• Sonuç bulunamadı

ABD, Avrupa ve Japonya gereksinim duydukları petrolün yüzde 60'ını Ortadoğu'dan temin etmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu, Ortadoğu petrol rezervleri 40 milyar ton olarak tahmin edilmiştir. Bugün, dünyada üretilen enerjinin yüzde 60'ının petrolden elde edildiği gözönüne alınırsa, dünyada sarf edilen toplam enerjinin büyük bölümünün Ortadoğu ülkelerinden elde edildiği ortaya çıkmaktadır. Bu da sanayileşmiş ülkelerin bu bölge ile ilgilenmelerinin gerekçelerinden birini açıkça ortaya koymaktadır. Nixon, ABD'nin Ortadoğu'ya ilgisini şöyle dile getirmiştir (Doğanay ve Atun, 1994:40):

"ABD'nin ve tüm özgür dünyanın Ortadoğu'daki çıkarları, bu bölgedeki barışın herhangi bir ülke tarafından ihlal edilmemesine bağlıdır. Herhangi bir gücün

112

Ortadoğu'da egemen duruma gelmek istemesi, bölgedeki uyuşmazlık ve gerginlikleri

şiddetlendirecek, ABD ve özgür dünya ülkelerinin güvenliklerini olumsuz yönde

etkileyecek ve tehlikeye sokacaktır. ABD, bu bölgede egemenlik kurmak istemediği

gibi, başka ülkenin de burada egemen duruma gelmesine izin vermeyec ektir."

Aslında, kimilerine göre BOP bir "geçiş dönemi projesidir". ABD'nin, "çoklu kuşatma stratejisini" temel alarak, Ortadoğu ve Avrasya'nın zengin kaynaklarını kontrol edeceği noktalara fiilen yerleşmesi için bina edilmiştir. Sözkonusu proje, 10 yıl kadar kısa bir süre sonrasında, 21.inci yüzyılın güçler rekabeti çerçevesinde, ABD'nin uygun stratejik konumlanmayı tamamlamasına yardım edecektir. Bu görüşe göre, Soğuk Savaş sonrasındaki yeni rakip güçler, Çin ve Rusya'nın başını çektiği ve Asya'da şekillenen Şangay Đşbirliği Örgütü ile Avrupa Birliği'dir. Bu iki büyük oluşum, ABD hegemonyasını tehdit etmektedir (Evcioğlu, 2005:184).

Projenin ana hedeflerinden biri Đsrail'i tüm Đslâm âlemi nezdinde meşrulaştırmaktır. Hatta sadece siyasi yönetimler nezdinde değil Müslümanların zihinlerinde bile meşrulaştırabilmek için yeni Đslâm modellerinin geliştirilmesine çalışıldığını gözlemlenmektedir. Böyle bir meşrulaştırma ise bir yandan Đsrail işgal devletinin güvenliğini sağlama, bir yandan da ekonomik açılımının önündeki engelleri kaldırma amacına yöneliktir. Ayrıca planın önemli hedeflerinden biri Đslâm coğrafyasının bazı bölgelerinde sınırları yeniden çizmek ve bilhassa Kuzey Irak'ta Yahudilerin yerleşimine, dolayısıyla uzun vadede Đkinci Đsrail'in kurulmasına imkân sağlayacak altyapıyı oluşturmaktır (http://www.haksever.com, Erişim Tarihi: 04.07.2015).

Projenin resmi söyleminde, geri kalmış Ortadoğu ülkelerine "demokrasi ve özgürlük" getirmeyi sözü veren ABD, bu ülkelerin gerçek özgürlüğü olacak olan "ekonomik bağımsızlığı"na nasıl katkıda bulunacağını projeden ayrı tutmuştur. Bu nedenle ABD'nin "Büyük Ortadoğu" olarak ilan ettiği proje, bu coğrafyaya ve zenginliklerine fiilen el koymak istemesi olarak yorumlanmaktadır (Evcioğlu, 2005:185).

ABD, çeşitli tehditlerin başta Irak olmak üzere birçok Đslam ülkesinde bulunduğunu öne sürmektedir. Ali Rıza Bayzan'a göre Đslam'ı terörizm ile

113

özdeşleştirme çabasının arkasında aşağıdaki nedenler bulunmaktadır (Bayzan, 2004:305):

• Temelinde Yahudilik ve Hıristiyanlık olan küresel sistemin tek ciddi rakibi Đslam'dır.

• 1989 'da Berlin Duvarının yıkılması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte ABD'nin yeni bir düşmana gereksinimi doğmuştur. ABD doğrudan gücü zayıf görünen Đslam ülkeleri yerine “Đslamcı Fundamentalizm” adı altında “Yeni Dünya Düzeni” ne boyun eğmek istemeyen oluşumları hedef göstermektedir. • Đslamcı Fundamentalizm fobisi yapay olarak oluşturulmaktadır.

• 11 Eylül'le bu fobiyi paranoyaya dönüştürmüş ve Đslam terörizmle özdeşleştirilmiştir.

• Hıristiyan ve Yahudi kökenli köktendincilik ve terörizm özellikle gözlerden uzak tutulmaktadır.

• Đslam ve terörizm arasında 'dehşet' koşullandırması (Pavlov) ile bir bağ kurulmaktadır.

• 11 Eylül'le geçmişinde CIA ile bağlantısı olan Bin Ladin'e sorumluluk yıkılırken terörizme yönelik nefret Đslam'a yönlendirilmiştir.

ABD'nin "haydut devlet" ilan ettiği ve içinde Đran’ın da bulunduğu devletlere karşı yürütülen savaş, teröre karşı savaşa ve bir uygarlıklar çatışmasına dönüşmüştür. Bush, bütün basın toplantılarında sık sık ABD 'yi daha emniyetli yapmak için Ortadoğu'nun demokratikleştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Genelkurmay Başkanı Myers, istikrarın yalnızca Irak ve Suriye için değil tüm bölge için sözkonusu olduğunu söylemiştir. Bu Ortadoğu'da gelecek günlerin huzurlu olmayacağına ilişkin işaretler içermektedir. Irak'ta işgalin başlangıcından bu yana giderek şiddetlenen bir direniş ve şehir gerillası savaşı sürmektedir. Kissinger'e göre, "Gerilla savaşının temel denklemi basit olduğu kadar icra edilmesi de zordur. Gerilla ordusu yitirmekten kaçınabildiği sürece yener; düzenli ordu ise kesin olarak kazanamadığı sürece yitirir." (Kissinger, 1994:629).

ABD'nin Ortadoğu ile ilgili yönelimi ne ilk ne de sondur. ABD'nin dünya egemenliği için müdahale ettiği ilk ve son yer de Ortadoğu değildir. Zoltan Grosman,

114

ABD Kongre arşivlerini referans alarak son bir yüzyılda yapılan müdahaleleri üstelemiştir. 110 yıllık süre zarfında ABD'nin 150'den fazla dış müdahale yaptığı belirlenmiştir (http://www.zmag.org, Erişim Tarihi: 12.06.2015).

ABD, "Ortadoğu'ya demokrasi getirme" söylemiyle "Büyük Ortadoğu Projesi"nde, devlet ve ulus inşa etme mühendisliğine girişmiştir. 1950 ve 1960'larda, "modern devletler yaratırsak komünizmi engelleriz" mantığı, Soğuk Savaş sonrası versiyonu ve 11 Eylül'den sonra terörizmle savaşın bir yolu olarak yeniden gündeme girmiştir (Dempsey, 2002:1).

Bazı değerlendirmelerde görüldüğü üzere, ABD, Afganistan ve Irak işgalleriyle yetinmeyecektir. Ne var ki, Irak'taki direniş maliyeti yükseltmiştir. Dolayısıyla, hesaplanan getirilere ulaşmadan BOP nedeniyle zaten sorunları olan ekonominin üzerindeki yük daha da ağırlaşacak gibi görünmektedir. Maliyeti paylaşma çabaları da öncelikle Atlantik Đşbirliği'nin üzerinde anlaşması gereken bir konudur.

Son dönemde Küba, Venezüela, Uruguay, Brezilya, Arjantin ve Şili'yi içeren liberallik karşıtı çıkışın hızla etkinleştiği Latin Amerika da olduğu gibi Asya da yükselen Amerikan karşıtlığının da ABD'ye artan bir maliyeti vardır. Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki farklı bakış açıları giderek daha çok belirginleşmektedir. ABD'nin karşısında gelişmekte olan ve 21inci yüzyılın başında ekonomik açıdan önemli bir rakip olan Avrupa Birliği, bütünleşme adına birçok sıkıntı olsa da şimdilik pragmatik bir biçimde gelişmektedir. Avrupa, birlikte davranmamanın daha büyük riskler taşıdığını bilmektedir (Pond, 1999:18-19).

Hacısalihoğlu "Büyük Ortadoğu Projesi"nin stratejik arkaplanını şöyle özetlemektedir (Hacısalihoğlu, 2004:6-7):

"ABD için Avrasya, ekonomi-politik egemenliğin mekânsal odağıdır. Soğuk

Savaş sonrasının jeopolitik merkezidir. ABD'nin olası rakiplerinin topraklarıdır.

Dünyanın en zengin enerji/doğal kaynakların anavatanıdır. Yeni Pazar alanıdır. Yeni mücadele sahasıdır."

115 Hacısalihoğlu'na göre:

"BOP coğrafyasının tek pazar olması ancak, pazarlık güçleri kırılmış federatif

yapılar ve küçük devletçiklerin yaratılması planlanmaktadır. BOP, üniter devletlere duyarlı değildir. Bu durumda, Türkiye'nin öncelikle komşuları için olmazsa olmaz koşul saydığı ve varlığına büyük özen gösterdiği 'toprak bütünlüğünden yana olma' politikası geçerliliğini yitirecektir. ABD, siyasal ve kültürel açıdan reform paketleri hazırlayacaktır. 'Her şey, o ülkenin geleceği, gönenci ve mutluluğu için yapılıyor' izlenimi yaratılacaktır. Oysa bu ülkeler için asıl reform, ekonomik bağımlılıklarına yönelik olması gerekirken bu konuya hiç değinilmeyecek hatta bu durum bir statükoya dönüştürülerek, değişim başka alanlarda aranacaktır. Oysa alt yapı unsuru olarak ekonomik yapı değişmediği ve her alanda üretim egemen kılınmadığı sürece üst yapıdaki hukuksal, kültürel değişimlerin bir ülkeye kalıcı yarar sağlayamayacağı

gerçeği her zaman gizlenecektir." (Hacısalihoğlu, 2004:6-7).

ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi, gün geçtikçe sevimsiz olmakta, karşıtları çoğalmaktadır. Oysa etik boyuttaki eksiklikleri giderilmeksizin hiçbir projenin silah zoruyla başarı sağlaması olanaklı gözükmemektedir.