• Sonuç bulunamadı

Düşünen Bir Varlık Olarak İnsan

ANA BÖLÜM

1. İNSAN DÜŞÜNCESİNE GENEL BAKIŞ

1.3. İBN HALDUN’UN İNSAN ANLAYIŞI 1 İbn Haldun’a Göre Farklı İnsan Tipler

1.3.2. İbn Haldun’a Göre İnsanın Özellikleri 1.Medeniyetin Kurucusu Olarak İnsan

1.3.2.2. Düşünen Bir Varlık Olarak İnsan

İbn Haldun’a göre Allah (cc) insanı diğer hayvanlardan ayırabilmek için ona fikir (düşünebilme yeteneği) vermiş ve bunu, onun olgunlaşmasının başlangıç noktası, diğer varlıklara üstünlük aracı ve şerefinin son sınırı kılmıştır (İbn Haldun, 2009/II, 6- I/765–766). Tüm kâinat ve mevcudat hakkında idrakte bulunabilmek varlık gruplandırmasında hayvanlara has kılınmıştır. İdrak (anlama, algılama), “idrak eden şahsın, kendi zatının haricinde kalan şeylere dair, kendi zatında mevcut olan şuur”dur. Bu yönüyle de sadece hayvanlara hastır. Hayvanlar ve canlılar, Allah’ın kendilerine verdiği duyu (görme, işitme, dokunma, tatma, koklama) kabiliyetleriyle, dış dünyaya ait varlıkların farkında olurlar. Hayvanlar arasında yer alan insan, bu duyusal bilgilere ilaveten, kendi dışındaki varlıklara ilişkin, duyuları ve hissi aşan bilgileri fikir vasıtasıyla edinir. İbn Haldun’a göre fikir, insan beyninde yer alan çukurlara verilen özel birtakım güçler sayesinde oluşmaktadır. Bu yolla oluşan fikir sayesinde insan duyulan şeylerin (mahsusat) suretlerini çıkarır (imgelem) ve zihninde bu suretlerle ilgili düşünceler oluşturabilir. Daha sonra zihninde var olan suretlerden başka suretler de çıkarabilir ve bu böyle devam edebilir. Öyleyse fikir, duyuların ötesine mevzu bahis olan suretler üzerinde tasarrufta bulunabilmek, tahlil ve terkip (analiz ve sentez) yoluyla zihnin onlarda faaliyette bulunmasıdır.

İbn Haldun, Kur’ân’da geçen, “De ki: ‘O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!’ ” (67/23) ayetini, bu görüşlerini delillendirecek şekilde yorumlamıştır. Ona göre, ayette geçen ‘ef’ide’ (kalpler) sözcüğü, ‘fuad’ sözcüğünün çoğul hali olup burada fikir manasına gelmektedir. İbn Haldun bu şekilde yorumladığı fikrin çeşitli dereceleri olduğunu belirtmiştir (İbn Haldun, 2009/II, 6-I/766):

Birinci derece (akl-ı temyizi): Dış dünyada var olan doğal veya keyfi düzenliliği kavramaktır. İnsan bu şekilde kavradığı doğayı yeniden vücuda getirebilir. Doğaya yeniden biçim vermenin ilk adımı düşünmedir. İnsan bu şekilde doğadan fayda sağlar ve geçimini temin eder. Ayrıca doğadan gelebilecek zararlardan da korunmuş olur.

İkinci derece (tecrübî akıl): Bu fikir, insana, diğer insanlarla nasıl ilişki kuracağını ve onlarla nasıl geçineceğini öğreten adab-ı muaşeret kurallarını kazandıran

fikirdir. Çoğunlukla tasdik yoluyla gerçekleşen bu fikirden doğan faydadan tedrici olarak yararlanılabilir.

Üçüncü derece (nazari akıl): Bu fikir, duyu organlarının edinebileceği alanı aşan, pratik olmayan, hakkında özel bir ilim veya zan meydana getiren fikirdir. Bu aklın temel özelliği belli bir düzenle düzenlenen tasavvurat (imgelem, düşünme) ve tasdikattır (onaylama). İnsan bu yolla kendi cinsinde olan diğer bir bilgiyi meydana getirebilir. Sonra farklı bir tarzda düzenlenebilecek başka bir bilgiyi daha meydana getirebilir. Bu işle hedeflenen nihai amaç cinsleri, fasılları (ayırt edici özellikleri), sebepleri ve illetleri ile birlikte varlığı olduğu gibi imgeleyebilmektir. Bunu başaran fikir, kendi hakikati konusunda en son olgunluk derecesine ulaşır ve akl-ı mahz, nefs-i müdrike haline gelir. İbn Haldun’a göre, insanın hakikatinin manası da bundan ibarettir.

İnsanın davranışları, başıboş dolaşan hayvanlarınki gibi gelişigüzel değildir. Çünkü Allah’ın bahşettiği fikir sayesinde insan her türlü davranışını düzenleyip kontrol altına alabilir (İbn Haldun, 2009/II, 6-III/769). İnsan bu sayede davranışlara ölçüt getirecek olan hikmetli kanunlar yapabilmiş ve doğru siyasi tercihlerde bulunabilmiştir. Toplu halde yaşaması mecburi olan insan doğru kanunları ancak yaşadığı topluma ilişkin edindiği tecrübeyle ve o toplumda geçerli olan ahlak kurallarını, adetleri dikkate almakla yapabilir. İnsan, fikrin neticesi olan bu edimleri sayesinde, kendisini başıboş gezen hayvanlardan farklı kılmaktadır.

Toplum içerisinde yaşayan insan için, doğru davranış kurallarını belirleyecek kanunları yapabilmek çok da zor değildir. Ancak bazen, bazı durumların tecrübe edilmesi, gözlem yoluyla bilgi edinilmesi ve buna dayanarak bazı kuralların belirlenmesi uzun zaman alacağı için doğru bir yol olmayabilir. Bu durumda insanın bir başka özelliği devreye girmektedir. İnsan, Allah’ın kendisine bahşettiği fikir gücü sayesinde, uzun süre tecrübe ederek kazanabileceği bir bilgiyi, öğrenme yoluyla çok daha kısa bir sürede kazanabilir. Bunun için atalarını, görmüş geçirmiş yaşlıları ve önde gelen büyükleri taklit etmeleri veya onların tavsiyelerini dikkate almaları gerekmektedir (İbn Haldun, 2009/II, 6-III/769–770). Kimseyi taklit etmeyen, onların tavsiyelerine tenezzül etmeyen ve her şeyi kendi tecrübe ederek öğrenmek isteyen insan çok zahmetlere katlanır ve çoğu zaman hüsrana uğrar. Bu nedenle öğrenme yolu, tecrübe yolundan daha sık tercih edilmelidir.

Mengüşoğlu’na göre (1971: 67) bilgi teorisi (epistemoloji), de bir insan başarısıdır ve onunla ilgilenenler böyle bir şeyi araştırdıklarını bilmelidir. Bu nedenle de, insanın düşünmesinin ürünü olan bilgiyi inceleyen bilgi teorisi, insanın varlık şartlarıyla olan ilgisini kesmemelidir. Çünkü bilgi her şeyden kopmuş olarak kalamaz. Eğer bilgi, insanın hayatı ve varlık dünyasındaki yeri bakımından sahip olduğu manayı, önemi yitirmek istemiyorsa, o zaman, bilginin içine kök saldığı münasebetlerden ayrılmaması gerekir. Bilgi teorisi kendi yaratıcısı olan insanın damgasını taşımak zorundadır. Mengüşoğlu’nun bilgi teorisiyle ilgili bu açıklamalarının, İbn Haldun’un düşünme ve onun ürünü olan bilgi konusundaki tutumlarıyla örtüştüğü söylenebilir. Zira İbn Haldun, bilginin üreticisi olarak düşünceden, düşünce gücünün yegâne sahibi olarak da insandan hareket etmiştir. O insandan hareket ederken, insanın ontolojik gerçekliğini tahrif etmemiştir. Dolayısıyla onun bilgi teorisi, Mengüşoğlu’nun deyimiyle, ‘insanın varlık şartı’ ile olan münasebetini korumuştur.