• Sonuç bulunamadı

Artan Milliyetçilik ve Ruslaştırma politikaları

BÖLÜM 3: RUSYA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜĞÜ

3.6 Artan Milliyetçilik ve Ruslaştırma politikaları

Rusya Türkleri ve Müslümanları arasında, Osmanlı Devleti’nde Jön Türk hareketinde olduğu gibi, sosyal birlik ve beraberlik için Türkistan Milliyetçiliği hareketleri başladı. İ. Gaspıralı’nın fikirleri Tatar-Türk halkları arasında geniş bir zemin kazanarak Türkistan Milleti çatısı altında toplanma arayışını ortaya çıkardı. “Kanımız Türk kanı, dilimiz Türkçe, Dinimiz İslam ve buyüzden biz bir milletiz” söylemleri çoğu aydını Osmanlı’ya doğru yöneltti ve bazı aydınlar Osmanlı’ya göç etti. 1916’da Fergana Vadisi’ndeki olaylar önce Rus karşıtlığına ve akabinde isyana dönüştü. İsyanı bastırabilmek için çok sayıda Müslüman Türk katledildi. 300 bin’e yakın bir nüfus ise Doğu Türkistan’a göç etmek durumunda kaldı. Tahminlere göre Türkistan nüfusunun %17’si yok oldu (Kotyukova, 2016, s. 89-90).

Çarlık Rusya’sının popüler ideolojisi olan Panslavizm karşısında Türk milliyetçiliği hareketleri aslında Ekim devrimi öncesinde Lenin tarafından Çarlık rejimini zayıflatabilmek için kullanılmıştır. Böylelikle milletlerin self-determinasyon haklarını kullanabilecekleri tezi manipüle edilmiş, milliyetçi duygular teşvik edilmiştir (Yerasimos, 1979, s. 35-37). Aslında Sovyet siyasetinin asıl amacı milliyetçiliği tamamen ortadan kaldırmak değil, bilakis milliyetçiliği ve milliyetçi söylemleri tekelleştirmekti (Fragner, 2004, s. 30).

Sonraki yıllarda Rusya’ya kan kaybettirmeye devam eden milliyetçilik, Evrensel sosyalist ideoloji ile beslenen rejim için tehdit haline gelmeye başlamıştır. Böylece Lenin’den sonra Stalin Türk ve Müslüman isyanlarının önüne geçebilmek, farklı uluslararasında Sovyet üst kimliğini tesis etmek ve gücü merkezde toplayabilmek için Sovyet Milliyetçiliği’ni öne çıkarmaya başlamıştır.

Bu çerçevede ulusa dayalı kimliklerin tamamı Sovyet üst kimliği içerisinde eriterek “işçi hakları” nı ön plana çıkaracak politika ve söylemler geliştirilmiştir (Dağı, 2002, s. 82). Her nekadar Sovyet milliyetçiliği ön plana çıkarılmaya gayret edilse de gerek parti teşkilatında gerekse bürokraside artan Rus unsurları Sovyet milliyetçiliğinden ziyade ülkeyi Rus milliyetçiliğine ve Ruslaşmaya doğru sürüklemiştir (Ferro, 1998, s. 141-143).

görevlerin tamamı iyi derecede Rusça bilgisi gerektiriyordu. Giderek Sovyet egemenliği içerisinde gizlenmiş Rus dil ve kültürü ülkenin geneline yayılmaya ve diğer milletleri “Rus” üst kimliği altında toplamaya başladı (Dağı, 2002, s. 84).

Türkistan’da uygulanan Ruslaştırma ve asimilasyon politikalarınn temel aracı eğitim idi. Bu eğitim programının fikir sahibi ve uygulamacıları ise N.İ.İlminski, N.P. Ostroumov ve A.E. Alektorov gibi meşhur Rus misyonerleridir. Sonraları ise Moskova’da mezkûr misyonerler önderliğinde bir merkez de kurulmuştur. Kiril alfabesine dayalı ve her Türk lehçesine ayrı birer alfabe uygulamalarıyla birçok kitap basılmıştır. Misyonerlerin asıl maksadı, Türklere kaliteli bir eğitim imkânı sağlamak değil, bu eğitim metodu ile kendi kültürlerinden koparmak ve asimilasyon sürecini hızlandırmaktı (Egamberdiyev, 2005, s. 104-105)

Uygulanan bu “asimilasyon politikası” ile farklı etnik gruplardan birçok insan kendilerini “Rus” olarak tanıtmaya/tanımlamaya ve çocuklarını da nüfus idaresine Rus olarak kaydettirmeye başlamıştır. Kohn, Moskova yönetiminin SSCB’deki Rus olmayan milletlere kültürel ve tarihi değerlerini değiştirmeleri için benzer baskılar yapmaya başladığını belirtmiştir (Kohn, 1983, s. 283).

II. Dünya Savaşı döneminde ise gelişen Stalinizm, devlete karşı potansiyel tehlike olarak gördüğü Rus olmayan halkları (özellikle Müslüman ve Türkleri) adeta sistematik olarak yok etmeye veya zorunlu olarak göç ettirmeye başlamıştır. Stalin, Rus milliyetçiliği söylemini “şovenist politikalarla” birleştirerek Rus milliyetçiliği fikrini harekete geçirtmiş ve hatta zirveye çıkarmıştır. Üniversiteye kabul için başvuran çeşitli insanların milliyetlerine göre kota uygulanmış, parti kadroları içerisinde bulunan Yahudiler tasviye edilmiştir (Özel, 2014, s. 111).

Sinyavsky’e göre (Sinyavsky, 1990, s. 74-75); aslen Gürcü olan Stalin’in, Rus kimliği karşısında yaşamış olduğu aşağılık kompleksi Onu, Sovyet İmparatorluğu’nun otokrat lideri olma fikrine sevketmiştir. 1930-1933 yılları arasında Sovyet Ukrayna’da yaşanan “Holodomor” (Ukrayna’da Sovyet eliyle bile isteye yaşatılan halkın aç bırakılması

durumu)26 hadisesinde 7-10 milyon arasında açlıktan hayatını kaybetmesini bazı bilim adamları Stalin’in milliyetçilik politikasına dayandırarak kasti ölümler olarak tanımlamışlardır (Graziosi, 2004, s. 6-7). Nitekim Stalin döneminde sosyalizmin özellikleri kullanılarak Rus milliyetçiliği bininçli olarak artırılmıştır. Rusya’nın toprak bütünlüğü, Rus halkının kültürü, geleneği ve kimliğinin korunmasına dayandırılmıştır.

II. Dünya Savaşı’nın Sovyetlerin zaferi ile sona ermesiyle birlikte Rus milliyetçiliği hiç olmadığı kadar artmıştı. 24 Mayıs 1945’te, kızıl ordu şerefine Kremlin’de verilen ziyafette Stalin; Rus milleti ile ilgili “Sovyetler Birliğine dâhil bütün milletlerin en üstünü” olduklarını ve Rusların “metin, zeki ve ilerici” oldukları ifadelerini kullanır (Stalin, 1950, s. 196). Bu konuşmanın ardından Ruslar Sovyetler Birliği’ne dâhil diğer milletlerin “büyük kardeşi” ilan edilmiştir.

Ruslaştırma politikaları Kruşçev döneminde de artarak devam etmiştir. 1961’de Kruşçev’in "Ulusların Gelişmesi ve Yakınlaşması" başlığı altında uygulamaya koyduğu politikalarla özellikle Müslüman ve Türk halklar başta olmak üzere Rus olmayan halklara Rus kültürü aşılanırken, bu halkların Ruslarla iç içe yaşamaları hedeflenmişti. Böylelikle milletlerin Rus- Sovyet kültürünün “birleşme” bayrağı altında yakınlaşması öngörülmüştür. Bu husus Parti programında “Rus dili” bütün Sovyetler Birliği’nin ortak dili haline gelmiştir” şeklinde formüle edilmiştir. Asıl maksat, Rusçayı “Sovyet halkı”nın ortak konuşma dili haline getirerek Rusçayı ve Rus kültürünü yüceltmekti. Bunun için öncelikle Rusça öğretim yapan okul sayısının artırılması ve okul öncesi çocukların, Rusça konuşmaya alıştırılması planlanmıştır. Genel eğitim müfredatı Rus dilinde eğitim gören öğrencilere diğer dillerde eğitim gören öğrencilere nazaran lehte büyük üstünlükler sağlayacak şekilde düzenlenmiştir (Hanazarov, 1963, s. 202).

26 “Holodomor” için Bkz: V. Danilov, R. Manning, and L. Viola, eds., Tragediia sovetskoi derevni:

Kollektivizatsiia i raskulachivanie, vol. 3, Konets 1930–1933 (Moscow, 2001); R. W. Davies, Oleg V. Khlevniuk, and E. A. Rees, eds., The Stalin-Kaganovich Correspondence, 1931–36 (New Haven, 2003; Russian ed., Moscow, 2001); R. W. Davies and Stephen G. Wheatcroft, The Years of Hunger: Soviet Agriculture, 1931–1933 (New York, 2004); N. A. Ivnitskii, Kollektivizatsiia i raskulachivanie (Moscow, 1996); Ivnitskii, Repressivnaia politika sovetskoi vlasti v derevne (1928– 1933 gg.) (Moscow, 2000); V. V. Kondrashin and Diana [D’Ann] Penner, Golod: 1932–1933 gody v sovetskoi derevne (na materiale Povolzh'ia, Dona i Kubani) (Samara, 2002); S. V. Kul'chyts'kyi, ed., Holodomor 1932–1933 rr. v Ukraïni: Prychyny i naslidky (Kyiv, 1995);

Böylelikle Baltık devletleri, Kafkaslar ve Orta Asya başta olmak üzere Sovyetlerin en ücra köşesin bile uzman kadro niteliğinde Slav kökenli öğretmenler tayin edilip yerleştirilmiştir. Nitekim 1970’lere gelindiğinde Ermenistan, Gürcistan ve Baltık Cumhuriyetlerinin dışında tüm Birlik Cumhuriyetleri kiril alfabesini kabul etmişlerdir. Genellikle Müslüman ve Türk halkların soyadlarının sonları erkeklerde "ov"veya "ev" ve kadınlarda ise "ova" veya "eva" ekleri alacak şekilde değiştirilmiştir (Şadıhanov, 2006, s. 3).

Ayrıca Sovyet döneminde karma evlilikler teşvik ediliyordu. 1920’lerde karma evlilik oranı %2,5 iken 1970’li yıllara gelindiğinde ise bu oranın %15’e ulaştığı görülmektedir. Özellikle yeni kurulan Sovyet şehirlerinde karma evliliklerin oranı devletin teşviki ve desteği ile diğerlerine göre daha yüksek olmuştur (Süleymanov, 2009, s. 11-13). Karma evliliklerin, yeni bir toplum türü oluşturup oluşturmadığına dair düşüncülerimize, sanayileşmiş ve göçlerden etkilmiş olan Tatarlar ile yapılan bu araştırmamızın sonuç kısmında yer verilecektir.

Sovyetler Birliği’nde Doğu Ortodoks Kilisesinin yanısıra, çok sayıda Katolik, Protestan, Yahudi, Müslüman, Şamanist ve Budist kitleler bulunmaktaydı. Bu kitlelerin aktif dini ibadetlerin yasaklanmasıyla geleneksel bir hale dönüşen inaçlarını yaşatabilmeleri için dahi yapılan etkinlikler çeşitli sebeplerle kısıtlanıyordu (Riasanovsky & Steinberg, 2011, s. 627).

Bu dönemde uygulanan Sovyet görünümlü Rus tekkültürlülük politikaları, kültürel zenginliklerin kaybolmasına, bazı ana dillerinin tamamen yok olmasına neden olmuştur. Halkın kültür abideleri, eski alfabede yazılan nadide eserler, elyazmaları, şahsi arşivler ve kütüphaneler yok edilmiştir (Brubaker, 1994, s. 52). Milli kültürü yansıtan musiki aletleri ise geriliği simgelediği gerekçesiyle toplatılmış ya da baskı altında kalan insanlar tarafından toprağa gömülmüş veya imha edilmiştir. Bu duruma çaresizlik içinde yönetime boyun eğen/eğmek zorunda bırakılan milletlerin onurunu zedelenmiştir. Bu uygulamalar, Sovyet ideolojisini boşa çıkarmış ve sadece tehir edilen sosyal patlamaları açığa çıkarmıştır.