• Sonuç bulunamadı

Charles Taylor: Tanınma Politikası

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.3 Çokkültürlülük Kuramları

2.3.2 Charles Taylor: Tanınma Politikası

Charles Taylor,7bir ahlak ve siyaset felsefecisi olarak ulus-devlet modelinin günümüzde

7 Charles Taylor 1931 yılında Kanada’nın Fransız bölgesi olan Quebec-Montreal kentinde doğmuştur.

Öğrenimini Kanada McGill Üniversitesi ve Oxford Üniversitesinde tamamlamıştır. Hali hazırda, Kanada McGill Üniversitesinde Felsefe ve Siyaset Bilimi Profesörü olarak çalışmaktadır. Akıl felsefesi, psikoloji ve siyaset konusunda birçok makalesi bulunan Taylor, aktif siyaset içerisinde de yer alarak “Yeni Demokratik Parti” adayı olarak 2008 yılında Kanada Federal Parlamentosu seçimlerine katılmıştır. Ayrıca 2007 yılında, Gerard Bouchard ile birlikte Kanada-Quebec’teki kültürel farklılıkların, akılcı ve adil bir çerçevede uzlaştırılabilmesi için oluşturulan “Bouchard-Taylor Komisyonu”nda görev almıştır. Taylor, 1990’lardan

etkisini kaybettiğini iddia etmektedir. Ona göre, azınlık gruplarının daha fazla hak ve özgürlük talepleri sonucunda yaşanan çatışmalara ahlaki temele dayanan çözüm önerileri sunmak gerekmektedir. Taylor’a göre; toplumda yaşanan çatışmalar, kanun ve kuralların eşit saygı esasına göre oluşturulması ve içselleştirilmesi ile çözülebilir. Taylor’ın bu anlayışı, temel insan haklarına dayalı anayasal demokratik devletteki çoğulculuk anlayışından farklıdır. Ona göre, Ulus-devletin çoğulculuk anlayışIı ulusal kültür çerçevesine hapsedilmiş, gayet sınırlı ve dar kapsamlıdır. Taylor’ın çoğulculuk anlayışı ise ulus-devletin oluşturduğu sembolik sınırları aşmaktadır. Taylor, çoğulculuk anlayışının bireylerin özeline indirgenmesine karşı çıkarak bireylerin, kültürel farklılıklarının siyasal olarak tanınması ve eşit olarak saygıdeğer kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Taylor’a göre, “Tanıma”, Tanınma”, “Tanınma talebi” ve “Kimlik” arasında çok ciddi bağlantılar vardır. Zira insanın kimliği başkalarının tanıması ve algılaması ile şekillenir. Az tanıma, yanlış tanıma ve ya tanımama gibi durumlarda ise insanlardaki kimlik oluşumu çok ciddi zararlar görebilir. Kısacası Taylor için çokkültürlülük kültürel kimliklerin “Tanınması” demektir. Taylor konuyla alakalı şu örnekleri veriyor:

“Beyaz toplum, kaç kuşaktır siyahların aşağılanmışlıklarından bahsetmektedir. Bu ise aslında siyahların daha çok aşağılık kompleksine girmelerine ve kendilerini daha değersiz hissetmelerine vesile olmaktadır. Siyahların ilk yapması gereken, zorla dayatılmış bu yıkıcı kimlikten kendilerini arındırmaktır. 1492’den beri Avrupalıların işgal ettikleri yerlerde bu aşağılık kompleksini dayattıkları görülmektedir. Bu ise

yeni Caliban figürünün8ortaya çıkmasına ve yerli halkların daha çok ezilmesine

vesile olmaktadır” (Gutmann, 2014, s. 47).

Taylor’ın özellikle bu örneklendirmelerinin arkasında yatan temel unsur “Bireysel Sahicilik İdeali”dir. Ona göre, bireysel özgürlük, kişinin kendisini özgürce ifade etmesidir. Kültürel kimliğin oluşabilmesi için öncelikli olarak özgür birey olabilmek gerekmektedir. Taylor, “Bireysel Sahicilik İdeali”ni, “şeref” ve “haysiyet” kavramlarıyla açıklamaktadır. Ona göre, toplumsal sınıflandırmaları, insanların statülerine göre belirlendiği ancien regime (Fransız devriminden önceki dönem)’de belirleyici tek unsur “şeref” kavramıydı. Bu dönemde

sonra kızışan ulusalcılık, feminizm ve çokkültürcülük tartışmalarından geri çekilerek, makalelerinde, insanların özgül kimliklerinin kamu kurumlarınca tanınması taleplerinde hangi unsurların ön plana çıktığı hakkında tarihi, felsefi ve ahlaki bir bakış açısı sunmaktadır.

Bkz.: https://www.mcgill.ca/about/history/mcgill-pioneers/taylor (15.11.2016)

8 Caliban, William Shakespeare’in “Fırtına” adlı son oyununda karakterize ettiği Sycorax'ın cadıdan olma

hilkat garibesi oğludur. Calibanlı sahnelerde özellikle insan olmanın ne demek olduğu, bireylerin birbirine karşı sorumlulukları, toplumsal yaşamın sürdürülmesi önnüdeki engeller; eğitim, bilgi, akıl ve sağduyunun insana kazandırdıkları ve kazandıramadıkları, vb. gibi evrensel soruları vurgulanıyor.

toplumda belli bir azınlık asâlet ünvanları ile “şereflendirilirken” toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimin kamu tarafından tanınma talep etmeleri yararsız ve gereksizdi. Günümüzde ise, “şeref” kavramının yerini daha evrenselci ve eşitlikçi “haysiyet” kavramı almıştır. Taylor bu durumu şöyle açıklamaktadır;

“Modern insanların kafasını kimlik ve tanınma sorunlarıyla meşgul eden iki değişikliği birbirinden ayırıp inceleyebiliriz. Birincisi şerefin temelini oluşturan toplumsal sıradüzenlerin (hiyerarşilerin) çökmesidir. Şeref, içkin olarak bir “preferences” (tercih) sorunudur. Gene terimin, birisine bir şeref ödülü, örneğin Kanada Nişanı verdiğimizde düşündüğümüz anlamıdır bu. Açıkça ortadadır ki yarın aynı ödül bütün yetişkin Kanadalılara verildiğinde değerini yitirecektir. Bu şeref kavramı yerini artık, daha evrenselci ve eşitlikçi manada kullanılan haysiyet kavramına terketmiştir…” (Gutmann, 2014, s. 48).

“Haysiyet” kavramının demokratik bir toplumda “şeref” kavramının yerini alabilecek tek kavram olduğu ve eşit tanınma talebini, demokrasi kültürüne dâhil ettiği açıktır. Demokrasi ise, azınlık gruplarının artan hak taleplerini, günümüzde “haysiyet”in vermiş olduğu haklardan dolayı kültürlerin ve cinslerin eşit konumda tanınmasına yol açmıştır.

Taylor, tanınma söylemini iki kısıma ayırmaktadır. Birincisi, kimliğin kişi için önem taşıyan yani yakın çevresindeki diğer kişilerle devamlı iletişim ve mücadele sonunda oluşan “Kişisel Düzeydeki Tanınma” talepleridir. İkincisi ise, kimliklerin ve rollerin önceden başkaları tarafından belirlenmemiş, açık ve kendi başına ilerleyen diyaloglar çerçevesinde ortaya çıkmış, dış müdahaleyi yok sayan anlayıştır. Bu anlayış ise, toplumsal ve kamusal düzeydeki “Eşit Tanınma” taleplerini gündeme getirmiştir.

Taylor’a göre kimlik; topluma dayanılarak ortaya çıkmaz, tam tersine bireyin içsel olarak oluşturacağı bir şeydir. Kişinin kimlik oluşturma süreci, monolojik olarak kendi başına oluşturabileceği bir süreç değildir. Kimliklerin tanımlanabilmesi ve insanların kendilerini karşı tarafa tanıtabilmesi ise, ancak insanın kendi ana diline sahip olup, bu dili özgürce kullanabilmesiyle sağlanabilir. Bu dil, vücut dili, mimikler ve jestleri de kapsamaktadır. Bütün bu kendini ifade etme tarzı, insanın kendi başına öğreneceği şeyler değildir, ancak, başkalarıyla etkileşim içerisinde öğrenilebilir. Dolayısıyla, insan kimliğinin oluşum

sürecinde, bireyi çevreleyen ve kendisi için önemli saydığı kişilerin ciddi bir rolünün bulunduğu açıktır (Taylor, 2005, s. 46-48).

Kimlik oluşumunun, diyalojik bir süreçte yani başkalarıyla olan ilişkilerimiz dâhilinde karşı taraf tarafından tanınma sonucu oluştuğu fikrinin yaygınlaşması, bu tür yeni eşit değerde tanınma (saygı) taleplerinin daha görünür olmasına yol açmıştır. Taylor’a göre, bu gelişmelerin gösterdiği üzere yanlış tanınma, en az eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürü kadar insana zarar verebilecek boyuta ulaşmıştır. Ona göre, ezilen halklar gerçekten özgür olmak istiyorlarsa, kendilerinin aşağılık olduğuna dair özimajlarından kurtulmaları gereklidir. Bu fikir, günümüz çokkültürlülük tartışmalarının önemli bir argümanı haline gelmiştir. Bu kapsamda, özellikle eğitim dünyasında, müfredatın, azınlık kültürünün de merkeze alınacağı şekilde değiştirilmesi önerileri ortaya atılmıştır.

Taylor’a göre; bu taleplerin asıl nedeni, azınlıkların kendi kültürlerinden haberdar etmek değil, bu azınlıkların aşağılanmışlık duygusundan kurtularak kendilerine güven duymalarınının sağlanmasıdır. Bundan dolayı ders programlarının değiştirilmesi ve genişletilmesi önerileri, dışlanmış grupların tanınma taleplerini karşılama amacıyla yapılmaktadır (Taylor, 2005, s. 73-74).

Geleneksel ders programlarını oluşturanların temel aldığı yargılar çoğu zaman dar görüşlü, duyarsız ve diğer kültürleri aşağılayıcı özellikler içermektedir. Tıpkı Rusya’da Çarlık döneminde başlayan ve sonrasında SSCB döneminde hız kazanan Ruslaştırma ve yerli dilleri yok etme politikalarıyla ilgili sonraki bölümlerde ayrıca bu konulara detaylı bir şekilde değinilecektir.

Taylor’a göre bizimkinden tamamen farklı bir kültürü, kendi yerleşik değer yargılarımızla anlayıp değerlendiremeyiz. Bu noktada, değer yargılarımızı ve diğer kültürleri değerlendirirken kullandığımız ölçütlerimizi kısmen dönüştürmemiz halinde sağlıklı bir muhakeme yürütebiliriz (Taylor, 2005, s. 75).

Taylor, egemen toplum ve kültürlerin azınlık kültürlerine eşit değerde olduklarına dair bir peşin hükümde bulunmaları gerektiğini savunmaktadır. Ona göre, Eşitlik ilkesi gereği; ırk, kültür ayrımı yapmaksızın herkes ait olduğu kültürün değer taşıdığı yönündeki peşin hükümden yararlanmalıdır. Taylor, peşin ve zorlayıcı bir eşit tanınma talebinin kabul edilemeyeceğini söyleyerek, bunu savunan cemaatçi çokkültürcüler ile arasına mesafe koymaktadır. Ona göre, cemaatçi çokkültürcülerin inatla ve ısrarla diğer kültürleri değerlendirirken mutlaka olumlu yargılara varılmasını talep etmeleri, hegemonyacı bir yaklaşımdır. (Taylor, 2005, s. 78-79). Taylor bu yönüyle, kültürlerin birbirlerinden çok farklı niteliklere ve karaktere sahip insanlara yaşam kaynağı olduğunu savunmaktadır.