• Sonuç bulunamadı

Kimlik, Çokkültürlülük ve Ulus/Millet Kimliği

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.4 Çokkültürlülük Uygulamaları

2.4.3 Kimlik, Çokkültürlülük ve Ulus/Millet Kimliği

Sosyal bir varlık olan insanın, kendine özgü nitelik, belirti ve özelliklerin tümüne kimlik denir. Kültürel kimlik ise, bireyin kendisini millet, etnisite, ırk, cinsiyet ve din gibi çeşitli kültürel kategorilerden oluşan belirli bir grup ile tanımlaması veya ona ait olduğunu hissetmesi anlamına gelmektedir. Kültürel gelenekler; miras, dil, estetik, kurallar ve örfler gibi kolektif bilginin paylaşılma sürecinde oluşur ve devamlılığını sürdürür. Bütün bunların yanında bireyler, kültürel kimliklerini anlamayı zor bulabilirler. Karmaşık bir geçmişe sahip olabilirler veya ana kültürün kendi başlarına farklı olduğu bir toplumda yaşayabilirler. Bir yere sığmıyorlar gibi hissedebilirler ve başkalarının daha fazla kabul görmesi için kendi kültürlerinin tamamını veya belirli kısımlarını reddedebilirler. Bazı bireyler için kültür, içine doğduğu kültürel mirastan ziyade kendi oluşturduğu suni ailelerle ilgilidir. Bu yerel bir kulüp, topluluk grubu veya spor takımı anlamına gelebilir.

Genelde insanlar kültürlerini severler, ancak insanlar artık kendilerini ait hissettikleri çevreleri veya kendilerine biçilen bazı değerleri olduğu gibi de kabul etmezler. Kültür, yaşamın ya da yaşamın belirli bir yolunu oluşturan her şeydir. Bu, bir grup insana ait tüm inanç ve değerleri, dili, gelenekleri, kıyafet tarzını, yemeği, şarkıyı ve hikâyeleri içerir. Birey kültürel kimliğini, ait olduğu kültürlerin her birinin belirli yönlerini alma biçimlerinden ve kim olduğunu şekillendirmek ve tanımlamak için kullanır.

S. Huntington’un dediği gibi aslında kimlik “benliğin anlamı” dır. Öz farkındalık olmadan ise “kendini anlama/tanıma” olamaz. Yunus Emre’nin Huntington’dan yüzyıllar önce söylediği “İlim ilim bilmektir ilim kendini bilmektir sen kendini bilmezsen ya nice

okumaktır” derinlikli sözü ise kimlik ve kendini tanımakla alakalı oldukça önem arzetmektedir. Bu söz incelendiğinde; insan öncelikle kendisini tanır, kendisinden yola çıkarak başkalarını tanır ve anlar ve başkalarından da paylar çıkararak doğadan öğrendiği bilgiler ışığında kendisini tekrar tanıyıp anlamlandırarak çevresini ve kendi aidiyetini oluşturur.

Bu çevre ise, F. Fukuyama’ya göre “sosyal sermaye”; sadece güven üzerine tesis edilebilir (Fukuyama, 2005, s. 53-55). Burada yalnız şöyle bir husus var; Bireyin, içinde büyüdüğü toplumun herkes tarafından paylaşılan ortak ahlaki değerlere sahip olabileceği ön kabulü, bireyi koşulsuz güven duygusu içine de sokarak kendi kültürünü önceleyebilir. Genellikle de böyle olur.

Çokkültürlülük konusuna dönecek olursak, son yıllarda Batı liberal demokrasileri arasındaki çeşitlilik ve farklılık politikalarında kayda değer dönüşler, çokkültürlülüğün uygulanabilirliği ve en iyi uygulama sorununu olduğunu yeniden gündeme getirmiştir. Çokkültürlülük politikaları, ekonomik istikrar, istihdam, sosyal uyum ve diğer pek çok toplumsal konuların ve artan toplumsal gerilimlerin sebebi veya çözümümüdür? Çokkültürcülüğün savunucuları ve eleştirmenleri (geniş ölçüde) zamanlarını, bu tür sorunların çokkültürlülükten kaynaklanıp kaynaklanmadığına ilişkin tartışmalara ayrılırlar.

Çoğu zaman çokkültürlülüğe dair eleştiri; göç, kimlik, sosyal uyum ve siyasal değerler etrafında politik merkeze etkilerine odaklanırken, azınlık toplulukları ve devlet arasındaki (yani devletlerin azınlık gruplarına borçlu olduğu) dikey ilişki üzerine pek eğilmedikleri gibi, bu azınlık toplulukları ile toplumun diğer tarafını oluşturan topluluklar arasındaki yatay ilişki üzerinde çok fazla tartışılmaz. Ancak çoğu zaman çok uluslu ve çokkültürlü devletlerde var olan karmaşık etnik-kültürel çeşitlilik, bu grupları birbirine bağlayan siyasi kimlik ve sadakat kaynakları ile çoğunluk ve azınlık topluluklarının birbirlerine ve onların birlikte yaşadıkları daha büyük ulusal birliğe ilişkin yükümlülükleri hakkında sorulara yol açmaktadır. Örneğin; Çok kültürlülük ve ulusal kimlik, çoğulcu demokrasilerde nasıl birleştirilebilir? Kültürel çeşitlilik etrafında ortaya çıkan koşullar, siyasal sadakat kaynağı olarak yeniden düşünmeyi gerektirir mi? Ek olarak, özellikle bütünleşme ve kimlik konuları

etrafında azınlık ve çoğunluk kültürlerinin göreceli yükümlülükleri nelerdir?

Tarım toplumlarında kimlik ve aidiyet meselesi asiller ve köylüler arasında yatay veya dikey herhangi bir geçişe imkân tanımaksızın sınırları keskin bir şekilde ayrılır ve buna göre şekillenirken, sanayi toplumunda ise, daha çok sonradan edinilen mesleki aidiyetler çerçevesinde şekillenir. Mesleki değişim ve buna bağlı olarak gerçekleşen hareketlilik (yer değiştirme, göç) insanlara, yaşamları boyunca devam edecek bir kimlik elde edebilme olanağı sağlayabilir. Bu toplumlarda kişinin roller arasında hareket edebilecek becerilerle donanması gerekir. Günümüz modern toplumlarında ise, kişinin aldığı eğitim önce çevresini sonra da kimliğini değiştirebilecek derecede önem arz etmektedir. Artık modern toplumlarda insanlar akrabalık bağından çok kendi şekillendirdiği veya kendi seçtiği kimlik ve kültüre bağlılık göstermektedir. Yani bireyin kendisiyle atalarından kendisine aktarılan veya anonim kültür olarak niteleyebileceğimiz çevresel faktörlere herhangi bir bağı kalmamıştır.

Devlet, kültür ve kimlik kavramları birlikte değerlendirildiğinde günümüzde artık devlet, sahip olduğu ulusun tamamına belirleyici bir kimlik sağlayabilmek için kendisini tamamen değiştirmek zorunda kalabilir. Nitekim 19.yüzyıla kadar süregelen ve aslında İslamda hiçbir yeri olmayan “kabilecilik” mevhumu ve bunun getirdiği şartlarla yönetilen Cezayir halkı, 20. yüzyıla gelindiğinde tüm bunları bir kenara bırakarak, reformcu bir tutumla kendisini kutsal kitapla özdeşleştirdi ve bu sayede kendini bir ulus olarak tanımlayabildi.

Çokkültürlülük literatürünün birçoğunda bu konular tartışılırken, merkezi tartışmaların gerginliğini azaltacağı düşünülen “Çokkültürlü aidiyet” kavramı bu tartışmalara damgasını vurmaktadır. “Çokkültürlü aidiyet”e yönelik son yaklaşımların, politik aidiyet için önemli bilgiler sunduğunu öne sürülmektedir.

Bu yönüyle çokkültürlü aidiyet teorisi, kültürel çeşitlilik, vatandaşlık ve ulusal kimlik arasındaki ilişkinin daha karşılıklı bir görüntüsünü ve toplumsal bütünlük sorununa değinen daha verimli bir aidiyet modelini ortaya koyduğu için Rusya Federasyonu için düşünülebilir. Rusya Federasyonu’nda toplumsal mutabakatı sağlamak, kültürel ortaklığın türlerini ve şekillerini düşünmek ve politik toplumun aidiyet ve biçimlerinin farklı modellerini mümkün kılmak için tanımlanmış iyi bir model olabilir.