• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: ULUS-DEVLET VE KÜRESELLEŞME

2. Küreselleşme Tanımı –Süreci

2.1. Küreselleşmenin Tanımı

2.1.3. Siyasal Nedenler ve Boyutlar

Küreselleşmenin siyasal boyutu, siyasal sınırların bir devlete belirli bir toprak parçası üzerinde mutlak egemenlik sağlama gücünü yitirmesi, ülke yönetim sistemleri arasındaki etkileşimin artması, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler temelinde dış müdahalelerin yoğunluk kazanması, dil, din, köken vb. siyasal-kültürel unsurlar düzeyinde uluslararası kuruluşların etkinliğinin artması biçiminde değerlendirilebilir.

Küreselleşmenin siyasal boyutunun içinde yer alan temel unsurların dayanağı ise 1989 sonrasında Sovyetler Birliği’nde yaşanan sistem dönüşümüyle belirginleşmektedir.

1989 sonrasında iki kutuplu dünya sisteminin tek kutuplu hale gelmesi sonucu, sermayenin önündeki politik engelin ortadan kalktığı varsayımı, uluslararasılaşma kavramı yerine küreselleşme kavramının kullanılmasını kolaylaştıran etkenlerden biri olarak değerlendirilmektedir.45

Bunun yanı sıra, devletlerin ve bireylerin ileri boyutta ortaya çıkan teknolojik gelişmelere uyum sağlama zorunluluklarının gerekliliğinin, küreselleşmenin karşı konulamazlığı söylemini arttırması da bir diğer etken olarak ifade edilmektedir. Bu da, küreselleşmenin kaçınılmazlığını ve aynı zamanda ideolojik içeriğini ortaya koymaktadır. Küreselleşmenin siyasal boyutundan hareketle, ulusal ekonomilerin ve ulusal yönetim politikalarının süreçle beraber işlevsizleştiği, küresel bir ekonominin ortaya çıktığı ve ulus-devletlerin işlevlerinin buna uyum sağlayacak biçimde dönüşmesi gerektiği yönlü tezler gündeme getirilmektedir.

Küreselleşmenin temel dayanağı, piyasanın özgürlüğüdür. Buna göre, özellikle

44 Zygmunt Bauman, Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları, Çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları:

1999,s.33

45 Sonay Bayramoğlu, “Küreselleşmenin Yeni Siyasal İktidar Modeli: Yönetişim”, Praksis, Yaz 2002, Sayı 7, s. 102.

gelişmekte olan ülkelerde uygulanan korumacı politikalardan vazgeçilmesi gerekmektedir. Ancak gelişmiş ülkeler, açık ya da dolaylı olarak korumacı politikalarını sürdürmektedirler. Başka bir anlatımla küreselleşmenin siyasal boyutu, gelişmekte olan ülkeler açısından devlet müdahalesinin sınırlandırılmasını öngörürken, diğer taraftan devlet müdahalesinin gelişmiş ülkelerde sürdürüldüğü gözlemlenmektedir. Nitekim küreselleşmenin itici unsuru, gelişmiş ülkelerin (Batı Avrupa ve Amerika) siyasal ve ekonomik alanlardaki belirleyici gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeler bu gücü, IMF, DB, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), gibi uluslararası kuruluşların öncülüğünde sürdürmektedir.

Bunlara bağlı olarak, küreselleşmenin siyasal alandaki boyutunun, küreselleşme sürecinde devletin işlevlerinin değişimi ve bu süreçte ortaya çıkan Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) ile ilgili olduğu söylenebilir. Küreselleşme, ulus-devletlerin ekonomik, siyasal ve toplumsal yapılar üzerindeki işlevlerinin bu sürece uyumlu biçimde değişimine neden olmaktadır. Dolayısıyla ulus-devletin işlevlerindeki değişim, küreselleşme süreci içerisinde düşünüldüğünde ulus-devletlerin sonunun geldiği biçiminde yorumlanmaktadır.46 Küreselleşmenin siyasal boyutu, liberal görüşle ilişkilendirilmektedir. Söz konusu liberal görüş, kapitalist bir ekonomide piyasa mekanizmasının hiçbir müdahaleye gerek kalmaksızın kendiliğinden optimum gelir ve kaynak dağılımını gerçekleştiren tek mekanizma olduğu temeline dayanmaktadır. Bu nedenle küreselleşmenin siyasal boyutu, devlete ekonomik ve sosyal yaşamda mümkün olduğunca az görev verilmesinden yanadır. Bir başka deyişle devlete, asgari görevlerinin dışında görev verilmemesi, yani işlevlerinin olabildiğince sınırlandırılması öngörülmektedir.

Devletin işlevlerini azaltmanın yöntemi ise kapitalizmin yeniden yapılanması kapsamında siyasal ve yönetsel liberalisazyon biçiminde ortaya çıkmaktadır. “Yeni dünya düzeni” olarak da adlandırılan sürecin ideolojik dayanağı da tam da liberalizasyon kavramı ile ifade edebileceğimiz küreselleşme sürecidir. Küreselleşme ile paralel bir anlam taşıyan liberalizasyon kavramının anlamı, temelde siyasal ve yönetsel

46 Anthony Giddens, Elimizden Kaçıp Giden Dünya: Küreselleşme Hayatımızı Nasıl Yeniden

mekanizmalar, ticaret piyasaları ve finansal piyasalar üzerindeki her türlü kontrolün kaldırılması olarak ifade edilebilir. Buradaki amaç ise sözü edilen olguların uluslararasılaştırılmasıdır.47 Küreselleşme bu anlamda, yeni sağ anlayışı da içerecek biçimde yeni liberal politikalar, kuralsızlaştırma (deregülasyon), özelleştirme ve yerelleşme unsurlarını içermektedir. Yeni-liberalizm ve muhafazakârlık gibi iki bileşenden oluşan yeni sağ anlayış ise devletin müdahaleci politikalarının devlet bürokrasisinde harcamaları gereğinden çok arttırdığı ve bürokrasiyi hantallaştırdığı gerekçesiyle ekonomik alanda yeni-liberal politikaları, toplumsal alanda ise geleneksel muhafazakâr değerleri öngörmektedir. Devletin üstlenmiş olduğu hizmetlerin özel sektör ve sivil toplum kuruluşları lehine genişletilmesini, ekonomik alanda serbest piyasa sistemi içinde yer alan firmaların sunduğu sosyal güvenlik hizmetlerinin

‘kullanan öder’ ilkesine göre biçimlenmesini ise bir öngörü olarak ortaya çıkarmaktadır.

Dolayısıyla ödeme gücü olmayanın, kamu hizmetinden yararlanmasının mümkün olamayacağı bir mekanizma ortaya konulmakta, bu da beraberinde toplumsal huzursuzluklara neden olmaktadır. Yeni sağ, tam da bu noktada yeni-liberal politikalarından kaynaklanan uygulamaların neden olacağı sorunların giderilmesinde geleneksel kurumları devreye sokarak, hem bu kurumların yeniden canlandırılabileceğini, hem de liberalizme destek verilebileceği savını öne sürmektedir.

Bu dönüşümle amaçlanan ise küreselleşmenin diğer boyutlarında da söz edildiği gibi, sermayenin önündeki bütün engellerin ortadan kaldırılmasının gerçekleşmesidir.

Öngörülen bu değişimin araçları ise özelleştirme ve kuralsızlaştırma uygulamaları şeklinde ortaya çıkmaktadır.48 Özelleştirme, dünya genelinde kamu ve özel sektör arasındaki değişimin en önemli politikalarından biri olup, gelişmekte olan ülkelerdeki hemen her hükümete, uluslararası yardım, ekonomik ilişkiler, yapısal uyum politikaları için şart koşulmasını gündeme getirmektedir. Sermayenin önünde engel olarak görülen ülke sınırları ve devletlerin kural koyma güçleri ise bu gücün azaltılmasıyla ifade edilen kuralsızlaştırma uygulamalarıyla aşılmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda kuralsızlaştırma, sermayenin toplumsal ilişkilerin bütününe nüfuz etmesine, egemenliğini kurmasına, kamusal hizmet alanlarını serbest piyasa mekanizmasına açmasına, eğitim, sağlık gibi sosyal hizmetlere ayrılan harcamaların azaltılmasına ve çalışma ilişkilerinde esnekliğe giderek istihdamı düşürmeye, gelir politikasını yeniden düzenlemeye yönelmektedir.

47 Peter Burnham, “Küreselleşme, Apolitikleştirme ve ‘Modern’ Ekonomi Yönetimi”, Praksis, Kış 2003, Sayı 9, s.16.

48 Birgül Ayman Güler, Devlette Reform Yazıları, YAYED Paragraf Yayınevi, Ankara:2005, s. 7.

İzleyen bölümlerde ayrıntısına değinilecek olan bu uygulamalar, ‘küçük devlet’, ‘etkin-etkili devlet’ söylemi üzerinden yürütülmektedir.

Küreselleşme süreci içinde “yönetişim” modelinin öngördüğü etkin devlet, iç ve dış güvenliğe dönük kamusal mal ve hizmet üretimini üzerine alan ve piyasayı kendi işleyiş mekanizmasına bırakan bir modeldir. Dolayısıyla, ekonomik ve sosyal süreçlere müdahalesi piyasanın işleyişini bozacağı gerekçesiyle kabul edilmemektedir. Kısaca belirtmek gerekir ki, küreselleşmenin temel söylemi, ulus-devletin uluslararası piyasa ile bütünleşme zorunluluğu üzerinden şekillenmekte ve bunun nasıl olacağına ilişkin kendince yöntemler geliştirmektedir. Ulus-devletin uluslararası piyasa ile bütünleşmesi aşamasında, toplumsal yapının sürece uyumu açısından ilgili ekonomik yapıya dayalı olarak dönüştürülmesi de küreselleşmenin kültürel boyutları ve nedenleri kapsamında değerlendirilmelidir.