• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: ULUS-DEVLET VE KÜRESELLEŞME

3. Küreselleşmenin Temel Aktörleri

3.2. Bretton Woods Kurumları: IMF ve Dünya Bankası

IMF üyesi olan her ülke kuruma, o ülkenin gayrisafi milli hâsılası, dış ticaret hacmi ve sermaye hareketlerinin toplam büyüklüğüne göre belirlenen ve her beş yılda bir yenilenen bir kota sistemiyle katılır. Üye ülkeler kendi kotalarıyla doğru orantılı bir oy hakkına sahiptir. G-7 ülkelerinin IMF içindeki kota toplamı bütün kotaların %50’sine eşittir. Bu yüksek kotaların bir sonucu olarak IMF içinde yapılan oylamalarda ağırlık, gelişmiş merkez ülkelerinin elindedir. Dolayısıyla IMF tarafından alınan kararların sürekli olarak bu ülkelerin çıkarlarını gözettiği görülmektedir. ABD, Japonya ve Kanada ile Avrupa Birliği üyesi ülkelerin IMF içinde sahip oldukları oylar, toplam oyların üçte ikisine ulaşmıştır. Tüm bunların ışığında IMF’nin merkez ülke sermayelerinin çıkarlarına uygun politikalar savunması yadsınmamalıdır. 62

Samir Amin IMF üzerindeki ABD hegemonyasını şöyle dile getiriyor: “IMF, (tıpkı öteki Bretton Woods kurumu Dünya Bankası gibi) gerçekleştirdiği müdahalelerde ABD’ye tam bir denetim sağlayacak biçimde tasarlanmıştır. Keynes tarafından savunulan Dünya Merkez Bankası seçeneğinin reddiyle ABD, kendisine bağımlı, üzerinde daha etkili olabileceği ve sorumlulukları öbür ülkelerle paylaşabileceği daha güçsüz bir kurumu yeğlemiştir.” 63

IMF’nin kurulduğu dönemde varlık gerekçeleri, uluslararası ticaretin yayılmasına ve dengeli büyümesine yardımcı olmak, yüksek düzeyde istihdam ile reel gelirin desteklenmesine, sürdürülmesine katkıda bulunmak ve uluslararası ticaret yapılırken döviz değişimini kolaylaştırarak dünya ticaretini teşvik etmek gibi amaçların gerçekleştirilmesi olarak ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra, kredi kuruluşu olarak özellikle gelişmekte olan ülkelere kredi sağlamaktadır. 64

IMF’nin bu işlevi, 1970’lerden sonra dönüşüme uğrayarak Afrika, Asya ve Güney Amerika’da ekonomik gelişmeyi finanse etmek şeklinde değişmiştir. Bunu yaparken de kurumun en önemli işlevlerinden biri, “ekonomik istikrar”ı sağlamak biçiminde

62 Ellwood,op.cit.. s.27-28.

63 Samir Amin, Küreselleşme Çağında Kapitalizm, Vasıf Erenus (çev.), 1.Basım, Sarmal Yayınları, İstanbul: 1999, s.35.

64Ellwood,op.cit.,s.28.

tanımlanmıştır. 1980’li yılardan sonra ise IMF, hiçbir ticari bankanın kredi vermeye yanaşmadığı yoksul ülkelere kredi vermeye başlamıştır. Ancak kurum kaynaklarını kullanıma açarken üyelerine verdiği fonların tekrar geri dönüşünü sağlayacak politikaların bu ülkelerce uygulanmasını koşul koymaktadır. Dolayısıyla, borçlanacak olan ülke, stand-by veya benzer anlaşmalarla dış açığını gidermek için bu kaynakları kullanacağını ve bir istikrar programı izleyeceğini kabul etmiş olmaktadır. Tam da bu noktada, stand-by anlaşmaları, IMF’nin devleti ve devletin yönetsel yapısını kuşatma mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu mekanizmanın işleyişi ise “koşulluluk”

politikası kapsamında, borç karşılığı ilgili ülkenin gerçekleştirmesi istenilen reformların yapılmasıyla gerçekleşmektedir. IMF tarafından uygulamaya konulan ve ilgili ülkenin alması gereken ekonomik önlemleri ortaya koyan ekonomik programa ise “niyet mektubu” denmektedir. Niyet mektubu ile, ilgili ülkenin izlemeyi taahhüt ettiği politikalar kabul edilmiş olur ve stand-by anlaşması imzalanır. Bu anlamda IMF’nin rolü, güçlü ekonomiye sahip ülkeler lehine hazırlanan “reçetelerin” diğer ülkelerce gerçekleştirilmesini kolaylaştırıcı düzenlemeler yapmak ve denetlemek biçiminde tanımlanabilir.65

IMF’nin uyguladığı stand-by anlaşmaları sonucunda, devalüasyon, ticaretin serbestleştirilmesi ve özelleştirme, bir çok borçlu ülkede eş zamanlı olarak uygulanmıştır. Bu politikaların uzun vadede, borçlu ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarından, maliye ve para politikaları üzerindeki denetim haklarından vazgeçmelerini sağlayacak düzenlemeleri öngördüğü söylenebilir. Bu düzenlemelerle amaçlanan şey ise uluslararası kuruluşların etki alanlarının arttırılmasıdır. Buna bağlı olarak, azgelişmiş bölgelerin gelişmesi önlenmekte ve kaynakların ulus-devletlerin kontrolü dışına çıkması olanaklı hale gelmektedir. Bu da, zamanla IMF’nin ödemeler dengesi sorunlarını çözmek için bu kurumdan kredi alan ülkeleri, sıkı para ve maliye politikaları uygulamaya itmiştir. Bu politikalar, aynı zamanda söz konusu ülkelerde yeni-liberal ekonomi politikalarının uygulanması anlamına da gelmektedir 66.

Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası adıyla kurulan Dünya Bankası ise, İkinci Dünya

65 Ener Meliha,-Siverekli Demircan Esra, Küreselleşen Dünyada IMF Politikaları Ve Türkiye, Roma Yayınları, Ankara:2004, s.27.

Savaşı sonucunda ekonomileri ve altyapıları zarar görmüş olan ülkelere yardım etmek amacıyla oluşturulmuştur. Bu kurumun görevi, krediler sunmak yoluyla bu ülkelerin imarına ve kalkınmasına destek olmaktır. Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası Avrupa’nın yeniden inşası döneminde orta ve uzun vadeli krediler verirken Amerika Birleşik Devletleri de hibe niteliğindeki Marshall Yardım Planı’nı devreye sokmuştur.

1950’li yıllara gelindiğinde Avrupa’nın savaşta aldığı yaraların sarılmasının ardından Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nın ilgisi üçüncü dünyada, sömürgelikten yeni kurtulup bağımsızlıklarını kazanmış olan yeni ulus-devletlere yönelir. Kurum bu tarihten itibaren Dünya Bankası olarak anılmaya başlar. Dünya Bankası’nın bu ülkelere altyapı yatırımlarını yapabilmeleri için düşük faizli krediler vermesi yoluyla bir taraftan bu ülkelerde piyasanın altyapısının oluşturulmasına çabalanırken bir taraftan da sosyalizmin bu ülkeler için çekici bir alternatif haline gelmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.67

Bretton Woods Konferansı ile kurulmuş olan kuruluşlardan bir diğeri olan DB’nin başlangıçtaki kuruluş amacı, söylendiği üzere, İkinci Dünya Savaşı’nın harap ettiği ülkelerin yeniden inşasının sağlanması olarak ifade edilmektedir. Üyelerden toplanan aidatlar ve uluslararası sermaye piyasalarından alınan borçla finanse edilen banka, üyelerine ticari bankalardan daha düşük faizli kredi sağlamaktadır. Avrupa’nın 1950’lerde yavaş yavaş toparlanması sonucunda Üçüncü Dünya’nın bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkeleri, DB’nin yeni ilgi alanı haline gelmektedir. Üçüncü Dünya’nın bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkelerine yönelmiştir.

DB’nin amacı da IMF’nin amacı ile koşut olup, üye ülkeleri dünya ekonomisiyle bütünleştirerek (ya da dünya ekonomisine eklemleyerek) küresel ekonomik büyümeyi sağlamak şeklinde özetlenebilir. Söz konusu bütünleştirmeyi gerçekleştirirken, az gelişmiş kapitalist ekonomileri yeniden yapılandırmak, dünya kapitalist sistemi içinde

67Adrian Leftwich, “Governence, The State and The Politicis of Development”, Development and Change, vol.25, 1994, s. 367.

yer alan az gelişmiş ülkeleri dünya ekonomik işbölümüne yeniden katmak ve sermayenin üretime yönelik alanlara yatırımını kolaylaştırarak üye ülkelerin yeniden inşasına ve gelişmesine katkıda bulunmak, kurumun temel amaçları şeklinde ortaya konulmaktadır.68

DB’nin kuruluş amacının değişimine ilişkin olarak, üye ülkelere açılan kredilerde 1980’lerden sonra IMF’ninkine benzer bir nitelik değişiminden söz edilebilir. Bu tarihten itibaren DB, “yapısal uyum kredileri” (Structural Adjustment Loans -SAL) adı altında kredi sistemine geçmiştir. Bundan sonra DB’nin faaliyet alanı, herhangi bir üye ülkenin ekonomik, toplumsal ve yönetsel yapı ve dengelerini değiştirmeye, yeniden yapılandırma temelinde şekillenmiştir. DB’nin devleti ve devletin yönetsel yapılarını kuşatma mekanizması olarak ortaya çıkan yapısal uyum politikaları, yönetsel reformlar aracılığıyla değişen koşullara göre yönetsel yapının yeniden yapılandırılmasını ve yönetimin mevcut siyasal yapıyla uyumlulaştırılmasını da içermektedir. Bu reformların bir diğer amacı da, DB’nin uluslararası kreditörlere ve yatırımcılara azgelişmiş ülkelerde “dürüstlük, adalet, serbestlik, bağımsız yargı, insan haklarına saygı, verimli ve yolsuzluklardan arınmış bürokrasi” vaat etmesidir. 69

Bu yönelim, az gelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarına teknik yardım ve hazırlanan projeler için mali destek vermek biçiminde şekillenmektedir. Buna bağlı olarak DB’nin yapısal uyum politikaları, İkinci Dünya Savaşı sonrasında benimsenmiş olan devlet destekli kalkınma anlayışının bırakılıp, rekabetçi serbest piyasa ekonomisi anlayışının benimsenmesinin bir aracını oluşturmaktadır. Yapısal uyum politikalarının içeriğinde kamu harcamalarının kısılması, kuralsızlaştırma, özelleştirme, kamu bürokrasisinin dönüşümü, ekonomik yapıların ve yönetsel kurumların yapısal uyuma tabi tutulması, temel teşkil eden unsurlardır. 70

Yapısal uyum politikaları, DB tarafından iki aşamada uygulanmaktadır. Birinci aşama

68 Ayşe Tatar Peker, “Dünya Bankası: Kalkınmacılıktan ‘İyi Yönetim’ Söylemine”, Toplum ve Bilim, 1996, No.69, s.9.

69 Birgül Ayman Güler, “Kamu Yönetimi ve Dünya Bankası”, Amme İdaresi Dergisi, TODAİE Yayını, Cilt.28, Sayı, 3, Ankara:1995 s. 18.

“kısa dönemli” makro-ekonomik istikrar önlemlerini kapsamakta, ikinci aşama sosyo-ekonomik yapının değişimini hedefleyen yapısal reformlardan oluşmaktadır. Söz konusu yapısal reformlar, “ekonomik istikrarı sağlama” süreciyle aynı zamanda gerçekleştirilmektedir. IMF ve DB istikrar önlemleri hem bütçe açığını, hem de ödemeler dengesini hedef alır. Gelişmekte olan ülkeler, 1970’lerin sonlarında dünya ekonomisinde kolayca borçlanma fırsatı bulmuşlar ve kalkınma projelerinin finansmanı için hızla borçlarını arttırmışlardır. Ancak, faiz oranlarının yükselmesi, dünya ticaretinin daralması ve mal fiyatlarındaki düşme, gelişmekte olan ülkeleri tam bir dış borç çıkmazına sürüklemiştir. Bu ülkeler, söz konusu süreçte borçlarını ödeyebilmek için yeniden borçlanmak zorunda kalmışlardır. Kalkınma projelerini gerçekleştirmek için borçlanan ülkeler, bu projeleri gerçekleştiremedikleri gibi sürekli dışarıya net kaynak transferi yapmak zorunda kalmış, bir taraftan da borç artışı süreklilik kazanmıştır.71

Böylesi bir borç kısır döngüsüyle 1990’lı yıllara gelindiğinde yapısal uyum politikalarının yarattığı olumsuzluklar, DB’nin “iyi yönetişim” söylemini gündeme getirmiştir. İyi yönetişim kavramıyla, devletçi kalkınma anlayışından vazgeçilerek serbest piyasa anlayışının benimsetilmesi amaçlanmaktadır. Bu ise kuralsızlaştırma, özelleştirme ve kamu bürokrasinin tasfiyesi anlamına gelmektedir. Kuralsızlaştırma ile amaçlanan, devletin hukuksal ve yönetsel alanını daraltmak ve piyasa üzerindeki denetimini azaltmaktır. Bunun sonucunda devlet üstlendiği kamusal faaliyetlerden soyutlanacak ve kamu tekellerine son verecektir. 72

1970’lerin sonlarından itibaren Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nda önemli değişimler görülmüştür. Neo-liberal düşüncenin etkin olmasından sonra bu kurumlar büyük bir coşku ile piyasanın üstünlüğünü savunmaya başlamıştır. Örneğin kuruluşunu takip eden yıllarda üye ülkelere ekonomilerini canlandırabilmeleri için kamu harcamalarını genişletmelerini vaaz eden IMF, artık, destekleme anlaşması (stand-by) imzaladığı ülkelere tam aksi yönde politikaları şart koşmaktadır. Krize giren ya da kriz potansiyeli taşıdığı varsayılan ülkelere sunulan “yapısal uyum programları” asla

71 Cenk Aygül, “Neo-Liberalizmin “Başarısızlığı” ve Yönetişim”, Toplum ve Bilim, sayı 76 1998 Bahar, s. 241.

72 M Chossudovsky, op.cit., s. 65.

değişmeyen maddelerden oluşmakta, bu programların tamamı serbest piyasa ekonomisine geçişini empoze etmektedir. Sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi, ihracata dayalı büyüme, daha fazla piyasa ve daha az sosyal devlet politikası, serbest ticaret, deregülasyon, emek piyasasında esneklik, özelleştirme ve fiyat istikrarının sağlanmasının en öncelikli hedef haline getirilmesi, bu yapısal uyum programlarının değişmeyen karakteristiğidir. 73

Bretton Woods ikizleri olarak adlandırılan bu iki kurum, ilk kuruldukları yıllarda programlarını birbirlerinden bağımsız uygulamaktayken, 1970’li yılların son çeyreğinden itibaren, özellikle de az gelişmiş ülkelerin uluslararası bankalardan kredi olarak aldıkları petro-dolarları geri ödeyememe noktasına geldikleri ve birbiri ardına borç erteleme talebinde bulundukları Borç Krizi’nden itibaren, bu ülkelere yönelik politikalarını değiştirmiş, çevre ülkelere karşı ortak hareket etme kararı almıştır.

Örneğin Dünya Bankası, kendisinden kredi talebinde bulunan bir çevre ülkenin aynı zamanda IMF ile de stand-by anlaşması yapmasını, eğer daha önceden yapılmış bir anlaşma varsa bu durumda da anlaşmanın şartlarının yerine getirilmesini şart koşmaktadır. Gülten Kazgan’a göre bu durumun bu iki kurumun ikiz kurumlar olmasının ötesinde nedenleri vardır:

“Kısa vadeli krediler yanında artık IMF orta vadeli kredi açma yoluna giderken Dünya Bankası’nın da uzun vadeli kredilere ek olarak, ‘reform’ yapan bir gelişmekte olan ülkeye ‘yapısal uyum’ amacıyla cari işlemler bilançosu dengesi için orta vadeli kredile açmaya başlaması. Ayrıca bunlardan birine üye olan ülke diğerine de üye olmuş sayılıyor.” 74

Kendiliğinden işleyen bir serbest piyasa mekanizmasının dünyada yaşanan her türlü kısa ve uzun vadeli iktisadi, sosyal ve siyasi sorunların çözümünü sağlayacağını savunan ve serbest piyasa mekanizmasının küresel ölçekte örgütlenmesini ve ilerlemesini sağlamaya çalışan IMF ve Dünya Bankası’nın bu faaliyetlerine karşı

73 Ellwood, op.cit..s.30.

74 Kazgan, op.cit. s.48

tepkilerde de yakın süreçte bir artış görülmektedir. Üstelik bu tepkiler artık yalnızca çevre ülkelerden ya da egemen paradigmaya eleştirel yaklaşan iktisatçılardan değil, merkez ülkelerden de yükselmektedir. Bu kurumlar bir taraftan sermaye karşıtı kesimler tarafından büyük yoksulluklara neden olan politikaları uygulatmakla suçlanırken bir yandan da sermayenin kimi sözcülerince kapitalizmi çökertecek büyüklükte bir yoksulluğa neden olmakla eleştirilmektedir. 75