• Sonuç bulunamadı

Çokkültürlülüğün Rusya’da Bir Politika Olarak Uygulanışı

BÖLÜM 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.4 Çokkültürlülük Uygulamaları

2.4.4 Çokkültürlülüğün Rusya’da Bir Politika Olarak Uygulanışı

Çokkültürlülüğün ana savunucularından biri olan Kymlicka, çeşitliliğin zorluklarını karşılamak için yeni bir liberal strateji oluşturmuştur. Klasik-liberal düşünceye karşı, bireysel haklar ve özerklik ilkesini temel almış ve bunu çeşitli etnik ve kültürel azınlık gruplara belirli kolektif haklar verme şeklinde genişletmiştir. Kymlicka, çok uluslu bir devlette, bir alt-ulusal topluluğa üyeliğin, özerklik ve genel insani haklar için temel dayanak olduğunu iddia eder. Bu durum onu başlangıçta Rousseau ve Herder tarafından önerilen ifade özgürlüğü fikriyle ortak payede biraraya getirmektedir.

Kendini ifade etme özgürlüğü çok etnikli ve çokkültürlü toplumlarda çok önemlidir. Çünkü bir birey kendi ulusal / alt-kültürel kökenini seçemez ve birinin köklerine ayırmak çoğu durumda imkânsızdır. Dolayısıyla, bireyin ailesel ve kültürel arka planını ifade etme özgürlüğü, liberal-demokratik bir toplumun önemli bir parçasıdır. Bu bağlamda, devletin yalnızca bireysel özerkliği değil, aynı zamanda onun kompozit alt-ulusal ve alt-kültürünün kültürlerini de özerkleştirmesi beklenmektedir.

Devleti oluşturan yerli halklara, federalizmin yapısal veya ideolojik kurumlarının kurulması aşamasında kendi kaderini tayin hakkı verilmesi gerekirken, göçmenlere ise, etnik kültürlerinin bazı temel unsurlarını muhafaza etmek için kendi yaşam tarzını sürdürmeye yeterli alan açılması gerekmektedir.

SSCB’nin dağılması sonrasında günümüzde Rusya Federasyonu dâhil birçok çevre ülkede “toplumsal kültür” ya da “toplumsal uzlaşma” çerçevesinde gelişmeye yönelik ifadelerin beklendiği açıktır. Bu nokta, çağdaş Rus çokkültürcülüğünün merkezi referans noktasını oluşturmaktadır. Rusya'da çokkültürlülüğün bir politika uygulanması üç farklı bakış açısından incelenmelidir;

1- Rus liberal düşünce akımı: Bir “yurttaş” ulusun oluşumuyla liberal ulus devletin inşasını sürdüren Rus liberal projesine aittir. Bu düşünürler, aynı zamanda, Batı kurumsal standartları çerçevesi içerisinde ancak yerli/yerel düşünce ekseni etrafında şekillenen

akımdır. Bu akıma göre; eğer Rus çokkültürcülüğünü Batı teorik prizmasıyla inceleyecek olursak, çokkültürlülüğün içinde bulunduğu süreç komüniter olarak değil, liberal olarak karşımıza çıkabilir. Zira Rus çokkültürcülüğünde komüniter anlayışın temel ve tek maddesi olan “hoşgörü” kavramının, kamu yararını, seçkin grup haklarına olan saygıyı, kültürel özgünlüğün önemine dair söylemleri ve kabullenme/tanıma gibi felsefî doktrinlerle mücadelesi görülmektedir. Liberal anlayış ise, Rus filozofların ve kamuoyunun bu hedeflere ulaşmak için atılması gereken pratik adımların tartışmasına başladığı zaman ortaya çıkar. Sadece bu durumda, ortak bir “temel mutabakat” ya da toplumsal çerçeveye dayanan bir yurttaş milleti oluşturmaktan söz edilebilir. Bu açıdan, Rusya çokkültürlülüğünün teorisi ve pratiği ayrı ayrı incelenmelidir.

2- Milliyetçi düşünce akımı: Etnik Rus milletini dolaylı ve açık bir şekilde savunan politikalarla eşit olmayan kimliklerin yaratılmasını savunmaktadır. Bu akıma göre; Batılı söylemle bazı benzerliklere rağmen, Rus çokkültürlülüğünün Rusya'ya özgü tarihi ve siyasi koşullarının olduğunu kabul ederek analiz edilmesidir. Bu açıdan bakıldığında ne komünist ne de Rus çokkültürcülüğünün liberal süreci Batılı fikirlerle tamamen örtüşmez.

3- Gelenekselci düşünce akımı: Rusya'nın tarihsel çok etnikli karmaşıklığına, kendine özgü kültürel çok çeşitliliğine ve dini çoğulculuğuna odaklanır. Bu akıma göre; Rus çokkültürlülüğü fikri, Batılı fikirlerle benzeşmez. Devam eden tartışmalar bazı baskın yaklaşımların tanımlanmasına izin verse de son kertede Rusya Batı’nın çokkültürlülük politikalarını henüz uygulayacak seviyeye ulaşamadığını savunur.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu üç düşünce akımı içerisinden baskın olanı, Rusya çokkültürlülüğünün ideolojik ve araçsal temelini oluşturan gelenekselci yaklaşıma aittir. Bu yaklaşımın, Rus siyasetinde etkisini görmek mümkündür. Zira Vladimir Putin'in öne sürdüğü birçok öneri, gelenekselci düşüncenin önemli izlerini taşımaktadır.

Çoğu Rus düşünür, tıpkı Batılı liberal muadilleri gibi, içinde çeşitli fikirlerin ve kültürel uygulamaların yer alabileceği bir toplumsal mutabakat çerçevesi oluşturulmasını savunmaktadır. Ancak Rus düşünürler ve politikacılar, Batı'nın ileri sürdüğü “liberal kişisel özerklik” ve “bireysel haklar” temellerine dayanmak yerine, tarihsel yorumları, dili, dini gelenekleri ve kültürü içinde barındıracak şekilde toplumsal mutabakatın oluşturulması gerektiğini ileri sürer. Bu nedenle, Rus düşünürler bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, kendi

ideolojik duruşlarını liberal hale getirmekten kaçınırlar (Kymlicka, 1998, s. 31).

Samarin, Aksakov, Pogodin ve Dostoyevskiy’in takipçileri olan Dugin ve Panarin gibi gelenekselciler, Rusya'nın kompozit çok etnili ama “alt kimlikli” milletlerinin ortak geleceğini, tarihini ve kültürünü ön plana çıkarırlarken; Belinski, Granovski, Konstantin, Kavalin ve Boris Çiçerin gibi Batılılaşma taraftarı olan düşünürlerden etkilenen liberaller ise, temel bir uzlaşmanın ideolojik çizgileri üzerinde hareket ederler.

Vladimir Putin’in, genel olarak bu iki yaklaşım arasında durmakla birlikte son yıllarda artan haklı taleplere sert ve korumacı bir söylenim içerisine girdiği görülmektedir. “Nezavisimaya” gazetesinde (23 Ocak 2012) yayınlanan bir makalede, Rusya'nın orijinal kültür kodunun toplumsal bir fikir birliğinin temeli olarak yeniden yaratılması gerektiğini söylerken, 2017 yılında Rusya’da anadilin sadece Rusça olması yönünde kanunlara imza atıyor. Kimi zaman ise, Rus milliyetçilerinin ülkenin tarihi boyunca etnik Rusların liderlik rolünü tanıması yönündeki baskılarına ve özellikle Rusya'nın sağcı milliyetçi Liberal Demokrat Partisi'nin (LPDR) kurucusu ve lideri olan Vladimir Zhirinovsky’nin “Rusya'nın çokkültürlü bir ülke değil, etnik Ruslar olarak kabul edilenler için bir devlet olması gerektiği ve bunun ülkenin anayasasına, ders kitaplarına ve ulusal tarihe yansıması gerektiği" (Zhirinovski, 2012) yönündeki söylemlerine rağmen Putin, Rus kültür kodunun ve medeniyetinin Rusya’da yaşam süren tüm dinler ve etnik toplulukların halklarına ait olduğunu iddia ediyor.

Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte O’nun düşünce dünyasına yön verecek olan felsefi arka planı araştırmacılar tarafından merak edilmiştir. Başlarda Putin “Büyük Enkaz”ı ekonomik yönden kemirmeye devam eden oligarklar ve Rusya’nın hantal bürokrasiyle verdiği mücadele ile sadece yolsuzluk ve yoksullukla mücadele eden bir lider görüntüsü vermeyi tercih etmiştir. Sonraki yıllarda ise “Russkaya İdeya”14nın içini doldurmaya

14 Russkaya İdeya (Rus Fikri/düşüncesi): Rus halkının tarihsel özgünlüğünü ifade eden Nikolay Berdyaev’in

öncülüğünde gelişen kavramlar kümesidir. Temel tartışmalar:

1- Rusya için, Anavatan için- Rusya'nın karakteri; Ulusal kimliğin uyanışı olarak vatanseverlik ve Rusların “ulusal kimlik” içindeki rolü.

2- Rusya'nın ve halkının tarihi misyonu. “Üçüncü Roma” fikri fikrinin yeniden canlandırılması. "Misyonizm" ve "Mesihçilik"

başlayan Putin, Nikolay Berdyaev (1874-1948), İvan İlyin (1883-1954) ve Lev Gumilev (1912-1992) olmak üzere çeşitli Rus filozoflardan alıntılar yaparak aslında düşünce dünyasına dair ipuçları vermiştir. Bu filozoflar arasında en dikkat çekeni ise İvan İlyin olmuştur. İlyin’e göre Tatarlarla, Latinlerle ve diğer yabancılarla mücadelelerinde, Rusların varlığını koruyan ne ekonomisi ne de devletidir; Rusları koruyan onların inançları olmuştur. Bu fikriyata göre; Tatarlar halen Rusya ve Ruslar için “mücadele edilmesi gereken” tehdit unsuru yabancı bir halktır. Bu bağlamında ilk olarak yapılması gereken, Rus kültürünü ve Rus millî karakterini içinde bulunduğu derin kriz ortamından çıkarmaktır. Bu da ancak Rus halkının yeni bir ruhsal karakterle yetiştirilmesi sayesinde mümkündür. Bunun için ise, tarihsel Rus dinselliğini, Rus adalet duygusunu, Rus aile yapısını, Rus onurunu ve Rus vicdanını ortaya çıkarmak şarttır (Bekdeş, 2018).

Putin’in baş danışmanlarından biri olan Vladislav Surkov ise, Kırım’ın ilhakı sonrası Rusya’nın durumunu değerlendirdiği “Melezin Yalnızlığı (14+)” isimli makalesinde Rusya’nın kimliğine dair şu saptamaları yapmaktadır;

“Bizim elitimiz Batıdan gelen tüm fikirleri ve orada ortaya çıkan toplumsal sarsıntıları büyük bir coşkuyla karşıladı… Otokratlarımız Alman kadınları ile yarışırcasına evlendiler. Sonuçta emperyal asalet ve bürokrasi ile aktif ilişkiler kurdular. Ama Avrupalılar’ın bu gayretleri teveccüh bulmadı. Ruslar hala Avrupalı değildi… Bizim kültürel ve jeopolitik konumumuz karma evliliklerden doğan ve sürekli hareket halinde olan göçebe bir insan kimliğinin oluşmasına sebep olmuştur. Öyle bir insan ki, her yerde akrabası vardır. Yabancıların arasında kendisi gibi kalabilen, kendilerinin arasında yabancı olan; herkesi anlayan, ama kimse tarafından anlaşıl(a)mayan bir insan tipi… Garip ama böyle… Melez bir insan tipi… Rusya bir Doğu-Batı ülkesidir, yani melez bir ülkedir. Devlet armasındaki iki başlı kartalıyla, karma zihniyetiyle, kıtalararası topraklarıyla, tarihiyle Rusya; karizmatik, yetenekli, güzel ve yalnızdır… Tıpkı bir melezin olması gerektiği gibi… (Surkov, 2018, s. 124-130).

Moskova Devlet Üniversitesi Felsefe Profesörü Alexander Dugin, 1990'larda Rus etnik milliyetçiliğiyle ön plana çıkmasına rağmen, günümüzde yönetime ve Putin’e de yakınlığıyla bilinen Dugin, “kültürel kod” ya da “temel fikir birliği” fikrinin destekçisi

3- Rusya'nın tarihsel yolu, özgünlüğü ve diğer halkların, ülkelerin, bölgelerin yollarıyla kesişmesi. a) Rusya ve Batı.

b) Rusya ve Doğu. Avrasya olarak Rusya. 4 – “Rus ruhu"

5- Rus "Ulusal" değerler ve insan değerleri.

6- Rus devleti. Rusya'da özgürlük, hukuk, demokrasi, reform ve devrim sorunlarının çözümünün özellikleri. Rus entelijensiyasının özel sosyal rolü ve sorumluluğu.

olmuştur. Dugin’e göre; “Toplumsal bir fikir birliği olmadan tarih olmayacak, tutarlı devlet politikaları olmayacak ve dolayısıyla hiçbir ulusluk duygusu olmayacaktır” (Dugin, 2009).

Bu bağlamda Dugin, Putin’in dolayısıyla Rusya’nın çokkültürlülük, kimlik ve aidiyet meseleleri gibi toplumu ilgilendiren politikalarının tarihsel yorumlarını yapan kişiler arasındadır. Dugin, Rus ulusal kimliği fikrinin kurulmasına yardımcı olabilecek yeni bir “Rus Efsanesi” yaratılması gerektiğini savunur. Bu “efsane” Rusya'nın tüm halkları tarafından dolaylı olarak kabul edilebilecek birkaç önemli “tarihsel gerçek” üzerine temellendirilmelidir. Çokkültürlülük ise bu efsanenin en önemli özelliklerinden biri haline gelmelidir (Dugin, 2009).

Dugin ayrıca, Rusya'nın kendisini yeniden şekillendirebilecek gerekli tecrübeye sahip olduğunu düşünmektedir. Ona göre; Ortodoks-İmparatorluk ve Sovyet fikirlerine bakıldığında, İmparatorluk ve Sovyet dönemlerinin göreceli başarısına işaret eder. Aynı zamanda, modern Rusya'nın kendisini farklı koşullarda bulduğunu ve bu koşullara göre “kültürel kod” için yeniden bir tasarım yapılması gerektiğini savunur. Dolayısıyla, prosedürel düzeyde, çokkültürlülük için hem liberal hem de geleneksel versiyonlarda hiyerarşik bir kimlik yapısı önermektedir. Alt katman (Temel kimlik katmanı): çerçeve kimliği olarak adlandırılabilecek, ortak bir toplumsal mutabakatın zemini üzerine kurulan kimlik katmanıdır. Üst kimlik katmanları ise: kültürel, dinsel, dilsel ve diğer özelliklere göre oluşturulur.

Gazeteci ve yazar M. Şevçenko ile Rusya İslam toplumu temsilcilerinden olan ilahiyatçı G. Dzhemal ise, Rusya’nın üç medeniyetin kavşağında bulunduğunu iddia etmektedir; Yahudi- Hıristiyan medeniyeti, İslam medeniyeti ve Budizm. Bu medeniyetlerin her biri, Rusya’nın çokkültürlülüğüne kaynak oluşturur: (1) Yahudi-Hıristiyan kökenleri Rusya’nın Avrupalı özelliklerini belirlemektedir; (2) İslami bileşenler onun Orta Asya görünümünü şekillendirir ve (3) Budist-Konfüçyüs vakıfları Rusya'nın Uzak Doğu kültür bileşenlerinden sorumludur. Bu kültürler, Rus devleti ve kimliğinin inşasında tamamlayıcı olmuştur (Shevchenko & Dzhemal, 2012).

Rus ve Batılı düşünürler “hoşgörü” kavramında da anlaşamamaktadırlar. Batılı düşünürler çokkültürlülüğün merkezine höşgörüyü oturturlarken “çatışma”yı reddederler. Rus düşünürlere göre ise çatışma ve anlaşmazlık düşüncesinin hoşgörünün ayrılmaz bir parçası olarak ele alınması gerektiği konusunda ısrar ederler. Ural Devlet Üniversitesi'nde felsefe profesörü olan Aleksandr Pertsev, hem Rusya'da hem de Batı'da hoşgörü politikalarının başarısızlığının, Batı’nın bu konudaki yorumundan kaynaklandığını söyler. Ona göre;

“Hoşgörü; hem ahlaki açıdan hem de politik açıdan, farklı kültür ve etnisitelerin temsilcileri arasındaki gerçek anlayışı garanti etmez. Hoşgörünün pek çok taraftarı, onu bütün sosyal hastalıklar için her derde deva olarak görürken, hoşgörü, çatışmadan gerçek anlayışa ve iş birliğine giden yolda bir ara aşamadır… Bu yüzden, çatışma bileşeninin bu olay zincirinden çıkarılması, onun mantık ve daha sonra gerçek bir diyalog ve kültürlerin iç içe geçme olasılığını reddeder” (Pertsev, 2005, s. 32-33).

Dolayısıyla, Rus düşünürlere göre hoşgörüyü, bir nihai amaç olarak ele almak doğru değildir. Onlara göre hoşgörü; ancak uyuşmazlık ve uyum arasında bir ara aşamadır ve yeni diyalog biçimlerine götüren bir araçtır.

Sonuç olarak, Rusya’da diğer kültürel çeşitliliğin temsilcileri, yaygın olarak kullanılan bir Rus kültürünü paylaşırken, geleneksel kendi yaşam tarzlarını ve uygulamalarını da günlük yaşamda sıkça kullanırlar. Bu aile yapıları, cinsiyet ve cinsellik seçimleri, dil, din ve benzeri kültürel değerler ile ilgilidir. Rus muhafazakâr düşünürler Rusya’daki bu anlayışın devam etmesinin gerektiğine inanmaktadırlar. Zira diğer kültürel çeşitliliğin Batı’daki gibi kabul edilmesinin Avrupa'daki değerlerin krizine ve “Avrupa uygarlığının uykusuna” yol açtığını iddia ediyorlar.

Çağdaş Rus çokkültürlülük fikri, felsefi yaklaşımların karmaşık bir karışımını temsil ediyor. Henüz tam olarak oluşturulmuş bir doktrin ya da politik uygulama olarak geliştirilmemiş olsa da Rusya’nın diğer kültürlerle alakalı tarihsel alışkanlıklarından kolayca vazgeçmeyeceği ama bunun yanında bir arayış içerisinde olduğu kesindir. Çokkültürlülüğün temel ilkeleri, liberaller ve gelenekselciler arasındaki politik tartışmalarla, Batı'daki benzer uygulamalar ve çeşitli ideolojiler arasında sürekli olarak şekilleniyor. Toplumda “Bireyin özerkliği”, “derneklerin özgürlüğü”, “kamu ve özel alanlar arasındaki katı bölünme” konuları yerine büyük hükümet, siyasi uzlaşma ve devlet merkezli bir politik topluluğun önceliği vurgulanmaktadır.

Nitekim, aslında “Batı’dan ithal edilen” “dayatmacı kavramlara” (çokkültürlülük kavramı dahil) Rusya’nın nekadar kapalı ve nekadar mesafeli olduğunu ve bunun neticesinde Rusya’nın “değerli yalnızlığı” yaşadığını ve uzun süreler yaşamaya devam edeceğini Surkov şöyle açıklamaktadır;

“Yalnızlık tam bir izolasyon (Batı’dan ayrılma) anlamına gelmez. Sınırsız açıklık da imkânsız. Her ikisi de geçmişin hatalarının tekrarı olur. Ve geleceğin kendi hataları var, bunların geçmişin hatalarıyla ilgisi yok. Hiç şüphesiz Rusya ticaret yapacak, yatırım çekecek, bilgi paylaşacak, savaşacak (savaş da iletişim kurmanın bir yolu), işbirliklerine katılacak, örgütlerde yer alacak, rekabet edecek ve işbirliği yapacaktır. Bunlar bazen korku ve nefrete, merak, sempati ve hayranlığa neden olacaktır. Biz sadece yanlış hedeflere sapıp, kendimizi inkâr etme yolunu tutmayalım” (Surkov, 2018, s. 130).