• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: ULUS-DEVLET VE KÜRESELLEŞME

4. Küreselleşmenin Evrimi

4.1. Ulus-Devletin İşlevlerinin Değişimi: Refah Devletinin Krizi ve Yeni Sağ Anlayış

4.1.2. Refah Devletinin Krizi ve Yeni Sağ Anlayış

Klasik liberal düşünce, ekonomik gelişmenin itici gücü olarak kabul edilen kapitalist sınıfın zenginlik ve refahının arttırılması için serbest piyasa ekonomisinin işleyişini bozacak tüm engellerin kaldırılarak, sermayenin özgürce hareket edebilmesini öngörmektedir. Bu görüşe göre serbest piyasa ekonomisi, bireysel fayda ve kâr maksimizasyonunu gerçekleştiren temel mekanizmadır. Bireysel fayda ve kârların maksimizasyonu ise, toplumsal refahı gerçekleştirecek temel öğelerdir. Bu nedenle devletin herhangi bir biçimde serbest piyasa ekonomisine müdahalesi, ekonomik karar birimlerinin piyasa göstergelerine bağlı olarak aldıkları üretim ve tüketim kararlarında sapmalara yol açmaktadır. Gerek klasik liberalizm, gerekse yeni-liberal yaklaşım, devlet müdahalesine bu noktadan hareketle itiraz etmektedir.

93 Ibid., s.257.

Refah devleti, önceki bölümlerde de işaret edildiği gibi, kapitalizmin 1920’li yıllarda ortaya çıkan dünya ekonomik bunalımı ve bunalımdan çıkmak için öne sürülen yeniden yapılanma gereğinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Refah devleti uygulaması, devlet eliyle

“toplam talep yönetiminin” gerçekleştirilmesi gerekliliğiine dayanmaktadır. Bunun anlamı ise devletin hem düzenleyici olarak hem de üretici olarak ekonomiye geniş müdahalesi ve toplumun temel sınıfları arasında uzlaşmanın sağlanmasıdır. Refah devletinin işlevi, ekonomik ve siyasal haklara dayalı, daha adil ve eşitlikçi bir toplumsal yapının oluşmasını sağlamaktır. Bu çerçevede refah devleti uygulamaları, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, altyapı gibi kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde müdahaleci bir eğilimdedir. Buna bağlı olarak kamu kurumları ve devletin ekonomiye müdahale biçimi, gelirin adil bölüşümünü sağlayacak biçimde, piyasa mekanizması üzerinden değil, siyasal süreç yoluyla belirlenen toplumsal tercihlere dayalı mekanizmalar üzerinden biçimlenmeektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayıp 1960’lı yılların ortalarına kadar süren refah devleti dönemi, gelir kaynaklarının ve toplumsal yaşamın diğer alanlarının devlet tarafından düzenlendiği, üretim ve talep dengesinin kurulduğu bir dönemi ifade eder. Bu yapıda girişim özgürlüğü de korunacak şekilde, bireyin hak ve çıkarları arasında adil bir dengenin sağlanması amaçlanmıştır. Devlet, hem ekonomik süreçlerin hem de sosyal süreçlerin bir parçası ve yönlendiricisi konumundadır. Refah devleti uygulamaları, asgari ücretin tespitini ve çalışma sürelerinin belirlenmesini de içerir. Bir başka deyişle devlet, piyasa mekanizmasının işleyişiyle ilgili düzenleme (regülasyon) ve denetleme işlevini görür. Bunun yanı sıra, işsizlik sigortası, konut, sağlık ve eğitim gibi alanlarda toplumsal ihtiyaçları giderecek mekanizmalar oluşturan refah devletinin, fırsat eşitliğini sağlayıcı sosyal içerikli işlevleri bulunmaktadır.

Refah devletinin meşruiyet ölçütü ise kamu kuruluşları aracılığıyla devletin toplumda üretilen mal ve hizmetlerin bölüşümüne müdahale etmesi biçiminde tanımlanmaktadır.

Bu uzlaşma, ülkede yaşayan tüm yurttaşların, salt yurttaş oldukları gerekçesiyle üretilen mal ve hizmetlerden yararlanmaları gereğine dayanmaktadır. Refah devletinin ekonomik ve sosyal işlevlerini gerçekleştirmesi bunlara uygun kamu harcamaları ve kamu gelirleri politikalarının kullanımı ile sağlanmaktadır.

1970’lerden itibaren küreselleşme sürecinin etkisiyle, ulus-devletin işlevlerindeki değişime paralel olarak, devletin refah devleti niteliğinde de bir daralma meydana gelmiştir. Sosyalizm alternatifinin geçerliliğini yitiemesi, ekonominin küreselleşmesi ve ulus-devletin işlevlerindeki değişim, refah devletinin de kapsamını etkilemiştir.

1970’lerin sonlarından itibaren yeni-liberalizmin üstünlüğü de sosyal devlet anlayışını zayıflatan bir diğer etken olmuştur.

Yeni-liberal yaklaşıma göre, refah devletinin özelliği ve bu özelliğine bağlı olarak gerçekleştirdiği ekonomik ve sosyal alandaki müdahaleleri 1970’lerdeki ekonomik krizin temel nedeni olmuştur. Bu yaklaşımda, toplumun bütün kesimlerinin devletten giderek büyüyen ölçekte hizmet ya da fırsat talebinde bulunması devletin mali krize girmesinin sebebi olarak gösterilmektedir. Diğer bir ifadeyle yeni-liberal yaklaşım, refah devleti uygulamalarını finanse edecek kaynakların üretilememesinin ekonomik krize neden olduğunu savlamaktadır. Dolayısıyla, refah devleti uygulamalarının geriletilmesi hedeflenmekte, bu doğrultuda da kapsamlı özelleştirme ve serbestleşme politikaları ile devletin küçültülmesi ve kapitalizmin yeniden yapılanması merkezi bir konuma yerleştirilmektedir. Bu eğilim, doğası gereği devletin sosyo-ekonomik işlevlerini de sorgulamaktadır.

Söz konusu yeniden yapılanma kapsamında üzerinde durulması nokta, devletin küçültülmesinin kesin bir doğru olarak kabul edilmesidir. Yeni sağ politikalar, bu yaklaşımın kuramsal çerçevesini teşkil eder. Bu politikaların özü, yeni-liberal ekonomi politikalarıyla birbirini tamamlayacak biçimde, refah ve demokrasi için tek tek ülkelerde ve dünyada toplumsal ve kamusal olan hiçbir alanın kalmaması gerektiği düşüncesidir. Bu çerçevede yeni sağ anlayışın iktisadi uygulamaları, serbest piyasa ekonomisinin bireyin refahının yükselmesini sağlayacak bir mekanizma olarak ortaya konulmasıyla biçimlenmektedir. Bu mekanizma kapsamında, bireyin kendi kendine yeterliliği, aile ve yerel topluluklar arası dayanışma, kendi kusuru olmaksızın yoksulluğa düşenlere, yerel yönetimlerin, yerel toplulukların, dinsel ve geleneksel kurumların ya da gönüllü zenginlerin yardımları temel öğelerdir. Bunun yanı sıra, yerel düzeydeki yönetim birimlerinin toplumsal refaha ilişkin çeşitli sorumluluklarının varlığına karşın, devlete bu konuda önemli işlevlerin verilmemesi gerektiği

belirtilmektedir. Bunlara bağlı olarak yeni sağ anlayışta, sürekli, evrensel ve kurumsal bir refah sisteminin var olması gereği kabul edilmemektedir.

Sonuç olarak, yeni sağın öngördüğü politikalar, refah devletine alternatif olarak ortaya çıkmakta, refah devleti bireysel özgürlükler ve piyasa özgürlüğü adına sorgulanmaktadır. Yeni sağ çizginin temsilcilerine göre, refah devleti toplumsal ve ekonomik gelişmeyi, demokrasiyi ve bireysel özgürlüğü engellediği için sınırlanmalıdır.

Bu sınırlandırma, devletin özelleştirmeler yoluyla küçültülmesini, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak dışındaki işlerle ilgilenmemesini öngörmektedir. Bu ise ulus-devletin etkin ekonomik yönetici rolünün sona ermesi anlamını taşır. Bu yeni tipteki devletin temel işlevi, uluslararası sermayenin gerektirdiği sosyal ve kamusal hizmetleri en az masrafla sağlamaktır. Dolayısıyla devlet, kapitalist küreselleşme sürecinde özel sektörün uzun vadeli stratejilerini düzenleme işlevini üstlenmektedir. Bu düzenleme ise ulusal ekonomilerin dünya ekonomisi ile bütünleşmesini sağlayacak şekilde gerçekleşmektedir. Özet olarak yeni sağ yaklaşımın ulus-devlet anlayışı, ulus-devletin işlevlerini belediyelerin düzeyine indirgemektedir. Diğer yandan yeni sağ anlayışın devletin bir diğer öngörüsü de, bürokratik güç ve siyasi otoritenin uygulama alanının devletlerin sınırlarıyla kısıtlanamayacağıdır. Bu yaklaşım, küresel düzeyde ulus-devletin kuşatılmasını ortaya çıkarmaktadır.