• Sonuç bulunamadı

Habermas: Çokkültürlülük ve Demokratik Anayasal Yurttaşlık

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.3 Çokkültürlülük Kuramları

2.3.3 Habermas: Çokkültürlülük ve Demokratik Anayasal Yurttaşlık

Habermas9, klasik liberal anlayış ve cemaatçiliğin sınırlarını aşan bir çerçevede,

çokkültürlülüğün ortaya çıkardığı etnik sorunlara ilişkin, sosyal ve siyasal iletişime dayalı anayasa yapımı ile çözüm bulmaya çalışmaktadır. Her ne kadar Taylor’ı eleştirse de, temel hakların, bireysel özgürlük ve özerkliğin güvence altına alınmasının ancak bireylerin kültürel grup kimliklerinin de hukuksal çerçevede güvence altına alınmasıyla sağlanabileceğini savunmaktadır. Bu hususta, Taylor ve Kmylicka ile aynı safta yer almaktadır (Şan, 2005, s. 95).

Kymlicka ve Taylor’ın önerdiği türden grup farkına dayalı hakların tanınmasına muhalif olan Jürgen Habermas’a göre: “Farklı etnik ve kültürel grupların eşitlik daire içerisinde varoluşunu sağlamak için grup haklarının bu kadar bireye indirgenmesine gerek yoktur. Çünkü herhangi bir kültürel kimliğin korunması, zaten o kültüre mensub olan üyelerinin tanınması demektir” (Habermas, 2005, s. 130).

Çokkültürlü bir toplum yapısının ortaya çıkardığı sorunlara ilişkin olarak Habermas,

9 Jürgen Habermas 1929, Düsseldorf doğumlu Alman felsefe profesörü, siyaset bilimci ve sosyoloğudur.

Amerikan pragmatizmi ekolüne mensuptur. Geliştirdiği “kamusal alan” kavramı ve “iletişimsel eylemin pragmatizmi” söylemleri ile tanınır. Bkz: "26 Mart İngiltere basın özeti". BBC Türkçe. 26.03.2015. http://web.archive.org/web/20150329023703/http://www.bbc.co.uk:80/turkce/haberler/2015/03/150326_basi n_ozeti

hegemonyacı liberal yaklaşımın azınlıklar sorununu örtbas etme eğiliminde olduğunu belirtmektedir. Habermas’ın ifadesiyle, bu sorunlar, vatandaşların kimlik bilinci ile ilgili konulardır ki, demokratik bir hukuk devletinde bu konularda çoğunluğun isteği ve kararları, doğrudan azınlıklar üzerine dikta edilemez. Resmi dil ve yaygın eğitim, dini toplulukların statüsü, ceza hukuku, aile-evlilik kurumları gibi kültürel meseleler, genel olarak çoğunluk kültürünün etkisi altında kalarak zamanla baskın kültüre göre şekillenir. Zamanla baskın olan bu çoğunluk kültürü, azınlıkların çoğunluk kültürüne karşı koyacakları bir kültür savaşını başlatabilir (Habermas, 2005, s. 52-53).

Habermas, toplumda var olan ayrımcılığın, çokkültürlü toplumlarda çok daha şiddetli olarak hissedildiğini ifade eder. Demokratik bir hukuk devletinde ayrımcılığın yarattığı problemlerin, azınlığın sosyal ve siyasal sisteme dâhil edilmesiyle çözülebileceğini savunur. Yani, devlet yetkilerinin işlevsel olarak yerel yönetimlere devredilmesi, kültürel özerklik güvencelerinin verilmesi ve sağlanması, azınlığı korumaya yönelik çeşitli politikalar oluşturulması gibi çözüm yollarının aranması gerektiğini ifade eder. Habermas’a göre, çokkültürcülük aynı zamanda ortak bir kültürün varlığını da ortaya çıkarır. Tüm kültürel grupların siyasi düzen içerisinde mutabakatı sağlayabilmeleri için ortak siyasi düzene ihtiyaçları vardır. (Habermas, 2005, s. 54).

Bu yönüyle Habermas, kültürel kimliğin tanınması noktasında Amy Gutman’ın şu savına katılmaktadır:

“Genel olarak tanınmanın altında, iki türden saygı yatmaktadır. Birincisi; Etnik köken, ırk ve cinsiyeten bağımsız olarak her bireyin şahsiyetine saygı. İkincisi ise; grupların kendi kültürel değerlerine addettikleri öneme ve dünya görüşlerine olan saygı. Bu noktada tartışmalı olan husus, her iki koşulda da her bireye gösterilen eşit saygının ne kadar sağlanıp sağlanamayacağıdır” (Gutmann, 2005, s. 28).

Habermas, hukuk düzenleri ve bu düzenleri oluşturan bireysel yaşam biçimlerinin, sadece temel hakların evrenselliğinin bir yansıması olarak değerlendirilmesine karşı çıkmaktadır. Habermas’a göre, hukukun oluşturulma süreci, ancak toplumdaki bireyler ve grupların karşılıklı müzakereleri ile oluşur (Habermas, 2005, s. 126-127).

Tanınma Şavaşımı

Habermas, kültürel kimliklerin tanınmasını içeren modelini, hukuk yapımı sürecindeki vatandaşlar arası etik-politik müzakarelere dayandırmaktadır. Ona göre, etnik ve kültürel azınlılar toplumsal kimliklerinin tanınması yönünde sürekli bir savaşım içerisindedirler (Habermas, 2014, s. 133-134).

Habermas’a göre, kültür ve geleneklerin oluşturduğu kişilik yapıları, vatandaşlar arasındaki ilişki bağlamını oluşturur. Bu bağlam, vatandaşların karşılıklı etik ve siyasi müzakereleri yürüteceği sınırları belirler. Bu da gerçek, kültürel hakları tanıyan ve yeni ve arzu edilen ideal devlet yapısı oluşturma yönündeki “tanınma talebine” önemli bir temel oluşturmaktadır. Habermas’a göre; tanınma politikasının hukuksal güvencelerinin tek dayanağı, herkese kendi kültürel çevresinde bu fırsatı sağlama olanağı vermesidir. Bu fırsat ise, ancak yabancıları ve yabancı olmayanı ayırmakla değil, aksine bu iki grup arasındaki müzakarelerle artar (Habermas, 2005, s. 127-132).

Dinsel, ırksal, etnik farklılıklar, ya da tarihten gelen kültürel ayrılıklar büyüdükçe, sorun daha da artar. Zayıf azınlıklarda kendini kabul ettirme savaşımı, kullanımı çok müsait olan kökdendinci ve ayrılıkçı karakterlere bürünürse yaşanacak acılar da artar.

Eşit Haklarla Birlikte Yaşama Bilinci

Habermas, çokkültürlü toplumlarda azınlık kültürlerinin çoğunluk kültürüyle eşit bir arada varoluşunun ancak müzakereci bir anayasa ile sağlanabileceğini öngörmektedir. Bu anayasa ve buna bağlı hukukî düzen, azınlık kültürlerinin incitilmeden kendi kültürlerini yaşayabilme ve gelecek kuşaklara aktarabilme haklarını güvence altına almalıdır. Ancak, bireysel hakların merkezî durumu göz önüne alındığında, azınlık kültürü mensuplarının, kendi kültürlerini sorgulama ve ilişki kesme hakları da mutlaka güvence altına alınmalıdır. Hukuk, azınlık kültürü ve çoğunluk kültürü arasında, bireysel hakların güvence altına

alınması kaydıyla, tarafsız kalmalıdır. Habermas’a göre, kültürlerarası farklılıkları grup hakları terminolojisi ile ön plana çıkartmak yerine bu kültürlerin farklılıklarının bilincinde olarak ortak bir şekilde uzlaşabilecekleri hukukî ve etik bir düzen yani anayasa önemsenmelidir. (Habermas, 2005, s. 145).

Farklı toplumsal gruplar, kendi çıkarlarını müzakereler yoluyla uzlaştırabilecekleri bir anayasa üzerinde mutabık kaldıkları zaman, grup hakkı kavramı önemini yitirerek anlamsızlaşacaktır. Habermas’ın değerlendirmesinin özünde, ulus-devletin siyasî ve sosyal istikrarının korunması yatmaktadır. Habermas, grup-azınlık haklarının ön plana çıkarılması ve bunlara ilişkin devletin pozitif bir ayrımcılık yapmasına karşı çıkmaktadır. Farklı kültürlerin bir arada yaşamasının uzlaşmadan geçtiğini ve bu uzlaşmanın mutlaka müzakereler yoluyla anayasaya yansıyacağı varsayımından hareket etmektedir. Söz konusu varsayım, ekonomideki “serbest pazar kuramı” ve Weber’ in en yetenekli devlet adamlarının ve siyasi elitlerin partiler arası ve parti içi yarışma sonucu ortaya çıkacağı varsayımı ile örtüşmektedir.

Gerek Taylor gerekse Kymlicka’nın teorileri ve çözüm önerileri, liberal bir bakış açısı içermesine rağmen, özellikle Taylor, içinde Habermas’ın da bulunduğu bazı düşünürler tarafından liberalizmin bireysellik ilkesinin altını oyduğu iddiasıyla suçlanmışlardır. Hâlbuki Taylor, tanınma politikası çalışmasında, cemaatçiler ile hegemonyacı liberaller arasında yer alan “eşit değer önvarsayımı”na bağlı yeni bir tür liberal anlayışı ortaya koymaya çalışmıştır.

Etnokültürel problemlerin çözümü kapsamında, Taylor ve Kymlicka’dan farklı bir yaklaşıma sahip olan 1929 Almanya doğumlu Habermas, cephe gerisinde görev yaptığı 2. Dünya Savaşı sonrası, Nazi totaliteryenizminin gayri insani ve akıl dışı yüzüyle karşı karşıya gelmiştir. Bu gerçek, onun sonraki yıllarda toplumsal eşitlikten ve bireysel özgürlükten taviz vermeden, siyasette diyaloğu ve aklı vurgulayan, insanı ve insan haklarını el üstünde tutan eleştirel tavrında oldukça etkili olmuştur.