• Sonuç bulunamadı

ANA BÖLÜM

1. İNSAN DÜŞÜNCESİNE GENEL BAKIŞ

1.3. İBN HALDUN’UN İNSAN ANLAYIŞI 1 İbn Haldun’a Göre Farklı İnsan Tipler

1.3.1.3. Hükümdar Olarak İnsan

İbn Haldun, insanların toplu halde yaşamalarının bir sonucu olarak devletin varlığının zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Buna bağlı olarak da insanların kendilerini yönetecek bir halife veya imam seçmeleri de zorunludur. Ancak bu zorunluluk, devlet şayet İslam devletiyse geçerlidir. Yani devletin niteliğinden bağımsız olarak tek başına halife veya imam seçme zorunluluğundan bahsedilemez. Zira İbn Haldun’a göre kaynağını dinden veya nübüvvetten almayan devlet örnekleri de vardır (İbn Haldun, 2009/I: 3-XXVI/424–425). Dolayısıyla devletin varlığı için şer’i bir düzenin olması zorunlu değildir.

Çok ağır vazifeler yüklenmiş olan hükümdar, haddizatında insan olması hasebiyle zayıf bir varlıktır. Bu nedenle başkalarının yardımına ihtiyaç duyar. Şahsi işlerinin yanında devlete ait yönetsel işler, halkın güvenliği, iktisadi işler, adalet vb. işlerin tek elden yürütülmesi mümkün değildir. Bu yüzden hükümdar kendisine yardımcılar alır. Hükümdar alacağı yardımcıları mümkünse kendi soyundan seçmelidir.

Şayet bu mümkün olmazsa, terbiye ve eğitim itibariyle kendine yakın veya geçmişten beri hanedana yakın ve dost bir aileden seçilmelidir. İbn Haldun, yardım isteyen ile yardım alanın aynı seviyeden veya yakın seviyeden olmasının bu ilişkiyi sağlam bir zeminde yürüteceğini düşündüğünden, yardımcıların yakın çevreden olması konusunda ısrarcıdır. Buna örnek olarak da, ‘Hz. Musa’nın Allah’tan kendisine yardımcı olarak kardeşi Harun’u görevlendirmesini istemesini’ (Kur’ân, 20/29–32) göstermiştir (İbn Haldun, 2009/I: 3-XXXIV/482–483).

İbn Haldun, hükümdarın yardıma ihtiyacı olduğunu ve yardımcıların da yakın çevreden seçilmesi gerektiğini belirttikten sonra devlet teşkilatı içinde bulunan yardımcı kurumlardan bahsetmiştir (İbn Haldun, 2009/I: 3-XXXIV/483). Yalnız, kurumları sıralamadan önce, bu kurumların şer’i kurallara göre olması gereken kurumlar olarak sıralanmadığını, sadece umranda var olduğunu tespit ettiği kurumlar olduğunu ısrarla belirtmiştir. Diğer bir deyişle İbn Haldun, bir bilim adamı gibi olgusal bir tavır sergilemiş ve olması gerekenden değil, olandan hareket etmiştir.

İbn Haldun’un umranda tespit ettiği, devlet teşkilatı içerisinde hükümdara yardımcı olarak bulunan kurumlar şunlardır (İbn Haldun, 2009/I: 3-XXXIV/483–506):

 Vezirlik

 Haciplik (Baş Danışman, Özel Kalem Müdürü)

 Muhasebe ve Vergi Divanı (Maliye Dairesi ve Defterdarlık)  Divan-ı Resail ve Kitabet (Haberleşme ve Yazışma Dairesi)  Şurta Teşkilatı (Polis Teşkilatı)

 Kıyadetu’l-esatîl (Donanma Komutanlığı)

İbn Haldun’a göre hükümdarlığın bir alt evresi olan başkanlık (riyaset) ancak güçlü bir asabiyetle mümkündür. İbn Haldun bu tespitinde yine olgulardan hareket etmiş ve gözlemlediği kabilelerdeki başkanlık mücadelesinin nasıl sonuçladığıyla ilgili durumları anlatmıştır (İbn Haldun, 2009/I: 2-XI/338). Buna göre başkanlık hususunda aralarında sürekli bir çekişme olan kabilelerden başkanlığı ancak asabiyetin getirdiği kaynaşma ve dayanışma duygusu daha güçlü olan, sayı itibariyle daha kalabalık ve fiziksel açıdan daha güçlü olanlar kazanmıştır. İbn Haldun buradan şöyle genel bir sonuca ulaşmıştır: Bir topluluk üzerinde riyaset, ancak o topluluğa sürekli galibiyet kurabilen özel bir nesepte (soy birliği) bulunur.

Soydaşlarının yardımıyla yönetimi ele geçiren ya da karşı kabileyi hâkimiyeti altına alan başkan, nesep asabiyetinin kendisine sağladığı güç arkasında olduğu sürece bu konumunu devam ettirir. Ancak bunun için başkanın çeşitli yönetsel görevlerini ve makamları kendisine destek veren yakınlarıyla paylaşması gerekmektedir. Ancak başkanlığı ele geçiren kişi çoğunlukla, bir müddet sonra yetkilerini ve makamını paylaşmak istemez. Bu nedenle de iktidarı için tehdit olarak algıladığı yakınlarını fırsatını buldukça etrafından kovar. Onların yerine kendi nesebinden olmayan yeni insanlar getirir. Fakat bu durum, iktidardan uzaklaştırılan soydaşlarının başkana karşı kinlenmelerine ve onun karşısında yer almalarına yol açar. İbn Haldun’a göre bu durumdaki bir devlet için artık, şifası mümkün olmayan bir hastalık dönemi başlamıştır (İbn Haldun, 2009/I: 3-IXX/411–412). İbn Haldun’un burada dikkati çektiği psikolojik durum aslında her devir ve her insan için geçerlidir. İnsanlar yaratılışları itibariyle bencildirler. İktidar gibi çok önemli bir payeyi paylaşmak istememeleri gayet doğaldır. Ama iktidar tek kişinin eline sığmayacak kadar büyük olduğu için bu yola girenler hüsranla karşılaşmışlardır. İbn Haldun’un olgusal bir betimleme olarak anlattığı bu durumun, genel tarihsel sürece uygun düştüğünü söylemek mümkündür.

Hükümdarın yenilgisi her zaman savaş kaybetmekle olmaz. Bazen de etrafına aldığı adamlar yönetimdeki güçlerini öyle arttırırlar ki, her işe onlar karar verir hale gelirler. Bu durumda sultan farkında olmadan vesayet altına girmiş olur. Bazen de bu insanlar mevcut sultanı tahtında indirip yerine daha kolayca yönetebilecekleri akıldan yoksun ya da çocuk yaşta insanları getirirler. İbn Haldun bu durumu yaşayanlar arasında içinde Türklerin de olduğu çok sayıda devleti örnek göstermiştir (İbn Haldun, 2009/I: 3- XXI/414–415).

İbn Haldun bunlar dışında sultanın yapmaması gereken davranışlarla ilgili şunları belirtmiştir (İbn Haldun, 2009/I: 3-XXI/418–548): Halkına sert davranmak devlete zarar verir. Çünkü bu durumda halk, devlete kinlenir (3-XXIV/418). Sultanın ticaretle uğraşması halk için zararlıdır ve vergi düzenini bozar. Bu durumda sultan asli işlerini unutur ve kendi ticaretini kayıracak tarzda düzenlemeler yapar (3-XL/542). Halkı üzerindeki yardımları ve ihsanı azaltması vergi gelirlerini düşürür. Yardımları azalan insanlar vergi vermeye gönüllü olmazlar ve vergi kaçırmanın yollarını ararlar (3- XLII/548).

İbn Haldun’a göre hükümdarlık makamı ya da kurumu, insanların toplu halde yaşamalarının doğal ve zorunlu bir sonucudur. Dolayısıyla böyle bir kurum, işlevleri ve amaçları bakımından doğru tanımlanmalı ve bu makamı dolduracak kişilerin sahip olması gereken özellikler iyi belirlenmelidir. Çünkü bu durum tüm toplumun ve devletin kaderini belirleyen bir husustur. İbn Haldun’un hükümdar ile ilgili görüşlerinde yaşadığı toplumun, bölgenin ve zamanın etkili olduğu söylenebilir. Zira o, etrafındaki devletleri incelediğinde güçlü bir yapı görmüyordu. Aksine sık sık el değiştiren kabile tarzı yapılar dönemin hâkim yönetsel biçimiydi. Bu nedenle İbn Haldun’un, devletin sağlam ve dirayetli bir yapıya sahip olmasının yolunun güçlü bir hükümdardan geçtiğini düşünmesi akla yakın bir çıkarımdır.