• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: ULUS-DEVLET VE KÜRESELLEŞME

2. Küreselleşme Tanımı –Süreci

2.2. Küreselleşme Sürecine İlişkin Farklı Yaklaşımlar

2.2.2. Küreselleşme Karşıtları

Kuşkucular olarak da ifade edilen küreselleşme karşıtları, ekonomik boyutlar bakımından küreselleşmeyi, sermayenin uluslararası dolaşımındaki sınırların ortadan kalkmasına dayalı bir süreç olarak tanımlamaktadırlar. Bu bakış açısı, bugünkü küreselleşmeyi, kapitalizmin yeni bir aşaması olarak yorumlamakta, yaşanılan sürecin kapitalizmin ve serbest piyasanın yayılması olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bunun yanı sıra, bu sürecin sermayenin uluslararası dolaşım hızındaki artışının, gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerindeki olumsuz etkilerinin küreselleşme savunucuları tarafından göz ardı edilmesi, dikkat çekilmesi gereken bir noktadır. Zira sermayenin kârlı bulmadığı alanlardan kârlı bulduğu alanlara yönelmesi, ülkeler arasında eşitsiz gelişmeye neden olmaktadır. Küreselleşmeye karşı durmanın odağında ise küreselleşmenin, kendisini önceleyen dönemde emperyalizm olarak adlandırılan olgunun yeni bir biçimi olduğu anlayışı bulunmaktadır.

Küreselleşme sürecinin uygulamaları izlendiğinde de küreselleşme süreci ile iddia edilen bütünleşmiş bir piyasa uygulamasının sadece sermaye için öngörüldüğü görülebilecektir. Başka bir anlatımla uluslararası sermayenin, ulusal devletin yetkisini aşarak bütünleşmiş dünya piyasasında, piyasa mekanizmasının işlerliği için gerekli olan serbestliğe ulaşması amaçlanmaktadır.

Bunun yanı sıra küreselleşme karşıtlarına göre, bugünün büyük ölçüde uluslararasılaşması yeni bir süreç olmayıp, kapitalist gelişme süreci içerisinde sürekli yaşanmaktadır. Buna göre, bugünkü küreselleşme ya da uluslararasılaşma süreci, daha önceki küreselleşme evrelerinden farklı biçimde yeni-liberal yaklaşımın savunduğu serbest piyasa ve/veya rekabetçi piyasa mekanizmasının tersi olarak tekelleşme düzeyinin yükseldiği bir uluslararasılaşma formudur. Dolayısıyla, böyle bir gelişme az sayıda çokuluslu şirketin varlığı ile sürdürülmektedir. Bu gelişmeler, küreselleşme karşıtlarına göre dünya ekonomisinin öne sürüldüğü türde küresel bir ekonomi olmaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Bunu destekleyen diğer bir gösterge de, finansal hareketlerin daha çok Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya üçgeninde yoğunlaşmış bulunmasıdır.

Küreselleşmenin teknolojik boyutu söz konusu olduğunda, bu alandaki ilerlemelerin yol açtığı etkilerin eleştirilen yanlarından biri, bilgi çağında bilginin tam bir serbestiyle dünyanın her ülkesine aynı ölçüde akmasının olanaklı olmadığıdır. Bilginin bu sınırlı serbestliği, araştırma ve geliştirme çalışmalarına gereken önemi veremeyen, bilgi ve teknoloji üretme konusunda yetersiz kapasitede bulunan toplumların, bunları gerçekleştirebilen gelişmiş ülkelere bağlılıklarını devam ettirecektir. Başka bir ifadeyle teknolojik ilerlemenin yönü ve içeriği konusunda karar verme gücünü elinde bulunduran ülkeler, teknolojik gelişmelere, yatırımlarla ilgili kararlara ve araştırma-geliştirme çalışmalarına kadar uzanan birçok konuda yönlendirici konumdadırlar. Bu da, teknolojik ilerlemenin yansız ve tarafsız olmadığı anlamına gelmektedir.

Teknolojik ilerlemelerin şu ana kadar Amerika ve Batı Avrupa ulusları gibi en ileri düzeyde sanayileşmiş ülkelere yarar sağlamış olması, yukarıda söylediğimiz durumu destekleyen bir argüman olarak öne sürülmektedir. Buna karşın azgelişmiş ulusların mevcut güçleri, ilerleyen teknoloji hızına yetişememeleri sonucu azalmakta, en son teknolojik yenilikler de aradaki açının iyice artmasına neden olmaktadır. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise teknolojik ilerlemenin ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişmelerin, toplumlarda dil ve etnik yapı üzerinde temellendirilen oluşumlara gelişim alanı yaratabileceği, yahut marjinal grupların belli alanlar üzerinde elde ettikleri egemenliğin yeni bölünmelerin önünü açabileceğidir.

Ayrıca teknolojik ilerlemeler, ülkeler arasında fiziksel ve ekonomik egemenliklerin aşınmasını kolaylaştırmaktadır. Bunun yanı sıra küreselleşme karşıtları, savunucularının teknolojik ilerlemenin ekonomilerde köklü değişiklikler yaratmasıyla, ulus-devletlerin ve ulusal ekonomilerin gereksiz olduğu ve yeni bir küresel ekonomi yarattığı iddiasına da karşı çıkmaktadırlar. Bu yaklaşıma göre, bilgisayar kullanımındaki artış, internet kullanımının yaygınlığı, firmaların envanterlerini daha iyi kontrol edebilmeleri gibi ilerlemelerin, iktidarın ulus-devletin ötesine kaydığı anlamına gelmeyecektir.

Siyasal boyutlar bakımından küreselleşme karşıtları, küreselleşmeye karşı durulmasının nedenlerini, onun insan hayatı, insani değerler, topluluklar, ulus-devletler ve gelişmekte

olan ülkeler üzerindeki olumsuz etkilerine dayandırmaktadırlar. Küreselleşme süreci, savunucularının iddia ettiği gibi, dünya üzerinde yaşayan her ulusun, her toplumun ve her insanın uzlaştığı bir durumu ifade etmemekte, bunun yerine küreselleşmeyi düşünsel, kültürel ve ekonomik bir proje olarak tasarlayıp uygulamaya koyan Batılı devletler lehine eşitsiz bir süreç olarak yorumlanmaktadır. Zira küreselleşmenin yürütücüsü olan ülkelerin, uluslararası kuruluşların politikaları üzerinde belirleyici ve yönlendirici etkileri bulunmaktadır. Dolayısıyla, uluslararası kuruluşlar bu ülkelerin etkinlik alanını azgelişmiş ülkeler aleyhine genişlettiğinden, küreselleşme süreci savunucularının demokrasi ve refahın artacağına ilişkin iddiaları da geçersiz kalmaktadır. Küreselleşme sürecinde küresel demokrasi, küresel değerler, insan hakları ve dünya sivil toplumunun gerçekleşeceğine ilişkin iddialar, gerçekleri yansıtmaktan çok, dünya genelinde kapitalizmin yeniden yapılanma sürecine yeni bir meşruiyetini zemini yaratmayı amaçlayan argümanlar olarak değerlendirilmektedir. Başka bir ifadeyle, küreselleşmenin insan hakları, demokrasinin evrenselleşmesine ilişkin tezleri dünya genelinde kapitalizmin yeniden yapılanma sürecinin meşruiyetini sağlama araçlarıdır. Wood’un da belirttiği gibi küreselleşme, ulus-devletin zayıflaması, egemenliğin devletten uluslararası kuruluşların egemenliğine aktarılması anlamına geliyorsa bu, henüz gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmesi de olası görünmemektedir.

Çünkü sermayenin ulusal ilkeler temelinde örgütlenmeyi bırakması zor bir olasılık olarak görünmektedir. Küreselleşme gerçekte ulus-devletler ve ulusal ekonomilerden ayrı bir yerde durmayan bir olgudur.53

Küreselleşme sürecinde ulus ekonomileri, küresel bir anlayışla yeniden örgütlenmeye zorlanırken, ulus-devletlerin ve hükümetlerin gücü, işlevleri, yetenekleri yeniden tanımlanmaktadır. Yeni dünya düzeni olarak tanımlanan bu süreçte, ulusal sınırlara bağımlı olmayan uluslararası finans kurumları, çok uluslu şirketler, uluslararası nitelikteki sivil toplum kuruluşları küreselleşmenin kurumsal işleyiş mekanizmasını oluşturmaktadır. Ancak, küreselleşme sürecinde üretilen uluslararası kurumsal mekanizmalara rağmen ulus-devletin önemi azalmamakta; tersine ulus-devletin işlevleri, ulusal ekonomi politikalarıyla sosyo-ekonomik yapının sürece uyumunu sağlamak amacıyla artırılmaktadır.

53 E. Wood, op.cit., s.55.

Bu bağlamda küreselleşme karşıtları, ulus-devletin işlevlerinin farklılaştığını vurgularken, ekonomik yapı ile siyasal yapının bir bütün olarak ve birbirini etkileyecek biçimde, süreç içinde değişimine dikkat çekmektedirler. Bir başka deyişle küreselleşme savunucularının, ekonomi ve siyasetin birbirinden tümüyle ayrı tutulması gerektiği biçimindeki savları küreselleşme karşıtlarınca kabul edilmemekte; bu kesimlerin piyasaların güçlendirilmesi, serbest rekabetle meşrulaştırılması, ulusal kontrolün dışına çıkarılması, devletlerin ekonomik sonuçları kontrol ya da değiştirme güçlerinin sınırlandırılması gerektiği yönündeki görüşlerine karşı çıkılmaktadır.

Küreselleşmenin temel sonuçlarından birinin, kökten reformcu ulusal politikaların oluşmasını engellemekte olması da, küreselleşmeye siyasal boyutta karşı çıkılması gerektiği tezinin temellerinden bir diğerini teşkil etmektedir. Başka bir ifadeyle, uluslararası piyasaların değerleri ve yaptırımları karşısında uluslara, ulusal politikaların oluşturulamayacağı kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu yaklaşımın savunucularının devletin geleceği üzerine düşünceleri ise devletin küreselleşmenin etkisiyle sadece güç olarak azalmayacağı, yerel ve uluslararası alanda daha da güçlü olacağı üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Küreselleşme karşıtları, küreselleşme olarak adlandırılan süreci kültürel boyutlar düzeyinde de en gelişmiş ülkeler yararına ilerleyen bir süreç olarak görmektedir.

Küreselleşmenin bir “uygarlık” olduğu savunusuna karşın, olgunun etnik, dini, milliyetçi akımların doğmasına yol açtığı dile getirilmektedir. Başka bir anlatımla, insanlık kültürel bir bütünleşmeye doğru değil, yeni bir bölünmeye doğru gitmektedir.

Küreselleşme, yeryüzündeki insanların ve kültürlerin birbirine yakınlaşmasından çok, egemen bir kültürün kendini kabul ettirmesi biçiminde yeni türde bir kültürel egemenlik yaratmaktadır.

Bauman’ın da ifade ettiği gibi küreselleşme, birleştirdiği kadar bölmektedir de.

Dolayısıyla küreselleşme, kendi çelişiğini de içinde barındırmaktadır. Küreselleşmenin devletin, piyasanın işleyiş mekanizmasına müdahalesinin önlenmesi üzerinden şekillenen yapısı, toplumsal boyutta gelir farklılıklarını derinleştirmekte ve sosyal

bölünmelerin artmasına neden olmaktadır.54 Ayrıca küreselleşmenin kültür söylemi, bireyselleşmeyi yücelten ve bunu toplumsal değerlerin yerine eden post-modern bir kültür yaklaşımının parçası olarak değerlendirilmektedir.

Küreselleşme karşıtlarından olan Ellwood, post-modern kültür kuramıyla artan tüketim olgusuna ve bunun yol açtığı sorunlara dikkat çekmektedir. Buna göre, post-modern eğilim toplumsal ilişkileri kökten bir şekilde değiştirmiş, milyonlarca insanı yoksullaştırmış, yüzlerce yıllık kültürleri kendi kimliklerinden soyutlamış, çevre sağlığını kötü etkilemiş ve tüm bunları ekonomik verimlilik adına yapmıştır.55

Sonuç olarak küreselleşme süreci savunucularının iddia ettiği gibi küresel bir uygarlık değil, yeni anlayışlar etrafında başlayan bölünmelere doğru gidilen bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu ise bütünleşmeye dayanan değil, farklı kültürler, değerler ve bölgeler arasında çatışmaların olduğu bir süreci ifade etmektedir. Bunun yanı sıra, ailelerin dağılması, yerli toplumların yıkılışı, bitki ve hayvan varlığının yok olma tehlikesi, nehirlerin kirlenmesi, yabancılaşma, madde bağımlılığının artması, yükselen işsizlik, gelir dağılımı bozukluğu gibi olgular da küreselleşmeye karşı durulmasını gerektiren diğer kültürel ve toplumsal sonuçlar olarak sıralanmaktadır.