• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ALMANYA’DA TÜRK TOPLUMUNUN GELİŞİMİ VE GENEL SOSYOLOJİK ÖZELLİKLERİ GENEL SOSYOLOJİK ÖZELLİKLERİ

2.3. Türklerin Sosyo-Ekonomik Yapısı

2.3.4. Öğrenciler ve Diğerleri

Almanya’da okula giden Türk gençlerinin eğitim fırsatlarından yeterince yararlanamamaları, iyi okullara gidememeleri, bir okulu bitirip istenen ve aranan bir

meslek sahibi olamamaları daha baştan vasıfsızlaşmalarını temin etmektedir. Genelde yabancı ailelerin çocukları aynı kaderi paylaşmaktadır. Alman eğitim sisteminin dışlayıcı tavrının da bu sonuçta payının büyük olduğu görülmektedir.

Almanya’da okul öncesi eğitim, ilk ve orta dereceli okullara 1999/2000 eğitim yılında 1.160.492 yabancı çocuk devam etmektedir. Bunların 503.043’nü Türkler oluşturmaktadır. Bir önceki yıl da 502.750’si Türktür. Genelde rakamlar değişen yıllarla birbirine yakın seyretmektedir. Tablo 25’e göre genelde yabancıların özelde de Türk çocuklarının Hauptschule, Berufschule ve Sonderschule’ye yönlendirilmeleri geleceğin işçi sınıfının bu kesimden oluşturulmasına karar verilmiş demektir. Alman eğitim sistemi gelecekte kimlerin vasıflı, kimlerin de vasıfsız olacağına ilkokul bitimiyle başlayan eğitim sürecinde seçmeler ve elemeler sonucu karar vermektedir. Geleceğin elitlerini Gymnasium okulları, memurlarını da Realschuleler yetiştirmektedir. Okulların kalitesi düştükçe yabancı çocukların sayısı artmakta ve Alman çocuklarının sayısı da azalmaktadır. Gymnasium’lar adeta Alman okulları, meslek okulları da yabacıların okullarıdır. Yabancıların gelmesi ile iş sektöründe sınıf değiştiren Almanlar, okullarda da adeta aynısını yapmışlardır. Dildeki yetersizliği yetenek yetersizliği ile eşdeğer kabul eden sistem, bu çocukları gerçeği üzere anlamaya çalışmak yerine kısa yoldan dışlamaya ve hatta özürlüler okuluna bile göndermeye yönelmektedir. Bir çocuğun okuldan gitmesine bütün öğretmenler topluca karar vermekte ve velinin direnme gücünü kırarak kabulünü temin etmektedir. Sonuçta çocuk hakkında pozitif beyanda bulunan öğretmen de kanaatini susarak değiştirebilmektedir. Bazı çocuklara da yabancı veliler yeterince destek veremeyeceğinden yetenekli olmasına rağmen bir derece aşağı okullara gitmesi tavsiye edildiği bilinmektedir.

Tablo 25. Almanya’da Okula Devam Eden Yabancı ve Türk Çocuklarının Sayısı ve Devam Ettikleri Okullara Dağılımı(1999/2000)

Okul Tipi Yabancı Çocuk

Sayısı Türk Çocukları Bir Önceki Yıl Türkler Vorklassen (Okul Öncesi) 5.597 2.510 2.799

Schulkindergarten (Kreş) 10.172 5.151 5.255 Grundschulen (İlk Okul 400.894 186.824 186.535 Hauptschulen( Meslek

Okulu)

220.438 99.740 98.891 Schularten mit mehreren

Bildungsgängen (Değişik Amaçlı Okullar)

Tablo 25’in Devamı

Realschulen (Orta okul) 79.089 32.776 31.525 Gymnasien (Fen Lisesi) 88.116 22.388 22.249 Gesamtschulen/Freie

Waldorfschulen (Özel Okul)

65.926 32.000 31.800

Abendschulen und Kollegs (Akşam Okulu ve

Kollej) 8.710 3.205 3.094 Sonderschulen (Özürlüler Okulu) 60.847 25.533 24.960 Berufschulen (Meslek Okulu) 214.152 90.882 94.038 Toplam 1.160.492 503.043 502.750

ÇSGB, Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü,“Grund und Struktur Daten 1999/2000” den derlemesi,, “2000–2001 Raporu Yurtdışındaki Vatandaşlarımıza İlişkin Gelişme ve Sayısal Bilgiler, Kariyer Matbaacılık, Ankara, 2002: 47.

Tabloda da görüldüğü gibi ilk ve orta dereceli okula devam eden, meslek ve çıraklık öğrenimi gören yabancılar arasında Türklerin sayısı oldukça yüksektir. Almanya’da başarı ve yeteneklerine göre öğrenciyi kısımlara ayıran eğitim sistemi, yabancıların çocuklarını dil yetersizliği ve ayrımcı uygulamalarla mesleğe yönlendirebilirken, Alman çocuklarını üniversiteye hazırlayan okul tiplerine teşvik etme eğilimindedir. Üniversiteye giden Türk öğrencilerinin oranın ise oldukça düşük olduğu dikkat çekmektedir. Nitekim ilköğretim düzeyinde yabancıların yaklaşık %43,3’ü Türk iken üniversite düzeyinde bu oran %13,5’e düşmektedir. Bilgi toplumu olmaya hızla yönelen Almanya’da, eğitimli ve vasıflı insanlar daha kolay iş bulurken, yeterince eğitim göremeyen ve bilgi toplumunun gerektirdiği vasıflara sahip olmayanlar işsiz kalmaktadır. Bunun sonucu olarak da Almanya’da yabancılar arasında (onların da içinde büyük çoğunluğu Türkler) işsizlik oranı Almanlardan daha yüksek olmaktadır. Ayrıca Türkçe anadil dersine devam edenlerin sayısı da 172.017’dir (2002: 47).

2000 yılında 32 ülkede yapılan PISA araştırmalarında Almanya’nın çok gerilerde yer almasını bazı araştırmacılar sınıfsal ayrımcı sebeplere dayandırmaktadır. Orta ve üst gelir gruplarının iyi vasıflı yetiştiği, alt gelir gruplarının ise vasıfsız kaldığı iddia edilmektedir. Gelir grupları arasında yabancılar düşük gelirliler sınıfında yer alması sebebiyle, PISA sonuçları da yabancılara ve iki dilliliğe dayandırılmak istenmektedir. Yetkili çevrelerin bu durumu yabancılara fatura etmek istemesi ve eğitim sisteminin kendindeki eksikliği başka yerde aramaya çalışması, ihmalliği örtemeye yönelik bir

tutumdur. Ancak ne var ki, İsveç ve Norveç gibi ülkelerde yapılan araştırmalar iki dilli yabancıların çok başarılı olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu da gösteriyor ki, iki dillilik başarıya engel değil tam tersine pozitif katkı sağlamaktadır (Toksöz, 2006: 80-81).

Tablo: 26. Orta Öğretime, Mesleki ve Çıraklık Eğitimine ve Yüksek Okula Devam Eden Türk Çocuklarının Sayısı ve Toplam Yabancıların Genel Durumu (1998-2000) Okullar Yabancılar (1999/2000) Türkler 1998/1999 Türkler (1999/2000) Orta Öğretim 1.160.492 502.750 503.043 Meslek Eğitimi 214.152 94.038 90.882 Çıraklık Eğitimi 100.899 42.764 42.013 Yüksek Öğretim 175.065 23.689 23.762

Kaynak: ÇSGB, Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Federal İstatistik Dairesinden derlemesi, “1999 Yılı Yurtdışı İşçi Hizmetleri Raporu”, Hilmi Usta Matbaacılık, Ankara, 2000.

Böylece Almanya’da Türkler vasıflılık düzeyine ve gittiği okullara göre tasnif edildiğinde, büyük çoğunluğunun düşük vasıflı, emek yoğun işlerde çalışabilir işçi sınıfı ve sosyal tabakaların en alt kısmında yer alacak şekilde olduğu uygulanan politikadan anlaşılmaktadır. İyi eğitim görmüş, vasıflı insanların siyasette daha aktif olduğu varsayılırsa, yabancıların da siyasal katılımının sınırlı olacağı öngörülebilir. Yüksek okula devam eden yabancı çocukların azlığı, Almanların da çokluğu, gelecekte siyaset vb alanlarda yer alacakların hangi kesimden olacağını kestirmek zor olmasa gerektir. 2. 4. Entegrasyon

Entegrasyon kavramının politika sözlüğündeki anlamı, “kendi başına buyruk ve parçalar halindeki unsurların birleşip kaynaşarak birleşik bir bütünlük oluşturma süreci” olarak tanımlanmaktadır. Ancak politika literatüründe çok sık kullanılan bu kavramın anlamı ülkelerin ekonomik, sosyal ve politik tarihlerine bağlı olarak büyük ölçüde değişmektedir. Yabancılara karşı daha az hoşgörülü olan Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika ve İsviçre gibi ülkelerde entegrasyon, asimilasyona benzer bir şekilde “çeşitli sosyal grupların birleşerek toplumsal birliğe doğru bir sistem meydana getirme süreci” olarak tanımlanmaktadır (Beck, 1977: 374). Buna karşın Anglo Sakson ülkelerde ise, entegrasyon,“bir toplumda var olan değişik etnik ve sosyal grupların, o ülkede mevcut olan tüm olanaklara eşit erişimi ve aralarında sürtüşme olmaksızın uyumlu bir yaşam

sürmesi”dir. Şu da bir gerçek ki, toplum birçok sınıf, etnisite ve cinsiyet gibi unsurlar temelinde bölünmüş ve sosyal imkânlardan eşit bir şekilde yararlanamamaktadır (Stalker’ 1994: 71’ den Toksöz, 2006: 36-37).

Almanya’da yabancıların entegrasyon sorunu işgücü göçüyle gündeme gelmektedir. 1960’ların en önemli sorunu misafir işçilere yönelik toplumsal anlamda kabul edilebilir bir entegrasyon sürecinin başlatılmasıdır. Bu sorun ile Hoffmann, Esser, Heitmeier, Akgün, Atabey ve Auernheimer gibi birçok araştırmacı ilgilenmektedir.. Yabancıların statü türleri misafir işçilikten göçmenliğe, geçicilikten kalıcılığa, hatta vatandaşlık değişimine kadar ki süreçte çeşitli entegrasyon teorileri ele alınmaktadır. (Glatzer, 2004: 13; Alexa, 1977: 25-29). Almanya’da yabancılar ne kadar entegre olsalar da yeterli görülmemektedir. Kimileri hayatın bütün alanlarına değer ve normlara (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, örgütlü-örgütsüz) katılımı bütünleşme olarak tanımlarken, bazıları da kültürel katılımı asimilasyon olarak formüle etmektedir. Bu yaklaşıma göre göçmen, göçülen ülkenin değerlerine ne kadar katılırsa asimilasyon imkânı da o kadar büyük olmaktadır. “Entegrasyon ne kadar iyi olursa, asimilasyon da o kadar başarılı olur” şeklinde düşünenler de bulunmaktadır (Hoffmann, 1970: 173). Schröder hükümetinde içişleri bakanı Otto Schly bakanlığı döneminde 2000’lerde “en iyi entegrasyon asimilasyondur” derken, çalışmasını 1973’te kaleme alan Hoffmann anlayışını adeta devam ettirmektedir.

Entegrasyon sorunu kuşaktan kuşağa farklılıklar göstermektedir. 1960’larda birinci kuşağın temel sorunu ev ve işine yoğunlaşma şeklinde tanımlanmaktadır. Birinci kuşak bütün planlarını geçici yapmaktadır. Kalmaya ve yerleşmeye kararlı değildir. İkinci kuşak Türklerin entegrasyon sorunu ise birinci kuşaktan daha karmaşık ve ağırdır. Çünkü eğitim, meslek eğitimi, daha iyi dil, okullardaki problemler ve yerleşmeye yönelerek kalıcılığa karar verme gibi konular daha usta olmayı gerektirmektedir. Bu kararlarla birlikte ikinci ve arkasından gelen üçüncü kuşağın toplumsal olay ve olguları değerlendirme biçimi de değişmektedir (Glatzer, 2004: 13).

Her ne kadar Federal Hükümet Almanya’nın bir göç ülkesi olmadığını söylese de, pratikte bu yönü ile bir göç ülkesidir. Çünkü son yüz yıl içerisinde Almanya kadar göç alan başka bir Avrupa ülkesi gösterilememektedir. Yabancıların sadece işçi değil, siyasi sığınmacı, doğu bloku ülkelerdeki Almanlar (Aussiedler), savaşlardan kaçanlar ve

illegal olarak gelenlerle sayılarının hızla artması bir takım yapısal sorunları da beraberinde getirmektedir. Almanya’da yaşayan yabancı kökenli gençlerin sosyal, özel, siyasal ve hukuki bir takım sorunları da buna eklenince entegre olmaları daha da zorlaşmaktadır. Entegrasyon politikası mevcut sorunların çözümü için Nauck gibi birçok bilim adamı tarafından yetersiz görülmektedir. Özellikle göçmen kökenli gençlerin siyasal katılımı oldukça yetersiz kabul edilmektedir. Sayıları Almanya’nın toplam nüfusunun %8,8’ini oluşturan yabancıların yaşadıkları ülkenin siyasetine entegre edilmemeleri, Almanya siyasal sistemi açısından büyük bir kayıptır (Glatzer, 2004: 14; Bericht, 1997 (Yabancılara ilişkin Federal Hükümetin raporu); Schäfers, 1998: 98 ). Siyasal katılımın esin kaynağının vatandaşlık değil, insan hakları ekseninde tartışıldığı bir çağda, yaklaşık yedi milyon yabancının Almanya gibi bir yerde bu haktan mahrum bırakılması asrımızın paradokslarındandır.

Şayet Almanlar ayrımcılık yapar, uygulamalarda dışlar, reddeder, yabancıların katılımını istemezse, o zaman göçmenler de sorunlar üreterek kendi etnik kitlelerine dönerler. Ve böylece gettolar oluşabilir. Artık gençler eskisi gibi bildik bir sosyal davranış örüntüsü ortaya koymamaktadır. İki veya üç kültürden seçim yapmak zorunda kalmamaktadır. Kendine has bir hayat tarzı da üretebilmektedir. Böylece gençlerin sosyal ve siyasal entegrasyonu daha da zorlaşmaktadır. Bu şekliyle entegrasyon toplumsal sorumluluk ve taraf anlamına gelirken; katılım kişisel yönelim, belirti, arzu ve isteği tarif etmektedir. Entegrasyon sistemle değil daha çok toplumla bağlantısı kuvvetli olan bir kavramdır. Katılım ise kişinin fikir ve davranışları ile ilintilidir. Bir toplumun yapısı çeşitli sistemlerden oluşmaktadır. Bunlar: Siyasal, ekonomik, komşuluk, örgütlenme ve demografik yapıdır. Entegrasyon ise bu yapılara ve sistemlere uyumdur (Hoffmann, 1990: 15-32; Esser, 2001: 45 ). Belirtilen bu sistemlere göçmenlerin katılımı tek taraflı talep şeklinde tartışıldığında entegrasyon politikaları da sonuç vermemektedir.

Esser, asimilasyonu kendi içinde birçok gruba ayırmaktadır. Bunlar; dil, göç alan ülkeyle değerlendirme, sosyal yönlendirme ve kimlik şeklinde sıralanmaktadır. Bu yaklaşıma göre yabancılar, asimilasyonun her türüne karşı ve kapalı olmamaları gerekmektedir. Almanya’nın meslek sistemine asimile olabileceklerini de ifade etmektedir (Esser, 1980: 25). Buna ilaveten Hoffmann da sosyal katılımı öngörmekte,

Alman toplumunun örf ve normlarının kabul edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Hoffmann, 1990: 17; Leggewie, 2000: 85). Burada problem, yabancıları Alman toplumu değerleriyle aynısı olarak görme, tanımlama ve notlandırma arzusundan kaynaklanmaktadır. Yabancının kendi kültürel varlığı bir kıymet ifade etmemektedir. Yabancı kültürün alanları bu yaklaşımla kısıtlanmakta ve sınırlandırılmaktadır.

Eğer yabancılar yaşadıkları ülkenin hiç bir şeyi ile ilgilenmiyor, geldikleri ülkeyi burada yaşıyorlarsa buna segregation25 denmektedir. Bu şekilde olanlar dil öğrenmemekte, siyasal katılım gibi bir takım kamuya ait alanlarda aktif olamamaktadır. İkinci kuşak Türklerde sık rastlanan bir olgu da, her iki kültürden de alarak ikisini birden yaşama arzusudur. Şayet kendi kültürünü tamamen terk eder, ikinci kültür ağırlıklı hayatı tercih ederse buna asimilasyon denir. Kişi ne entegre oluyor, ne de kendi kültürüne tutunuyorsa bu durumda tamamen toplum dışı bir hayat yaşıyor demektir. Bu yapıda olanlar sosyal bir grubun üyesi de olamayan marjinalleşmiş özellik taşımaktadır. Bu durumda dışlanmanın sebebi göçmen kişinin tercih ettiği davranış örüntüleridir (Nauck, 1997: 477-499). Francis’e göre de toplumda herhangi bir şikayet veya problem yoksa entegrasyon gerçekleşmiş demektir (1983: 11-24).

Buradan da anlaşılmaktadırki, entegrasyon bazen çok kültürlülük ve bazen de asimilasyon şeklinde tanımlanmak istendiği dikkati çekmektedir. Asimilasyon şeklinde ortaya çıkan durumlarda bir takım sıkıntıların yaşanması, başka kültürlere hoşgörüyle bakılması ve yabancı düşmanlığının tırmanması çok acı sonuçlar doğurabilmektedir. Bu sebeple entegrasyon; bir siyasal sistem içerisinde anayasa ve yasalara uyum sağlayarak, kültürlerin birbirlerine tahammül ederek, hoşgörü esasına dayalı birlikte yaşama şekli olarak tanımlanabilir.

25 Segregation ayırmak, uzaklaştırılmak ve bölünmek anlamlarına gelmektedir. Bir başka anlatımla kendi kültürüne kapanıp diğer kültürden habersiz yaşamaktır.