• Sonuç bulunamadı

2.2. ULUSLARARASI AKTÖRLERĐN KUZEY IRAK POLĐTĐKALARI

2.2.4. Avrupa Birliğinin Kuzey Irak Politikası

AB, 1990 sonrasında siyasal entegrasyon çabalarına hız vermiş olmakla beraber, üye ülkelerin bu entegrasyon konusunda tam bir uyum içerisinde olduklarını söylemek güçtür. AB üyesi Đngiltere’nin ABD ile olan yakın ilişkileri, bu durumun çok somut bir örneğidir. AB’nin bölgesel gelişmeler konusunda, bütün üyelerinin iştirakiyle geliştirmiş ve uygulamaya koymuş olduğu politikalardan bir aşamada söz etmek güçtür. Örneğin AB’nin Orta Doğu konusunda, bütün üyelerini bağlayan, bölgeye ilişkin olarak tek ses veren bir politikaları yoktur. Bu, Irak’ın kuzeyi içinde geçerlidir. Ancak, bu belirtilenler, AB’nin Irak ve Kuzey Irak’a ilgi duymadığı anlamına da alınmamalıdır.

Körfez Krizi sonrasında ABD ve Đngiltere “stratejik ortaklar” olarak Orta Doğu’ya yerleşmişlerdir; ayrıca “Đngiliz toprağı sayılan” Kıbrıs’taki iki Đngiliz üssü de ABD tarafından Orta Doğu’ya yönelik olarak kullanıla gelmiştir. AB’nin büyükleri Almanya ve Fransa, aslında hem Akdeniz’de hem de Orta Doğu ve Kafkaslarda ABD-Đngiltere ikilisini “dengeleme” amacına yönelik politikalar izlemektedir. En çarpıcı olanı, bölgedeki Kürtler konusunda, “ABD-Đngiltere ikilisi” ile “Almanya-Fransa ikilisi” arasında süregelen çekişmedir.

102

1992’den itibaren ABD-Đngiltere ikilisi, Irak’ın kuzeyinde yapay bir Kürt devletinin biçimsel altyapısını, Bunu Başbakan Bülent Ecevit’de kamuoyuna açıklamıştır. ABD ve Đngiltere’nin Irak’ın kuzeyinde yürüttükleri politikaya karşılık, AB (Kıta Avrupa’sı) de PKK terör örgütüne AB güdümünde siyasallaştırarak, Anadolu’dan, Irak’ın kuzeyindeki Amerikan-Đngiliz girişimini “dengeleme” peşinde olmuştur.

ABD ve Đngiltere’nin Irak’ın kuzeyi kartına karşılık, AB de PKK terör örgütünü Orta Doğu-Kafkasya hattında bu ikiliye dengeleme için kullanabileceği bir maşa, bir araç olarak görmüştür. Avrupa Parlamentosu’na, göre Türkiye, Güney Doğu Anadolu’daki sorunlara şiddete dayanmayan, siyasi bir çözüm bulma amacıyla ulusal düzeyde bir diyalog başlatmalıdır.

PKK terör örgütünün Kıta Avrupası’nda siyasi destek görmesinin arkasında yatan esas neden, bu örgütün bölgedeki “stratejik paylaşım kavgasında” kullanabilecek bir araç olarak görülmesinden ileri gelir.

Daha önce ifade edildiği gibi Irak Krizi’nin, AB için ve özellikle de Ortak Güvenlik ve Dış Politika (OGDP) için, önemli bir örnek teşkil ettiğini söylemek mümkündür. AB içerisinde yaşanan bölünmüşlük, AB’ye aday ülkelerin bakış açısı ve ABD ile olan ilişkiler, AB liderlerini OGDP’yi yeniden düşünmeye ve bu konunun üzerine gitmeye bir bakıma zorlamıştır. OGDP konusuna büyük önem vermesine ve bunu sağlam temeller üzerine oturtmaya çalışmasına rağmen AB, günümüze kadar bu alanda başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın bir çok sebebi olmakla birlikte, temel faktör üye ülkelerin uluslar üstü bir yapıdan ziyade ulusal bazda çıkarlarını düşünerek hareket etmeleridir.

Irak Krizi nedeniyle, hem AB içerisinde hem de, AB ile AB aday ülkeler arasında gerginlikler yaşanmıştır. Birliğin içinde oluşan kamplaşmada AB’nin motor gücü olarak görülen Fransa ve Almanya, Irak konusunda ABD’nin görüşlerine ters düşen bir bakış açısı benimsenmiştir. Özellikle Almanya’nın savaş karşıtı tutumu, Eylül 2002’de gerçekleştirilen Alman seçimleri öncesinde ve gerekse seçimlerden sonrasında da Avrupa gündemini meşgul etmiştir. Irak Krizi ile ilgili bu kamplaşma ilk başta kendini Đngiltere ile Fransa-Almanya ekseninde hissettirmiştir. AB’nin motor güçleri olarak bilinen Fransa ve Almanya, kendini mümkün olduğunca kıta

103

Avrupa’sından uzak tutmaya çalışan Đngiltere ile Irak konusunda anlaşamamıştır. Fransa ve Almanya’yı birlikte anmak her ne kadar bu çerçevede doğru olsa da, her ikisinin Irak Krizi’ne bakışlarındaki nüansı da göz ardı etmemek gerekmektedir. Bu iki ülke, bazı farklılıklara rağmen Irak konusunda birbirlerini yakın bir duruş belirleyebilmişlerdir. Bu tavır, ABD’nin Irak’a askeri müdahale yaklaşımına karşı çıkmak şeklinde oluşmuştur. Đngiltere ise, krizin başından itibaren ABD’ye daha yakın bir tavır sergilemiştir (Özdağ vd., 2003:191).

Krizin başında ABD’yi savunmakta AB içerisinde tek başına kalan Đngiltere kısa sürede kendi görüşünü paylaşan Avrupa ülkeler ile bir araya gelmiştir. Fransa ve Almanya’nın duruşuna tepkisel olarak 8’ler oluşumu, gündeme gelmiş ve Đngiltere’nin liderliğini AB içinde yaptığı bir kamplaşma doğmuştur. Bu oluşumun içerisinde yer alan ülkeler, daha çok AB’nin Fransa ve Almanya ikilisi tarafından yürütülmesinden rahatsız olan üye ve aday ülkelerdir. Irak konusunda işlenecek politikaya ilişkin bu farklılıklar AB’nin oluşturmaya çalıştığı OGDP’deki sarsıntıların derinleşmesine doğru atılan adımlar olarak değerlendirilebilir.

AB içerisinde ve aday ülkelerin de katkılarıyla artan görüş farklılıklarının en asgariye indirilmesi ve AB’in Irak konusunda ortak bir duruş belirleyebilmesi için, AB Dönem Başkanı Yunanistan harekete geçmiş ve 17 Şubat 2003 tarihinde bir zirve düzenlenmiştir. Bu zirve sonuncunda AB, Irak’ın “tam ve etkili biçimde silahsızlandırılmasını” talep etmiş ve sadece “son çare olarak savaşa başvurulabileceğini” belirtmiştir. Bu durum krizin başından beri savaşa hayır diyen Almanya için bir geri adım olarak değerlendirilebilir. Savaş için açık bir kapı bırakmış olan Fransa’nın ise, bu karar sonucunda uzlaşmacı bir tavır sergilediği söylenebilir. Ancak, bu zirve beklenen ya da amaçlanan sonucu doğurmamıştır. Birlik sağlanamamıştır. AB tam ortadan ikiye ayrılmış olan durumunu korumuştur. Irak konusunda Amerikalılar ile bir olan tarafta Đngiltere, Đtalya, Đspanya, Danimarka, Portekiz, Hollanda ve Đrlanda; “biraz daha sabırlı ol” kampında ise, Almanya, Fransa, Belçika, Yunanistan, Finlandiya, Đsveç ve Avusturya yer almıştır. AB’nin en küçük ülkesi Lüksemburg ise, kararsızlık nedeniyle felce uğramıştır.

AB’ye üye ülkeler ortak bir politika belirlemeden dünyada olanları etkileme güçleri olmadığını ve işbirliğine gitmek zorunda olduklarını Irak Krizi ile bir kez daha görmüşlerdir. Her ne kadar bu konuda önlerinde bir Balkan örneği (Türbedar,

104

2003:56) olsa da, Irak krizi AB için farklı bir önem taşımıştır. AB’nin Balkanlarda başarısızlıkları ABD’nin yardımları ile çözülmüş bölgede istikrar sağlanmıştır ve AB günümüzde ABD’nin sağladığı istikrarı devam ettirmek için çalışmaktadır. Ancak Irak krizinin gösterdiği nokta da şudur; AB, ortak bir görüş belirleyemediği ve yeterli askeri güce sahip olmadığı için ABD’nin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirdiği girişimleri engellemeyi başaramamaktadır. Bu da, AB’nin, ABD gibi bir uluslar arası güç olmaktan ne kadar uzak olduğunu gözler önüne sermiştir.

AB’ye aday ülkelerin bir kısmı, Irak krizine olan yaklaşımlarını, 8’ler oluşumu içerisinde yer alarak ve Đngiltere’ye yakın tavırları ile ortaya koymuşlardır. Bunun yanı sıra, 2004 yılında AB’ye üye olan on ülke, Irak konusundaki yaklaşımlarını daha net bir biçimde “Vilnius Mektubu” olarak adlandırdıkları belgede açıklamışlardır. Bu belge ile AB’nin yeni on üyesi Irak krizi konusunda ABD’nin yanında yer aldıklarını belirtmişlerdir. Aday ülkelerin bu tutumu AB içerisinde savaş karşıtı olan ülkeler arasında ciddi bir tepkiye yol açmış, hatta Fransa tarafından ciddi bir dille eleştirilmiştir.

Irak krizine yaklaşımında bir bölünmüşlük yaşayan AB’nin, ABD ile arasında temelde bir yaklaşım farklılığı bulunmaktadır. AB, Irak sorununu birincil sorun olarak değerlendirmemektedir. AB’nin ortak anlayışına göre, AB için ilk sorun Orta Doğu bölgesindeki Filistin-Đsrail anlaşmazlığıdır (Özdağ vd., 2003:191). AB, bölgede istikrarın sağlanması gerektiğini düşünmektedir ve Irak Krizi’nin silah denetimi yolu ile çözülememesi durumunda bölgenin daha fazla istikrarsızlığa doğru sürükleneceğini düşünmektedir.

Bununla birlikte, AB içerisinde özellikle Almanya, Irak’ın ABD tarafından yansıtılmaya çalışıldığı kadar tehlikeli olduğuna inanmamaktadır. Almanya’nın bölgede yaptığı araştırma sonucunda ABD’nin gerçekleştirdiği araştırmadan daha farklı sonuçlar elde ettiği açıklanmıştır. Bu araştırma, ABD’nin raporu ile Almanya’nın raporunun çeliştiğini göstermektedir. Çelişen noktaları kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür;

• ABD’den farklı olarak Irak öncelikli bir askeri tehdit olarak algılanmamaktadır. Irak biyolojik silah üretimi için adım atmış olsa da, şu an ciddi bir tehdit oluşturmamaktadır.

105

• ABD’nin raporuna göre Irak, kamyonlarda hareket eden ve biyolojik silah üreten laboratuarlar oluşturmuştur. Ancak, Alman istihbaratından hiçbir görevlinin bu kamyonların içlerini göremedikleri dile getirilmiştir.

• ABD’den farklı olarak Alman raporunda, Irak ile El-Kaide arasında bir bağlantı bulunamadığı belirtilmiştir.

AB ile ABD arasında farklı algılayışlardan kaynaklanan ve karşımıza çıkan bir nokta daha vardır. Bu da, Irak’ta savaş sonrası nasıl bir rejimin oluşturulacağı ile ilgili farklı yaklaşımlardır. AB, burada ABD içerisindeki farklı görüşten, yeni Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı görüşmelerinden ilkine kendini daha yakın hissetmektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı, Saddam sonrası dönemi yeni bir otoriter liderlik dönemi olarak, realist bakış açısına göre değerlendirirken, ABD Savunma Bakanlığı ise, savaş sonrası Irak’ta bölgedeki ülkelere örnek olacak demokratik bir hükümetin oluşturulmasını istemektedir. Ancak AB, bölgede Batı tarzı demokrasinin oluşturulmasının kolay olmadığına inanmaktadır, bunun empoze edilebileceğine güvenmemektedir. Bu bakış açısı, dikkat edilir ise, ABD Dış Đşleri ve Savunma Bakanlıkların görüşü ile ne tam olarak çelişmekte, ne de tam olarak örtüşmektedir. Her iki bakanlığında AB’nin bu yaklaşımda kendisine uyan yanlar bulmaları mümkündür. Bununla birlikte, Irak’ın geleceği söz konusu olduğunda, AB ülkeleri, Kürt, Sünni ve Şiilerin tarihsel anlaşmazlıklarını da göz önünde bulundurarak, petrol için birbirleriyle savaşacaklarını düşünmektedirler. Bu yaklaşım da, bizi, AB’nin en başta bahsedilen endişesine, yani Orta Doğu’nun daha fazla istikrarsızlığa sürüklenmesi konusuna geri getirmektedir (Özdağ vd., 2003:191).

106

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESĐ VE TÜRKĐYE

3.1. BOP’UN AMACI

Büyük Ortadoğu Projesinin resmi olarak ilan edilen ana amacının özgür olmayan geri kalmış bölgelere demokrasi getirmek olduğu açıklanmıştır. ABD Başkanı George W. Bush böyle bir proje ile Ortadoğu'ya yönelmelerinin en önemli gerekçesini birçok Ortadoğu ülkesinde var olan yoksulluğun derinleşmesinde görmektedir. Ona göre;

“Bu ülkelerde kadın hakları bulunmamaktadır. Kadınların okula gitmesi engellenmektedir. Bütün dünya ilerlemekteyken Ortadoğu toplumları yerinde saymaktadır. Ortadoğu, özgürlüğün yeşermediği bir yer olarak kaldığı sürece, bölgede durgunluk, gücenme sürecek ve şiddet ihraç edilmek üzere her zaman var

olacaktır.” (Cheney, 2004).

"Büyük Ortadoğu Projesi"nin mimarlarından olan Dick Cheney: BOP 'un ana fikrinin, bütün bölgeye demokrasiyi yayarak bölgede gelişmeyi ve barışı garantilemek olduğunu söylemektedir. Ona göre;

“Demokrasiye giden yol haritası kesinlikle değerlidir. Proje kapsamında kadınların durumuna da eğilmek gerekmektedir. Demokratik süreci kolaylaştır-mak

için bölgenin sorunları çözülmelidir.” (Evcioğlu, 2005:116).

Demokrasiye giden yolda kilometre taşları şunlardır:

• Sınırlardaki hukuk ihlallerini önlemek,

• Dinsel ve ulusal azınlıkların kendi yazgısını belirlemesini,

• Bütün bölgeyi zehirleyen yanlış ideolojileri bastırmak için eğitimdeki büyük ilerlemeyi sağlamak.