• Sonuç bulunamadı

Çarlık Dönemi Rusya (1547-1721)

BÖLÜM 3: RUSYA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜĞÜ

3.2 Çarlık Dönemi Rusya (1547-1721)

Rusların Altın Orda tahakkümünden çıkması ve Moskova’nın hızlı yükselişi ile birlikte artık sahip oldukları grandükalık ünvanı Moskovalıları tatmin etmemeye başlamıştır. Eskiden Bizans İmparatoru ve Moğol ve daha sonradan Altın Orda Hanları için kullanılan “Çar” lık için mücadeleye girişen III. İvan ve oğlu bu ünvanı gayri resmi olarak kullanmaya başlamışlardı (Bogorodskaya, 2012, s. 20). Gayri resmi idi çünkü bu ünvanı kullanabilmek için patriğin onayı gerekiyordu. 1453 yılında Bizansın Türkler tarafından fethi ile Çarsız kalan Ortodoks dünyasının yönetimine talip olan Ruslar bu amaçlarına IV. İvan (İvan Grozniy – Korkunç İvan) döneminde Kazan’ın işgali ile ulaşabilmişlerdir.

Kurat’a göre; o dönemde Kazan Hanlığı, birçok kavmin birlikte yaşadığı topraklardı. Nüfusu, İdil Kama Bulgarları, Kıpçak Türkleri ve yerli Finlerden müteşekkil olmasına rağmen toplumsal hayatın hemen her alanında Kazan Türkler’i üst düzeyde idiler. Kendilerini ise “Bulgarlı" veya Müslüman olarak tanımlıyorlardı. Fin kavimlerinden en kalabalık zümreyi Çirmişler teşkil ederken, çok sayıda Çuvaş, Ar ve Mordvalar da vardı. Başlıca meşguliyetlerinin avcılık, arıcılık teşkilettiği bu kavimler sadece kendi beylerine tabiydiler. Dini inanışları ise genel olarak Şamanizm idi. (Kurat, 1954, s. 238-239).

Kazan Türklerinin büyük çoğunluğu köy yaşantısı sürmekte ve ziraatle uğraşmakta idiler. Kazan Hanlığı devrinde, İslamiyetle birlikte yükselen şehir hayatı sayesinde Kazan Türkleri’nin diğer kavimlerden daha medeni oldukları ve İslam inanışının medeniyetleşme sürecinde büyük tesiri olduğu görülmektedir. Bu konu ile alakalı A.N. Kurat “Kazan Hanlığı” isimli makalesinde şu ifadeleri kullanmıştır;

“Kazan şehrinde, "aydın" (münevver) bir zümrenin mevcud olduğu, edebiyat ve sanatla uğraştıkları bilinmektedir. …Kazan ilinde, Hanlık devrindeki yerli edebî eserlerin çok olmadığı kabul edilmekle beraber, Türkistan tesiriyle bazı edebî eserlerin yazıldığı malûmdur; bunlardan, XVI. yüzyıl Kazan ediblerinden Muhammedyâr Mahmud oğlu tarafından kaleme alınan Tuhfe-i Merdan ve Nur-i Sudur adlı eserler, Kazan Hanlığı'nda edebî hareketin mevcudiyetini göstermektedir…” (Kurat, 1954, s. 240- 242).

Rusya İmparatorluğunun temellerini atan IV. İvan “İvan Grozniy” (Korkunç İvan) hükümdarlığı boyunca tebasına karşı oldukça zalim davranmıştır. Hata 1582 yılında kendi oğlunu dahi ihanet ettiği gerekçesiyle öldürmüştür. Çarlık makamının ve haklarının kendisine Tanrının bizzat kendisinden bahşedildiğini düşünerek özellikle Müslüman Tatarlara büyük zulümler etmiştir (Kurat, 2014, s. 161-166). IV. İvan merkezi otoriteyi sağlamak için “Opriçnina” (doğrudan Çar’a bağlı olan, Moskova ve yakın civarını kontrol altında tutan kişiler ) ve “Zemşçina” (Moskova dışında kalan bölgelerin tamamını idare eden kişiler) olmak üzere devlet idari teşkilatlanmasını iki kısma ayırmıştır (Taşkesenligil, 2017, s. 155). Devlet teşkilatlanmasını tesis eden IV. İvan, türlü denemelerden sonra 2 Ekim 1552 günü Kazan’ı elegeçirerek asırlar boyu süren Tatar Türk hâkimiyetine son vermiştir.

G. Vernadsky Kazan ve Astrahan’ın Ruslar tarafından alınması ve sonrasında Türk/Tatar ve Müslüman ahalinin durumunu şu şekilde açıklamıştır;

“Kazan Hanlığı’nın heterodoks yapısı, Rusların yönetimi devalmasını kolaylaştırmıştır. Hanlıkta, Tatarlar yönetici sınıfı oluşturmaktaydı, Fin, Türk veya yarı Türk kökenli Kazan ahalisi için ödedikleri verginin Tatar hanına veya Rus çarına gitmesinin fazla bir önemi yoktu. Metropolitan Makari’nin rızası ile bir dini tolerans siyaseti uygulanacağı duyuruldu. Rus memurları ve yerleşimcileri için yeni işgal edilen bu topraklara hıristiyan kiliseleri inşaa edildi; Müslümanlara karşı zorla din değiştirmeye yönelik hiçbir uygulama yapılmadı… Nitekim 1570’de Korkunç İvan, II. Selim’in cülusunu tebrik etmek bahanesiyle diyak Novosilyev’i İstanbul’a gönderdi. Rus elçisi sultana Rusların Kazan ve Astrahan’ı niçin zapt ettiklerini şu sözlerle anlatacaktı ‘Çar hazretleri haksız yere onlara saldırmadı. Zulümlerinden dolayı tanrı onları cezalandırdı. Efendimiz hazretlerine sıdk-ı dil ile hizmet eden Kazanlılar şimdi yüce devletimizin himmeti sayesinde kendi topraklarında yaşıyorlar. Çar hazretleri onların dinine dokunmadı, kimse onların ibadetlerine engel olmuyor. Şu anda efendimiz hazretleri Kasımov’a Mirza Saip-Bulat’ı tayin etti. Büsürman (Müslüman) şeriatına uygun olarak mizgitler (mescitler) ve kişenler (mezarlıklar)kurulmasına izin verdi. Efendimiz hazretleri onun hiçbir isteğini geri çevirmiyor. Eğer efendimiz hazretleri büsürman şeriatını yıkmak isteseydi, Saip-Bulat’ın kendi topraklarında büsürman şeriatına göre yönetmesine izin vermezdi’… Rus diplomatlar Astrahan’ın zapt ediliş sebebini izah etmeye ve bir barış anlaşması yapmaya muvaffak olamadılarsa da, Sultan

Selim hem Astrahan’a ordu göndermeyi hem de genel olarak Rusya üzerine yürüme fikrini reddetti” (Vernadsky, 2011, s. 134-135).

Vernadsky’nin bu ifadelerine pek tabi ki katılmak mümkün değildir. Zira Ruslar’ın kitleler halinde Kazan’a saldırdıkları ve Kazan şehrinin ve Hanlığın müdafasına katılan farklı etnik gruplara mensup Müslim ve dahi gayri müslim ahalinin nasıl şiddetle bastırıldığı tarihi bir gerçektir. Bu hadiseyi tarihçi Kurat şu şekilde aktarmaktadır;

“…Kazan ahalisi Ruslar’a şiddetle karşı koydularsa da, çokluk karşısında takatları kalmayıp, iç şehre çekildiler; sokaklarda müthiş bir boğazlaşma başladı. Kul-Şerif Camii yanında, Başta Kul-Şerif molla ve etrafında toplanan Kazan ruhanileri, hafızlar, danişmendler hepsi de elde kılıçla Rusların üzerine saldırdılar ve hepsi de dövüşe dövüşe şehid oldular. Yadigâr hanın, yanındaki birkaç kişi ile Ruslara teslim olmasından sonra da Kazan müdafileri mücadeleye devamla tek bir kişi kalıncaya kadar çarpıştılar; nihayet Ruslar her tarafı işgal ile Kazan'ı ele geçirdiler. Şehrin içinde, müthiş bir katliâm başladı; erkeklerden kimse bırakılmadı, kadınlar ve çocuklar öldürüldü; nasılsa kurtulanlar esir edildiler. Kazan'ın bütün serveti yağma edildi, camiler, mescitler, evler yakıldı, yıkıldı. Kazan'ın maddi ve manevi eserinden hiç bir şey bırakılmadı. 1437 de Uluğ-Muhammed Han tarafından kurulan Hanlık, 115 yıl sonra, bu suretle, Moskova Çarı İvan IV. eliyle sona erdirildi. Kazan şehrinin müdafaası münasebetiyle Kazan Türklerinin gösterdikleri kahramanlık Türk tarihinin en şanlı sahifelerinden birini teşkil etmektedir; diğer yandan Ruslar tarkfından Kazanda işlenen cinayetler, Moskof'ların eline geçen yerlerde Türklere karşı yapılan arkası kesilmiyen takibat ve zulmün tipik misallerinden biri mahiyetindedir” (Kurat, 1954, s. 238-239).

Kazan Hanlığının düşmesi Türk ve Tatar tarihi bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihten sonra Ruslar bu topraklardaki cami, mescit, kütüphane gibi Türk-İslam kültür eserlerini tahrip etmiş ve halka hıristiyanlığa geçmeleri yönünde eziyet etmişlerdir. Ruslar tarafından Kazan alınmış olsa da şehir düştükten sonra 5 yıl boyunca çeşitli ayaklanmalarla Tatarlar mücadeleyi bırakmamışlardır. Kazan’ın düşmesiyle başlayan ve yüzyılllar boyunca devam eden bu mücadele ve baş kaldırılardan bir kısmı şu tarihlerde vukuu bulmuştur (Kurat, 2014, s. 477-482);

Tablo 3: Kazan Şehrinin 1552 yılında Ruslar tarafından işgalinden sonra Tatar Türkleri’nin Ruslara karşı isyan ve ayaklanmaları

Yıllar İsyan ve ayaklanmalar 1572-1573 ---

1582 Tatar, Çirmiş, Çuvaş ayaklanmaları 1592 Çirmiş, Tatar ayaklanması

1606-1607 İvan Bolotnikov ayaklanmasına katılma 1615-1619 Can Ali isyanı

1662 Tatar-Başkurt ayaklanması

1669 Stephan Razin ayaklanmasına katılma 1670-1671 Bulat Batır isyanı

1682-1684 Sait Yaferoğlu-Telekey Batır isyanı 1702-1712 Tarhan Aldar İsekey isyanı

1735-1740 Kilmek Norış-Akay Küçem-Karasakal isyanı 1755-1756 Batırşah isyanı

1773-1775 Pugaçev-Salavat Yulay ayaklanması 1812-1813 Yiğitler isyanı

1885 Söley isyanı

1896-1897 ---

Kazan şehri düşünce, Ruslar İdil nehri boyunca aşağıya inerek, Hazar denizine ulaştılar. Rus ilerleyişi hızla kuzey Kafkasya’ya doğru yayılmaya başladı. Öte yandan Kazan'ın işgalinden sonra Başkırtlar ve Sibirya’da yaşayan Tatarlar, Moskova hâkimiyetini kabul etmek zorunda kaldılar.

Rusya'nın "Çok Milletli" bir imparatorluğa dönüşmesinin önünü açan bu hadisenin sembolik değeri de çok büyüktür. Kazan şehrinin sembolü olan ve şehrin işgali sırasında yıkılan Kul

şerif caminin taşlarıyla 1555-1560 yıllları arasında Kazan’ın işgali anısına Moskova’da Kremlin sarayının yanında bulunan Kızıl meydan’a Aziz Vasili Katedrali inşa edilmiştir. Yapıldığı dönemde Bizans Mimarisinin yoğun olarak görüldüğü Rus topraklarında Aziz Vasil Katedrali farklılık arzederek onyedinci yüzyılda zirveye ulaşan Rus ulusal mimarisinin de habercisi olmuştur (Pilyavskiy, 1960, s. 6) .

Kazan şehri düştükten sonra birçok Tatar ailesinin özellikle soylularının bu dönemde Moskova’ya göç etiği ve kalıcı olarak burada yerleştikleri bilinmektedir (Poluboyarinova, 1978, s. 38). Bize göre “Devletin el değiştirmesi” bazı soylu Tatar aileleri tedirgin etmiş ve o dönemde Moskova’nın tanıdığı sınırsız imtiyaz ve güvenceden yararlanmak üzere Rus çarının emrine girmişlerdir. Hatta bazı asilzade Tatar aileleri Ruslarla evlilik yolu ile bağlılıklarını tescillemişlerdir. Bu aileller Rus elit sınıfı içerisinde yerini alırken yönetimde de etkin olmaya başlamışlardı (Poluboyarinova, 1978, s. 38).

Öyle ki, IV. İvan 1574-1576 yılları arasında Kasım Hanı Semön Bekbulat’a siyasi gerekçelerden ötürü çarlık görevini geçici olarak devretmişti. Aynı zamanda kendisi de Cengiz Han soyundan olan IV. İvan Semön Bekbulat’a tahtı bırakarak Rusya’nın merkezileşmesini artırmak istemekteydi. Ayrıca 1598 yılında çarlık makamına oturan Boris Godunov ve 1605 yılında oğlu Fedor Godunov da Tatar kökenli çar idiler. Çarlık Rusyası’nda kökeni Altın Orda’ya dayanan Solomaniye Saburova, Yelena Glinskaya, İrina Godunova, Natalya Narışkina ve Marfa Apraksina olmak üzere beş Rus çariçesi hükümanlık sürmüştür (Kamalov, 2009, s. 267-269).

IV. İvan Hıristiyan ahlaki değerlerini ve öğretilerini kendi yaşam biçimi olarak çokta benimsemiş olmamasına rağmen, çılgınca dini taassup içerisindeydi. Moskova yönetimi tabiatıyla keskin bir Ortodoksluk temeline dayandırdığı devletin sınırları içerisinde yaşayan herkesi Ortodokslaştırmak ve Ruslaştırmak istiyordu. Bu yüzden Kazan’a misyonerler ve papazlar gönderildi.

Ruslar genel olarak Kazan Türkleri arasında XVI. asırdaki misyonerlik faaliyetlerinde başarılı olamamışlardır. Zira A.B. Taymas 1925'te İstanbul'da Arap harfleriyle basılan

kitabında konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır;

“Kazan piskoposu Germagen 1593 senesinde IV. İvan’ın oğlu Fedor’a gönderdiği bir raporunda Kazan ülkesindeki misyonerlik işlerinin gayet acıklı durumda olduğunu şu şekilde anlatıyor; yeni Hıristiyanların kötü ahlakından, geri eski dinlerine dönmelerinden şikâyet ediyordu. Kazan alındığından beri geçen kırk yıl içinde orada tek bir tane mescit bulunmazken, şimdi Kazan Türklerinin kendi mahallelerinde mescitler kurmaya cesaret ettiklerini yanık bir lisanla anlatıyordu Çar bu raporları alır almaz Kazan’da Hıristiyanlığı himaye etmek için “mülki” tedbirler almaya karar verdi: Yeni Hıristiyanlar bir araya toplanıp, Kazan şehrinde ayrıca bir mahalleye yerleştirileceklerdi; oraya yerleşmek istemeyenler ise, kefalete bağlanacak ve zindana atılacaklardı. Yeni Hıristiyanlar yeni dinlerine bağlı kalsınlar, Rus kadınları ile evlensinler ve Ruslara kız versinler deniliyordu… Rus tarihçisi Bajenev diyor ki, “O günden başlayıp ta Mihail Fedoroviç hükümdarlığının son yıllarına kadar Tatarlar bu şehirde gözükmeye cesaret edemezlerdi”. 17. asrın sonlarına doğru, yani 1681 senesinde Fedor Alekseyeviç bir ferman yayınlamıştı ki, bu fermana göre, Tatar mirzaları, onların karıları, dulları, erkek ve kız çocukları ya Hıristiyanlığı kabul etmeye veya taşınmaz mülklerinden vazgeçmeye mecbur idiler ki, bu şıklardan birini seçmek için kendilerine yalnız bir ay müddet verilmişti.” (Taymas, 1966, s. 53).

IV. İvan’ın ölümünden sonra opçina tarafından ezilen boyarların isyanı, Batı din düşüncesinin yayılması sonucu ortaya çıkan dini kriz ve hanedanlık çekişmeleri Moskova’ya bir asırlık fetret dönemi yaşatmıştır. 1682 yılında bazı tarihçilere göre “deli” bazılarına göre ise “Velikiy” (Büyük) olarak anılan Petro’nun dönemi başlamıştır.