• Sonuç bulunamadı

Federal Almanya’da İkinci Kuşak Türkler

BÖLÜM 2: ALMANYA’DA TÜRK TOPLUMUNUN GELİŞİMİ VE GENEL SOSYOLOJİK ÖZELLİKLERİ GENEL SOSYOLOJİK ÖZELLİKLERİ

2.1. Almanya’da Türk Toplumunun Gelişimi

2.1.2. Federal Almanya’da İkinci Kuşak Türkler

Alman sanayisinin işgücü açığını kapatma amaçlı ithal edilen ve “gurbet bekârı” diye isimlendirilen birinci kuşağın çektiği sıkıntıları, acıları, yaşadığı şartları ortaya koyduktan sonra, şimdi ikinci kuşağı anlayabilmek biraz daha kolay olabilmektedir. Federal hükümetin 1974 yılı baharında, yabancı işçilerin eş ve çocuklarını “aile birleşim yasası” kapsamında Almanya’ya getirebileceklerine ilişkin kanunu çıkarması, sosyal ve aile kümesi özellikli yeni bir göç dalgasının oluşumunu sağlamıştır (Goldberg, 1995: 10-11). Yani bu dalga, göçmen işçi kişinin “aile birleşim yasasına” göre eş ve çocuklarını Federal Almanya’ya taşımsıyla ortaya çıkan, beraberinde birçok yeni konunun da tartışılmasını sağlayan ve sürekliliği de hala devam eden bir dalgadır.

1973 yılında dünyada yaşanan “petrol fiyatları yükseliş krizinden” Almanya’nın da etkilenmesiyle yabancı işgücü alımını durdurmak için geçerli gerekçe oluşmuştur. Aynı yılın Kasım ayında uygulamaya konulan yeni yasa, genelde yabancıların sayısının azalmasına neden olurken, Türklerin sayısında tersi bir durum ortaya çıkarmıştır. 1974 yılına gelindiğinde yabancı işçilerin problemlerini çözmeye yönelik aile birleşim yasası çıkarılmıştır. Türkiye’den ikinci kuşağın geliş süreci de böylece başlamıştır (Şen, 1993: 21-22).12

12 1973-1981 yılları arasında Yunanlıların 193.500, İspanyolların 77.800 kişi azalmasına karşı, Türklerin sayısı 436.500 artmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin yaşamış olduğu sosyal, ekonomik ve siyasal ortamın da göçü teşvik eden önemli unsurlar olabileceği muhtemeldir.

1970’lerde yabancıların Almanya’ya gelişini engelleyen daha birçok ölçü geliştirilmiştir. Federal Hükümet, yerleşim birimlerinde yaşaması gereken yabancıların sayısını % 6 ile sınırlandırmıştır. Bu sınırı aşan şehirlerde yaşayan yabancılar eşlerini ve çocuklarını getirememişlerdir. Böyle olan şehirler ”yüklü şehirler” diye isimlendirilmiştir. Gelişen olaylar yabancı karşıtı akımları ve fraksiyonları güçlendirirken, bazı yabancıların Federal Almanya’yı terk etmesine neden olmuş ve yeni göç akımlarına karşı da caydırıcı olmuştur. Her ne kadar bazı ters gelişmeler olsa da, yabancıların politik sisteme entegrasyonu, ikinci kuşağın geleceği ve eğitimi sürekli tartışılmıştır. Bu süreçte iktidarı elinde bulunduranların işçi ailelerini dışlayan ve içleyen zikzakları olmuştur. Birinci kuşağın eşine ve çocuklarına çalışma izni vermeyen yaklaşım, çocuklarını (Almanya’ya) getirmeye teşvik amaçlı çocuk paralarının miktarını düşürmüştür (Martin, 1991:36).

Elbette aile birleşiminin temelinde bir takım haklı gerekçeler bulunmaktadır. Bunlar: ailenin yönetim zorluğu, aile üyelerinin birbirlerine yabancılaşması, dayanılması güç şartlar, çocukların anne baba kontrolünde büyümemesi, iyi eğitim görememesi, uzun süre hasret, yalnızlığa dayanamama, sınır dışı edilmeme ve mevcut işini kaybetmeme arzusu şeklinde sıralanmaktadır (Canatan, 1990: 27).

İkinci kuşağın bir tanımını yapmak gerekirse, ikinci kuşak Türkiye’den Almanya’ya iki ülke arasında yapılan “Türkiye-Federal Almanya İşgücü Anlaşması” çerçevesinde giden birinci kuşak işgücü göçünün Almanya’da yaşan çocuklarıdır. Bu çocukların bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı da Almanya’da doğmuştur. Türkiye’de doğanlar 18 yaşından küçükleri kapsayan aile birleşim yasasıyla Federal Almaya’ ya getirilmişlerdir. Dolayısıyla ikinci kuşağın Federal Almanya’da var oluş sebebi birinci kuşaktır. Birinci kuşağın niyetindeki geçici, süreli olan işçilik statüsünü, kalıcılığa ve devamlılığa dönüştürmesi, Türkiye’den Federal Almanya’ya olan göç olgusunu da süresizleştirmiştir. Bugün ikinci kuşak Almanya’daki Türk nüfusunun önemli bir kesitini oluşturmaktadır (Canatan, 1990: 28).

Federal Almanya’da 1979 yılında Türk çocuklarının sayısı 55. 000’dir (Türker, 1977: 27). Bu sayı 1980 yılına gelindiğinde 584. 000’e yükselmiştir (Türkdoğan, 1984: 24). 1988’de mevcut sayı 479. 815’e gerilemiştir (T.C. Milli Gençlik ve Spor Bakanlığı, 1988: 2). Sayıdaki geri dalgalanma bu yıllar arasında tazminatla geri dönüşü özendirme

programından kaynaklanarak geri dönülmüş olabileceği tahmin edilmektedir. Aynı yıl Federal Almanya’da, Alman okullarına devan edenlerin sayısını Federal İstatistik Bakanlığı 423.378 olarak vermektedir (SVK13 , 1990: 16-17).

Federal Almanya’da şu an Türk nüfusunun gençleşmesi, doğumlar ve aile birleşimi yoluyla oluşmaktadır. Yapılan araştırmalar yabancı kadının doğurganlık oranının Alman kadının doğurganlık oranından daha yüksek olduğunu tespit etmiştir. Bir araştırmaya göre Alman nüfusunun %7,5’ini oluşturan yabancılar, doğurganlıkta % 13 ‘nü oluşturmaktadır (Canatan, 1990: 28-29). Bir diğeri de aile birleşimidir. Federal Almanya’da yaşamakta olan bekâr kişinin, Türkiye’den edindiği eşini Almanya’ya getirmesidir. Daha önce gençler arasında birinci kuşağın da etkisiyle çok yaygın olan bu proje, olumsuz sonuçları sebebiyle geçerliliğini gittikçe kaybetmektedir.

İkinci kuşağın sayısının çok, problemlerinin de çözümlenmemiş olması sürekli tartışılmasını ve gündemde kalmasını sağlamaktadır. 1970‘li yıllarda yabancı işgücünün eş ve çocuklarının da Almanya’ya gelmesi yabancıların sevk ve idaresi, eğitim ve entegrasyonu, Federal Hükümet tarafından daha ciddi tutulmaya başlanmıştır. Çalışmaların ağırlık merkezini ise ikinci ve üçüncü kuşağın eğitim, meslek ve entegrasyonuna ilişkin sorunların çözümü oluşturmuştur. Bilimsel edebiyat, 1970’li yıllarda özellikle yabancı çocukların ana okul, ilkokul ve dengi okullardaki oluşturulmuş özel sınıflarını tartışmıştır. Tartışmalarda çok kültürlü öğrenim sürecinin zorluğuna ve çok geniş bir alanı kapsadığına dikkat çekilmiştir (Bayer, 1984: 59-60). İkinci ve sonraki kuşakların, eğitim, meslek edinme ve sosyal statülerini yükseltmek için siyasal sistem tarafından bir planlamanın yapılmaması halinde, sosyal tabakaların en aşağısında yer alması kaçınılmazdır (Turan, 1992:55).

Federal Almanya’da ikinci ve sonraki kuşakların çekmekte olduğu bir diğer sıkıntı da sosyalizasyon süreci sıkıntısıdır. Şayet ikinci ve üçüncü kuşak primaer (birinci) aşama sosyalizasyon sürecini Türk kültür ortamında geçirmişse, ailesinden, toplumundan aldığı değerlere ve Türkçe’ye zevkle yöneliyorsa, akültürasyon (kültür değişimi) olmamaktadır. Bu çerçevede sosyalizasyonun sekundaer (ikincil aşama) aşaması, sosyalizasyonun primaer aşamasında elde edilen değerlerle büyük oranda şekillenmekte

ve biçimlenmektedir. Alman da olabilir Türk de şeklindeki kararsız yaklaşımlar sosyalizasyon sürecinde iyi kök salamamışlığı ifade etmektedir. Bu durumda olanlar primaer aşamada iki kültürden de eşit oranda etkilenmiş olanlardır. Primaer sosyalizasyon aşamasını tamamen Almanya’da Alman Kültür çevresinde geçirenler, sekundaer aşamada Türk Kültür kodlarına ters düşebilmektedir (Turan, 1992:131-136). İkinci kuşağın bir diğer önemli problemi de Alman eğitim kurumlarında karşılaşmış olduğu zorluklardır. 1975 öncesinde E.Renner, Hauptschule (ortaokul) ve Grundschule’ye (ilkokul) devam eden 80 yabancı çocuk üzerinde yaptığı araştırmada, Türk çocuklarını şamata, küstah, kavgacı, az şekil verilmiş, tembel, sosyal ilişkileri gelişmemiş, toplumdan kopuk, anlaşılmaları güç kişiler olarak formüle etmektedir. Diğer yabancı çocuklarının olumsuz özelliklerinin ise daha az olduğunu belirtmektedir (Bayer, 1994:59-60).

F. Holfort ise adeta Renner’in çalışmasında ortaya koyduğu olumsuz sonucun nedenlerini araştırmaya yönelmiştir. Holfort da Grundschule’deki (ilkokul) Alman ve Türk çocuklarının, Almanlara ve Türklere bakışını tespite çalışmaktadır. Türk çocuklarının uzman doktorlarla teşhis edilen, tehlikeli bir durum arz ettiği ifade edilen, fiziksel ve psikolojik durumlarına dikkat çekmektedir. Araştırmacı bunu sosyal bilim araştırma kriterlerine göre yabancı işçilerin aile efradı ile birlikte mağdur olmak, tek başına yaşamak, ayrımcılığa maruz kalmak, kabuğuna çekilmiş bir yan grup mensubu olmaya bağlamaktadır. Bütün bunlar gettolaşma, yerleşme yerinin nerede olması, ev sahibi ülkenin siyasal sistem ve toplum olarak davranışlarıyla da yakından ilişkilendirmektedir (Holfort, 1981: 127). Bu sebeple ikinci kuşağın problemlerinin tek taraflı değil çift taraflı bir özellik taşıması, çözümün için de iki tarafın dayanışma ve işbirliği yapması gerekmektedir.

Bayer’e göre ikinci kuşak, eğitim ve çalışma sisteminden en çok zarar gören kuşaktır. Çünkü bu kuşak mevcut zararı toplumda oluşan sınırlamalar ve Alman okul sisteminde ayırım yapan ve dışlayan uygulamalarla yaşamıştır. Birçok bilim adamının çalışması ve basına yansıyan olaylar da bu durumu doğrulamaktadır (Bayer,1984:50).14

14 Nieke, W.,Strukturelle Benachteiligung Auslandischer Jugendliche: Die Marginalisierung der 2. Generation, Essen,1983. Nieke bu çalışmasında, Wallraff,G.’de „En Alttakiler“ isimli çalışmasında

Federal Almanya’da Türklerin istikrar ve sürekliliği arttıkça, sosyal ilişkileri de gelişmiştir. Arkadaşlar, evlilikler, dostluklar kurulmuştur. Bu çerçevede ikinci ve üçüncü kuşağın eğitimi bütün eyaletlerde tartışılmaya başlanmıştır. Problemi, her eyalet farklı perspektifken çözmeyi denemiştir. Entegrasyona katkısı olur gerekçesiyle sadece Almanca (Berlin eyaleti) ağırlıklı bir eğitim biçiminden, geri dönüşü teşvik eden sadece Türkçe (Bavyera eyaleti) eğitimi destekleyen modele kadar çok çeşitli uygulamalar gerçekleşmiştir (Martin, 1991:36-37).

Eyaletlerin eğitim politikalarındaki uygulamalarda dikkati çeken çeşitlilik, yabancı işgücünün yerleşme ve kalıcılaşma konusundaki kararsızlığından da kaynaklanabilir. Buna bağlı olarak işgücünün yerleşme veya dönmesi konusunda ev sahibi toplumda da bir bölünmüşlük görülmektedir. İkinci ve üçüncü kuşak çoğu kez kendini bu çok değişken, kaypak, kararsızlıklarla dolu bir toplum ve aile kümesi içerisinde bulmaktadır. İki dil, iki kültür, iki kimlik ve iki kişilik arasında genelde bocalamaktadır. Kimileri de çocuğunu Türkiye’de okula göndererek daha emin olabileceği bir eğitim aldırmayı denemektedir (Martin, 1991.37).

Federal Almanya’da yaşayan yabancı işgücünü ve onların ailelerini rahatsız eden bir diğer konu da yabancı düşmanlığıdır. Bu düşmanlık psikolojik anlamda birinci kuşağı etkilediği gibi ikinci kuşağı da daha çok düşündürmektedir. İkinci kuşak, yabancı düşmanlığını çok iyi, hoş, ılımlı, uyumlu karşılamamaktadır. Bilakis gergin, sinirli ve çatışmacı yanı ağır basan bir boyutta karşılamaktadır. Bu çatışma kendini, kendi kültürünü, değerlerini daha fazla düşünmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla farklılıklarını kavramaktadır. Akültürasyon (kültür değişimi), asimilasyon süreci yaşanmamaktadır. Bu bağlamda hukuki ve sosyal eşitliğin olmaması, ikinci kuşağa siyasal ve sosyal statü fırsatı verilmek istenmediğini ortaya koymaktadır. Gerekli statüyü elde edemeyen ikinci kuşak, farklı bir kültürel forma ve role geri dönerek yeni bir kimlik arayışına çıkmıştır. Bu yönüyle yabancılar (Etnische Minderheit) etnik bir azınlıktır. Dolayısıyla Türkler, talepler ve taleplere karşı talepler ekseninde aksiyona dönüşme yolunda bir etnik yabancıların yapısal bozukluklarını işyerlerindeki ayrımcılıkları, ikinci kuşağın nasıl sınırlandırıldığını ve okullarda maruz kalınan dışlamaları ele almaktadır. Her iki çalışmanın sonuçları da genelde birbirine benzer mahiyettedir. Sonuçta karşılaştığı muameleyle huzuru kaçmış ikinci kuşak ve onların velileri bulunmaktadır (Bakz: Wallrafff,G. , „En Alttakiler“, çev: O.Okkan,Verlag, Kiepenheuer-Witch, Köln, 1986:91-154).

azınlıktır (Turan, 1992: 56). Sosyal ve siyasal statü edinmede haksız rekabet şartlarının uygulanması, yeni kuşakları da aynı arayışa itmesi muhtemeldir.

İkinci kuşak, birinci kuşakla üçüncü kuşak arasında köprü görevi yapan önemli bir kuşaktır. Bir başka ifadeyle sosyalizasyon sürecini tamamen Türkiye’de tamamlamış kuşakla, sosyalizasyon sürecinin tamamını Almanya’da yaşamaya aday nesil arasında iki kültürün de üzerinde izlerini taşıyan bir kuşaktır. Bu sebeple birinci kuşağın korkusu olan asimilasyon, ikinci kuşakta pek görünmese de üçüncü ve sonraki kuşaklarda görülebileceği tahmin edilmektedir. Genelde bu korku ve kaygı birinci kuşakta ağır basmaktaydı. Aynı korkunun ikinci kuşakta da kısmen mevcut olduğu görülmektedir. Ancak, ikinci kuşak birinci kuşaktan biraz daha kendinden emin ve bilinçli bir kuşak olarak karşımıza çıkmaktır. İkinci kuşak, birinci kuşağın birikimlerini, deneyimlerini, yatırımlarını bilerek ve kullanarak problemlere çözüm aramaktadır. Dolayısıyla ikinci ve sonraki kuşakların kendini savunma ve hak arama modelleri, dili, toplumsal ve siyasal kurumları tanıyarak oluşmaktadır. Ancak ne var ki, kuşakların problemlerinin çözümü için Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri, ilgili kurumları, uzun vadeli planlar yapmamakta ve destekleri de yeterli görülmemektedir (Turan, 1992: 19).

Federal Almanya’da yaşayan ikinci kuşağın durumu şöyle özetlenebilir: Geleneksel aile tipinde rollerin dağılımı, yapılaşma, aile üyelerinin birlik ve beraberliği, bütünlük içinde hareket etme gibi özellikler çoğunlukla birinci kuşak ile ikinci kuşak arasında karşılıklı saygı, sevgi ilişkisi ekseninde devam etmektedir. İkinci kuşağın primer (birinci aşama) sosyalizasyon süreci daha çok Türk kültür kotlarıyla donanımlıdır. Bu donanımla sekunder aşama (ikincil aşama) sosyalizasyon sürecini kendi içinde, kendi kültürel özünden ayrılmadan anlamlandırabilmektedir. Dolayısıyla birinci kuşak, kendi kültür değerlerini ikinci kuşakda hissettirme rolünü bazen metotsuz da olsa kendine göre iyi yapabilme becerisi ortaya koymaya çalışmıştır. Birinci kuşağın uygulamadaki yanlışlıklarına karşı çıkan ikinci kuşak, üçüncü kuşağa karşı çok daha farklı bir kuşak olmaya çalışmaktadır.