticaretlerinin gereğidir. Ancak bu haller zamanla tüccarın ruhuna sirayet eder ve hayr cinsinden olan iyi hasletleri eksiltir. Bunu yalan yere yemin etme, adam kandırma, inkâr etme, şerli kişilerle ilişki kurma ve sahtekârlık gibi birtakım kötü hasletlerin o kişide yer etmesi izler. Bu nedenle, çoğunlukla ticaretle uğraşan insanların karakterleri bozulur ve aşağı seviye bir hal alır (İbn Haldun, 2009/II: 5-XIV/720–721).

İbn Haldun tüccarlarla ilgili değerlendirmelerini mutlaka kişisel gözlemlerine dayanarak yapmıştır. Ancak burada ilginç olan şudur: İslam’da ticareti teşvik eden çokça hadis vardır. Bu hadislerin en meşhurlarından biri, “Ticarete devam edin, zira rızkın onda dokuzu ticarettedir.” manasındaki hadisi şeriftir. (http://www.kuranvehadis.com/hadislerle/ticaretin-tesvik-edilmesi-ve-dogrulugun- fazileti.html, 15.12.20012). Öyleyse, İbn Haldun bu hadise rağmen niçin ticareti ve tüccarları kötülemiştir? İbn Haldun, yazdığı her bölümün sonunu ayetle bitirecek kadar dini hassasiyetlere sahip ve dindar bir insandır. Bunun da ötesinde bir din âlimi ve Maliki baş kadısıdır. Dolayısıyla onun bu hadisi bilmemesi düşünülemez. Bu durumda

iki açıklama yapılabilir. Birincisi, bu hadisin senedinin zayıf olduğu yönünde bir iddia ortaya atılabilir ki, İbn Haldun bununla ilgili hiçbir şey söylememiştir. İkincisi, İbn Haldun kasten bu hadisi görmezden gelmiştir. Peki, ama neden? Bu soruyu İbn Haldun’un kendisi cevaplamadığı için tahmin yürütmekten başka seçenek yoktur: İbn Haldun bu hadisin varlığını bilmekte ama onun teoride kaldığını düşünmekteydi. Fiiliyatta olup biten, Müslüman tacirlerin, ticareti İslam’ın kurallarına uygun yapmamalarıydı. Dolayısıyla İbn Haldun’un gördüğü, Müslüman tacirlerin fiiliyattaki aldatan ve kandıran kötü yüzleriydi. Bu nedenle ticaret ve tüccarlar ona göre makbul değildi.