• Sonuç bulunamadı

1.3. Siyasal Katılımın Nedenleri

1.4.4. Siyasal Katılım ve Eğitim

Siyasal katılımı etkileyen bir diğer faktör de eğitimdir. Öncelikle bilinmelidir ki, siyasal katılım ile eğitim arasında dikkat çekecek oranda bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkinin içeriği, biçimi, siyasal davranışın ve siyasetin özelliklerini bilmek açısından önemlidir. Eğitimin siyasal eylem bakımından sonuçlarının bilinmesi, sadece siyaset bilimi yönünden değil, aynı zamanda siyasal sistemin takip edeceği eğitim siyasaları itibariyle de değerini korumaya devam etmektedir.

Bilimsel araştırmalar, eğitim görenlerin görmeyenlere oranla daha derin bir görev bilinci içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Fazla eğitim görmek, siyasal katılım olgusunu adeta yurttaşlığın olmazsa olmaz bir parçası haline getirmekte, bireyin zihni ve duygusal olarak örgütlenmesini bu esnada da vatandaşlık haklarını daha çok kullanmasını sağlamaktadır. Kişi, eğitimin kazandırdığı temel teorik bilgilerle, siyasal olayları merak etmekte, ilgilenmekte, yorumlamakta, anlamlandırmakta ve siyasal eyleme ikna olmaktadır (Baykal, 1970: 53-54). Bu sebeple eğitim, bireyin siyasal davranışını, pek çok bakımdan etkilemektedir.

Eğitim, kişiye sosyal veya siyasal kurumları ve yapıları nasıl kullanacağını öğretmektedir. Bu kurumların özelliklerini, işlevlerini, amaçlarını vatandaşların menfaatine uygun nasıl işletilebileceğini ve değiştirilebileceğini ortaya koymaktadır. Kalaycıoğlu bu olguyu “bireyin toplum içindeki yeri ve başarısıyla, hükümet ve idarenin davranışları arasındaki ilişkileri kurmasına yardımcı” bir faktör olarak

değerlendirmektedir (1983: 27). Bu yönüyle eğitim, kişiye sosyal ve siyasal kurumları tanıtmakta, nasıl kullanılacağını öğretmekte, hedefe varmanın yollarını göstermektedir. Bir başka anlatımla eğitim, siyasal sistemin fert ve toplum çıkarlarına uygun çalıştırma biçimlerini öğretmektedir. Bu bilgi ve inançla oluşacak bireysel tecrübe, kişiyi siyasal alanda aktifleştirebilmektedir.

Eğitim, bireylerin yeteneklerinin gelişmesine ve korunmasına yardımcı olmakta, soyut düşüncesini artırmakta, çevresindeki olgu ve oluşumları anlamlandırmasını sağlamaktadır. Çünkü bireyde oluşan “katılma ve ortaklık duygusu” ancak “anlaşılabilir olduğu zaman” ortaya çıkar ve gelişir. Ferdin zihninde anlamlandıramadığı olaylar, “dünyada olup biten değersiz bir yığın” gibi gözükmektedir. İnsan bu yönüyle çevresine karşı ilgisiz ve oldukça yabancıdır (Schumacher, 1995: 61). Eğitim, bu yabancılaşmayı ortadan kaldırmakta, soyut kavramları kullanmayı kolaylaştırmakta, karmaşık modern toplumlarda siyasal sistemden taleplerde bulunma, bir yetkiliyle yüz yüze görüşme, meramını net cümlelerle ifade edebilme, dilekçe yazabilme gibi nitelikler kazandırmaktadır. Tersi durumda olanların ise, siyasal eyleme yönelik davranışlarda ürkek, korkak ve çekimser bir tavır sergilediği görülmektedir (Baum, 1978: 112). Eğitim, sadece siyasal katılımı değil, her alandaki kıtlığı yok edici özelliğiyle önemli bir kaynaktır. Bu durumu Schumacher şöyle açıklamaktadır: “[A]niden bir gözü peklik, girişimcilik, buluşçuluk, yapıcılık seli boşanır, hem de tek bir alanda değil, birçok alanda birden.” Schumacher bu zenginliğin okullar ve eğitim yoluyla sağlanabileceğini ifade etmektedir. Bu boyutuyla eğitim bütün kaynakların en yaşaması gerekeni, her şeyin anahtarı ve bütün sorunların çözücüsü olmak gibi temel özellikler taşımaktadır. Cherles Snow gibi bazı bilim adamları da eğitimi hayat memat meselesi haline getirerek, yeryüzündeki her alanda görülen üstünlüğü eğitime dayandırmaktadır. Bu yaklaşıma göre eğitim kuvvetli olabilmenin ve ayakta kalabilmenin en temel şartıdır. Ancak ne var ki, eğitim kuvveti de ahlaklılar tarafından kullanılmalıdır. Ahlaksızların eline geçtiğinde ise, işte o zaman sıkıntı başlamaktadır (Schumacher, 1995: 57). Eğitimi önemli bir kaynak kabul eden Mardin de, bu olguya daha çok gelecekte sosyal ve siyasal sorunların çözümünde ne kadar başarılı olunabileceği açısından yaklaşmakta ve bu sebeple “eğitimdeki değişikliğin sonucunu önceden görmek” gerektiğini ifade etmektedir (1997: 136-137).

Eğitim, siyasal hakların geniş ve dar anlamda kullanımında “vatandaşlar arasında eşitsizlik” oluşturan en önemli faktörlerden biridir. Örneğin: Türkiye’de seçmen olabilmek için bir eğitim şartı yoktur. Ancak 1982 anayasasına göre, milletvekili seçilebilmek için en az ilkokul mezunu olmak gerekmektedir. Dolayısıyla, nüfusun küçümsenemeyecek kadar büyük bir kesimi herhangi bir okuldan mezun olmadığı için milletvekili seçilmede yetersiz kabul edilmektedir. Sadece milletvekilleri seçiminde değil, en düşük derecede bir kamu hizmetine girmede bile ilkokul mezunu olmak şarttır. Kişilerin kamunun hangi alanlarında çalışabileceğini, bürokraside hangi kadrolara girebileceklerini ve ne kadar maaş alabileceklerini daha çok eğitim belirlemektedir. Bu duruma göre nüfusun büyük bir bölümünü siyasal hakların dar ve geniş anlamda kullanımında gerçek katılımcı saymak mümkün gözükmemektedir (Eroğul, 1991: 108-110).

Eğitilmişlerin oluşturduğu sosyal küme, eğitilmemişlere oranla farklı bir ortam olma bakımından ayrışmaktadır. Eğitilmişler grubu üyeleri kendi aralarında tartıştıkları konular itibariyle daha kozmopolit, çevreden ve gelişmelerden daha haberdar, daha nüfuzlu kişilerle ilişki içindedirler. Toparlamış oldukları bilgi, birikim ve deneyimlerini siyasal sistemden talepler noktasında, kendi çıkarları için değerlendirmektedirler. Bu sosyal küme içerisinde kurulabilen ilişki türleri de, kolaylıkla bürokraside ve siyasal sistemde kullanılabilmektedir. Hatta bireyin sosyal ve siyasal ilişkilerinde, hangi okulu bitirdiği, ne iş yaptığı, ne kadar para kazandığı da etkileyici olabilmektedir. Sadece ilkokul mezunu olan bir kişinin kendini bürokraside çalışan bir memurla eşit görmesi, aynı dili konuşması, takip ettiği işlerinin sonucunu tahmin etmesi mümkün değildir. Bu durumda tanımış olduğu bir avukat, bir milletvekili ya da bürokraside çalışan bir yakınından yardım talep ederek işlerini sonuçlandırma yolunu tercih etmektedir (Kalaycıoğlu, 1983: 27-28).

Bireyler, eğitim seviyelerine göre parti tercih etmekte ve katılma biçimi ortaya koymaktadırlar. Örneğin: “Yüksek eğitimliler bütün siyasal partilere sahip çıkmakta ve eğitim seviyesi düşük olanlar da nispi olarak siyaset dışına itilmektedirler.” (Baykal, 1970: 57). Siyasal sistemi ve partileri elinde bulunduranların, karar mercilerini ele geçirmiş olanların, genelde yüksek eğitimliler olduğu, aşağı işlerde de daha az eğitim görmüş olanların yer aldığı görülmektedir. Bir başka ifadeyle siyasette oyuncu rolünü

genelde iyi eğitim görmüşler oynarken, seyirci rolünü de az eğitim almış olanlar üstlenmektedir. Özellikle böyle durumlarda düşük eğitimli olanların sınıf partilerine yönelmeleri de, eğitimin siyasal katılmada ne derece belirleyici olduğunu göstermektedir (Schäfers, 1998: 80-84).

Eğitim, fertlere sosyal statü kazandırmakta ve bir meslek edinmelerini temin etmektedir. Gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde yapılan bilimsel çalışmalar eğitim ile gelir arasında yakın bir ilişkinin olduğunu ortaya koymuştur. Kişi ne denli yüksek eğitime sahipse, o denli yüksek gelire ve iyi mesleğe sahip olabilmektedir. Eğitimin bireye sağladığı gelir ve mesleğin etkisiyle en önemli mevkilere gelinebilmekte, bu makamları kaybetmemek için de siyasette daha aktif olunabilmektedir. Yüksek gelir, meslek ve bilgi birikimine sahip olanların siyasal kararları etkilemede, siyasaları dönüştürmede çıkarları gereği başarılı oldukları görülmektedir (Inglehart, 1979: 106-107).

Sonuç olarak eğitim, yurttaşların sosyal statülerini yükselten, örgütsel ve siyasal faaliyetler için önemli kaynaklar belirleyen, soyut düşünceyi öğreten, karmaşık siyasal ilişkiler sisteminin algılanmasını sağlayan, vatandaşlığın gereği olan görev bilincini aşılayarak siyasal katılımı dar ve geniş anlamda temin eden gerekli bir etken olma özelliğini korumaktadır. Bir başka ifadeyle eğitim, insanları uysallaştırmaz tersine daha kabarık isteklerle yüklü sosyal ve siyasal varlık olarak karşımıza çıkarmaktadır.