• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1 Kavramsal Çerçeve

Soyal bilimlerde, yaşanan toplumsal olay ve problemleri anlamak için ve üretilmiş ve üretilmeye devam eden birçok kavram bulunmaktadır. Araştırmamızda kullanılacak olan kültür, kimlik, millet, çoğulculuk, azınlık ve azınlık hakarı çokkültürlülük gibi kavramlar hakkında sayısız tez ve düşünce ortaya konurken, mezkûr kavramlarla ilgili tartışmalar günümüzde halen devam ettiği gibi ve yakın gelecekte de özellikle sosyoloji biliminin temel konuları arasında yer alacağı düşünülmektedir. Araştırmamızda Rusya’nın tarihsel süreç içerisinde değişen Rus (Russkiy), Sovyet İnsanı (Homosoveticus), Rusyalı (Rossiyan) kimlik kavramları üzerinde de ileriki bölümlerde ayrıca durulmuştur.

2.1.1 Kültür

Çokkültürlülüğü doğru anlayabilmek için öncelikle “Kültür” kavramınıa değinmekte fayda vardır. Kültür, bilgiden inanca, sanattan ahlaka, hukuktan örf ve adetlere varana kadar, bireyin toplumun bir parçası olarak edindiği tüm yetenek ve vasıflardan oluşmuş karmaşık bütünün tamamıdır. Kısaca; sosyal bakımdan öğrenilen ve bir toplumun bireyleri tarafından bölüşülen her şeydir. Kültür; insanın yarattığı hayat tarzı, yaşam biçimidir. Aslında öğrenilmiş tavır ve hareketlerin ve bunların sonuçlarının dış şeklidir. Kültürü meydana getiren unsurlar belli bir toplumun üyelerince başkalarına aktarılır ve bölüşülür.

Bütün bu ifade ve açıklamaların yanında kültürü, yaşam problemlerinin hazır cevapları olarak tanımlayan Allport gibi veya insanların hayat tecrübelerinden çıkarttıkları kuralların, usullerin, bunları destekleyen fikir ve değerlerin çıkarılıp geliştirilmesi şeklinde nitelendiren Horton–Hunt gibi Batılı fikir adamları da mevcuttur (Dönmezler, 1994, s. 98).

Türkiye’de ise Kültür kavramına bir karşılık arayan ilk defa Ziya Gökalp olmuş ve kültüre “hars” demiştir. Gökalp’e göre kültürün temel unsurları; duygular, heyecanlar, zevkler ve

inanışlardır. Bu yüzdendir ki, ulusal nitelik taşıyan kültür başka bir ulusa aktarılamaz. İnsan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani kişiler arasında uyumu sağlayan kurumlar hars kurumlarıdır ve bu kurumların tamamı o cemiyetin “hars”ını oluşturur. “Medeniyet” ise O’na göre; cemiyetin üst tabakasını başka cemiyetlerin üst tabakalarına bağlayan kurumlardır ve aynı türden kurumların bütününe medeniyet yani uygarlıktır. Kısacası, kültürün toplumların iç gelişmesinden, medeniyetin ise kültürlerin karışmasından ortaya çıktığını savunur (Gökalp, 1976, s. 33-35). Bu haliyle Gökalp’in Durkheim’in kültür ve medeniyet (uygarlık) ayrımını yaptığı teorilerinden etkilendiği açıktır.

Kültür kavramının, günümüze kadar değişik dönemlerde ve farklı düşünürlere göre sayısız tanımı yapılmıştır. Ancak genel kabul görmüş tanımıyla kültür, ortak dil, ortak tarih, ortak din, ortak ahlaki değerler ve ortak coğrafi geçmişi paylaşan insanların sergilemiş oldukları davranış modellerinin tamamıdır. Bu yönüyle ahlaki, edebi, toplumsal ve ruhsal boyutları olan kültürleri kültürel değerleri yargılamak, karşılaştırma ve sınıflandırma yapma fikri mantıksal açıdan tutarsızdır (Parekh, 2002, s. 221). Sovyet kültür bilim insanı M. Lotman’a göre ise kültür; her şeyden önce, kolektif bir kavramdır. Bir birey bir kültür taşıyıcısı olabilir, gelişimine aktif olarak katılabilir, ancak doğası gereği kültür, dil gibi sosyaldir, yani sosyal bir fenomendir (Lotman, 1999, s. 4)

2.1.2 Çokkültürlülük

Günümüz toplumlarının çoğunluğu tarihsel kaynakları ne olursa olsun çok etnili bir yapıya sahiptir. Tek etnili bir toplumun günümüz dünyasında varoluşu istisnalar dışında neredeyse imkânsızdır. Bunun sebebi ise, iletişim kanallarının ve ekonominin yerellikten çıkarak küreselleştiği, buna bağlı olarakta farklı etnik grup ve toplulukların daha yakın bir yaşam tarzı benimsemesidir (Yanık, 2012). Bu minvalde Parekh, herhangi bir toplumun bünyesinde ikiden fazla kültürel farklılık bulunması durumunda o toplumu çokkültürlü toplum olarak nitelendirmektedir (Parekh, 2002, s. 165). Çokkültürlü toplum, genel olarak kültürel çeşitlilik konusunda iki farlı tepki verir. Birincisi; kültürel çeşitliliğin olumlu olduğunu ve kültürel zenginliklerinin kendi kültür varlığını sürdürebilmek için önemli

olduğunu düşünür ve çokkültürlülüğü merkeze koyar. İkincisi ise; diğer kültüre saygı duymakla birlikte zaman içerisinde asimile eder. K. Canatan’a göre; “Her iki durumda da çokkültürlü bir toplumda yaşıyorsunuz ama bunlardan sadece biri çokkültürcüdür. Çokkültürlü toplum terimi bir olgu olarak kültürel çeşitliliğe işaret eder, çokkültürcü terimi bu olguya yönelik normatif bir tepkiyi dile getirir” (Canatan, 2009, s. 82).

Çokkültürlülük kavramı sıfat olarak ilk defa 1941’de yılında kozmopolit bir toplumu ifade etmek için kullanıldı. Bu kavram, isim olarak ise, 1970’li yılların başlarında Kanada ve Avustralya’da kültürel çeşitliliğe vurgu yapan politikalar için kullanıldı. Çokkültürlülük kavram söylemleri Kanada’da azınlıkların ve göçmenlerin etnik, kültürel, siyasi ve toplumsal taleplerinin devlet politikaları içerisinde yer bulabilmesine bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Sonraki yıllarda ise önce Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Yeni Zelanda’ya daha sonra da Avrupa ve Latin Amerika’ya ulaşmıştır (Doytcheva, 2009, s. 15).

Bu süreçte gelinen son aşamalardan biri, ulusal kimlik zemininde şekillenen toplumsal türdeşlik modeli sorunlarının, göç alan ülkelerce, “farklılık zemininde birlik” anlayışını ifade eden çokkültürlülük ile aşılmasının hedeflenmiş olmasıdır (Vatandaş, 2002, s. 17).

Yapılan son araştırmalara göre, dünya üzerindeki 184 bağımsız devlette, alt kültür grubu olarak 5000 etnik grup ve yaşayan 600 dil grubu bulunmaktadır. Buradan hareketle, çok az ülkede yurttaşların aynı etno-kültürel kökene sahip olduğu ve aynı dili konuştukları görülmektedir (Kymlicka, 1998, s. 25).

Çokkültürlülük benzerliklerin yerine farklılıkların öne çıkarılmasını önceleyen bir kavramdır. Bireylerin veya irili ufaklı toplumsal grupların kendilerini farklılıklarıyla tanımlama, ifade etme ve anlamlandırma aracıdır. Yüklenilen bu anlamlar benzerliklerin yerine farklılıkları merkeze aldığından çok çeşitliliğe yapılan vurgu güçlenmektedir. Dolayısıyla toplumsal birlikteliklere yüklenen anlamların çokkültürlülük öncesi ve sonrası farklılaştıkları görülmektedir. Çokkültürlülük öncesinde derin bir bağ ve kadim bir gelenekle inşa edilen birlik duygusu, çokkültürlülük sonrasında farklılıkların biraraya

getirilmesiyle açıklanmaktadır.

Sonuç olarak günümüzde birçok ülke kültürel anlamda çok çeşitliliğe sahiptir ve yalnızca çokkültürlülük uygulamaları ile içinde bulundurdukları farklı kimliklerin varlığını bir tehdit konusu olmaktan çıkarıp, bir kültürel zenginliğe dönüştürebileceklerini idrak etmişlerdir.