• Sonuç bulunamadı

Rusların Etno-Kültürel Kökenleri ve Çevresindeki Halklarla İlişkileri

BÖLÜM 3: RUSYA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜĞÜ

3.1 Çarlık Öncesi Rusya

3.1.1 Rusların Etno-Kültürel Kökenleri ve Çevresindeki Halklarla İlişkileri

Arkeolojik ve filolojik araştırmalar güney Rusya’da İskandinavlardan çok daha önce siyasal ve toplumsal faaliyetleri olan kavimlerin bu bölgelerde bulunduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla insan topluluklarının buzulların erimesiyle boşalan topraklara yani güneyden kuzeye doğru olan göçü Norman Teorisinin açıklayamadığı konulardandır.

Günümüzde yapılan kazı çalışmaları toplumsal yapıyla ilgili birçok veriye ulaşabilmemizi sağlamaktadır. Bir toplumun sınıflara bölünüşünün ilk etabı köle ve köle sahipleri bölüntüsüdür. Rusya Federasyonu topraklarında ilk köleci toplumlara Kafkasya’da rastlamak mümkündür. Zira Roma İmparatorluğunda kölelik sisteminin olduğu ve Roma’nın M.S. 100’den itibaren karadeniz ve kıyılarını hükmettiği bilinmektedir.

Ayrıca Slavlar arasında da köleliğin var olduğuna Bizans ve Arap kaynaklarında da rastlanmaktadır. Bizanslı Mauricius, Leo, Bonifacius ve Arap El- Ceylani, İbn-i Fadlan ve El- İstahri ölen soylu Slavların karılarıyla veya köleleriyle birlikte yakıldığını söylemektedirler (Grekov, 1959, s. 145).

M.S. 600’den itibaren Slavların köleliğe dayanan çalıştırma sistemini terk ettikleri görülmektedir (Ataöv, s. 219-220). Bunun sebebi köle sahiplerinin üretimi artırmak için kölelere baskıyı artırdıkları ve bunun neticesinde çıkan ayaklanmalardır. Bundan dolayı özgür köylülerin çalıştırılmasının köleleririn çalıştırılmasından daha verimli olacağını düşündükleri için feodal sisteme16 yönelmişlerdir. Feodal İlişkilerin esaslarını, toplumsal ve

ekonomik yapılarını Marksizm ve Leninizmin kurucuları kapsamlı bir şekilde açıklamışlardır.

Vernadsky 10. ve 11. yüzyıllar arasında Kiev Rusyasında feodalleşmenin inkâr edilmesinin mümkün olamayacağını ancak Kiev Devlet ve toplumu bir bütün olarak incelendiğinde feodal sayılamayacağını vurgulamaktadır. Vernadsky’e göre (Vernadsky, 2011, s. 50-52) aşağıdaki hususlar Kiev Devlet yönetiminin tam olarak feodaliteyle yönetilmediğinin ispatıdır;

 Prensin içinden çıktığı aile veya hanedan devletin tamamını yönetirdi.

 Yönetici konumundaki prens hanedanlığa veya aileye mensup diğer bütün prenslerle eşit durumdaydı.

 Boyar’lar17 Prensin yetkilerine sahip değildi.

Feodalleşme süreci içinde zamanla özgür komünler topraklarını kaybetmeye başlamış, köylüler ya büyük toprak sahiplerine ya da devlete bağlanarak, serfleşmeye başlamışlardır (Ataöv, s. 221-222).

Rusya’da çarlık dönemine kadar sosyal pramidi oluşturan sınıfların bazıları şu şekildeydi (Budanov, 1909, s. 130-135):

16 Feodalizm: Feodal sistemde üretim ilişkilerinin esası derebeyinin üretim araçlarına sahip olması fakat üretim

yapan işçiye bütünüyle sahip olmamasıdır. Burada sözkonusu olan işçi derebeyinin artık kölelikte olduğu gibi öldüremediği, fakat alıp satabildiği serfdir. Bkz: Enis ÖKSÜZ / FEODAL DÜZEN VE SOSYAL DEĞİŞMELER http://www.journals.istanbul.edu.tr/iusoskon/article/viewFile/1023006429/1023005953

(05.07.2017)

17 Boyar: Rusya, Boğdan ve Eflak gibi Slav ülkelerinde devletin yönetiminde bulunan yüksek zümreye verilen

 Smerdi: Bağımsız yerel/köylüler

 Zakupi: Borçlarını ödeyene kadar çalışmak zorunda olan bağımlı feodallere verilen isimdir.

 Mir ve Verv: Küçük topluluklar halinde veya klan toplumları içinde hür olarak yaşayan köylüler

 Çelyad: Toprak sahibine bağlı olarak çalışan bütün insanlar  Holop: Köylü köle

 İzgoy: Bunların hepsi dışında bırakılan Toplumdan izole edilmiş, herhangi bir zümreye girme hakkını kaybetmiş olanlar

 Proşennik: Hürriyetine kavuşan köle

Ruslar, Hint-Avrupa halklarından olan Çekler, Lehler, Sırplar ve Bulgarların da arasında bulunduğu Slav ailesinin bir parçasıdırlar. Rusça tüm Slav dillerinde olduğu gibi Litvanca, Yunan, Alman, Fars ve Türk dilleriyle etkileşimi olmuştur.

Rus devleti ilk olarak M.S. 3. yüzyıldan itibaren Baltık Denizi, Don Nerhri, Karadeniz ve Tuna Nehri arasında bugünkü adıyla Batı Avrasya olarak adlandırılan coğrafyada hayat bulmuştur. Slavların diğer halklarla ilk kültürel ve sosyal etkileşimlerinin nezaman olduğuna dair çok çeşitli iddialar ve tezler ortaya atılmış olasa da, Türkistan’dan kopup gelen göçebe imparatorluklar ve İskandinavlar başta olmak üzere, İskitler, Alanlar, Antlar, Gotlar, Hunlar, Litvanlar ve Finler, Bizans, Avarlar, Türkler, Hazarlar ve Tatarlarla neredeyse her alanda bir takım ilşkiler kurulmuştur. Dolayısıyla Rusya çokkültürlülüğün temelinin mezkûr halklar ve topluluklarla atılmış olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

İskitler: Güney Rusya bozkırının ilk sakinleri olan İskitler18 dil olarak İrani fakat yaşam tarzı

olarak Türk – Moğol kavimlerine benzemekteydiler. İskitler’in Slav asıllı oldukları görüşünü çoğunlukla Rus bilimadamları öne sürse de alakalı özellikle M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış ve döneme ait birçok bilgi veren Yunanlı tarihçiler Herodotos ve Hipokrates’in eserlerinde bu tezi doğrulayıcı nitelikte bir delil bulunamamıştır (Durmuş, 1993, s. 40-41). Bilakis

18 İskitler'in İrani bir kavim olduğunu ileri süren bilim adamları: Herrmann, Kretschmer, Junge, Von Der

Herodotos'un verdiği bilgilerde İskitler'in Türklüğüne dair açık işaretler bulunmaktadır. Zira İskitlerle Türklerin tanrı betimlemeleri benzerlikler göstermektedir (Ergin, 1991, s. 78). İskitler savaş kabiliyetleri ve binicilik konusundaki ustalakları ile bu coğrafyada M.Ö. 7. Yüzyıldan itibaren varlıkları başlamış, Çin ve Yunanistan arasında iletişim halkları olarak mevcudiyetlerini uzun yıllar burada sürdürmüşlerdir. O dönemde Karadeniz’in kuzeyinde yer alan Yunan kolonileri ile ticari faaliyetleri olmuştur.

Vernadsky Heredot’a isnaden, İskitler’in Tuna nehrinin başlangıcından Dinyeper ve Don neirlerine ve buradan da Karadenizin doğusuna kadar olan bölgeyi kontrol altında tuttuklarından bahsetmektedir. Güneyde Yunanlılarla doğuda ise Türkler, Moğollar ve Çinlilerle yapmış oldukları ticaretleri değerlendirildiğinde İskitlerin Rusyanın kuzey bölgelerinde bulunan ormanlık alanların da bir kısmını elinde tuttuğu yapılan arkeolojik kazılardan edinilen bilgilerle ispatlanmıştır. M.Ö. 4. Yüzyılın başlarında ise bir başka İrani kavim olan Sarmatlar İskitler’in Karaneniz kıyılarındaki hâkimiyetine son vermişlerdir (Vernadsky, 2011, s. 37-40).

Alanlar ve Antlar: Sarmatlara mensup bir boy olan Alanlar bozkırın en iyi süvarileri olarak bilinirlerdi. Sarışın ve uzun boylu olarak dönemin kayıtlarında tasvir edilmiş olan bu halk, yaptıkları kaliteli zırhlar ve kuyumculuktaki maharetleriyle ün salmışlardır. Esasen göçebe olan Alanlar’ın içlerinden bazı klanlar zamanla yerleşik hayata geçerek Doğu Slav kabilelerini yavaş yavaş etkilemeye başlamışlardır. Zamanla bazı Slav Prenslerin Alanca kökenli isimler aldıkları bilinmektedir. Kafkasya Alanlarına, “As” veya “Os” denilmekteydi. Os adı günümüzde Kafkasyada yaşayan Osetler tarafından yaşatılmaktadır. Alanlar kendileri dışındaki klanlarını ise Ant olarak isimlendiriyorlardı. Antlar, Alan Krallığının önderliğinde bir Slav kabilesi olarak varlıklarını M.S. 3. Yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir. Sanata ve özellikle musiki alanlarındaki kabiliyetleriyle diğer Slav halklarını etkilemişler ve günümüz Rusya kültürüne çok önemli katkılar sağlamışlardır. Hâlihazırda Ermitaj müzesinde sergilenen ve Antlara ait olduğu anlaşılan süs eşyalarına bakıldığında sanat tutkusunun ve becerisinin bu halk arasında ne denli gelişmiş olduğunu görmek mümkündür (Vernadsky, 2011, s. 40-41).

Gotlar: M.S. 1. Yüzyılda Gotların, Polonya’yı işgali ve sonrasında yaşanan 700 yıllık bir süreç içerisinde Rusya’nın güneyine kadar indikleri ve bu bölgeye hâkim olan Sarmatların egemenliğine son vermişlerdir. Bir süre sonra doğu Slav kabilelerini birbiri ardınca egemenlikleri altına almış ve kendileri için çalışan köleler haline getirmişlerdir. Günümüz Rusçasıyla Germen dil ve gramer benzerliğinin ilk temelleri bu fetihlerle başlamıştır. 4. Yüzyılın sonunda Gotlar doğudan gelen Türk menşeili Hunlar tarafından geldikleri yöne kuzey batıya doğru sürülmüşler ve bu bölgedeki hâkimiyetlerini yitirmişlerdir. Gotların devamı niteliğinde olan halkların Avusturyalılar mı yoksa İsveçliler mi olduğu üzerine 15.yüzyıldan beri tartışmalar devam etmektedir (Wolfram, 1990, s. 2).

Bu miras yüzyıllar sonrasında bile savaş ve işgallere altlık oluşturacak niteliktedir. Zira Gotların bir zamanlar, günümüz Polonya, Rusya ve Ukrayna topraklarının bir bölümüne egemen olamaları sebebiyle Polonya’nın II. Dünya Savaşında Almanlar tarafından işgali sırasında Gdingen Lima’nın adının “Gotshafen” (Gotların Limanı) şeklinde değiştirilmesi (Wolfram, 1990, s. 3) bu tarihi tezin ne kadar önemli olduğunu desteklemektedir.

Hunlar: Türk-Rus (Slav) ilişkisinin tarihi, İskitler, Sarmatlar ve Alanları bir Türk kavmi olarak değerlendirdiğimizde 2 bin yıl öncesine dayandırmak mümkündür. Ancak bu konuyla alakalı tartışmaların tarihçiler tarafından yapılması daha doğru olacaktır. Yalnız şüphe götürmeyen bir gerçek vardır ki o da Türk kavimlerinden olan Hunların 4. Yüzyılın sonlarında günümüz Rusyasının büyük bir kısmına hâkim oldukları ve bu bölgeleri bir Türk yurdu haline getirdikleridir. Sonraki yıllarda ise Hun İmparatorluğunun Batıya doğru hareketinde ilk defa Türkleri, Germenleri ve Slavları aynı amaç altında birleştirdiklerini de söylemek mümkündür. Her ne kadar Atilla – Hun İmparatorluğu kısa bir süre içerisinde Doğu Avrupa’nın tamamını egemenliği altına alsada Atilla’nın ölümüyle birlikte hızla parçalanmış ve İmparatorluk toprakları yeni mücadelelere ve siyasi oluşumlara tanıklık etmiştir.

Rusya’nın Tarihsel gelişimi ve kültürel zenginleşme süreçlerinde başta Hunlar olmak üzere diğer Türk kavimlerinin de önemli rolü olmuştur. Zira halklar arası münasebetin en bariz göstergesi olan dil mefumu incelendiğinde, Rusça’da birçok Türkçe kökenli kelime olduğu

görülmektedir. Hatta bugün Rusların dillerinde halen yaşattığı, Türklerin ise zamanla unuttuğu kadim Türkçe kelimeler bile vardır. “Uragan”, “yarlık”, “karandaş”, “kolbasa” gibi birçok Türkçe kelime Rusça’da varlığını sürdürmektedir. Günümüzde Türk topluluklarının Rus kültüründeki etkileri sosyal hayatın neredeyse tamamında hissedilmektedir. Hatta Türklerin Rus tarihi açısından da önemi büyüktür. Çünkü Ruslar, tarihlerinin her döneminde farklı isimlerle tanımladıkları Hunlar, Yazıglar, Peçenekler, Kıpçaklar, Tataro-Mongollar, Osmanlılar gibi “göçebe”, “yenilmez” bir Türk’le karşılaşmışlardır (Hüseyn, 2015).

Tarif edilen bu Türk tipolojisi, Rus halk diline ve deyişlerine de yansımıştır. Konuya dair daha detaylı bilgi çalışmamızın sonraki bölümlerinden olan Tatar-Türk kavramları ve kimliğinin açıklamaya çalışıldığı kısmında anlatılmıştır.

Hazarlar ve Musevilik: Avrupa Hunları egemenliği altında uzun süre varlıklarını sürdüren Sabirler, Batı Göktürk’lerin de yıkılmasıyla birlikte bölgede yaşayan diğer Göktürk Topluluklarını da bünyesine katarak Hazar Devleti’ni kurmuşlardır. Hazarların devlet yönetimi ve teşkilatlanmasının büyük ölçüde Türklerle aynı özellikleri taşıdığını söylemek mümkündür (Golden, 2006, s. 134). Zira Bizans, Rus ve Arap kaynakları Hazarlardan açıkça Türk olarak bahseder.

Hazarların aslında dini inancı başlarda Tek Tanrılı olan Gök Tanrı inancı iken, siyasi baskılarından çekindikleri Hıristiyan Bizans ile Müslüman Arapların arasında kalmalarından dolayı üçüncü alternatif olan siyaseten Musevilik inancını seçmişlerdir (Zuckerman, 2002, s. 482). Bu özelliğiyle Hazar Devleti, Kafkasya’da kurulan, Musevilik inancını benimsemiş ilk ve tek Türk devletidir. Bu yönüyle Hazarlar, günümüz Rusya çokkültürlülüğü içerisinde yer alan Musevilerin kökenini oluşturmaktadır.

737 yılında İslam Ordularına karşı kurulan Hazar- Slav ve Alan itifakı hezimete uğradı. Bu savaşın sonunda Hazarlar kendilerini koruma kabiliyetlerine olan inançlarını kaybettiler ve kendilerine yeni müttefikler arama yoluna gittiler. 200.000 kadar Slav ise Araplar tarafından esir edilerek Suriye’ye götürüldüler (Vernadsky, 2011, s. 47).

İskandinav Vikingleri: Geçmişte Rusların kimliği ile ilgili çok çeşitli taqrtışmalar olmuştur. Fakat bugün neredeyse kesinlik kazanmış olan teori, Rusların atalarının İskandinav Vikingleri veya Fin-Ugor, Baltık ve Slavların yaşadıkları topraklarda ticaret yollarını tutmaya çalışan savaşçı kavim olan Slavların değimiyle Vareg/Varyag oldukları neredeyse kesindir. Bu Vikingler kuzeydeki farklı krallıklardan tarım alanlarının azlığı ve olumsuz iklim koşullarından ötürü Güney Avrupaya doğru yayıldılar.

Bu savaşçı tüccarlar Slavlar ve Fin-Ugor kavimlerinin yaşadıkları topraklarda zamanla kural koyucu ve düzenin temsilcisi oldular. Bu olayı Serge Alexandrovich Zenkovsky “Medieval Russia's epics, chronicles, and tales” isimli eserinde şöyle ifade etmektedir;

“Onların (Slavlar ve Fin-Ugor kavimleri) arasında kanun yoktu ve kavimler arası anlaşmazlıklar meydana geldi ve kendi aralarında savaşmaya başladılar. Hadi gelin aramızda bizi adaletle yönetecek bir prens seçelim dediler. Aralarında uygun birisini bulamayınca Vareg Ruslarına gittiler Zengin ve bir o kadar da büyük topraklarımızda bizi adalet üzere yönetin dediler” (Zenkovsky, 1974, s. 49-50).

Yukarıdaki çağrıya olumlu cevap verdiği iddia edilen olayın aslında Rurik hanedanlığına bir övgü için yazılmış uydurma kronik19 olabileceği gibi eski dönemlerde aralarında

anlaşmazlık çıkan kavimlerin başka üst kültüre ve medeniyete sahip olan kavimlere müracaat ettikleri de bilinmektedir. Nitekim günümüz Rusyasını oluşturan halklar arasında yakın tarihte benzer vakıalar yaşanmış ve arabuluculuk veya yöneticilik için Ruslara müracaat edilmiştir.

9. yüzyılın ortalarında Rus Kağanlığı, geçimini ticaret ve savaş ganimetlerinden sağlayan ve ormanlık ve bozkır alanlarında tarımla uğraşan Fin-Ugor, Slav ve Baltık halklarından vergi toplayan elit savaşçılardan oluşan zayıf bir federasyon haline geldi. Hosking’in aktardığı Arap seyyah İbn Rusta’ya göre (Hosking, 2011, s. 56);

“Ruslar hiçbir tarımsal faaliyetlerle uğraşmazlardı. Slav, Baltık ve Finlerin ormandan getirdiklerini yemekteydiler. İçlerinden birisinin çocuğu olduğunda

19 Rus Kronikleri: Rus tarihinin en önemli ve en temel kaynaklarıdır. Rusların Bizans ile yakınlaşarak

Hıristiyanlığı kabulünden sonra rahip ve keşişler tarafından kaleme alınmış metinlerdir. Yıllıkların en eski nüshalarına ulaşılamakla birlikte 14. Yüzyıldaki redaksiyonları günümüze kadar gelmiştir. Rus Kroniklerinde özellikle Knezliklerdeki siyasi gelişmelere yer verilse de bu metinlerden idari, askeri, sosyo-kültürel gelişmelerde çıkarılabilmektedir.

çocuğu olan kişi elleri arasına bir kılıç alarak yeni doğmuş çocuğuna “Sana hiçbir zenginlik bırakmıyorum ve seninde bu kılıçla kazandığının dışında hiçbir şeyin olmayacak” derdi. Onların ne toprakları ne köyleri ne de ekili arazileri vardı. Gri sincap kürkü ve diğer kürklerin ticareti haricinde başka bir işleri yoktu”

Nitekim Uppsala Üniversitesi araştırmacılarından olan Annika Larsson’un 2017 yılında İsveç’in Birka şehrinde yapılan kazılarda ortaya çıkardığı Viking mezarlarıyla ilgili açıklamaları Arap seyyah İbn Rusta’yı doğrular niteliktedir. Rusya tarihi, çokkültürlülüğü ve dönemin ticaret yollarının anlaşılması bakımından son derece önemli ve ilgi çekici olan keşifle alakalı Larsson; Mezar incelemeleri sırasında üzerinde Allah ve Ali lafızları yazılı kumaş ve giysiler bulduklarını, Vikinglerin, İslam dininden ve ahiret inancından etkilenmiş olabileceklerini belirtmiştir. Vikingler ile İslam âlemi arasındaki kültür alışverişine dikkati çeken Larsson basına verdiği demeçte (www.tr.sputniknews.com, 2017); ''Rusya'nın Volga Nehri boyunca İskandinavya ile Orta Asya arasında bir kültür alışverişi vardı. Mezarlardan çıkan bu kumaşlar, ya ticaret yolu ile satın alınmış ya da yağma yoluyla ele geçirilmiştir. Burada ilginç olan, kültür değişiminin göze çarpması. Bazı kaynaklara göre, Müslüman Araplar, ticaret veya başka amaçlar için Batı'ya yolculuk ediyordu” Ayrıca Vikinglerin ahiret inancına sahip olduğunu gösteren birçok bulguya rastladıklarını söyleyen Larsson; ''Viking tanrısı Oden'in, Asya'dan göç edip İsveç'in Malardalen bölgesine yerleşen bir savaşçı olduğu söylenir. Vikingler ölümden sonra da hayatın devam ettiğini ve cennette sonsuz yaşamın olduğuna inanıyordu. Bu inanış, doğrudan İslam'dan etkilenmişti'' ifadelerine yer vermiştir. Bu keşiften iki yıl önce de yapılan bir kazıda Björkö Adası'nda, 9. Yüzyıla ait olduğu tespit edilen Viking mezarında Allah yazılı bir yüzük ortaya çıkarılmıştır.