• Sonuç bulunamadı

Rusya'da Çokkültürlülük ve Tatar Kimliği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rusya'da Çokkültürlülük ve Tatar Kimliği"

Copied!
246
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

“RUSYA’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK VE TATAR KİMLİĞİ”

HACI MURAT TERZİ

Ankara, 2019 DOKTORA TEZİ

(2)

“RUSYA’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK VE TATAR KİMLİĞİ”

HACI MURAT TERZİ

TARAFINDAN

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜNE

SUNULAN TEZ

SOSYOLOJİ ANA BİLİM DALI DOKTORA TEZİ

(3)
(4)
(5)

ÖZET

“RUSYA’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK VE TATAR KİMLİĞİ" Hacı Murat TERZİ

Doktora, Sosyoloji Bölümü Danışman: Abdürreşit Celil KARLUK

Haziran 2019, 233 sayfa

Kültürel farklılıkların, tarihin başlangıcından beri var olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Kültürel farklılıklara ait yaşanan en temel mesele farklılıkların yok sayılması veya asimile edilmeye çalışılmasıdır. Bir diğer önemli sorun ise toplumun masabaşı düzenlemeleriyle yeniden tektip edilmesidir. Bu genelde, hazırlanan kimlik elbisesine sığamayan uzuvlar için ehven-i şer olarak “Rüküş Yamalar” ın hazırlanması veya daha kötüsü uzuvların elbiseye uydurulması; törpülenmesi veya kesilmesi şeklinde görülür.

Rusya Federasyonu’nda farklı kökenlere ait toplulukların kimlik oluşturma çabaları Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte yeniden gündeme gelse de bu çalışmaların doğuş zamanlarını Çarlık öncesi Rusya’ya kadar götürmek mümkündür. Sovyet döneminde tüm kimlik ve kültürleri eşitlemek için oluşturulan Sovyet İnsanı (Homosoveticus) kimliği ile Sovyet halklarının özgürce yaşamı ve kendi kimliklerini ifade edebilme olanakları ellerinden alınmıştır. Bu konuyla alakalı bölge halklarının kimliğe duyduğu yoksunluk, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte kendini göstermiş ve bölge halklarını gerek kendi aralarında gerekse Rus / Slav halklarıyla farklı düzeylerde çatışma ortamına itmiştir.

Rusya’da Çokkültürlülük ve Tatar Kimliği isimli çalışmanın amacı, Rusyanın çokkültürlülüğünü sorgulamak ve Slav kültüründen sonra Rusya çokkültürlülüğünü en belirgin şekilde etkileyen ve zaman içerisinde kendisi de etkilenen Tatar kimliğini incelemektir.

Bir nevi Rusya’da çokça kullanılan “Rus’u kazısanız altından Tatar çıkar” deyişinin toplumsal gerçekliği ve Rusya’nın çokkültürlülüğüne etkileri nicel veri toplama ve tarama yöntemleri kullanılarak incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Rusya, Çokkültürlülük, Tatar, Kimlik, Aidiyet, Kimlik İnşası, Asimilasyon

(6)

ABSTRACT

MULTICULTURALSIM IN RUSSIA AND TATAR IDENTITY Hacı Murat TERZİ

PhD, Department of Sociology Supervisor: Abdürreşit Celil KARLUK

June 2019, 233 pages

It is a widely-accepted fact that cultural differences between societies have existed since the beginning of the history. The main problem with these cultural differences is the urge to assimilate or ignore them. A secondary problem is the artificial construction of the identity within the society. This is regarded as the threadbare tailoring to a garment: either hems are hastily elongated to fit society's ever-growing limbs or the body is forced to comply with the ill-fitting design.

Although the efforts to create identity in the Russian Federation came to the forefront at the collapse of the Soviet Union, its origins are before Tsarist Russia. With the identity of The Soviet Man (Homosoveticus), which was created during the Soviet period, the free life of the Soviet peoples and their will to express their identity was taken away from them. Hunger to the identity of the peoples of the region has shown itself through the collapse of the Soviet Union and pushed the peoples of the region to conflict with both Russian and Slavic peoples.

The aim of this study is to examine the multiculturalism of Russia and to explain how the Tatar Turk identity influenced it and vice versa while contributing slightly less than Slavic culture. As the famous Russian idiom goes “If you dig into Russian [identity] you will find Tatar beneath”. This expression will be examined by applying to quantitative data collection and screening methods along with its effects on Russian multiculturalism.

(7)

АННОТАЦИЯ МУЛЬТИКУЛЬТУРАЛИЗМ В РОССИИ И ИДЕНТИЧНОСТЬ ТАТАР Хаджи Мурат ТЕРЗИ Докторант, Кафедра Социологии Научный руководитель: Абдуррешит Селил КАРЛУК Июнь 2019, 233 страниц Общепризнанным фактом является то, что культурные различия между обществами существуют с самого начала истории. И основная проблема, связанная с этими культурными различиями, заключается в стремлении ассимилировать или игнорировать их. Еще одной немаловажной проблемой является вопрос искусственного построения однотипного общества. Как правило, это выглядит как нашивка «нелепых заплат» на одежду, которая пошита не по размеру, либо еще хуже - когда тело подогнано к одежде путем подпиливания или среза его частей. Хотя вопрос по построению идентичности в Российской Федерации стал актуальным после распада Советского Союза, исследования в этом направлении велись еще в царской России. В советский период был создан Советский Человек, чтобы уравнять все идентичности и культуры, так называемый хомо советикус, у которого не было права на свободную жизнь и проявление своей идентичности. Жажда свободного выражения идентичности советских народов после распада Советского Союза подтолкнул народы региона к конфликту, как с русскими, так и с другими славянскими народами. Целью этой работы является исследование мультикультурализма в России и влияние на него татаро-турецкой идентичности, а также изучение последствий воздействия славянской культуры на татарскую идентичность. Можно сказать, что в работе исследуется правдоподобность знаменитого русского высказывания:"Поскребите любого русского, и вы найдете татарина", и ее воздействие на российский мультикультурализм используя методов сбора и скрининга количественных данных. Ключевые слова: Россия, мультикультурализм, татары (татарин), идентичность, построение идентичности, ассимиляция

(8)

İTHAF

(9)

TEŞEKKÜR

Bu çalışmanın yürütülmesi sırasında desteğini esirgemeyen kıymetli danışman hocam Prof. Dr. Abdurreşit Celil KARLUK’a, yoğun çalışmalarım sırasında yüksek sabrından dolayı kıymetli eşim Elif’e, çalışmama fırsat verdikleri için sevgili oğullarım Yağız, Asaf ve Yiğit’e ayrıca çalışma sırasında üzerimde emeği geçen herkese teşekkür ederim.

(10)

İÇİNDEKİLER

ONAY SAYFASI ... iii

İNTİHAL SAYFASI ... iv

ÖZET ... v

İTHAF ... viii

TEŞEKKÜR ... ix

İÇİNDEKİLER ... x

TABLO LİSTESİ ... xii

ŞEKİLLER / GRAFİKLER / RESİMLER ... xiii

GİRİŞ ... 1

BÖLÜM 1. METODOLOJİ ... 7

1.1 Araştırmanın Amacı, Soruları ve Önemi ... 7

1.2 Araştırmanın Yöntemi ... 8

1.3 Araştırmanın Evreni ve Örneklemi ... 9

1.4 Veri Toplama Süreci ... 10

1.5 Verilerin Sınırlandırılması ve Örneklem Büyüklüğü Seçimi ... 14

1.7 Nicel Verilerin Analizi ... 16

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE ... 18

2.1 Kavramsal Çerçeve ... 18

2.1.1 Kültür ... 18

2.1.2 Çokkültürlülük ... 19

2.2 Rusya’nın Değişen Kimlikleri ... 21

2.2.1 Rus Kimliği ... 22

2.2.2 Homosoveticus (Sovyet İnsanı) Kimliği ... 24

2.2.3 Rusyalı (Rossiyan) Kimliği ... 26

2.3 Çokkültürlülük Kuramları ... 29

2.3.1 Will Kymlicka: Çokkültürlü Yurttaşlık ve Azınlık Haklarının Liberal Teorisi ... 31

2.3.2 Charles Taylor: Tanınma Politikası ... 36

2.3.3 Habermas: Çokkültürlülük ve Demokratik Anayasal Yurttaşlık ... 40

2.3.4 Dominique Schnapper: Çokkültürlülük Üzerine Eleştirel Sorular ... 44

2.4 Çokkültürlülük Uygulamaları ... 45

2.4.1 Tarihte Çokkültürlülük Uygulamaları ... 45

2.4.2 Günümüz Çokkültürlülük Uygulamaları ... 52

2.4.3 Kimlik, Çokkültürlülük ve Ulus/Millet Kimliği ... 57

2.4.4 Çokkültürlülüğün Rusya’da Bir Politika Olarak Uygulanışı ... 60

(11)

3.1 Çarlık Öncesi Rusya... 69

3.1.1 Rusların Etno-Kültürel Kökenleri ve Çevresindeki Halklarla İlişkileri ... 69

3.1.2 Rusların Devlet Olarak Ortaya Çıkışı ... 76

3.1.3 Rusların Yabancılarla Olan Münasebetleri ... 79

3.1.4 Bizans ve Hıristiyanlık ... 81

3.1.5 Ruslar, Moğollar ve Müslüman Türkler ... 85

3.2 Çarlık Dönemi Rusya (1547-1721) ... 100

3.3 İmparatorluk Dönemi Rusya (1721 -1917) ... 105

3.4 Ekim Devrimi (1917) ve SSCB Dönemi ... 116

3.4.1 Devriminin Anlamı ve Sosyalizmin Etkileri ... 120

3.5 Büyük Değişim Yılları ve Göç Patlaması ... 126

3.6 Artan Milliyetçilik ve Ruslaştırma politikaları ... 129

3.7 Zorunlu Göçler, Sürgünler ve Uyum Süreci ... 133

3.8 Sovyetlerin Dağılması ve Bağımsızlık Süreçleri ... 137

3.9 Rusya Federasyonu Dönemi ... 139

BÖLÜM 4: ARAŞTIRMA BULGULARI ... 145

4.1 Katılımcıların Sosyo-Demografik Özellikleri ... 145

4.2 Rusya’da Çokkültürlülük ... 157 4.3 Tatar Kimliği ... 177 4.4 Tartışma ... 193 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 202 KAYNAKÇA ... 209 EKLER ... 220

EK-1 Rusya'da Çokkültürlülük ve Tatar Kimliği Anket Araştırması Soru ve Bulguları (Türkçe) ... 220

EK- 2: Rusya’da Çokkültürlülük Ve Tatar Kimliği Anket Araştırması Soruları (Rusça) ... 226

(12)

TABLO LİSTESİ

1- Tablo: Anket İçin Kullanılan 5'li Likert Ölçeği ... 14

2- Tablo: Farklı Evren Büyüklüklerine Göre Alınması Gereken Örneklem Büyüklükleri Hesaplamaları ... 15

3- Tablo: Kazan Şehrinin 1552 yılında Ruslar tarafından işgalinden sonra Tatar Türkleri’nin Ruslara karşı isyan ve ayaklanmaları ... 103

4- Tablo: II. Katerina Döneminde Kadı Üyelerinin Dışındaki Memurlar ve Aldıkları Maaşlar ... 110

5- Tablo: Mahkeme-İ Şerıiye'ye Bağlı Müslümanlann Yaşadığı Vilayetlerin Nüfus Ve Mahalle Sayıları ... 111

6- Tablo: 1926 Yılı SSCB’nin Milletlere Göre Dağılımı ... 122

7- Tablo: Sürgün Edilenlerin Milliyet ve Sayıları ... 134

8- Tablo: Sürgün Edilen Milletlerin Sürgün Yerleri ve Sayıları ... 134

(13)

ŞEKİLLER / GRAFİKLER / RESİMLER

1- Şekil: Araştırma ve Anket Çalışması İçin Kullanılan www.po-russki.org web sayfası

Ekran Görüntüsü ... 12

2- Şekil: SSCB Döneminde Yürütülen "Rus İnsanı" Propaganda Faaliyetleri ... 25

3- Şekil: Aleksandır Nevski Batu Han’ın Huzurunda ... 94

4- Şekil: Aleksandır Nevski ve Batu Han’ın oğlu Sartak ... 94

5- Şekil: Koşey (Türk tasviri) Film Afişi ... 99

(14)

GİRİŞ

Dünya tarihi boyunca toplumlar, birlikte yaşamanın yollarını aramışlardır. Etnik kimliklerin çeşitliliği ve beraberinde getirdiği çatışmalarının en yoğun olduğu dönemlerde bile birlikte yaşam arayışı devam etmiştir. Bunun için çok çeşitli fikirler ve ideolojiler ortaya atılmıştır. Bu fikirler ve ideolojiler ekseninde toplumlar, kimi zaman kaynaştırılarak imparatorluklara kimi zaman ayrıştırılarak ulus devletlere dönüştürülmüşlerdir. Çoğu zaman suni olarak çizilen politik sınırlar ile oluşturulan kültür ve toplumlar temelinde ortaya çıkarılan ulus devletler, günümüzde ise sorgulanır hale gelmişlerdir.

Ulus devlet, geçerliliğini bir ulusun belirli bir coğrafi alan üzerindeki egemenliğinden alan devlet şeklidir. Bu haliyle ulus devlet çoğu zaman, “küresel sorunları çözemeyecek kadar küçük, yerel sorunları çözemeyecek kadar büyük ve hantal” olmakla eleştirilir. Ulus devlet modeline göre; devleti oluşturan tüm vatandaşların ortak değer ve kültürü paylaşması esastır. Buna göre, devlet politik olduğu kadar aynı zamanda da jeopolitik bir varlıktır. Ulus ise hem kültürel hem de etnik bir varlıktır. Ulus devlet kavramı ise, aynı kültürel kodlara sahip toplulukların belirli coğrafi sınırlar içerisinde yönetilmesidir. Ulus devlet modellerini üç başlık altında toplamak mümkündür. Birincisi; Avrupa modeli ulus devletler, ikincisi; Amerika kıtasında ortaya çıkan ulus devlet modeli ve üçüncüsü ise; imparatorluk sonrası kurulan devlet modelleridir. (Erözden, 1997, s. 9-10). Ulusun sınırları çizilirken kimlerin bu ulusa dâhil olacağını belirleyen kıstaslar, aslında bir bakıma bu gruplar arasındaki var olan farklılıkları ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ulus devletler, sonradan yarattıkları ortak kültürlerini koruyabilmek adına, güçlü devletlerin dünyayı şekillendirmekte kullandıkları bir araç olarak gördükleri çokkültürlülük modeline karşı çıkar.

Çokkültürlülük kavramı 1970’lerden itibaren sosyal bilimciler arasında sıkça tartışılan bir konu olmuştur. Çokkültürlülükle alakalı genel olarak iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci grup çokkültürlülüğü; değişik yaşam tarzlarının ortaya çıkardığı kültürel farkların politik zeminde tanınması ve aynı ölçüde muteber kabul edilmesi temeline dayandırmaktadır. Kültürlerin herbirinin insanlığa söyleyecekleri birşeyleri olduğunu ve dolayısıyla herbir

(15)

kültüre ayrı ayrı demokratik haklar verilmesi fikrini savunurlar. İkinci grup ise; herbir kültürün ayrı ayrı korunması ve demokratik haklar verilmesi yerine “Anayasal Yurtseverlik” paydasında halkların eşitliği ekseninde toplanması ve değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Aksi halde farklılıklarından ötürü toplumlara uygulanacak ayrımcılıkların ulus devletin bütünlüğünü tehlikeye atacağı görüşündedirler.

Genelleyecek olursak çokkültürlülük kavramı;

1- Değişik kültürlerden müteşekkil ve sonradan biraraya getirilmiş/gelmiş topluluklardan oluşan/oluşturulan devletleri

2- İşgal yoluyla alınan topraklarda farklı kültürleri yaşatma çabası olan ülkeleri,

3- Sanayileşme sonrası gelişen ekonomileri ve 2. Dünya Savaşı sonrası yeniden imar çalışmaları için ülkeye insan gücü transferi yoluyla sürekli göç alan ülkeleri ilgilendirmektedir.

Doğu’dan ve Batı’dan farklı bir örnek olarak Çarlık ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) mirası üzerine kurulan Rusya Federasyonu ise, içerisinde yaşayan toplumunun gerek sonradan biraraya getirilmiş topluluklardan oluşması, gerek işgal ve göç yoluyla kazanılmış çok farklı kültürlerin birarada yaşamak zorunda bırakılması gerekçesiyle bu genellemenin dışında kalmaktadır. Bundan dolayı, Rusya örneğinin gerek Çarlık Rusya’nın gerekse Sovyetler Birliği’nin devamı olması sebebiyle, yukarıda sayılan üç kategoriden farklı olarak incelenmesinin daha doğru olacağı düşünülmektedir.

Günümüz Rusyası, yakın komşularından en çok göç alan ve en çeşitli insan grubunu barındıran dünyadaki nadir ülkelerdendir. Bu yönüyle Rusya, çokkültürlülük teorisi içinde incelenmeyi hak eden bir örnektir. Rusya Federasyonu içinde yaşayan Tatar Türkleri ise, Rusya çokkültürlülüğü içerisindeki nüfusu ve kültürel nüfuzu değerlendirildiğinde, bilimsel açıdan önemli bir araştırma alanı olarak görülebilir.

Zira bir kısım Avrasyacı Rus düşünürler 13. – 15. yy. Tatar hâkimiyetinin çok olumlu yönlerinden bahsederek günümüz Rusya’nın devletleşmesinin ancak Tatar kültürü etkisiyle mümkün olduğunu ifade etmişlerdir. Özellikle Pyotr Savitski bu konudaki iddialarını şöyle dile getirir: “Tatar hâkimiyeti olmasaydı Rusya diye bir devlet de olmazdı…bu yönüyle Rusya, Hanların mirası üzeredir. Cengiz’in ve Timur’un fikirlerinin takipçisidir… Bozkır

(16)

halklarını birbirine bağlayan, köklü bir geleneğin taşıyıcısıdır” (Savitski, 1997, s. 29). Tatar Türk toplumunun Rusya toplumu içindeki yeri, Tatar kimliği ve kökenleriyle ilgili tezlerin ana damarını “Ceditçi”1 ve “Kadimci”2 ekolün çalışmaları oluşturmaktadır. Bu

çalışmalar, Tatar Türkleri’nin tarih şuuru ve dil ekseninde millet ve milliyet kavramlarının tartışılması/araştırılması şeklinde olup, Türkiye’de henüz Tatar Türk kimliği ve aidiyeti ile ilgili özellikle dışarıdan tarafsız bir gözle sosyolojik açıdan ciddi bilimsel çalışmalar yapılmamıştır.

Çalışmamızın ana hipotezi olan “Tatarların çok milliyetli bir devlet olan Rusya’daki yeri” konusuna değinecek olursak; Tatarların başta Tataristan olmak üzere halen yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerdeki mevcudiyetleri 4. yüzyılın ikinci yarısından sonraki tarihlerde, Hunların İdil (Volga) boylarına yerleşmeleriyle başlar. Hun egemenliğinden sonra bu bölgede birbiri ardına Köktürkler, Hazarlar, Bulgarlar ve Kıpçaklar gibi Türk boylarının, bunları müteakiben de Altın Orda gibi şeklen Moğol, fakat esasta Türk olan bir imparatorluğun hâkimiyetlerinin yerleştiği görülmektedir (Kurat, 1972, s. 13).

Altın Orda Devleti, Rus Knezliklerini (Beyliklerini) vergiye bağlamıştı. Knezliklerin iç işlerine ve kilise yönetimlerine müdahale etmiyordu. Zamanla Altın Orda Devleti çıkan taht kavhgalarıyla güç kaybederken, Knezlikler, Moskova Knezliği etrafında toparlanmaya ve güç kazanmaya başlamıştı. Avrupadan modern silahlar edinen Moskova Knezliği, giriştiği silahlı mücadeleler sonucu Altın Orda Devletinin parçalanmasına neden oldu.

Rusya’da iki yüzyıl süren Altın Orda hâkimiyetinin çözülme devrinde Kırım, Kazan, Kasım, Astrahan ve Sibir hanlıkları kuruldu. Bu Hanlıkların en mühimleri şüphesiz Kırım ve Kazan

1 Ceditçilik: Rusya’daki İlk Türk aydınlanma hareketidir. Dil ve din eğitim-öğretiminin modernleşmesini

savunan bir uyanış hareketidir. Bkz, İbrahim Maraş, “İdil Ural Bölgesi Müslümanları ve Ceditçilik Düşüncesi”, S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları No:20, Isparta, 2007, s.569-580; Nadir Devlet, “İsmail Bey Gaspıralı”, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1990,s. 9.

2 Kadimcilik: Ceditçiliğin karşısında saf alan, Rusya ve Ruslara karşı daha radikal tutum sergileyen ve eğitim

hayatının eski usullere göre değişmeden devam etmesini savunuyordu. Bkz, B. Tümen Somuncuoğlu “Çarlık

(17)

hanlıklarıydı (Devlet, 2012, s. 190).

Moskova’ya coğrafi yakınlığı ve önemli ulaşım yollarına sahip olması sebebiyle Ruslarla en çetin mücadeyi Kazan Hanlığı verdi. Rusların 1552 yılında Kazanı ele geçirmesi ile birlikte bölgenin esas yerli unsurlarından başta Tatar Türkleri olmak üzere diğer Türk ve gayri Türk Müslümanlar, hatta Hristiyan Çuvaşlar için esaret yılları başlamış oldu.

18. yüzyılda, Rus İmparator I.Petro ile başlayan Batılılaşma hareketleri ve sonrasında oluşturulmak istenen Avrupalı bir Rus Devleti için engel görünen Doğulu Müslüman Türk unsurların tasfiyesi veya asimile edilmesi yoluna gidilmesi görüşü ağır basmıştır (Becker, 1991, s. 49). Becker’in aktardığına göre bu politikayı destekleyen Slavofil3 düşünürlerden V. Solovyevkonuya dair şu ifadeleri kullanmıştır: “Rusya, tarihsel ve coğrafi kaderini Asya Göçebeliğinin Avrupa’dan kovulmasında ve Avrasya coğrafyasının yerleşik batı uygarlığı için fethedilmesinde görmüştür” (Becker, 1991, s. 49).

Aynı zamanda bahsi geçen baskın düşünce ve yaklaşımlara karşı farklı görüşlerde ortaya çıkmıştır. Örneğin Kostantin Leontyev öncülüğündeki bazı aydınlar ve siyasetçiler “Rusya’nın Avrupalı olmadığı ve olmaması gerektiği” görüşünü savunmuşlardır. K. Leontyev’e göre; Rusya sadece bir “Slav ülkesi” değildir. Zira Rus kültürünü oluşturan etmenler arasında Slav kimliği kadar Tatar / Turan kimliği de vardır. Leontyev, bunu şöyle ifade etmiştir; “Avrupa’ya karşı Rusya’yı manevi özgürlüğe kavuşturabilecek yegâne unsur, Doğu kültürüne ait Turanlı unsurlar olabilir” (Leontyev, 2007, s. 285).

Çarlık Rusya ele geçirdiği bölgelerdeki yerli unsurları başta Tatar Türkleri olmak üzere neredeyse tüm halkları Slavlaştırmak ve Hristiyanlaştırmak için çeşitli tedbirler ve baskılar kurmuştur. Ancak Tatar Türkleri Çarlık Rusya’nın tüm baskılarına rağmen milli kimliklerini muhafaza etmeyi başarmışlardır. Bu durum 1917 yılında SSCB’nin kuruluşuna kadar “Merkez kültür” ile “Çevre Kültür” arasında bir mücadele şeklinde devam etmiştir.

3 Slavofil Düşünce: Slav birliğini savunan felsefi tartışmadan doğmuş düşünce şeklidir. Bkz, Sezgin Kaya ve

Ömer Göksel İşyar, “Rus Yayılmacılığı ve Slavofil Düşüncenin Tarihsel Gelişimi” USAK, Cilt:4, Sayı: 8, ss. 25-49, 2009

(18)

SSCB ile birlikte sadece yeni bir sosyalist devlet ortaya çıkmamış, yeni bir kimlik de yaratılmıştı. Artık Tatarların ve diğer yerli unsurların Slav kültür ve kimliğinin yanısıra Sovyet toplumunun yeni kimliği olan Homo sovieticus (Sovyet İnsanı)’un giydirilmiş suni kültürü ile mücadelesi başlayacaktı. İleride derinlemesine inceleyeceğimiz “Homo sovieticus”, ulus bilinci, kültürel kimlik, azınlık gibi kavramlardan azade bir tipolojide olması sebebiyle sadece Tatar Türklerini değil, başta Slavların kendileri olmak üzere tüm Sovyet halklarını büyük ölçüde etkilemiştir.

Tatar Türklerinin çarlık döneminde başlayan, SSCB ve günümüz Rusyası’nda devam eden Türklükten çeşitli nedenler ile sıyrılarak veya uzaklaştırılarak yeni Tatarcı kimliğin oluşturulması ve özümsenmesi durumu halen güncelliğini korumaktadır. Bu yüzden çalışmamızda bazen “Tatar Türkü” bazen de “Tatar” ifadeleri kullanılmıştır. Bununla birlikte etnik tanımlama bakımından Tatar Türkü ya da Tatar kavramlarına ilişkin bu tartışma, araştırma sorularından birisine konu olmuştur. Araştırmaya katılan ilgililerin yanıtları çerçevesinde tartışılmıştır.

Tatarlar, çokmilletli Rusya’da yüzyıllar içinde çok farklı etkileşimlere maruz kalmıştır. Rusya’daki çeşitliliğin ve zenginliğin en belirgin örneklerinden birini, Tatarlar oluşturmaktadır. Onları Rusya içerisinde yaşayan diğer halklardan ayıran ve istisnai yapan özellikleri vardır. Ancak günümüzde karşılaşılan en büyük problem, bu kültürel özellik ve ayrıcalıklarını devam ettirecek sosyal bilincin Tatarlar arasında giderek azalmasıdır. Şimdiye kadar Türkiye’de Rusya çokkültürlülüğü ve Tatar kimliği üzerine teferruatlı bir sosyolojik incelemenin yapılmamış olması çalışmamızın önemini daha da artırmaktadır.

Bu çalışma, 4 bölümden müteşekkildir. Birinci bölümü metodolojik çerçeve oluşturmaktadır. Çalışmanın esas sorunsalı, araştırmanın hangi yöntemle yapıldığı, bulguların nasıl analiz edildiği bu bölümde anlatılmıştır.

Çalışmanın ikinci bölümü Çokkültürlülük ve Kimlik kavramları üzerinedir. Çokkültürlülük ve Kimlik kavramlarının teoride ve uygulamada ne olduğunu anlamak için, konuyla ilgili ciddi bir literatür taraması yapılmıştır. Bu tarama sonucunda, bu kavramların tanımı ve çerçevesi, iddiasının ne olduğu, çalışmanın bu bölümünde tartışılmıştır. Çokkültürlülüğün

(19)

tarihsel arka planı, teorisyenlerin ve düşünürlerin çokkültürlülük teorisine farklı bakış açıları incelenmiştir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde, Rusya çokkültürlülüğü incelenmiştir. Bu bölümde çokkültürlülüğün Rusya’da tarihsel süreç içerisinde hem teoride hem de pratikte uygulanma şekilleri incelenmiştir.

Dördüncü ve son bölümünde ise araştırma bulgularına yer verilmiştir. Bu bölümde Rusya çokkültürlülüğü ile Tatarların kültürel farklılıkları, yaşam biçimleri, aidiyet ve kimlik algılamaları değerlendirilmiştir.

(20)

BÖLÜM 1. METODOLOJİ

1.1 Araştırmanın Amacı, Soruları ve Önemi

Bu çalışmanın amacı, Rusya çokkültürlülüğünü incelemek, çokkültürlülük uygulamalarının belirgin örneklerinden yararlanarak, Tatar kimliğinin bu yapı içindeki yerini saptamaktır. Araştırma, beş temel soruya cevap aramak için yapılmıştır:

1. Çok milliyetli dolayısıyla çok kültürlü birleşik devlet olan Rusya Federasyonu’nu,

sosyolojik açıdan çokkültürlü bir devlet olarak nitelendirmek mümkün müdür?

2. Eğer Rusya’yı çokkültürlü ülke olarak kabul edersek, Rusya Federasyonu’nun

çokkültürlülük uygulamaları ve şekilleri nelerdir?

3. Tatar kimliğinin Rusya’nın kültürel yapısına katkıları nelerdir?

4. Rusya Federasyonu’nun çok milletli yapısı içerisinde Tatarlar, kültürel kimlik ve

aidiyetleri bakımından hangi konumdadır?

5. Tatarların Rusya’nın çokkültürlülük politikalarından beklentileri var mıdır? Var ise

nelerdir?

Çalışmamız, bu beş temel soru etrafında şekillenmiştir.

Bu çalışma, Rusya’da çokkültürlülüğün teoride ve pratikte nasıl çalıştırıldığına bir cevap aramak, çokkültürlülük uygulamalarından yola çıkarak hem Tatarların bu yapı içindeki yerini incelemek, hem de bu unsurun kimlik problemlerinin incelenmesi açısından önem arz etmektedir.

Ayrıca Rusya gibi çok milletli ve çok kültürlü bir devletin sosyolojik açıdan araştırılması hem Rusya için hem de tarihsel ve kültürel yakınlıkları bakımından Türkiye için de önemlidir.

(21)

1.2 Araştırmanın Yöntemi

Bu çalışmada nicel araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Nicel araştırmada; Araştırmacı sayısal biçimde veri üreten teknikler geliştirir. Araştırmacı tümdengelimli biçimde soyut fikirlerden belirli veri toplama tekniklerine ve bu teknikler yoluyla sayısal bilgiler edinme yoluna gider. Sayısal bilgiler, soyut fikirlerin deneye dayalı bir temsili niteliğindedir. Nicel araştırmacı ölçülebilir bir sistem geliştirirken yapılar giderek rafine edilir ve daha da netleşir (Neuman, 2006, s. 266-267).

Araştırma için veri edinme aşamasında sorulara cevap aranırken anketten faydalanılmıştır. Böylelikle anketin şu avantajlarından yararlanılmıştır:

 Araştırmacının ve katılımcıların güvenlikleri tehlikeye atılmamıştır.  Veri toplama süresi azalmıştır.

 Ek veriler edinilmiştir.  Maliyet düşmüştür.

 Tasarımda ve ekran kurgusunda esneklik sağlamıştır.

 Verilerin işlenmesi ve otomatik analizinin yapılabilmesini sağlanmıştır.  Coğrafi sınırlılık ortadan kaldırılmıştır.

 Örneklem büyüklüğü sorunu azaltılmıştır.

 Tesadüfi hatanın minimize edilmesini sağlanmıştır.

Anket, alternatif ve maliyeti düşük bir veri toplama yöntemi olan internet üzerinden gerçekleştirilmiştir. İnternetin büyük bir hızla yaygınlaşması gerçeğinden dolayı göz ardı edilmemesi gereken bir yöntem olduğu açıktır. Bilgi çağında bilgiye duyulan ihtiyacın artmasıyla verilerin toplanma ve analiz sürecinde çok önemli değerler katması ise onu diğer veri toplama tekniklerinden ayıran en büyük özelliğidir.

Bütün bunlara rağmen alan araştırmalarında araştırmacının, yanlışlık yapma ihtimali de vardır. Bunu aşmak için araştımacının gündelik dili ve Argo’yu çok iyi bilmesi gerekmektedir. Araştırmamızda, yorumlayıcı yaklaşımın özellikleri kullanılmıştır.

(22)

ortamlarında nasıl sürdürdüğüne dair gözlemleme yoluyla sistemli bir şekilde analiz edilmesidir (Neuman, 2006, s. 131). Yorumlayıcı yaklaşım: doğal gerçekliklerle sosyolojik gerçekliklerin aynı yöntemle incelenemeyeceğini savunur çünkü doğal dünya insan etkileşiminden bağımsız olarak var olduğu hâlde, toplumsal dünya toplumsal ve kültürel ilişkilerle, insanların anlamlı ve amaçlı eylemleri ile kurulmuştur ve kurulmaktadır. Ayrıca belirli bir kültürel sistemin kendine özgü kuralları olabilir ama her kültürel sistemin anlam yaratma süreci farklı olacağı için bu kurallar diğer kültürel sistemlerde geçerli olmayabilir. Bu nedenlerle bu yaklaşıma göre doğa bilimlerindeki gibi genel geçer toplumsal yasalara ulaşılamaz ve araştırmalar pozitivist yaklaşımdaki gibi genelleme amacı taşımaz (Neuman, 2006, s. 130-152).

Araştırmacı bu çalışmada 1999 – 2019 yılları arasında Rusya’da sekiz yıl kesintisiz ikamet ederek, geriye kalan yıllarda ise periodik olarak Rusya’nın farklı bölgelerine gerçekleştirdiği ziyaretler kapsamında saha araştırması yapmak suretiyle gözlemlerini yapılan tarama ile birleştirerek ortaya koymuştur.

1.3 Araştırmanın Evreni ve Örneklemi

Genel olarak nicel araştırmalarda zaman ve maliyet motivasyonları kullanılmaktadır. Araştırmalar çoğunlukla seçilen belirli bir örneklem üzerinde yapılır. Ortaya çıkan sonuçlar ilgili evrenin tamamı için genellenir. Evrenin bir parçası olan örneklemin gerek araştırma gerekse istatistiksel bakımdan önemi büyüktür. Seçilecek olan örneklemde dikkat edilecek en önemli husus tarafsız ve temsili olmasıdır.

Günlük hayatın bir parçası, küçük bir modeli olan örnekleme sayesinde insanlar, çoğu kez önemli kararlarını bu modellemeye göre alırlar. İnsanların hava durumuna göre nasıl giyinmesi gerektiğini pencereden alınan bir soluk, pilavın lezzetini ölçmek için tancereden alınan azıcık pirinç tanesi, çayın demini alıp almadığını bilmek için alınan bir yudum çay ve bunlar gibi gündelik hayatta karşılaştığımız genele nisbet edilen örneklemlerle doludur. (Arıkan, 2004, s. 129-130).

(23)

Örneğin, herhangi bir araştırma konusu için Tatar nüfusunun tamamına ulaşmak zor ve meşakkatli bir iştir. Bunun yerine nüfusu doğru bir şekilde temsil edecek çok daha az sayıda kişiyle örnekleme yapılabilir. Bu durum göz önünde bulundurularak, çalışmamızda “Kartopu örnekleme tekniği” tercih edilmiştir. Kartopu örnekleme tekniği kartopu mantığıyla işler. Küçük bir grup katılımcı ile ve onların tanıdıklarının tanıdıkları… ile ulaşılması aslında çok zor olan ve resmin tamamını görmemize yardımcı olan evren büyüklüğüne ulaşmamızı sağlar.

Tatarlar, yoğunluklu olarak Rusya Federasyonu içerisinde bulunan Tataristan Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar. Ancak etnisite, kimlik, çokkültürlülük araştırmalarına güvenlik kaygısı ile mesafe ile yaklaşan Rusya Toplumlarında araştırmanın gizliliği önemli olduğundan dağınık ancak belirli kitlelerle iletişime geçmek mümkün olabilmektedir. Araştırmanın sonuçlandırılabilmesi ve kesintiye uğramaması için Tatar toplumuyla yapılan anketlerde tesadüfi olmayan örnekleme ve daha çok kartopu tekniği tercih edilmiştir. Bu örneklem ve yöntem özellikleri şu şekildedir:

 Genellikle keşif amaçlı yapılır ve hipotez üretmeyi sağlar.

 Uygulanması diğer yöntemlere nazaran kolay, hızlı ve daha az masraflıdır.  Örneğin temsil boyutu tam olarak bilinmez.

1.4 Veri Toplama Süreci

Araştırma hem teorik hem de uygulamalı bir çalışmadır. Çokkültürlülük ile ilgili gerek batılı gerekse Türkçe kaynak bulunmaktadır. Çalışmada Rusça kaynaklardan yararlanılması ise çalışmaya ayrı bir zenginlik katmıştır. Bu kaynaklardan yararlanılarak çalışmanın teorik yönü oluşturulmuş, ardından da Tatar kimliği ile ilgili anket çalışması yapılmıştır.

Saha çalışması ile ilgili olarak Rusyada’da Tatarların yoğun olarak yaşadığı bölgelere 2014-2016 yılları arasında farklı dönemlerde üç ziyaret gerçekleştirilmiş ancak başta yapılması planlanan yüz yüze görüşmeler güvenlik kaygısından ötürü her seferinde akamete

(24)

uğramıştır. Bunların neticesinde yüz yüze görüşme yönteminden vazgeçilerek internet üzerinden anket çalışmasının daha yerinde olacağı ve daha sağlıklı sonuçlar edinilebileceği anlaşılmıştır. Başlangıçta sadece bu araştırmamız için kurulan www.porusski.org web sayfamız, zamanla ankete destek vermek isteyenlerinde gayretiyle bir araştırma merkezine dönüşmüştür. Web sayfasının bundan sonraki yapılacak olan benzeri çalışmalarda da kullanılmak üzere faaliyetlerinin devam ettirilmesine karar verilmiştir. 2017-2018 yılları arasında toplam 2.475 kişiyle elektronik ortamda anket yapılmış, bu veriler birbirini desteklemek üzere kullanılmıştır.

Çalışma hem tarihi seyir hem de günümüz şartları içinde Tatarları inceleme iddiasındadır. Bu bağlamda “Mantıkçı Pozitivizm” veya “Yeni Pozitivizm” olarak da adlandırılan Viyana felsefe ekolü temsilcilerinden M. Schlick’in temel ilkesi olan doğrulanabilirlik (Her şeyin doğrulanabilirliği) ilkesi yanında K. Popper’in yanlışlanabilirlik ilkesi de çalışmada eşit ölçüde göz önünde bulundurulmuştur. Nitekim Popper’a göre (Popper, 1994, s. 351-352);

“Bir zamanlar doğruluğuna inandığımız ve hatta kesin olduğundan şüphe etmediğimiz bilgilerin aradan zaman geçtikçe pek de doğru olmadıkları ve düzeltilmeleri gerektiğinin ortaya çıkmaktadır. Doğruyu arama çabası yanlış bir çaba değildir… Hatalardan yaralanabilir ve her hatanın ortaya çıkarılışı da bilgide gerçek ilerleme sağlar. Önemli olan bilimin de yanılabilir olduğunu kabul etmektir. Çünkü bilim bir insan ürünüdür”

Çalışma esnasında ve bilginin toplanma sürecinde doğrulanabilirlik ve yanlışlanabilirlik ilkelerinin yanısıra tarafsızlık ilkesine de riayet edilmiştir.

(25)

1.4.1 Doküman İncelemesi ve Anket Veri Toplama Araçları

Rusya ve Tatar tarihi ile alakalı yazılmış birçok kaynak eser bulunmakla birlikte, sosyoloji literatürü oldukça sınırlıdır. Çalışmamızın, kavramsal ve kuramsal çerçevesi konusunda yeterince Batılı kaynak bulunmaktadır. Bunların haricinde gerek Türkiye’de gerekse Rusya’da sosyoloji alanında yazılılmış literatürün geniş taraması yapılmıştır.

İyi bir anketin genel bir bütünlük teşkil etmesi gerekmektedir. Araştırmacı soruları sorunsuz geçiş sağlayacak şekilde tasarlar. Anketin anlaşılır olabilmesi için gerekli talimatlar detaylıca verilir. Soru yazma bilimden çok sanattır. Beceri ve sabır gerektirir. Anket hazırlanırken argo ve kısaltmalardan, birden çok anlamlılıktan, duygusal dil ve itibar yanlılığından kaçınılmalıdır (Neuman, 2006, s. 401-404).

(26)

İnternet üzerinden yapılan anketler, son dönemde özellikle sosyal bilimlerde sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Uygulama yöntemi ise genel olarak üç şekildedir. Birincisi; Web sayfaları üzerinden yapılan ve herkesin kullanımına açık olan web anketleri, ikincisi; önceden belirlenen e-posta adreslerine doğrudan iletilen e-posta anketleri, üçüncüsü ise son yıllarda daha popüler olan sosyal medya hesapları kullanılarak yapılan anketler çeşitleridir. Bazı eleştirilere rağmen, diğer anket türleriyle aynı aşamalara sahip olan internet üzerinden yapılan anketler, özellikle sosyal bilimlerde etkili ve geçerli bir veri toplama aracı olarak kabul edilmiştir.

Ankete katılım oranlarının artırılması için farklı yöntemler uygulanmaktadır. Anket formunun ankete katılım sağlayanları yormayacak, hızlı ve konforlu şekilde cevap vermelerini sağlayacak şekilde tasarlanması bu yöntemlerin başında gelmektedir. Soru atlama, sonradan cevap verme ve kaldığı yerden devam edebilmesi gibi özellikler anketteki verimliliği artırmaktadır. Ayrıca katılımcıların algıda seçiciliğini iyi belirleyerek güdüleyicilerin artırılması ve katılımcıların ödüllendirilmesi cevaplama oranlarını yüksek ölçüde etkilemektedir. İnternet anketi, tesadüfi ve tesadüfi olmayan iki örneklem türüne göre uygulama yapılmasına izin verir. Her araştırma konusu internet anketleri ile veri toplamak için uygun olmayabilir (Avcıoğlu, 2014, s. 89-90).

Elektronik ortamda anket uygulama yöntemi 80’li yılların sonunda başlamış olsa da kısa süre içerisinde etkin olarak kullanılmaya ve sonraki yıllarda veri toplamanın en kolay yöntemlerinden biri olduğu için diğer yöntemlere göre daha tercih edilir olmaya başlanmıştır. İnternet üzerinden veri toplama yöntemi, araştırmacılara ayrıca günümüzde hanelerde yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanan kablo tv izleyicilerine dahi ulaşmasına izin verir, bu yönüyle şimdiye kadar mümkün olmayan aynı anda birçok kişiyle anket yapabilme olanağı sunar (Avcıoğlu, 2014, s. 91).

Ankette kapalı uçlu sorulara yer verilmiş ve genel olarak 5’li Likert tipi soru kullanılmıştır. Likert ölçeğine göre yapılan araştırmalarda araştırmacı, birbirinden bağımsız olarak hazırlanan soruları tek tek ele alır (Turan, Şimşek, & Aslan, 2015, s. 190). Yapmış

(27)

olduğumuz ankette kapalı uçlu sorulara genellikle aşağıda verilen tablodaki şekilde yanıt aranmıştır;

Tablo 1: Anket İçin Kullanılan 5'li Likert Ölçeği

1.5 Verilerin Sınırlandırılması ve Örneklem Büyüklüğü Seçimi

Araştırmacı yapacağı çalışmada evreni temsil edebilen nitelikli gruplar üzerinde çalışmalıdır. Özellikle nicel araştırmalarda araştırmacı, toplumsal düzenin işleyişindeki bütüncül kuralları açığa çıkarmak için, seçilen grupların ortak özelliklerini ön plana çıkararak, genelleme yapılabilecek noktalar üzerinde durmalıdır. Evreni temsil noktasında yeterli nitelikte olan örneklemlerle çalışmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken evren büyüdükçe artan verilerin de genişleyeceği için temel konudan sapmadan verilerin sınırlandırılmasına riayet edilmelidir. Yapılan değerlendirmede, kayda alınan verilerle katılımcılar arasında ilişkinin kurulup kurulamayacağı incelenir.

Nicel araştırma yönteminde araştırmacı tam olarak neyi bulmak istediğini bilir. Bu sebepten ötürü veri toplama aşamasının ilk etabından itibaren veri toplama tekniğinde bir değişiklik yapılmaz. Y. Yazıcıoğlu ve S. Erdoğan’ın SPSS “Uygulamalı Bilimsel Araştırma Yöntemleri” adlı eserlerinde farklı örneklemeler için farklı evren büyüklüklerinden alınması gereken örneklem büyüklükleri hesaplamalarını şu şekilde belirtmişlerdir. (Yazıcıoğlu & Erdoğan, 2004, s. 49-50). Seçenekler Kesinlikle katılıyorum Katılıyorum Katılmıyorum Kesinlikle katılmıyorum Kararsızım / Fikrim yok

(28)

Tablo 2: Farklı Evren Büyüklüklerinden Çekilmesi Gereken Örneklem Büyüklükleri Evren

Büyük- lüğü

± 0.03 örnekleme

hatası (d) ± 0.05 örnekleme hatası (d)

± 0.10 örnekleme hatası (d) p=0.5 q=0.5 p=0.8 q= 0.2 p=0.3 q=0.7 p=0.5 q=0.5 p=0.8 q= 0.2 p=0.3 q=0.7 p=0.5 q=0.5 p=0.8 q= 0.2 p=0.3 q=0.7 100 92 87 90 80 71 77 49 38 45 500 341 289 321 217 165 196 81 55 70 750 441 358 409 254 185 226 85 57 73 1000 516 406 473 278 198 244 88 58 75 2500 748 537 660 333 224 286 93 60 78 5000 880 601 760 357 234 303 94 61 79 10000 964 639 823 370 240 313 95 61 80 25000 1023 665 865 378 244 319 96 61 80 50000 1045 674 881 381 245 321 96 61 81 100000 1056 678 888 383 245 322 96 61 81 1000000 1066 682 896 384 246 323 96 61 81 100 milyon 1067 683 896 384 245 323 96 61 81

N: Kitledeki kişi sayısını

n: Örnekleme için alınacak kişi sayısını p: Araştırılan vakanın görülme olasılığını q: Araştırılan vakanın görülmeme olasılığını t: Yanılma düzeyinde t tablosunda bulunan değeri

d: Vakanın görülme sıklığına göre baz almak istenen ± sapmayı temsil eder.

Bu formüle göre çokkültürlülük araştırması için 146.800.000 popülasyona sahip bir evrendeki 18 yaş üstü bireylerin görünme olasılığı yaklaşık %78 iken %95 güven, diğer bir değişle de %5 anlamlılık düzeyinde hata payının %0,05 olduğu varsayılarak alınması gereken örneklem büyüklüğü:

(29)

146.800.000 x 1,962 x 0,78 x 0,22

n= --- = 264 olarak hesaplanır. (0,052 x 146.799.999)+(1,962 x 0,78*0,22)

Görüldüğü üzere yapılan 2.475 anket 146.800.000 popülasyona sahip bir evren için anlamlı bir örneklem sayısıdır. Yine aynı formüle göre Tatar kimliği araştırması için yaklaşık 6.000.000 popülasyona sahip bir evrendeki 18 yaş üstü bireylerin görünme olasılığı yaklaşık %75 iken %95 güven, diğer bir değişle de %5 anlamlılık düzeyinde hata payının %0,05 olduğu varsayılarak alınması gereken örneklem büyüklüğü

6.000.000 x 1,962 x 0,75 x 0,25

n= --- = 289 olarak hesaplanır. (0,052 x 5.999.999)+(1,962 x 0,75*0,25)

Görüldüğü üzere yapılan 1.552 anket 6.000.000 popülasyona sahip bir evren için anlamlı bir örneklem sayısıdır.

Buna göre, örnekleme yanılgısını azami düzeyde azaltmak için örneklemin büyüklüğünün arttırılması gerekmektedir. Öte yandan baz alınan hata payının belli bir eşikten sonra örneklem büyüklüğünün artırılmasına gerek olmadığı görülmektedir.

1.7 Nicel Verilerin Analizi

Araştırmada, anketi eksik dolduran veya yarım bırakan katılımcılar değerlendirme dışında bırakılmıştır. Bu eleme sonucunda demografik ve çokkültürlülük kavramı için 2.475, Tatar kimliği (milletini Tatar olarak belirtenler) ile ilgili ise 1.552 geçerli sayıda kişiye ulaşılmıştır.

2.475 geçerli kişinin katılımıyla hazırlanan bu çalışmada hem Tatar hem de diğer milletlerden olduğunu ifade eden kişilerin vermiş oldukları cevaplar içerik analizi yapılarak

(30)

belirlenen kategoriler altında sınıflandırılmıştır. Kategoriler belirlenirken araştırmacı tarafından yapılan kodlamalar uyum testine tabi tutulmuştur.

Yine yapılan bu çalışmada ilgili sorulara verilen cevaplarla “cinsiyet, yaş, sınıf, yaşanılan bölge, anne ve baba eğitim durumu, mesleği ve ailenin eğitim durumu” değişkenleri arasında bir ilişki olup olmadığına da bakılmış, bu değişkenlerle “çokültürlülük ve kimlik” kavramlarına verdikleri cevaplar arasında yoğun bir bağlantı olduğu da görülmüştür. Sorulara verilen cevaplar ve araştırma bulguları listelenerek katılımcı sayısı, yüzdesi, geçerli yüzdesi ve yığılma yüzdeleri tablo haline getirilerek gösterilmiştir. Araştırmada verilerin çözümlenmesi için Lime Survey programı kullanılarak temin edilen veriler aracılığıyla içerik analizi yapılmıştır.

Nicel araştırmalarda güvenirlik araştırmanın benzer gruplara uygulandığında benzer sonuçları vermesi olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle güvenirlik ölçümlerin hatadan ne kadar arındırıldığının göstergesidir. Araştırmalarda geçerlilik ve güvenirlilik, tüm ölçümlerin temel meselesi olmakla birlikte çoğu zaman belirsiz ve dağınık olan yapıların somutlaştırılmasını sağlayan en belirleyici unsurlarındandır (Neuman, 2006, s. 276).

Güvenirlik yapılan hataya göre değerlendirilir. Hata ne kadar fazla ise güvenirlik az; Hata ne kadar az ise güvenirlik fazladır. Hata oranı (güvenirlik katsayısı) 0,00 ile 0,99 arasında bir değerdir. Çoğu araştırmalarda kabul gören değer ise 0,70 ile 0,90 arasındadır. Kabul gören değerler araştırma türüne göre değişebilir. Özellikle insan davranışlarını konu alan nicel araştırmalarda kabul gören değer alt sınırı 0,50’ye kadar düşebilir.

(31)

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1 Kavramsal Çerçeve

Soyal bilimlerde, yaşanan toplumsal olay ve problemleri anlamak için ve üretilmiş ve üretilmeye devam eden birçok kavram bulunmaktadır. Araştırmamızda kullanılacak olan kültür, kimlik, millet, çoğulculuk, azınlık ve azınlık hakarı çokkültürlülük gibi kavramlar hakkında sayısız tez ve düşünce ortaya konurken, mezkûr kavramlarla ilgili tartışmalar günümüzde halen devam ettiği gibi ve yakın gelecekte de özellikle sosyoloji biliminin temel konuları arasında yer alacağı düşünülmektedir. Araştırmamızda Rusya’nın tarihsel süreç içerisinde değişen Rus (Russkiy), Sovyet İnsanı (Homosoveticus), Rusyalı (Rossiyan) kimlik kavramları üzerinde de ileriki bölümlerde ayrıca durulmuştur.

2.1.1 Kültür

Çokkültürlülüğü doğru anlayabilmek için öncelikle “Kültür” kavramınıa değinmekte fayda vardır. Kültür, bilgiden inanca, sanattan ahlaka, hukuktan örf ve adetlere varana kadar, bireyin toplumun bir parçası olarak edindiği tüm yetenek ve vasıflardan oluşmuş karmaşık bütünün tamamıdır. Kısaca; sosyal bakımdan öğrenilen ve bir toplumun bireyleri tarafından bölüşülen her şeydir. Kültür; insanın yarattığı hayat tarzı, yaşam biçimidir. Aslında öğrenilmiş tavır ve hareketlerin ve bunların sonuçlarının dış şeklidir. Kültürü meydana getiren unsurlar belli bir toplumun üyelerince başkalarına aktarılır ve bölüşülür.

Bütün bu ifade ve açıklamaların yanında kültürü, yaşam problemlerinin hazır cevapları olarak tanımlayan Allport gibi veya insanların hayat tecrübelerinden çıkarttıkları kuralların, usullerin, bunları destekleyen fikir ve değerlerin çıkarılıp geliştirilmesi şeklinde nitelendiren Horton–Hunt gibi Batılı fikir adamları da mevcuttur (Dönmezler, 1994, s. 98).

Türkiye’de ise Kültür kavramına bir karşılık arayan ilk defa Ziya Gökalp olmuş ve kültüre “hars” demiştir. Gökalp’e göre kültürün temel unsurları; duygular, heyecanlar, zevkler ve

(32)

inanışlardır. Bu yüzdendir ki, ulusal nitelik taşıyan kültür başka bir ulusa aktarılamaz. İnsan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani kişiler arasında uyumu sağlayan kurumlar hars kurumlarıdır ve bu kurumların tamamı o cemiyetin “hars”ını oluşturur. “Medeniyet” ise O’na göre; cemiyetin üst tabakasını başka cemiyetlerin üst tabakalarına bağlayan kurumlardır ve aynı türden kurumların bütününe medeniyet yani uygarlıktır. Kısacası, kültürün toplumların iç gelişmesinden, medeniyetin ise kültürlerin karışmasından ortaya çıktığını savunur (Gökalp, 1976, s. 33-35). Bu haliyle Gökalp’in Durkheim’in kültür ve medeniyet (uygarlık) ayrımını yaptığı teorilerinden etkilendiği açıktır.

Kültür kavramının, günümüze kadar değişik dönemlerde ve farklı düşünürlere göre sayısız tanımı yapılmıştır. Ancak genel kabul görmüş tanımıyla kültür, ortak dil, ortak tarih, ortak din, ortak ahlaki değerler ve ortak coğrafi geçmişi paylaşan insanların sergilemiş oldukları davranış modellerinin tamamıdır. Bu yönüyle ahlaki, edebi, toplumsal ve ruhsal boyutları olan kültürleri kültürel değerleri yargılamak, karşılaştırma ve sınıflandırma yapma fikri mantıksal açıdan tutarsızdır (Parekh, 2002, s. 221). Sovyet kültür bilim insanı M. Lotman’a göre ise kültür; her şeyden önce, kolektif bir kavramdır. Bir birey bir kültür taşıyıcısı olabilir, gelişimine aktif olarak katılabilir, ancak doğası gereği kültür, dil gibi sosyaldir, yani sosyal bir fenomendir (Lotman, 1999, s. 4)

2.1.2 Çokkültürlülük

Günümüz toplumlarının çoğunluğu tarihsel kaynakları ne olursa olsun çok etnili bir yapıya sahiptir. Tek etnili bir toplumun günümüz dünyasında varoluşu istisnalar dışında neredeyse imkânsızdır. Bunun sebebi ise, iletişim kanallarının ve ekonominin yerellikten çıkarak küreselleştiği, buna bağlı olarakta farklı etnik grup ve toplulukların daha yakın bir yaşam tarzı benimsemesidir (Yanık, 2012). Bu minvalde Parekh, herhangi bir toplumun bünyesinde ikiden fazla kültürel farklılık bulunması durumunda o toplumu çokkültürlü toplum olarak nitelendirmektedir (Parekh, 2002, s. 165). Çokkültürlü toplum, genel olarak kültürel çeşitlilik konusunda iki farlı tepki verir. Birincisi; kültürel çeşitliliğin olumlu olduğunu ve kültürel zenginliklerinin kendi kültür varlığını sürdürebilmek için önemli

(33)

olduğunu düşünür ve çokkültürlülüğü merkeze koyar. İkincisi ise; diğer kültüre saygı duymakla birlikte zaman içerisinde asimile eder. K. Canatan’a göre; “Her iki durumda da çokkültürlü bir toplumda yaşıyorsunuz ama bunlardan sadece biri çokkültürcüdür. Çokkültürlü toplum terimi bir olgu olarak kültürel çeşitliliğe işaret eder, çokkültürcü terimi bu olguya yönelik normatif bir tepkiyi dile getirir” (Canatan, 2009, s. 82).

Çokkültürlülük kavramı sıfat olarak ilk defa 1941’de yılında kozmopolit bir toplumu ifade etmek için kullanıldı. Bu kavram, isim olarak ise, 1970’li yılların başlarında Kanada ve Avustralya’da kültürel çeşitliliğe vurgu yapan politikalar için kullanıldı. Çokkültürlülük kavram söylemleri Kanada’da azınlıkların ve göçmenlerin etnik, kültürel, siyasi ve toplumsal taleplerinin devlet politikaları içerisinde yer bulabilmesine bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Sonraki yıllarda ise önce Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Yeni Zelanda’ya daha sonra da Avrupa ve Latin Amerika’ya ulaşmıştır (Doytcheva, 2009, s. 15).

Bu süreçte gelinen son aşamalardan biri, ulusal kimlik zemininde şekillenen toplumsal türdeşlik modeli sorunlarının, göç alan ülkelerce, “farklılık zemininde birlik” anlayışını ifade eden çokkültürlülük ile aşılmasının hedeflenmiş olmasıdır (Vatandaş, 2002, s. 17).

Yapılan son araştırmalara göre, dünya üzerindeki 184 bağımsız devlette, alt kültür grubu olarak 5000 etnik grup ve yaşayan 600 dil grubu bulunmaktadır. Buradan hareketle, çok az ülkede yurttaşların aynı etno-kültürel kökene sahip olduğu ve aynı dili konuştukları görülmektedir (Kymlicka, 1998, s. 25).

Çokkültürlülük benzerliklerin yerine farklılıkların öne çıkarılmasını önceleyen bir kavramdır. Bireylerin veya irili ufaklı toplumsal grupların kendilerini farklılıklarıyla tanımlama, ifade etme ve anlamlandırma aracıdır. Yüklenilen bu anlamlar benzerliklerin yerine farklılıkları merkeze aldığından çok çeşitliliğe yapılan vurgu güçlenmektedir. Dolayısıyla toplumsal birlikteliklere yüklenen anlamların çokkültürlülük öncesi ve sonrası farklılaştıkları görülmektedir. Çokkültürlülük öncesinde derin bir bağ ve kadim bir gelenekle inşa edilen birlik duygusu, çokkültürlülük sonrasında farklılıkların biraraya

(34)

getirilmesiyle açıklanmaktadır.

Sonuç olarak günümüzde birçok ülke kültürel anlamda çok çeşitliliğe sahiptir ve yalnızca çokkültürlülük uygulamaları ile içinde bulundurdukları farklı kimliklerin varlığını bir tehdit konusu olmaktan çıkarıp, bir kültürel zenginliğe dönüştürebileceklerini idrak etmişlerdir.

2.2 Rusya’nın Değişen Kimlikleri

Rusya devlet geleneği 1552 yılında işgal edilen Kazan Hanlığı üzerine inşa edilmiştir (Karamzin, 2010, s. 134). Petro’dan 1914 yılına kadar (günlük 83 km2) hızla genişleyen ve bu geleneği Sovyet döneminde de sürdüren koca bir devletin üç yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde (1989-1991) sahip olduğu coğrafyanın kontrolünü kaybetmesi taravmatik bir hadise olmuştur. Ayrıca sıcak ve büyük bir savaş olmadan bir imparatorluğu kaybeden Rusya’nın, Batı karşısında taviz veren bir ülke durumuna gelmesi, kendi kimliğini bir türlü tanımlayamamasına yol açmıştır (Cafersoy, 2002, s. 99-100).

Öte yandan yaşanan tarihsel sürecin uzun olması Rus kimliğini tanımlamayı zorlaştırmaktadır. Ünlü Rus edebiyatçı ve yazarı A. İ. Kuprin’in ifadesiyle; “Doğrusunu söylemek gerekirse, Rus halkı diye bir şey yoktur. Ve hiçbir Rusya! …Var olan birkaç milyon kilometrekare mekân, birbirinden gayet farklı yüzlerce milletler, binlerce diller ve dinlerdir. Ve eğer bilmek istiyorsanız, ortak olan hiçbir şey” (Soltan, 2001, s. 64). Amerikalı siyaset bilimci Harvard Profesörü S.P. Huntington ise, 1993 yılında yayınlanan “Medeniyetler Çatışması” konulu makalede; Rusya’yı, küresel olarak en önemli “torn country” (bölünük ülke) (Huntington, 1993, s. 22) şeklinde nitelemiştir. Ona göre, bölünük ülke toplumları “hangi medeniyete mensup oldukları konusunda bölünmüş” olanlardır. Rusya da bu tanıma uygun bir şekilde çok milletli ve çok mezhepli bir ülkedir (İmanov, 2008, s. 7).

Aleksandr Dugin ise, “Rus Jeopolitiği ve Avrasyacı Yaklaşım” adlı eserinde Rusya’nın bu durumunu sınırları tesadüfen çizilmiş, kültürel eğilimini bulanık ve karmaşık, siyasal sistemini çalkantılı ve belirsiz, etnik yapısını çeşitli, iktisadi yapısını ise kısmen çürümüş ve hatalı olarak tanımlamaktadır (Dugin, 2010, s. 22).

(35)

Kimlik ve aidiyet sorunları dünyada pek çok ülkede olduğu gibi Rusya Federasyonu’nunda da bu konu özellikle SSCB dağıldıktan sonra temel gündem maddelerinden biri olmuştur. Kimlik ve aidiyet, millet ve milliyetçilik olgularını tetikleyerek tartışmadan ziyade çoğu kez çatışmaya dönüşmüştür. İkinci bir dağılmanın önüne geçilebilmesi için “Rusya Milleti” oluşturma fikri çarlık ve SSCB dönemlerinde kısmen uygulanan ve temeli Alman ekollüne4

dayanan fikirlerin Fransız ekollüne5 yani ulus modeline dönüştüğü görülmektedir. Bu model

Rus tarihi ve toprak bütünlüğü içerisinde ortak Rus dili ve kültürünü oluşturacak ve Ortodoks kilisesi ile köy yaşam biçimini de çevreleyecek, aslında slovofil düşünce ekseninden de çok kaymayacak şekilde tasarlanmıştır. Böylece bireyin, siyasi bir bütünleşmeden ziyade, aynı zamanda içine doğmuş olduğu dil, kültür ve enisiteyi yaşatabileceği ama bir üst kimlik olan Rusyalı kimliğine kuvvetli aidiyet hissetmesi ve zaman içerisinde siyasi sistem ve devlet ideolojisiyle bütünleşmesi hedeflenmiştir.

Rusya’da yaşanan bu toplumsal problemin çözüme kavuşturulabilmesi için aslında ilk olarak şu soruya cevap verilmesi gerekiyordu. Ruslar kimdi? Bu soruyu daha iyi anlamak adına Rusya’nın tarihsel süreçte kimlik serüvenine göz atmanın faydalı olacağı düşünülmektedir.

2.2.1 Rus Kimliği

Müslüman Tatar Türklerinin ve diğer Rus olmayan halkların Rus toplumuna dahil edilmesi ve 16. yüzyıldan itibaren sürekli genişleyen toprakların büyük devletlerle sınırdaş olması sebebiyle Ruslar ve Rus kültürü, farklı milletlerin ve farklı kültürlerin mozaiği haline gelmişlerdir. Ancak Rus kimliği herzaman bu mozaik içerisinde üst kimlik olmuştur (Duncan, 2005, s. 285). Bunun iki sebebi vardır. Birincisi; Ruslar, üçüncü Roma inanışı gereği kendilerini evrensel bir misyonun taşıyıcısı olarak diğer Rusya toplumunu oluşturan milletlerden üstün görüyor olmalarıdır. İkincisi de; aslında yine aynı felsefi düşünceden kaynaklı ama bu sefer diğer büyük devletler, özellikle de Batılı devletlerin nazarında kendini

4 Alman ekolüne ait millet kavramının temelinde kan bağı (jus sanguinis), ortak dil, kültür ve etnisiteye

dayalı bir cemaate ait olma fikri yer almaktadır.

5 Fransız ekolüne ait millet kavramının temelinde ise, siyasi sınırlar içerisinde beraber yaşama arzusu ile

(36)

ispatlama ve “öteki” olmak suretiyle yenilmesi güç bir “taraf” olma isteğinden kaynaklanmaktadır. Rus kimliğinin en belirleyici unsuru ise hiç şüphesiz Ortodoksluk inancıdır. Hatta ünlü Rus yazar ve düşünürü Dostoyevski’nin deyimiyle “Gerçek manada Rus olabilmek için temel şart Ortodoks olmaktır” (Gulyga, 2003, s. 106-107). Görüldüğü üzere ulus inşası sürecinde ulusal kimliğinde Hıristiyan Ortodoksluğu ön plana çıkaran Rusya, diğer Batılı milletlerden bu yönüyle farklıdır. Nitekim Rusya, kendisini Roma’nın ve devamında Bizans’ın doğal mirasçısı saymaktadır.

Slavlık ise, Rusya ulusal kimliğinin diğer bir vazgeçilmezidir. Zira Balkan ve Orta Avrupa milletleri ile bu kimlik üzerinden akrabalık tesis edilmiştir. Osmanlı ile yapılan Balkan savaşlarının temelinde bu akrabalık ilişkisi ve Pan-Slavizm düşüncesi yatmaktadır. Bu doğrultuda Sovyet Rusyası’nda Rus kimliğini Doğu Slavlığı ile bağdaştıran bir görüş de ortaya atılmıştır. Buna göre, Ruslar, Ukraynalılar ve Belaruslar Doğu Slav kökenli olup, benzer dil ve kültürlere sahiplerdir (Duncan, 2005, s. 285).

1. Petro ile başlayan Batılılaşma serüveninde türlü uğraşlara ve tavizlere rağmen Ortodoksluk ve Slavlık yüzünden bir türlü “Batı”lı olamayan Ruslari bir yandan bunun ezikliğini yaşarken diğer yandan büyük bir askeri güce sahip olmanın Batı’ya karşı haklı gururunu yaşıyorlardı. Böylece Rusya içerisinde zaten kendisini diğer Rusya’yı oluşturan milletlerden üstün gören Rus insanının, kendisini güçlü bir orduyla sahip olan devletle özdeşleştirmesi ve bundan dolayı gurur duyması pekişiyordu. Özellikle 19. yüzyılın başlarında artık Ruslar kendilerini, Batıyı her defasında koruyan ve bu yolda türlü acılara katlanmak zorunda kalan ancak bu yaptıklarının ise Batılılar tarafından hiçbir zaman takdir edilmeyen bir millet olarak nitelendiriyorlardı (Kolosov, 2000, s. 77). Bu anlayış İmparatorluk döneminde de böyleydi, Sovyet döneminde de devam etti.

1990’ların ortalarında yapılan araştırmalara göre, Rusların yaklaşık %60’ı kendisini inançlı insan olarak tanımlamış ve inançlıların %75’i de kendilerini Ortodoks olarak nitelendirmiştir. Sovyet sonrası Rusya Federasyonu’nun kurulmasıyla artan Rus nüfusu ve Ortodoksluğa artan ilgi, siyasetçilerin Rusya Federasyonu döneminde de Ortodoksluğu Rus

(37)

kimliğinin birleştirici unsuru olarak görmelerine sebep olmuştur. Dolayısıyla din Rusya’nın demokratikleşme sürecinde de önemli bir yere sahip olmuştur. Bu nedenle Rusya Federasyonu’nda Rus kimliğinin temeli, Rus Ortodoks Hıristiyanlık kültürüne dayandırılmıştır. Yine benzer şekilde 1999 yılında din ve kimlik üzerine yapılan bir araştırmada, katılımcıların % 40’ı adı ne olursa olsun kutsal bir varlığa inandığını, % 59’u Tanrı’ya inandığını belirtirken, aynı araştırmada katılımcıların % 75’i, kendisini Ortodoks olarak tanımlamıştır. Çıkan bu sonuç, Taştan’ın ifadesiyle; Rusya’da dinsel inanç ne olursa olsun, Ortodoksluğun etno-ulusal bilinçle iç içe geçtiği, yani Rus’lukla özdeştirildiğini göstermektedir (Taştan, 2012, s. 108-112).

2.2.2 Homosoveticus (Sovyet İnsanı) Kimliği

Sosyalist Sovyetler Birliği’nde yeni bir rejim inşa edebilmek için tüm etnik grupların ekonomik, kültürel ve dahi kültürel seviyelerinin eşitlenmesi, en azından belli bir skalada toplayabilecek kıvama gelmeleri gerekmektedir. Lenin’in bunun için geliştirdiği model iki aşamalıdır. İlk aşama “Gelişme” (rastvet) ikinci aşama ise “Yakınlaşma” (sblizhenie) idi. “Gelişme”nin ilk ayağı ise çarlık döneminde ezilen ve sömürülen halkları tek bir sosyal sınıf altında toplayabilmek için Sovyet Millet Politikası’nın uygulanmasıdır. Milletlere otonomilerini güçlendiren ve çeşitli imtiyazlar veren bu politika beklenenin tersine zamanla etnik kimlikler arasında yakınlaşmayı değil, “biz” ve “onlar” ayrımına ve uzaklaşmaya sebep olmuştur. Bu uzaklaşmayı fark eden Stalin mevcut durumun önüne geçebilmek için Lenin’in Modelini ve aşamalarını rafa kaldırmış, Rusya halklarının hafızasında derin yaralar açan insanlık dışı politikalar ile Rusya halklarının tamamını “Homosoveticus” (Sovyet İnsanı) kimliği altında toplamaya çalışmıştır.

Bu durumu Rus akademisyen V. M. Mejyev şu şekilde açıklamaktadır; “Millet kavramı doğuştan gelen bir edinim olmayıp kişisel bir seçimdir. Dolayısıyla seçime dayalı olduğu için farklı etnik gruplardan insanları kendi bünyesinde barındırabilir. Bu insanlar devlet bünyesinde inşa edilen sosyal ve kültürel değerler içerisinde bir bütünlük aidiyeti kazanırlar” (Mezhyev , 1992, s. 5). İşte kazanılan/kazandırılan bu aidiyet Homosoveticus kimlik aidiyetidir. Bu bağlamda, 1934 yılından itibaren her alanda Sovyetler Birliği’nde

(38)

vatanseverlik kavramının yükselmeye başladığı görülmektedir. Yaratılmaya çalışılan “Sovyet İnsanı”nın dünyanın en şanslı ve en idaal tipolojisi olduğunu ima eden, O’nun her yönüyle başarılar ve üstün meziyetlerle kuşatılmış bir karakter olması yönündeki zihinsel aşılamalar birçok alanda propaganda faaliyetleri aracılığıyla yürütülmüştür.

Şekil 2: SSCB Döneminde "Rus İnsanı" Propaganda Faaliyetleri (https://www.sovietposters.com, 2018)

Kruşçev, 1961’de yapılan Komünist Parti kongresinde Sovyet insanını ulustan daha üstün meziyetlere sahip bir etnik topluluk olarak tanımladığı konuşmasında, inşa etmek istedikleri Sovyet toplumu için herkesin önemli görevleri olduğunu şu şekilde belirtiyordu: “Kongremizin ana gündem maddesi, komünist toplum inşasıdır… Bu husus yapılan kongrede tüm yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, komünizmin inşasının partinin görevi olduğu kadar, tüm Sovyet toplumunun da temel görevidir” (XXII Syezd Kommunistiçeskiy Partii Sovetskogo Soyuza, 1962).

(39)

Kruşçev döneminde din karşıtı başlatılan kampanyalar ve Sovyet insanı yaratmaya yönelik “sliyanie” (kaynaşma) politikaları Rusya toplumunda kabul görmezken, özellikle Müslüman toplulukların hızla artan nüfusuna bağlı olarak azınlık milliyetçiliğinin de artması Rus kimliğinin oluşmasındaki Batı’ya karşı "öteki" olma, yerini Sovyetler Birliği’ndeki diğer milletlere (özellikle de Müslümanlara) bırakıyordu (Tolz, 1998, s. 996-999).

Sonuç olarak 1930’lu yıllardan itibaren Sovyet insanı yaratmak için yapılan düzenlemeler ve farklı isimler altında uygulamaya konulan politikaların tamamı aslında Ruslaştırma politikalarına dönüşmüştür.

2.2.3 Rusyalı (Rossiyan) Kimliği

SSCB dağıldıktan sonra ortaya çıkan yeni Federasyon devleti için bir kimlik inşası gerekliliği ortaya çıkmıştır. Nitekim kimliklerin tamamı çevresel faktörlere bağımlıdırlar ve toplumsal süreçler tarafından üretilir ve geliştirilirler. Rusya toplumu da geleceğe doğru kendisini yeniden tasarlamak için geçmişi ile yüzleşmek durumunda kalmıştır. Bu yeni tasarım alanını ise yeniden çizilen sınırlardan ziyade, ekonomi ve çok etnili nüfus belirlemiştir. Dolayısıyla Batı’da daha çok bir zenginlik veya çeşitlilik olarak görülen çokkültürlülük kavramı kültürel veya sosyal politikalar bağlamında incelenirken Rusya Federasyonu’nda daha çok güvenlik anlayışı olarak ön plana çıkmaktadır. Beklenenin tersine etnik aidiyetlerin alttan alta aşırı güçlenmesine ortam hazırlayan Sovyet sistemi sadece çöküşün başladığı yıllarda etnik çatışmaları tetiklememiş, aynı zamanda Rusya Federasyonu’nun bugününü ve yarınını da tehlikeye atmıştır.

Federasyon yeniden yapılandırılırken Çarlık ve SSCB döneminden kalma idari teşkilatlanma mevcut sosyal yapı ile çelişiyordu. Nitekim bu eski alışkanlıklardan sıyrılarak yeni bir vatandaşlık temeline dayanan bir kimlik arayışı içerisine girilmiş ve “Rossiyan / Rusyalı” veya “Rossiykoy Natsiya / Rusya Milleti” terimleri bu şekilde ortaya çıkmıştır.

(40)

Aslında Rus ve Rusyalı kelimeleri arasında ayrım yapan ve etnik anlamdan arındırılmış, milletler üstü ikinci kelimeyi icat eden ilk kişi, I. Petro’nun sarayındaki Ukraynalı başpiskopos Theofan Prokopoviç’dir. Ancak bu ayrımın sıkıntılı olan tarafları da vardı. Zira Ukrayna ve Beyaz Rusya artık Rus halkından farklı ama aynı zamanda da "öteki" olamayacak kadar da yakındı (Soltan, 2001, s. 75).

Günümüzde Rusya’da birçok bilim insanı ve akademisyen yeni bir kimlik olarak “Rusyalı” kimliğinin öne çıkartılması gerektiğini savunurken, konuyla alakalı Rusya Bilimler Akademisi başkanlık konsey üyesi ve Rusya’nın önde gelen akademisyenlerden olan V.A. Tishkov ise yeni bir kimlik inşasının gerekli olmadığını ve “Rusya Vatanseverliği” paydasında halkların birleştirilmesinin daha uygun olacağı görüşündedir Ona göre; oluşturulması gereken kimlik “veya-veya” şeklinde değil “ve-ve” şeklinde olmalı, kimliklerin birbirine alternatifli olmaması gerekmektedir. Yani Rus ve Rossiyan, Çeçen ve Rossiyan, Tatar ve Rossiyan şeklinde kullanılmalıdır (Tishkov, 2011, s. 19).

Rossiyan kimliğine vurgu yapan benzer ifadeleri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in muhtelif zamanlarda yaptığı konuşmalarda da görmek mümkündür. 12 Haziran 2003 yılında “Den Rossii” (Rusya Günü) bayramında yapmış olduğu ulusa sesleniş konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır: “Her nerede doğduysak, her nerede büyüdüysek orası bizim anavatanımızdır. Biz hep birlikte Rusya halkıyız…” 5 Şubat 2003 yılında Çuvaşistan’da yapmış olduğu bir konuşmasında ise “… Bizler Sovyet Halkının birliğini sağladığımız gibi bugün de inanıyorm ki aynı birlikteliği sağlayabilmek için yeterince sebebimiz vardır. Bizler bütünüz. Atalarımız bu birlik ve beraberlik için çok çalıştılar. Tüm bunlar bizlerin ortak tarihi olduğu gibi aynı zamanda günümüzün gerçekleridir…” 2005 yılında Kazan’da yaptığı bir konuşmada ise; “Kazan olmadan, Tatar kültürü olmadan ne Rusya halkı ne de Rusya diye bir devlet olabilirdi. Yüzyıllardır süren bu birlikteliğimiz bugün de devam etmektedir…” (Tishkov, 2013, s. 299-300).

2011 yılında dönemin Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev Euronews kanalına verdiği bir demecinde;

Şekil

Şekil 1: Araştırma ve Anket Çalışması İçin Kullanılan www.porusski.org web sayfası Ekran Görüntüsü
Şekil 2: SSCB Döneminde "Rus İnsanı" Propaganda Faaliyetleri  (https://www.sovietposters.com, 2018)
Şekil 3: Aleksandır Nevski Batu Han’ın Huzurunda  Şekil 4: Aleksandır Nevski ve Batu Han’ın oğlu  Sartak
Tablo 3: Kazan Şehrinin 1552 yılında Ruslar tarafından işgalinden sonra Tatar  Türkleri’nin Ruslara karşı isyan ve ayaklanmaları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Muhsin İyi islami Hayat Pdf E-Kitap indir Muhsin İyi pdf business cards maker islami Hayat.İslami Dosya, İslami Program, İslami Download, İslami Döküman, İslami Belge,

Bu dönemde Mevlevi ve Bek- taşi tarikatlarının ayin biçimi olarak karşımıza çıkan dini dansların üçyüz yıl boyunca halk arasında yaşayarak varlığını

• Dinî rehberlik ve danışmanlık ile din eğitimi yaklaşım olarak söz konusu dinin insan anlayışı ve dünya. görüşünü yansıtması

Bireylerin dinî konulardaki soru ve sorunlarına cevap oluşturmaya, bireyin dinî kimliğini oluşturmada ve dinî yaşantısına yön vermede kaynaklık eden vahiy ve. vahiyden

• Altaş, Nurullah, “Dini Danışmanlığın Teorik Temelleri,” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 41 (2000), ss.327-350. • Doğan, Recai ve Ege, Remziye (Ed),

Gerek Şura ve gerekse Diniye Nezareti'nin bugüne kadar bölgenin dini hayatı için önemli olan bu konularda yeterince mesafe alamamış olması çeşitli tenkülere

Atasözü olarak kullanılan deyişlerde kırk günün insan üzerinde bir huyun yerleşmesi için gerekli bir süre olduğu ifade edilir. Meşhur menkıbelerde de samimiyet

Bazı araştırmalarda kadın ve erkek arasında benzer olarak kaygı ve depresyon 1 semptomları gözlense de (Noel ve diğ. 2013: 333) çoğunlukla kadınların erkeklere göre