• Sonuç bulunamadı

Will Kymlicka: Çokkültürlü Yurttaşlık ve Azınlık Haklarının Liberal Teorisi

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.3 Çokkültürlülük Kuramları

2.3.1 Will Kymlicka: Çokkültürlü Yurttaşlık ve Azınlık Haklarının Liberal Teorisi

Will Kymlicka6 azınlık hakları ve çokkültürlülük üzerinde yoğunlaştır. Bunun ana sebebi, ülkesi Kanada’daki Fransız azınlığın farklılaşmış hak talepleri olmuştur. Kanada Quebec’teki Fransız azınlık, 1940-50’li yıllarda yoksul bir azınlık olarak, otokratik seçkinler tarafından yönetilen ve İngiliz Kanadalıların ayrımcılığına maruz kalan bir topluluk idi. Bu duruma rağmen o dönemde, Quebec’teki Fransız topluluğunun herhangi kültürel hak talebi bulunmadığı gibi politik olarak da sakin bir gruptular.

Özelikle 1990 sonrasında, İngiliz Kanadalılarla aynı hayat standartlarına ulaşan Quebec’lilerin, federal hükümet ve bürokrasideki temsil oranları da nüfuslarına oranla daha

6 Will Kymlicka: 1962 yılında Kanada’nın İngiliz bölgesinde yer alan Londra kentinde doğmuştur. 1984

yılında Kanada-Queens Üniversitesinde felsefe ve siyaset bilimi eğitimi aldıktan sonra 1987 yılında Oxford Üniversitesi’nde felsefe alanında doktora yapmıştır. Kymlicka’nın “Çokkültürlü Yurttaşlık” eseri, Kanada Politik Bilim Derneği’nin verdiği “Macpherson ödülü” ile Amerikan Politik Bilim Derneği’nin verdiği “Bunche ödülü”ne layık görülmüştür.

yüksek bir seviyeye gelmiştir. Bu gelişmeler doğrultusunda, Kanada’daki İngiliz ve Fransızlar arasında ön yargılar yok olmuştur. Demokrasi, ekonomik refah, hayat standartları ve hoşgörü ortamındaki iyileşmeye rağmen eskiye oranla Quebec milliyetçiliğinde bir azalma beklenirken tam tersi olmuş, Quebec milliyetçiliğine ve ayrılmacılığına destek sürekli artmıştır (Kymlicka, 1998, s. 22-23).

Kymlicka, kendini liberal olarak tanımlamakla birlikte, özellikle Kanada–Quebec’te ortaya çıkan etno-kültürel problemler ve ayrılıkçılığın güç kazanması ışığında “klasik liberalizm”in haklar teorisini ve yurttaşlık anlayışını sorgulamaya başlamıştır. Kymlicka, Kanada’daki etnokültürel sorunun sadece Kanada’ya has bir durum olmadığını, Kuzey Avrupa ve Batı demokrasilerinde de aynı sorunların var olduğunu müşahade etmesiyle birlikte, bu sorunların doğasını daha iyi anlamaya ve bu sorunlara ilişkin âdil bir çözümün neler olabileceğine odaklanmıştır. Kymlicka, liberal “bireysel özerklik” ilkesi ile tutarlı olarak, liberal demokrasilerdeki azınlık gruplarının yaşadığı problemlerin doğasını ve bu problemlere ilişkin âdil çözümlerin neler olabileceğini “Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi” isimli eserinde detaylıca ortaya koymuştur. Kymlicka, azınlık kültürlerinin ortaya çıkardığı problemlere ilişkin ortaya koyduğu fikirlerin tamamen liberal düşünce geleneği içinde yer aldığını önemle vurgulamaktadır (Kymlicka, 1998, s. 13).

Ona göre, liberalizm, grup haklarını kapsayacak bir şekilde genişletilebilir. Bireylerin kendilerini özgür ve bağımsız ifade edebilmelerinin tek yolunun kültürel çeşitlilikten geçtiğini savunur. Bu liberallik anlayışı, devletin dinî inançlara aynı mesafede durarak onları baskılara karşı koruması, demokratikleşme, fırsat eşitliği ile kadınların, etnik-dinî azınlıkların ve diğer dezavantajlı, baskıya uğrayan grupların sivil haklarının korunmasını temsil etmektedir (Kymlicka, 1998, s. 14).

Kymlicka‟nın temel iddialarından birisi; bazı azınlık haklarının, temel liberal değer olan “bireysel özerklik” ile çelişmediği, aksine tutarlılık gösterdiğidir. Dolayısıyla Kymlicka, azınlık haklarının gelişmesi için “bireysel özerkliği” bir önkoşul olarak kabul eder. Ayrıca Kymlicka, azınlık haklarının yanında “özyönetim hakları”nın savunulması gerektiğini iddia

etmektedir. Zira dünyadaki etnik – milliyetçi çatışmaların öz yönetim haklarının ihlali veya tamamiyle gasp edilmesi ile daha da şiddetlendiği savunur.

Kymlicka, bu tür ulusal tanınma ve özerkliğin, tarihten de görüldüğü üzere Batı demokrasilerinde ulusal azınlıkların sadakatini sağlamanın en iyi yolunun milliyet duygularına saldırmak değil, bilakis bunu kabul etmek ve hatta federalizmin benimsenmesiyle aşılabileceğini iddia etmektedir. Ancak, Batı demokrasilerinde geçerli olan “özyönetim hakkı”, liberal olmayan azınlıklara sahip diğer ülkeler ve dış ülkelerde soydaşları bulunan azınlık grubuna sahip devletler, özellikle de Doğu Avrupa üleleri için geçerli olmadığını da belirtir. Sonuç olarak ister Batılı devletler de isterse demokratik işleyişin olmadığı devletlerde azınlıların ulus olma duygusuna yönelik bir saldırı durumunda, genelde ayrılıkçılık ve devlete karşı sadakatsizlik artar. Ne var ki, çoğu çok uluslu Batılı ülke artık azınlık milliyetçiliğini ezmenin ters sonuçlar doğurduğunu kabul etmiştir ve federalizmi çokuluslu devletlerde istikrarın bir yolu olarak görmektedir (Kymlicka, 1998, s. 18-19).

Şu da bir gerçektir ki, çok sayıda ülkede azınlıkların taleplerinin altında uluslar-aşırı bir talep vardır. Yani azınlıkların içinde bulundukları devletten ayrılarak soydaş devletiyle birleşme çabası veya soydaş devletin bunu bir çıkar aracı olarak kullanma eyilimi vardır; siyasi ve hatta askeri müdahale potansiyeli taşır. Ulusal azınlık liderleri soydaş devlet ya da bir başka devlet tarafından kullanılabilir. Ya da tam tersi ulusal azınlıklar bulundukları devletlerine sadakatlerini tescillemek veya bulundukları devlet tarafından herhangi bir tehdide mahal vermemek adına soydaş devletlerin kendilerine nüfuz etme çabalarını reddedebilir.

Bu konular ilk defa Milletler Cemiyeti’nde ele alınmıştır. Kültürel azınlıkların korunması ve çoğunluk ile azınlıkların arasında muhtemel çatışmaların önüne geçebilmek için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Soydaş ve azınlık meseleleri ele devletlerarasında yapılan ikili anlaşmalarla çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Ancak bu anlaşmaların yeterli olmadığı gibi istikrar bozucuydu. Yanı başındaki devlete müdahale hakkı veren bu anlaşmaların en belirgin örneğini İkinci Dünya savaşı sırasında Almanyanın Polonya ve Çekoslavakya’ya yapmış olduğu işgal gerekçesinde görmek mümkündür.

İkinci Dünya Savaşından sonra azınlık hakları Milletler Cemiyeti dönemindeki aktüalitesini yitirdi. Bunun temelinde yatan neden ise; sınırların yeniden çizilmeden bu konunun ele alınmasının mevcut durumu bir katkısı olmayacağı düşüncesiydi. Ancak sınırlar değişiyor ve azınlıklar meselesi sürekli devletlerarası ilişkilerde tehdit olarak kullanılmaya devam ediyordu. Kymlicka bu konuyla ilgili önemli tespitlerde bulunmuştur. Kymlicka’ya göre; Doğu Avrupa’daki birçok halk benzer endişeleri taşımaktadır. Bu korku hem Kırım hem de Baltık cumhuriyetlerindeki etnik Ruslar, Kazakistan ve Kafkasya’daki Ruslaşmış Kazaklar, Slovakya’daki etnik Macarlar, Bosna ya da Hırvatistan’daki etnik Sırplar vb. bağlamlarında ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Baltık cumhuriyetlerinde giderek daha fazla etnik Rus Rusya il birleşme fikrine katılmamakla birlikte Latvialılar veya Estonyalılarla daha fazla ortak yanlarının olduklarını düşünmektedirler. Yine de bu durum Rusya’daki Milliyetçilerin Rus azınlıkların varlığının müdahale gerekçesi olarak kabul etmelerine mâni değildir. Rusya Baltık ülkelerindeki etnik Rusları, Moskova eksenli düşünce yapısına sahip olmasa dahi Rusya’nın “beşinci kolu” (propaganda faaliyetlerinin dışında yapılan tüm sabotaj, casusluk ve istihbarat çalışmaları) gibi düşünmektedir. (Kymlicka, 1998, s. 20). Çalışmamızın da konusu olan Rusya’nın başka devletlerde bulunan azınlıklara yönelik faaliyetleri ve bu yolla ilhak ettiği Kırım buna örnek niteliğindedir.

Bir devletin çokkültürlü hale gelmesinde, Kymlicka’nın temel aldığı, iki tür kültürel çoğulculuk biçimi vardır ve bu çoğulculuk biçimleri devlet modellerini belirler. Bunlardan ilki; Rusya Federasyonu örneğinde de olduğu gibi daha önce özerk veya bağımsız olan kültürlerin daha geniş bir siyasi yapıya katılması ile oluşur. Bu topluluklar genellikle belirli derecede özerklik talep ederler. Bu “Çokuluslu devlet” modeli; kültürel çeşitlilikleriyle birden fazla ulusun bir devlet içerisinde yaşamasıdır.

İkinci olarak ise, bir devletteki kültürel çeşitliliğin kaynağı, bireysel ve aile olarak göç edilmesinden doğar. Bu topluluklar ana toplum ile bütünleşmek ve eşit yurttaşlık haklarına sahip olmak isterler. Bu grupların amaçları, büyük toplumun içerisinde ayrı bir ulus olarak özerklik talep etmek değil, sosyal ve siyasi yapının kendi kültürlerine daha saygılı kural ve yasaları hayata geçirmesidir. Bu ise “Çoketnikli devlet” modeli; kültürel çeşitliliğe sahip etnik grupların büyük toplumla bütünleşerek toplumun tam üyeleri olarak kabul

edilmeleridir. Yani amaçlanan farklı etnik grupların ana toplumdan ayrı özyönetim sahibi bir ulus olmak yerine, kültürel farklılıklarına saygı gösterilecek şekilde, ana toplumun yasa ve kurumlarını değiştirmektir (Kymlicka, 1998, s. 38-40).

Bütün bu görüşlerin ve çözüm önerilerinin ışığında, klasik liberal düşünürlerin bireysel özerkliğe tehdit olarak gördüğü grup haklarının, artık geleneksel “insan hakları” kategorisi çerçevesinde ele alınamayacağı açıktır. Kymlicka, etnokültürel sorunların çözümü için geleneksel insan haklarına, bireylere tanınan evrensel haklardan ödün vermeden liberal teori ile uyumlu bazı grup haklarınının eklenmesinin hem meşru hemde kaçınılmaz olduğunu iddia etmektedir. Ancak bu iddiasının tatbikiyle ilgili endişesini ve umutsuzluğunu şöyle dile getiriyor:

“Azınlık haklarının kategorik olarak temel insan hakları boyutuyla incelenemeyeceği giderek daha da ortaya çıkıyor. İnsani hakların alışılagelmiş ölçütleri kültürel azınlıklarla alakalı en önemli ve tartışmalı sorunları dahi çözmekten acizdir: Siyasette, bürokraside, mahkemede ve eğitimde hangi dil ana dil olarak kabul edilecektir? İdari birimler, eyaletler veya bölgeler, kültürel azınlıkların yoğunluklarına göre mi şekillenecektir? Yerli halkların geleneksek yurtları onların kendi kullanımlarına bırakılacak ve böylelikle yerleşimcilerin ve kaynakları işletmek isteyenlerin tecavüzlerine karşı korunacak mıdır? Azınlıkların bütünleşme ihtiyacına nereye kadar izin verilebilir? Göçmenlerin yurttaşlığa/vatandaşlığa kabulleri hususunda kendilerinden hangi oranda kültürel bütünleşmeye rıza göstermeleri istenecektir?” (Kymlicka, 1998, s. 30)

Kymlicka’nın “Çokkültürlü Yurttaşlık” fikirlerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve “Azınlık Haklarının Liberal Teorisi”nin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi için bizzat kendisinin yapmış olduğu farklı azınlık haklarına ilişkin sınıflandırmasına göz atmakta fayda vardır.

Grup Farkına Dayalı Hakların Üç Biçimi

Özyönetim Hakları: Genellikle belli bir federasyon biçimi aracılığı ile siyasi ve idari yönetimin, belli oranda ulusal azınlıklara devredilmesidir. Çoğu çoketnili devlette, toplumsal yapıyı oluşturan uluslar, kendi kültürlerinin gelişimini sağlamak ve aynı kültürel mensubiyete ait insanlarının çıkarlarını en iyi şekilde gözetmek üzere, birtakım siyasi

özerklik ya da coğrafi olarak idari özerklik talep etme eğilimi taşır. Aşırı durumlarda uluslar, kaderini tayin hakkını talep ederek ayrılmayı isteyebilirler. Kymlicka’ya göre; bu haklar, kalıcı haklardır (Kymlicka, 1998, s. 62).

Çoketniklilik Hakları: Belli etnik ya da dinsel grupları ilgilendiren konularda bir takım mali destek ve yasal korumaların sağlanmasıdır. Bu yolla etnik gruplara ve dini azınlıklara, egemen kültürün karşısında kendi kültürel özgünlüklerini ifade edebilmeleri ve bundan gurur duymaları amaçlanmaktadır. “Özyönetim hakları”nın aksine, “çoketniklilik hakları” büyük toplumdan ayrılmayı değil, büyük toplumun kültürüne dâhil olmayı ifade etmektedir (Kymlicka, 1998, s. 66).

Özel Temsil Hakları: Devletin merkezi kurumlarında etnik ya da ulusal azınlıklar için ayrılmış temsil kabiliyeti güçlü makam ve mevkileri içermektedir. Daha çok toplum içerisinde yer alan dezavantajlı gruplar (azınlıklar, kadınlar, çocuklar, yoksullar, yaşlı ve engelliler) için tasarlanmış haklar bütünüdür. Özel temsil hakları bu azınlık gruplarının temsil olanaklarının iyileştirilmesi, örneğin; etnik azınlık üyelerinin parti üyesi veya parti lideri olabilmelerine imkân tanınması ve böylelikle temsil olanaklarının artırılması şeklinde olabilir (Kymlicka, 1998, s. 66).

Yukarıda incelenen bu üç hak biçimi grup hakları (kollektif haklar) olarak değerlendirilir ve bu yönüyle liberalizmin temel ilkelerinden olan “bireysel özerkliğe” tehdit oluşturduğu düşünmektedirler.