• Sonuç bulunamadı

PERİ UNSURU İÇEREN OYUNLAR

Belgede Modern Türk tiyatrosunda mitoloji (sayfa 115-118)

Meşrutiyet dönemi tiyatrolarında peri unsuru yeni bir kavram olarak yer tutar. Yunan mitolojisinde nymphe olarak geçen periler ormanların, akarsuların ruhunu temsil eden genel bir kavramdır.

Bu dönemde peri unsuru içeren oyunların başında Halit Fahri’nin Baykuş ve Ölüm Perileri adlı manzum oyunlarıyla Yadigâr-ı Harp’le Sulh ve Harp gelir. Genellikle iyilik ve mutlulukla özdeşleştirilen peri, bu oyunlarda, dönemin kötümserliğini yansıtacak şekilde ölüm ve savaşla bağdaştırılır. Mitolojide Merih/Mars savaş tanrısı olarak geçer. Bu oyunlarda ise tanrı yerine perinin tercih edilmesi, mitolojiye karşı çekimser tutumun göstergesidir.

Halit Fahri’nin Baykuş (1916)’u üç perdeden oluşan “manzum masal”dır. Olay köyde geçer. Bir kış günü yaşlı bir köylünün, hasta olan oğluna doktor getirmek üzere gönderdiği küçük oğlu kurtlar tarafından öldürülür. Bunu öğrenen hasta oğlu da, kardeşinin ölümünden kendini sorumlu tutarak ve bu acıya dayanamayarak ölür. Yaşlı köylü, başına gelen felaketi baykuşun ötmesine bağlayarak çıldırır. Dönmeyen oğlunu aramaya çıkan köylünün ormanda kış perileriyle karşılaşması, oyunu fantastik düzleme çeker.

Oyun köylü hayatını ele almakla birlikte şairin çizdiği kötümserlik, Birinci Dünya Savaşı’nın aleyhimize geliştiği günlerin ve baykuş sesiyle simgeleştirilen muhtemel felaketin gölgesinin esere yansımasıdır. (Ozansoy, 1948: 1-78)

Oyun, aksayan yönleri bulunmasına rağmen Darülbedayi’de temsil edilen ilk telif eser olması sebebiyle üzerinde çok durulmuştur. İlk temsili 2 Mart 1917’de Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu’nda gerçekleşen Baykuş, ilerleyen dönemlerde de Darülbedayi repertuvarında sürekli yer almıştır. (Nutku, 1969: 39)

103 İlk temsilde ihtiyar köylüyü Muhsin Ertuğrul, büyük oğlunu Muvahhit, yolcuyu Raşit Rıza, Ayşe’yi Eliza Binemeciyan, Melek’i Adriyen, kış perilerinin melikesini Sara Nannik oynamıştır. (Ozansoy, 1948: 4)

Oyun, toplumsal mesaj içermediği, ilgi çekici bir konuyu ele almadığı, bir ağlama kitabı” olduğu şeklinde eleştirilere hedef olmuş, şairin ölümün önceden sezilmesi motifini Maeterlinck’ten aldığı ileri sürülmüştür. (Yalçın, 1985: 221–223)

Halit Fahri’nin tek perdelik manzum oyunu Ölüm Perileri de ölüme odaklanması ve perilere yer vermesi bakımından Baykuş’un havasını taşımaktadır. Veremli bir genç adamla karısı arasında geçen oyun, genç adamın ölümüyle biter. (And, 1971: 173)

Abdülhak Hâmit’in Yadigâr-ı Harp (1917)’i, Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı’nın başarıları açısından ele alan, nazım-nesir karışık bir eserdir. Birbirinden bağımsız on iki bölüm/manzardan oluşan eser, dramatik aksiyondan yoksun diyaloglardan ibarettir. Mekân Galiçya, Londra, Rusya, Bükreş, Peşte gibi farklı coğrafyalardır, kişi kadrosu kalabalıktır. Bu yönleriyle sahnelenmeye uygun değildir. Barış, Savaş ve Vatan perilerinin yer alması, eserin konumuzla ilgili yönüdür.

Yadigâr-ı Harp Çanakkale zaferinden sonra yazılmış, orduya dağıtılmış, Hâmid’e 100 lira verilmiştir. Oyundaki Peri-i Vatan, Namık Kemal’in Rüya’sındaki Hürriyet Perisi’ni hatırlatır. (Tarhan, 1998a: 15) Osmanlı’nın on cephede savaşması, İngiliz Dış İşleri’nde toplanan sefirlerin, Çanakkale zaferini önemsememe kararı alması, Çerkez Osman’la Rus generalinin kızının aşkının savaşa bağlı olarak sonuçsuz kalması vb. işlenir.

Peri, Hâmid’in oyunlarında sıkılıkla yer bulur. Yadigâr-ı Harp’te Peri-i Vatan, Peri-i Harp, Peri-i Sulh oyun figürleri arasında yer alır. Bunlar tasvir edilmez. Peri-i Vatan’ın bulutlar içinde olduğu söylenir. O, Osmanlı ülkesinin perisidir. Ne hayal ne peridir. Fakat istediği şekilde tecelli edebilir. Allah’ın İslâm âlemine hediye ettiği bir yadigâr-ı vahdaniyettir. Yolunda gazi ve şehit olunur. Genç kızlar onu “âlihe-i muhabbet” diye tanımlar. Bütün gençler ona perestiş eder. Bütün kadın güzellikleri gibi bütün erkek yiğitlikleri de onda toplanmıştır. (Tarhan, 1998a: 272-274)

Peri-i Vatan şöyle anlatılır: “Ve o muhabbetin timsali de işte bu anda karşımızda duruyor. Semaya ta’lîk olunmuş bir levha-i zî-ruh, bir levha-i zî-ruh-ı mehâsin ki bazen, hilâle şebih olan başındaki iklîl-i münevverle Osmanlı râyet-i celâdetini, bazen de meleklerden mün’akis gibi duran, vechindeki ruh-perver tebessümât ile valideler şefkatini hatırımıza getiriyor!.. Değil mi?.. Hem mehîb, hem Mihriban. Bilemedik ki peri miydi, ilâhe miydi?... Kadın mı, erkek mi?.. Hayal mi, hakikat mi, nedir?... Fakat validimiz, muallim ve

104 mürebbilerimizle beraber hep onun emri, onun nüfuzu altında yaşadığımızı biliyoruz!...” (Tarhan, 1998a: 274)

İbrahim Alâeddin’in Sulh ve Harp (1338–1921) isimli otuz bir sayfadan oluşan okul piyesi savaşı konu alan fantastik bir çalışmadır. Mukaddimede yazar, savaşı konu alan bu fantastik oyunda amacını, Dünya Savaşı karşısında kendi neslinin duygu ve düşüncelerini gelecek nesle aktararak onları dünya olayları üzerinde bireşimci/sentezci bir düşünceye yöneltme olarak açıklar. Simgesel nitelik taşıyan oyun kişileri şunlardır: Ak saçlı ihtiyar görünümündeki Tarih, genç bir erkek görünümündeki Harp ve genç bir kız görünümündeki Sulh’tür. Tarih, tarih boyunca yapılan savaşların kötülüklerini ve yol açtığı acıları anlattığı sırada gök gürültüsü ve şimşekler arasında Harp perisi Merih gelir. Onun savaş hakkındaki görüşleri oldukça çarpıcıdır. Ona göre barış miskinliktir, yeryüzünde canlılığın ve hareketin sebebi savaştır; tarih savaşlarla yazılır, bu yüzden savaş gereklidir. Merih giderken Tarih girerek onun anlattıklarını yalanlar. Bu sırada Sulh perisinin gelmesiyle Tarih yine çekilir. Sulh perisi ümitsizlik içinde savaşın yol açtığı felaketleri anlatırken uzaktan savaş sesleri duyulur. Harp perisi Merih de savaşı teşvik etmektedir. Sulh perisi ile Harp perisi arasında münakaşa yaşanır. Bu sırada gelen Tarih, Sulh perisine, savaşı durdurmanın da kadınları eğitmekle mümkün olacağını söyler. (Yalçın, 1985: 179-180) Merih/Mars, Yunan mitolojisinde savaş tanrısıdır. Oyunda, bilinen maceralarıyla değil, yeni bir kurguyla karşımıza çıkar.

HİNT ETKİSİ

Meşrutiyet döneminde Yakup Kadri’nin on sayfalık diyaloğu Nirvana (1909)’yla temsil ettiği bir etki de Hint kaynaklıdır. Nirvana Yakup Kadri’nin erken dönem eserlerindendir. İkinci Meşrutiyet’in ilanını takip eden hürriyet, coşkunluk ve eski yönetime yönelik birikmiş tepkinin yansıdığı eserlere karşılık Nirvana, yazarın 1909–1914 arasındaki içsel bunalımını yansıtan kötümser bir metindir. Ibsen’in Hortlaklar’ının etkisinde olan Nirvana, bu eserin son bölümüyle benzerlik taşır. Natüralizmin fiziksel kalıtıma verdiği önem bu eserde de açığa çıkar. İçki yüzünden bilincini kaybeden bir babanın içkiye düşkün oğlunun da aynı sebeple ruh sağlığı bozulmuştur. Hayat, aşk ve sanat hakkındaki görüşleri ruh durumunu yansıtır niteliktedir ve mitolojik benzetmelerle verilir. Necdet, müziği, insanı çok yükseklere çıkarıp orada ebedî kalacağı hissini uyandırdıktan sonra birden bire düşürmesi dolayısıyla vefasız bir kadına, “hain ve zalim bir âlihe”ye benzetir. Mihriban da bu düşüşü Hazret-i Âdem’in düşüşüyle bağdaştırır. Sanatı ise küçük bir öpücük karşılığında bir can alan eski Mısır kraliçesi Kleopatra’ya benzetir. Eserin adı da mitolojik çağrışımlara açılmaktadır.

105 Kahramanın Nirvana olarak adlandırılan kurtuluşu ölümde bulması natüralizme özgü bir sondur. (Karaosmanoğlu, 1991: 13–15, 19–30)

MEŞRUTİYET TİYATROSUNDA MİTOLOJİK OYUNLARIN

Belgede Modern Türk tiyatrosunda mitoloji (sayfa 115-118)