• Sonuç bulunamadı

Devriminin Anlamı ve Sosyalizmin Etkileri

BÖLÜM 3: RUSYA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜĞÜ

3.4 Ekim Devrimi (1917) ve SSCB Dönemi

3.4.1 Devriminin Anlamı ve Sosyalizmin Etkileri

Bolşeviklerin Ekim Devrimi’ni kesin zafere ulaştırmalarının anahtarı, yaşanan iç savaşı “Vatan Savaşı”na çevirebilmesinden geçiyordu. Bunu başaran Bolşevik Partisi gücünü, barışı isteyen Rus işçi ve köylü kitlelerinin taleplerine cevap verebilecek yetenekli, deneyimli, birikimli ve davasına inanmış kadrodan alıyordu.

Bolşevikler ilk olarak köylüye toprak dağıtımı, ikincisi olarak ise, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı uygulamaya koydu. Zira devrimden önceki vaatlerin eksiksiz yerine getirilmesi, Rus köylüsünün ve ezilen milliyetlerin Bolşevik iktidara güven duymasında belirleyici olacaktı. 1917-1921 döneminde bir vatan savunması ile kurulan Sovyetler Birliği, Nazizme karşı İkinci Dünya Savaşı’nda yine aynı bütünleştirici “Sovyet ulusu” argumanını kullanarak varolma mücadelesini sürdürmüştür. Rusya’da ortaya çıkan Sosyalist devlet anlayışı başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde etkilerini göstermiştir (Budak, 2018, s. 47-53).

Sovyet vatan savunmasını önemli kılan husus; Ruslar ve Türklerin büyük bir kısmı (Tatarlar, Kazaklar, Özbekler, Krgızlar, Türmenler vb), Batı’ya karşı gönüllü/gönülsüz birlikte mücadele etmiş olmalarıdır (Çelik, 2018, s. 27). Ancak II. Dünya Savaşı’nda ilk vatan savunması sonrasında istediklerine sahip olamadıkları ve Komünist-Sovyet zulmünden bıktıkları için Almanya’nın yanında Sovyetler’e karşı savaşan, Türk ve Müslüman topluluklardan müteşekkil “Turan Alayları” (Türkistan Lejyonu)’nun da olduğu bilinmektedir (Çelik, 2018, s. 152-153).

Rusya’da Ekim Devriminden başlayarak 1921 yılına kadar tam bir kargaşa ortamı yaşanmış olsa da bu dönemde içeride, devrimi tamamlama çabaları sürerken, dışarıda ise yeni Sovyetlerin diğer ülkelerce tanınmasını sağlama çabası içerisine girilmiştir. Çokuluslu bir yapıya sahip olan Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (R.S.F.S.C.)’nin 1918

yılında kabul edilen ilk Anayasası’nda, yaşanan iç kargaşanın önüne geçmek ve Rus olmayan diğer milletlerin beklentilerini karşılayabilmek için kabul edilen hükümler şu şekildeydi (PrizidentskayaBibloateka):

 Madde 9: Geçiş dönemi Anayasası’nın temel görevi; şehirlilerin ve köylülerin üzerine inşa edilen burjuvazinin ortadan kaldırılarak insan sömürüsüne son verilmesi, sınıfsal farklılıklarının ve devletin ezici otoritesinin olmayacağı sosyalizmin temelleri üzerine kurulu Tüm Rusya Sovyet iktidarı inşa etmektir.

 Madde 22: R.S.F.S.C. ırkına veya milliyetine bakmaksızın bütün vatandaşların haklarının eşitliğini güvence altına alır; vatandaşları arasında, üstünlüklerin ve ayrıcalıkların oluşturulmasının veya ulusal azınlıklara yönelik herhangi bir baskı uygulanmasının veya hakkının kısıtlanmasının, Cumhuriyetin temel yasalarına aykırı olacağını kayıt altına alır.

Çokuluslu Rusya’da Lenin döneminde yürütülen ya da vaadedilen milletler politikası için Luxemburg eserinde şu ifadelere yer vermiştir (Luxemburg, 2010, s. 271).; “Rusya içindeki yer alan çok sayıda halkı, işçi devrimi bahanesiyle sınırsız özgürlüğü sunarak devlete bağlamaktan daha emin bir yöntem olamaz”

Kuruluş döneminde Sovyetler Birliği 175’in üzerinde etnik gruptan oluşan çok farklı kültür, din ve dil unsurları barındıran bir devlet iken (Lorimer, 1946, s. 51), artan Ruslaştırma politikaları milliyetçiliği tetiklemiş ve böylelikle kopuş süreci de başlamıştır.

Tablo 6: 1926 Yılı SSCB Milletlerin Dağılımı

Milletler NÜFUS TOPLAM NÜFUSA

ORANLARI

Toplam 147.027.915 100.00

Tarihsel olarak Avrupalı Ruslar ile Bağlantılı Gruplar 127.027.915 86.89 Ruslar 77.791.124 52.91 Ukraynalılar 31.194.976 21.22 Beyaz Rusyalılar 4.738.923 3.22 Yahudiler 2.680.823 1.82

Fin: Baltık Grubu 588.834 0.40

Avrupalı Milletler 2.870.036 1.95

Fin:Volga Grubu 2.658.700 1.81

Çuvaş 1.117.419 0.76

Türkler: Volga Grubu 3.308.116 2.25

Başkurt 741.080 0.50

Çingene 61.234 0.04

Tarihsel olarak Kafkasya ile Bağlantılı Gruplar 6.975.369 4.74

Gürcü 1.821.184 1.24

Ermeni 1.567.568 1.07

Dağıstan 574.637 0.39

Diğer Kafkasyalı Gruplar 668.596 0.45

Türkler: Kafkasya Grubu 1.895.900 1.29

İran: Kafkas Grubu 447.484 0.30

Kaynak: Frank Lorimer, The Population Of The Soviet Union: History and Prospects, Leage of Nations, Cenevre, 1946, s.51 (Lorimer, 1946, s. 51)

Bolşeviklerin Rusya coğrafyasında hayata geçirmek istediği rejim Marksizmdir. Marksizm, K. Marx ve F. Engels tarafından ortaya konan düşünsel, siyasi, iktisadi ve sosyal sistemleridir. Marx ortaya koyduğu bu sistemi, 19. Yüzyıla hâkim olan ruhçu felsefeye karşı Feuerbach ile başlıyan maddeciliği geliştirerek, tekâmül ettirmiştir. Sanayinin ve endüstrinin gelişmesiyle 19. Yüzyıl Avrupa'sında, işçilerin durumlarından edindiği çıkarımlar, Marx'ın sisteminin temel dayanak noktaları olmuştur.

Ortaya koyduğu sistemi mesai ve fikir arkadaşı olan Hegel'in yorumlarıyla birleştiren Marx, sosyalizmin, kurucusu olmuştur. Sosyalizmin temelleri Marx'dan önce sadece temel hıristiyan hukuku ve sosyal ahlak üzerine kuruluyken Marx'dan itibaren ihtilâlci proletaryanın siyasi doktrini haline gelmiştir (Gürkan, 1964, s. 163).

Doktrinin temel eleştirisi ise Marx’ın 1844’de kaleme aldığı “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Giriş”adlı eserinde M.Türdeş’in aktardığına göre şöyle anlatılmaktadır:

“Dini insan yapar, insanı din yapmaz. Dine karşı mücadele, dolaylı olarak öteki dünyaya karşı savaştır, din ise bu öteki dünyanın ruhsal kokusudur. Dinsel sıkıntı aynı zamanda gerçek sıkıntının anlatımı ve gerçek sıkıntıya karşı başkaldırıdır. Din ezilen yaratığın iç çekişidir, nasıl ruhsuz bir durumun ruhu ise aynı zamanda taş yürekli bir dünyanın da yüreğidir, halkın afyonudur. Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, onların gerçek mutluluğu için gereklidir. Dinin durumu hakkındaki hayallerden vazgeçme isteği, hayalleri gerektiren bir durumdan vazgeçme istemidir. Dolayısıyla dinin eleştirilmesi, en parlak süslemesi din olan büyük acılar dünyasının tasarı halindeki (olgunlaşmamış) eleştirisidir. Dinin eleştirilmesi insanı aldatmacalardan kurtararak onun aldatılmaktan kurtulmuş ve akla ulaşmış bir insan gibi düşünmesini, davranmasını ve kendi gerçeğini biçimlendirmesini sağlar; böylelikle o kendi çevresinde ve dolayısıyla kendi hakiki güneşinin çevresinde dönecektir. Din yalnızca, insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı güneştir” (Türdeş, 2004, s. 190-191).

Burada en önemli husus; “Din afyondur” sözünün Rusya’da tatbik edilmesi amacıyla 1921’de Moskova’da “Tanrısızlar Cemiyeti” kurulmuştur. Sivil Toplum Kuruluşu gibi gözüken bu kuruluş aslında bir devlet teşkilatlanması idi. Başlıca yayın organları arasında; 1921–1941 “Bezbojnik” (Tanrısız), 1923–1930 “Ateist”, 1926–1941 “Antireligiozniy” (Din karşıtı), 1931 “Voinstvuyushiy Ateizm” (Savaşan ateizm) vb. gibi dergiler ve yayınlar bulunmaktaydı. Bu dergilerin; İslam'ın ortaya çıkmasındaki esas nedenin, Mekke ve Medine ticaret burjuvazisi olduğu, gerçekte İslamın Hicaz fakir köylülerinin ideolojisi olduğu,

İslamın Yahudiliğin bir yan kolu olduğu, ekonomik gelişmeye engel olduğu ve hatta insanları hayvanlaştırdığını vb. savunan temel eleştirileri bulunmaktaydı (Coşkun, 2002, s. 200). Bu yayınlar marifetiyle Marksist ideolojiye göre dini ortadan kaldırarak, toplumdaki sınıf farklılıkları ortadan kaldırmak amaçlanıyordu. Sovyetler Birliği’nde uzun yıllar materyalist fikirlere dayanan bir toplum düzeni kurma çalışmaları diğer topluluklarda olduğu gibi Müslümanlar üzerinde de siyaseti belirleyen unsur oldu. Uzun yıllar Müslümanların hayatından İslam çıkarılmak istendi.

Sovyetler’in yapmak istediği aslında insanları, eş, dost, hısım, akraba bağlarından koparıp, mutlak güç olan ve tek itaat edilmesi gereken yere yani sosyalist devlete bağlamaktı. Bu yönüyle proje gayet başarılı olduğu söylenebilir. Bununla asıl hedeflenen; bireylerin “ben” değil, “biz” merkezli düşünmesini ve buna göre hayatını şekillendirmesidir. Bunun yanında bireyin kültür biçimlenişi ve gelişiminde çok önemli tol oynayan aile yapısını bozarak devete bağlamak isteniyordu (Musahan, 2015, s. 229-235).

Zamanla Sovyet insanının zihninde tanrının yerine devlet, azizlerin yerine devlet üstün madalyalı bürokratlar ve sporcular, ebeveynleri yerine öğretmenleri kodlanmıştır. Aile, örf- adet, gelenek- görenek ve ahlaki değerler gibi kavramların ise ulaşılması gereken yere yani Tanrı-Devlet’e varış yolunda hiçbir değerleri yoktur. Bilakis bu kavramlar yavaşlatıcı unsurlar sayılmaktadır.

Aslında Sovyet Birliği’nde komünizminin kaynağı olan Marksizmin temel ahlaki değer ve ilkelerden bariz bir farkı yoktu. Örneğin; dürüst olmak, alın teri ile rızkını kazanmak, yolsuzluğa ve rüşvete yaklaşmamak, yapanları da uyarmak veya ihbar etmek, yalın bir hayat sürmek, yasalara ve kurallara uymak vs. gibi. Nitekim 1924 anayasanın bir üst versiyonu olan 1936 tarihinde kabul edilen Anayasada, İncil’den alıntılama iki pasaj yer alır (Lunacharskiy, 1985, s. 288-290);

 “Çalışmayan (hak etmeyen) yemek de yiyemez.” (2. Selanikliler 3:10)

 “Herkesten yeteneğine (gücüne) göre, herkese (halettiğine) çalışmasına göre.” (Elçilerin İşleri 4:35)

Kendisi de bir zamanlar teoloji eğitimi almış olan İncil talebesi Josef Stalin, sonradan sosyalizmin sloganına dönüşecek olan bu iki pasajı harmanlayarak komünizm koşullarına daha uygun olan “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” sloganına dönüştürür (Lunacharskiy, 1985, s. 290-292). Zamanla Sovyetlerde insanın özünde bulunan sosyal, kültürel ve yapısal farklılıklar tamamen kaldırılmış ve artık insanlar biyolojik varlıklar olarak eşitlenmiştir. St. Simon’un “Sosyalizmin yegâne ve devamlı gayesi insanın ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bir zamanlar sadece asillerin sahip olduğu sarayları halka indirmek gereklidir” sözü, yıllar sonra sosyalizmin toplum üzerinde bıraktığı yıkıcı ve kalıcı etkileri şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Aslında 1936 Sovyet Anayasası, halkların eşitliğine büyük önem vermiştir. Hatta Stalin, anayasanın kabulünden önce şu ifadeleri kullanmıştır; "Sovyet anayasası ile; tüm halkların geçmişteki ve şimdiki durumlarına bakılmaksızın toplumun, iktisadi, sosyal, kültürel alanlarında ve de devletle olan ilişkilerinde eşit haklara sahip olması hedeflenmiştir." 1936 Anayasası'nın yine 122,123 ve 124. maddelerinde ise Sovyet toplumuna dair şu ifadeler yer almıştır:

 Madde 122: Kadınlar yaşamın her alanlarında erkeklerle eşit haklara sahiptirler. Bu hakların tamamı devlet güvencesi altındadır.

 Madde 123: Yurttaşlar, ırkı ve ulusu ve aidiyetleri ile ilgili iltimas konusu edilemez.  Madde 124: Yurttaşların din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alınmıştır. Kilise

devletten ve okuldan ayrılmıştır. İbadet ve dinsizlik propagandası yapma özgürlüğü bütün yurttaşlara tanınmış bir haktır (Gürkan, 1964, s. 187-190).

M.S. Özel makalesinde Stalin’in, ulusu ve ulus olma kavramlarının özelliklerini şu şekilde ifade ettiğini aktarmaktadır;

“ Rus Marksistleri çoktandır kendi ulus teorisine sahiptirler. Bu teoriye göre ulus, dört temel özelliğin birliği temelinde tarihsel olarak oluşmuş istikrarlı bir insan topluluğudur, bu dört temel özellik: dil birliği, toprak birliği, ekonomik yaşantı birliği ve ulusal kültürün özgül özelliklerinin birliğinde kendini açıkça gösteren ruhsal şekillenme birliğidir” (Özel, 2014, s. 109).

döneminde tamamen yok edilmiş ve böylece “homo-sovyetecus” kavramının temelleri atılmıştır. Sosyolojik açıdan bakıldığında, Rusların tarım toplumundan endüstriyel topluma geçişleri ve marksist felsefenin hâkim ideolojiye dönüşmesiyle ile birlikte “İnsan” dan Homo-sovyetecus’a doğru bir evrilme söz konusudur. Sovyet yönetimine göre Homo- sovyetecus’un yaşaması için gerekli olan herşey somut, ölçülebilir ve sayısal değerlerle ifade edilebilir olmalıdır (Stites, 1991, s. 72). Yani kişi başına düşen konut alanı 5.6 m2 ile 3 m2 arası, kapalı alanda hava hacmi kişi başı 20 m3, kişinin yıllık giyecek, yiyecek ihtiyacı vs. gibi. Dolayısıyla Sovyet eğitim sistemi de buna göre şekillenerek daha çok teknik alanda eğitime ağırlık verildi (Stepanov, 1924, s. 64-65).

Hükümet danışmanı toplumbilimciler olduğu halde Rusya'da sosyologlara ve genel anlamda Sosyoloji'ye itibar edilmiyor gelişmesine de izin verilmiyordu. Bu sebeple zamanla sosyoloji "yasaklı" bilimlerden biri haline gelmiştir. Ta ki perestroykanın hürriyet ve şeffaflık söylemine kadar. 1989 yılında M.V. Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi'nde açılan Sosyoloji Fakültesi ile birlikte sosyolojik araştırmalar hız kazanmıştır. (Hacıoğlu, 2011, s. 115-117). Toplumu inceleme olanağıyla birlikte Sovyetlerin Rusya toplumu üzerinde etkisi gün yüzüne çıkmaya devam etmektedir.