• Sonuç bulunamadı

4.1. KUZEY IRAK’A ĐLĐŞKĐN MUHTEMEL OLUŞUMLAR

4.1.1. Đkinci Körfez Harekatından Sonra Kuzey Irak

Çok uluslu gücün özellikle Irak’lı Kürtlere yardımlarının, Kuzey Irak’taki Kürtleri güçlendirdiği ve bu durumdan Türkmenlerin zararlı çıktığı ortadadır.

Hatırlanacağı üzere 1991 Ağustosunda, çok uluslu bu güçler Đncirlik, Silopi ve Batman’a konuşlandırılmış; 1991 Eylülünde, KDP ile Türkiye anlaşmaya varmış; KDP, kontrolünde tuttuğu bölgelerde, PKK terör örgütünün faaliyetlerini engelleme sözü vermiştir. Bunun üzerine; Türkiye’de, Kuzey Irak’taki Kürtlere insani yardıma başlamıştı (Sönmezoğlu, 1994:274). Bu bağlamda 1994 yılı başlarında; PKK terör örgütü ile KDP arasında bölgesel çatışmalar başlamış ve ara ara devam etmiştir.

1992 yılında yapılan operasyondan itibaren Türkiye’den, Kuzey Irak’ göçler başlamıştır (Yinanç, 1992:29). 1992 ve 1993 yılından bu göç eden aileler dağınık olarak Zaho bölgesine yerleşmişlerdir. PKK bu göç eden aileleri, kendi lehine kullanmak maksadıyla; 1994 yılı Mart ayından itibaren Türkiye’deki sınıra yakın diğer köylere de talimat vererek göçe zorlamış ve bu aileleri de Dashtatakh, Qasrok, Parakh, Seranish hattına toplamıştır. Daha önceden göç eden aileleri de bu bölgeye getirilmişti (Özdağ, 1999:63). Yerel Kürtler ABD desteğinde B.M. yetkililerini bu bölgeye getirerek onlara Türkiye aleyhinde propaganda yapmışlardır. Göç eden aileler, B.M. yetkililerine göç sebebi olarak; Türk güvenlik güçlerinin baskısını ileri sürmüşlerdir. PKK terör örgütü ise; bu aileleri, Türk güvenlik güçlerinin sınır ötesi operasyonlarda kalkan olarak, dünya kamuoyunda propaganda malzemesi olarak, kendi militanlarının ise barınma yeri olarak kullanmıştır. 1 Temmuz 1994 tarihi itibari ile, 1013 aile B.M. yetkililerince kaydedilmiştir. Bu aileler buradan Türkiye’ye geri dönmüşlerdir (Armaoğlu, 1983:790).

Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler, giderek mecra değiştirmiş; yerel Kürtler uluslar arası kamuoyunda öne çıkıp destek gördükçe, bir taraftan Türkiye’ye olan

138

bağımlılıkları azalmış, diğer taraftan da Türkiye’nin etki alanından çıkarak Türkiye’yi karşılarına aldıkları bir sürecin içine girmişlerdir. Bu arada, yerel Kürt gruplarının öne çıkışı; başta Türkmenler olmak üzere diğer etnik ve dinsel unsurların sinmesine neden olmuştur.

Türkiye bu süreç içerisinde, ABD ve Đngiltere ile birlikte hareket ediyor görünmesine rağmen, Türkiye ve ABD’nin Irak politikalarının örtüşmesine işaret eden gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. PKK terör örgütü bu süreç içerisinde, Türkiye’ye ve yerel Kürt gruplarına karşı kullanılan bir araç olma özelliğini korumuş; Suriye ve Đran, Irak’ın kuzeyi ile yakından ilgilenmeye devam etmiş; KDP ve KYB arasındaki rekabette yerini korumuştur.

Bu tablo sürerken ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde meydana gelen terörist saldırılar ve bu saldırılar sonrasında ABD’nin “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” adı altında sözde uluslar arası terörle mücadelenin Özellikle ABD’deki saldırıların ardından El Kaide ile Saddam arasındaki bağlantı, ABD’nin Irak’ı sıkıştırmasına neden olmuştur. Afganistan’dan sonra 2003 yılı ilk baharında, ABD Irak’a girmiştir.

Saddam Hüseyin’in Irak yönetiminin başından uzaklaştırıldığı 2003 yılı Nisan ayının ilk yarısından Mayıs ayı başlarına kadar geçen dönemde Saddam Hüseyin’in nerede olduğuna dair epeyce spekülasyon yapıldı. Saddam Hüseyin’in Tikrit bölgesine kaçtığı ve orada bir direniş hareketinin örgütleyebileceği ileri sürülmüştür. Ardından, ABD Başkanı Bush 1 Mayıs günü Irak’taki savaşın tamamen sona erdiğini açıkladı (Milliyet Gazetesi, 02.05.2003). Ancak bu tarihten sonra ABD’nin beklemediği ve beklemediği için başlangıçta fazlaca ciddiye almadığı bir gerilla saldırıları patlak verdi. Önceleri sadece basit vur-kaç taktikleri üzerine inşa edildiği anlaşılan gerilla tipi saldırılar giderek çok daha organize hale geleceğinin belirtilerini göstermeye başladı ve Haziran sonuna gelindiğinde bu gerilla saldırılarının Amerikan güçlerinin karabasanı haline geldiğini gördük (Cumhuriyet Gazetesi, 29.06.2003).

O tarihten itibaren Amerikan kuvvetleri Saddam’ın oğullarını öldürmek gibi medyatik eylemlerden, Bağdat’ın belirli mahallerinin neredeyse tamamını havadan bombalamak gibi askında gerilla ile mücadelede yapılmaması gereken ne kadar iş varsa hepsini yapmaya başladı. Evlere yapılan gece baskınları, başta kadın ve çocuklar olmak üzere insanların kameralar önünde taciz edilmeleri, sadece Kürtleri

139

kollayan bir siyasette ısrar etmesi ve Arap halkının yanına çekmek için ciddi ve inandırıcı bir çaba göstermemesi; Amerika’nın Irak siyasetini çıkmazlara soktu.

Kısa bir süre içerisinde ortaya çıkan sonuç; Amerika açısından hiç de iç açıcı değildi. ABD yönetiminin Irak savaşını başlatırken sahip olduğu beklentilerinin hiç birisi gerçekleşmedi. Şiiler çiçekler ve alkışlarla Amerikan birliklerini sınırlarda karşılayacaklardı, en fazla direnenler onlar oldu. Saddam’ın devrilmesinden memnun olan bu geniş topluluk, Amerika’nın işgaline karşı çıktı. Başlangıçta silaha sarılmasalar da, Amerika’nın işgaline karşı çıkmaları ve Amerika’nın Irak yönetimini Iraklılara devretme işini kabul edilemez sürelerle geciktirmesi halinde, silaha sarılmaya hazır olduklarının işaretlerini vermekten bile çekinmediler (Cumhuriyet Gazetesi, 27.09.2003).

Sünni bölgesinde yaşanan silahlı direniş, nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan Şiilerin Amerikan işgaline gayet sert bir biçimde muhalefet etmeleri ve ABD’nin Kürtleri kollayan politikaları yüzünden Irak’taki Türklerin de Arapların safına kaymaları üzerine, Washington yönetiminin Irak’a ilişkin siyaset seçenekleri hızla azalmıştı. Irak’taki işgalci pozisyonunu, yönetimi Iraklılara devretmeksizin devam ettirmek istemesi halinde Sünni bölgesindeki silahlı direnişin adım adım Şii bölgelerine de yayılması ve Amerika’yı içinden çıkamayacağı bir bataklığa çekmesi mümkündü. Yönetimi demokratik seçimler yoluyla Iraklılara devretmesi halinde ise, sandıktan çıkacak iktidarın, Şiilerin önderliğinde bir tür Đslamcı-Arap milliyetçiliği olacağı adeta kesindi. Böyle bir senaryoda Türkmenlerin de bütün siyasi ağırlıklarını Araplardan yana koyacakları açıktı.

Her gün artan sayılarla kayıp veren Amerikan yönetiminin buna uzunca bir süre katlanması zor görünüyordu. Bu yüzden önce yönetimin Iraklılara devredileceği haberleri geldi ve bunun nasıl yapılacağı üzerine tartışmalar başladı. Aynı zamanda yeni Irak anayasasının hangi temeller üzerine oturtulması gerektiği konusunda da birbirinden farklı görüşler ortaya atılmaya başlandı. Đşte Saddam Hüseyin böyle bir ortamda yakalandı ve bu yakalanma işleminden beklenen sonuçlar elde edilemediği için, hadise hızla medyanın gündeminden düştü. Şimdi esas tartışılan konu Irak’ın toprak bütünlüğünün korunup korunamayacağı üzerinde odaklanıyordu.

140

Barzani ve Talabani’nin talepleri, Irak’ın toprak bütünlüğü ve biri diğerini etkileyen, ancak nasıl bağdaştırıldığını bir türlü netlik kazanamayan en temel sorunlarından biri olarak ortada duruyordu. Amerika’nın ortaya koyduğu takvime göre Irak yönetiminin alt yapısını hazırlayacak olan anayasa Haziran 2004’e kadar oluşturularak uygulamaya girecekti. ABD’nin bir dönem gündeme getirdiği bir planda, Irak’ın 47 vilayetlerinin yönetimlerini otonom bir tarzda örgütlemelerini öngörüyordu. Bu otonom uygulamada etnik kırılmalara yer verilmemesi; her vilayetin kendi yapısını aynen devam ettirmesi ve merkezi yönetimin petrol ve doğal gaz gelirlerini kontrol edecek şekilde ve güçlü bir konumda olması öngörüldü. Buna karşılık Irak’ın kuzeyinde Talabani ve Barzani’nin önderliğinde hareket eden yerel Kürt grupları ise, Irak devlet yapısının bir etnik federasyon temelinde örgütlenmesini ve bu federasyon içerisinde “Kürdistan” olarak adlandırılacak olan kendi bölgelerinin sınırlarının belirlenmesini talep ediyorlar (Kayar, 2003:264).

Şii ve Sünni Arapların ve Türkmenlerin kati suretle kabul etmeyeceklerini her vesileyle ortaya koydukları bu teze göre, Kürt gruplar kendi bölgelerine son on yıl içerisinde oluşturdukları devlet yapısını muhafaza edecekler, bu bölgenin coğrafi ve idari sınırları kesin çizgileriyle belirlenecek ve bu coğrafyaya Kerkük ve Musul şehirleri de ilave edilecekti. Bu da Şii-Sünni bütün Arapları ve Türkmenleri rahatsız etmekteydi. Zira, Irak’ın etnik bir federasyona götürülmesi bu ülkenin toprak bütünlüğünün hemen olmasa bile orta vadede bozulmasını beraberinde getirecekti. Ayrıca böyle bir etnik haritaya Irak petrollerinin yüzde kırkına sahip olan Kerkük ve Musul bölgelerinin ilave edilmesi ortaya çok güçlü bir Kürt siyasi varlığı çıkaracaktı. Nitekim son zamanlarda Araplar ile Türkmenlerin bu teze karşı işbirliği yapmakta olduğu gözleniyor. Bu işbirliğinin artan oranlarda devam edeceğini düşünmek pek yanlış olmayacaktır.

Öte yandan böyle bir etnik düzenlemeye bir kısım bölge ülkeleri de karşı çıkacaktır. Türkiye ve Suriye arasında son aylarda yaşanan yakınlaşmanın önemli bir ayağının, bu konuda iki ülkenin de duyduğu benzer kaygılardan kaynaklandığına şüphe yoktur. Bu yakınlaşma sürecine Đran’ın da katılması muhtemeldir. Nitekim Tahran’ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’e, Đran Cumhurbaşkanı Hatemi’nin, “Türkiye karşıtı hiçbir grup bizim topraklarımızı kullanarak Türkiye’ye karşı saldırı düzenleyemeyecektir” (Cumhuriyet Gazetesi,

141

12.01.2004) demesi böyle bir yakınlaşma sürecinin ilk adımı olarak görülür. Kaldı ki, Amerika’nın Kürtler vasıtasıyla Irak’ın toprak bütünlüğünü doğrudan bozma veya böyle bir konuyu zamana yayarak (federasyon) yapma girişimleri üzerinden sadece komşu ülkeleri değil, kendi sınırlarının da benzeri bir uygulamaya tabi tutulacağından endişe eden diğer Arap ülkelerini de rahatsız edecektir. Bu çerçevede Mısır’ın son zamanlarda Irak’ın toprak bütünlüğüne ciddiyet atfeden açıklamaları (Milliyet Gazetesi, 05.01.2004) ve Türkmen Cephesi’nin Mısır’da ofis açmasını teşvik etmesi gibi gelişmeler dikkate alınmalıdır. Aynı hassasiyetlerin kademeli bir şekilde Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ülkelerce de paylaşılması ihtimali kuvvetlidir. Dolayısıyla Irak’ın toprak bütünlüğünün Kürt gruplar vasıtasıyla bozulmaya çalışılmasının, hem Irak içerisinden hem de bölgenin, kuvvetli bir muhalefet oluşmasına sebebiyet vermesi ve bu gidişatın Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz gibidir.

4.1.2. A.B.D. Yönetiminde Irak’ın Yapılanma Süreci ve Bu Bağlamda