• Sonuç bulunamadı

Oyunda demir bayramı geçer. Ergenekon Destanı’na gönderme yapılır. Gökçü, şöyle konuşma yapar: “Oğullar, bu akşam Türklerin Ergenekondan kurtuldukları akşamıdır. Bu akşam bütün cinler, periler bağlıdır. Bu akşam hava, kara, su, demir, ateş hepsi de kardeştir. Bu akşam her insanın yanında iki melek, onun dileklerini tanrıya ulaştıracaktır. Yerleri, gökleri yaratan tanrı kimseye görünmez, fakat o her şeyi görür, her kesin suçuna göre ona kutluk verir. bu ateş tanrının insanlara armağanıdır. Bozkurt kayaları bu ateşle eritti. O kayalardan demir çıkardı. O demirden de işte şu kılıncı yaptı. Bu kılınç olmasaydı, Türkler güneş sönünceye kadar esirdiler. Bu kılınç olmasaydı insanlar birbirini yiyeceklerdi.” (Arseven, 1936: 77)

Özet

Birinci perdede Çağan Gül ile Saynur, avulun en ulusu olan Ege hakkında konuşurlar. Saynur, Ege’nin durumundan kaygı duymaktadır; son zamanlarda çok düşüncelidir; sabahlara kadar uyumamaktadır. Saynur, bunu, Eçike ile evlenmesinin gündeme gelmesine bağlamaktadır. Avulun en ulusu olmak hasebiyle, evlenip evlenmemek, Ege’nin kendi iradesindedir. Fakat Bay Sungar’ın, onu bu evliliğe zorladığı konuşulmaktadır. Çağan Gül’le Saynur’un konuştukları bir diğer konu da, Saynur’la, Çağan Gül’ün kardeşi Turgan’ın aşkıdır. Ege, bundan habersizdir. Saynur’la Çağan Gül, bunu ona açıklayıp açıklamamakta tereddütlüdürler. Fakat o gün demir bayramıdır; Saynur, Turgan’la o gün evlenebileceklerini umut etmektedir. Ege’nin bu işe rızası olması gerekmektedir.

107 Camuka ile Bay Sungar, yönetim konusunda görüş ayrılığı içindedirler. Bay Sungar’ın, dünyanın savaş üzerine kurulduğu görüşüne Camuka katılmamaktadır. Bay Sungar düşüncesinde, Tanrı’nın, dünyayı, yiğit denemek için yarattığını öne sürecek kadar ısrarcıdır. Tanrılar arasında bile üstünlük mücadelesinin olduğunu ileri sürer.

Kamcı Karatay, 16 yıl aradan sonra demir bayramı için, fakat daha çok Gökçü’yü görmek, ondan uğur almak için gelmiştir. Beş Balıh’dan başlayan, iki ay süren uzun bir yolculuk yapmıştır. Onun gelişiyle, onun gidişinden sonraki olaylar hatırlanır:

Yasukay’ın genç yaşata zehirlenerek ölümünden sonra avul dağılmış, 300 yurt kalmıştır. Yasukay’ın beş oğlu vardır; fakat en büyükleri Timuçin bile 13 yaşındadır. Ulun Ege, kocasının atına binip gök bayrağı eline alarak, Yasukay’ın cenklerini, ertenklerini hatırlatır, gidenleri geri döndürmeye çalışır. Çoğu geri dönmüş, ulus, günden güne güçlenmiştir. Bu sırada Timuçin 16 yaşında güçlü bir yiğit olarak göz doldurmaktadır. Onun, Gökçü’nün ona verdiği uğur ile, bahadırlıkta babasını bile geçeceğine inanılmaktadır. Bu noktada, Gökçü’nün niteliklerine değinilir: Gökçü, tap Tanrı’dır. Ünü Taşkent’e, Kaşgar’a kadar yayılmıştır. Karatay, bir Uygur’dan, onun, en soğuk havalarda başı açık, yalın ayak, tek gömlekle, karlar, kayalar, göller, ormanlar içinde dolaştığını, Buğdu Ula’dan ak atına binip dağa çıkarak, Tanrı ile görüştüğünü duymuştur. Karatay oradan ayrıldığında Gökçü 6-7 yaşında küçük bir çocuktur. Daha o zamanlar, Gökçü’nün babası Eçike’nin, karanlıkta ellerinden alev çıktığını anlattığı konuşulur. Şimdi, insanlar, onun uğurunu almak için çok uzak yerlerden gelmektedirler. Karatay da onun için gelmiştir.

Konuşma bundan sonra akınlara gelir. Camuka yine karşıt görüşlerini bildirir. Bay Sungar, onun, Buda dinine girdiğinden beri yumuşadığını söyler. Buğurcu, Timuçin’in avdan döndüğünü, su başında onları beklediğini iletir. Çuçay’ın sorusu üzerine, Minlik Eçike’nin (Gökçü’nün babası) ertesi sabah orada olacaklarını da iletir. Söz, Ege ile Eçike’nin evlenmelerine gelir.

Bay Sungar, bu evliliğe destek vermektedir. Çünkü bu evlilik, Minlik’i sayan bütün avulların, Coyratların, Kirayitların kendilerine katılmasının yolunu açacak, böylece ulus büyüyecek, Timuçin’in bütün Türklerin hakanı olması bile mümkün olabilecektir. Çuçay, Karatay ve Bay Sungar Ege’yi görmeye, oradan Timuçin’le görüşmeye giderler.

Çağan Gül ile yalnız kalınca, Camuka, Minlik’in gelişinden duyduğu endişeyi dile getirir. Coyratların beyi Tuğra Ul’dan sonra hanlık sırası Camuka’ya gelmektedir. Gökçü ile avulun birleşmesi Timuçin’in büyümesine, Coyratların ve Kirayitların ortadan silinmesine yol açacaktır. Camuka, Timuçin’i “avuçları kanlı doğan çocuk” (Arseven, 1936: 27) diye niteleyerek, onun hakan olması ile düşmanlıkların kökleşeceğini öngörür. Çağan Gül,

108 Timuçin’in bu evliliğe taraftar olmadığını söyleyerek, Camuka’nın endişelerini gidermeye çalışır. Ama Camuka, bu evliliğin olacağına inanmaktadır.

Saynur Çağan Gül’den, Turgan’la kendisinin aşkını Ege’yle konuşmasını ister. Ege, Çağan Gül’le konuşur. Artık her şeyin bittiğini söyler. Minlik’in geldiğini, Kurultay’ın, kendisini, onunla evlenmek konusunda zorladığını, evlenmezse avulun dağılacağını öne sürdüklerini, oğlunun da artık onlardan yana olduğunu, ulusun dirliği için bunu yapması gerektiğini söylediğini anlatır. Kendisi de onlara hak vermiştir. Timuçin 16 yaşında bir toy, Ödçekin 5 yaşında bir çocuktur. Bu durum, içte güvensizliğe yol açtığı gibi, dışta da düşmanı cesaretlendirmektedir.

Şartlar, Ege’nin Minlik’le evlenmesini gerektirmekte, Ege de bunu kabul etmekte, fakat gönlüne söz geçirememektedir. “O korkunç kocamış”la nasıl evleneceğini sorar. Söz Turgan’a gelir. Ege, Turgan’a çok güvenmektedir. Avulun birliğinin sağlanmasında onun büyük payı vardır. Ege, kendisini, ondan başka düşünen olmadığını söyler. Çağan Gül, bu arada, Turgan’la Saynur’un birbirlerini sevdiklerini, evlenmek istediklerini Ege’ye açar. Ege bunu duyunca fenalaşır. Kendine gelince, kendisinin de Turgan’ı üç seneden beri sevdiğini itiraf eder. Kocası öldüğünde, en büyük destekçisi Turgan olmuştur. Onu önce oğlu, sonra kardeşi, sonra da kocası gibi sevmeye başlamıştır. Aralarındaki yaş farkı, ayıplanma endişesi, hiçbir engel onu unutmasını sağlayamamıştır. Çağan Gül’ün söyledikleri ise, onun için tam bir yıkım olmuştur. Bu durumda ölmekten başka bir çare göremez.

Çağan Gül, Ege’nin gönlünün kardeşinde olduğunu öğrenince, Turgan’la Ege’nin evlenmesi fikrini benimser. Bunun olabilirliği konusunda, önce Ege’yi ikna eder. Turgan’ın, bundan mutluluk duyacağını söyler. Ege, Timuçin’in çok onurlu bir aksay olduğunu, Çuçay ve Bay Sungar’ın da buna karşı çıkacağını öne sürerek, ölmesi gerektiği düşüncesini tekrarlar. Çağan Gül, Turgan’ın, avulda herkesin gönlünü kazanmış bir yiğit olduğunu, o isterse, buna kimsenin karşı çıkamayacağını, Timuçin’inse daha çocuk olduğunu, onu kandırmanın kolay olduğunu, Saynur’u kendisinin bertaraf edeceğini söyleyerek, endişelerini giderir. Her şeyi yoluna koyacağına dair Ege’ye güvence verir.

Çağan Gül, planını işletmeye başlar. Bu konuda ilk konuştuğu kişi, kocası Camuka’dır. Bu arada Suskan, Timuçin’in, Naymanların pususuna uğradığını, Turgan’ın da onunla beraber olduğunu iletir. Çağan Gül Suskan’a, doru atı hazırlamasını, hayvanın ön ayaklarına bir kova su dökmeyi de unutmamasını emreder. Ulun Ege de tolgasını giymiş, kılıç kuşanmış olarak gelmektedir. Erkek bir bahadır gibi görünmektedir. Baskın savuşturulmuştur. Fakat Timuçin yaralıdır.

109 Ege, oğlunun canını kurtardığı için Turgan’a, kocasından kalan kutlu sadağı armağan eder. Sadak, Oğuz Han’dan kalmadır; onu taşıyana ok değmediği söylenir. Turgan, bayrağın, kendi canından daha kıymetli olduğunu söyleyerek, sadağın, kendisinden çok ona yakıştığını belirtir.

Bu sahnede, sadağı üzerinde taşıyan kimseye ok değmeyeceği inancı yüzünden Turgan’la Bay Sungar arasında sözlü bir çatışma yaşanır. Turgan bu inancı boş bir efsane olarak değerlendirmektedir. Bay Sungar ise bu görüşe karşı çıkar; Turgan’a susmasını, aksi takdirde çarpılacağını ihtar eder. Turgan’ı “dini bozuk” olarak niteler ve onun gibi Tanrı’yı saymayanlar yüzünden Tanrı’nın kendilerini hırpaladığını öne sürer. Turgan ise, onların bu boş inançları yüzünden adam olamayacaklarını belirtir.

Çuçay, Turgan’ın Bay Sungar’ın yanında Şamanlık aleyhine konuşmasını doğru bulmaz. Bay Sungar’ın Turgan’ı çekemediğini bildiği için, onun, Turgan’ın Şamanlığa düşmanlığını avula yayması durumunda, Turgan’a bağlı kimse kalmayacağından endişelenmektedir. Turgan, Türklük arasındaki ayrılığın sebebini o kamcılara, büyücülere bağlamakta, bu yüzden Gökçü ile birleşilmesini de onaylamamaktadır.

Bu noktada Çuçay Turgan’a, Minlik ve Gökçü hakkındaki gerçeği açıklar. Onların da kendileri gibi düşündüklerini, bağlı oldukları gizli kurumun başkanının Minlik olduğunu, onun şamanlığının sahte olduğunu, onun da kendileri gibi bir ulu Tanrı’yı tanıdığını söyler. Her dindeki Türklerin “aklı erenleri” ona bağlanmıştır, amaçları, her biri bir yol tutmuş dağınık durumdaki Türkleri yüce bir inan, bir töre altında birleştirmektir. Çuçay, Minlik’in Ege ile evlenmesini Gökçü ile kendisinin birlikte tasarladıklarını bildirir. Turgan, bu açıklamalar üzerine fikrini değiştirir.

İkinci perdede; Çağan Gül Ege’ye, kardeşi Turgan’ın, Saynur’a ilgisinin olmadığını, Saynur’la evlenmeye onu kendilerinin zorladığını söyler. Turgan’ın da, onun (Ege) gibi, bir ak soyun bir esir kızla evlenmesinin törelerine uymadığı düşüncesinde olduğunu söyler. Buraya kadarki konuşmaları Saynur da duymuş ve büyük bir acıya kapılmıştır. Gemşin, onu oradan uzaklaştırır. Çağan Gül, Turgan konusunda Ege’yi ümitlendirecek sözler söyler.

Saynur, Turgan’ın kendisine sevgisinin asla bitmeyeceğine yürekten inanmıştır. Duydukları karşısında tarifsiz acılar yaşar. Bunu şöyle dile getirir:

“Keşke bütün canım yaş olup gözlerimden dökülse gitseydi… Ah Cemşin, ben güneşin yıldızlar kadar küçüleceğine, dünyanın karanlıklar içinde kalacağına inanırdım. Ancak Turgan’ın sevgisinin bu kadar azalacağını düşüncemden bile geçirmezdim. Ben sanırdım ki gökte güneş sönse, Turgan’ın gönlündeki ateş onu yeniden tutuşdurur. O şimdi bir mezar kadar soğumuş, varlıkta atamın, bilmediğim yurdumun, avulumun, ulusumun sevgisi

110 hep o idi. Bilmem ki artık niçin yaşıyorum. Onun yüzünü görmedikten sonra bu gözler neye yarar. Onun kolları olmadıktan sonra bu vücud ne için yaşamalı?” (Arseven, 1936: 46)

O sırada Turgan gelir. Saynur’u Ege’den istemeğe gelmiştir. Konuşmalarından, Çağan Gül’ün, Turgan’ın artık onu sevmediği, başka bir kadınla evleneceği yolundaki sözlerinin yalan olduğu ortaya çıkar. Turgan Saynur’a, onu kılıcından, atından bile çok sevdiğini söyler. Turgan’la Ege yalnız konuşurlar. Turgan, önce Ege’ye derin saygısını ve bağlılığını bildirir. Sonra, Saynur’u sevdiğini söyleyerek onu Ege’den ister. Ege, bu istek karşısında öfkelenir, Saynur gibi anası babası belirsiz bir esir kızın ona lâyık olmadığını söyleyerek, ima yoluyla onu sevdiğini anlatmaya çalışır. Turgan Saynur’un, Ege’nin esiri olmasının bir önemi olmadığını, onun da bir bey kızı olduğunu, Ege’nin çadırında, onun buyruğu altında, onun bir kızı gibi büyüdüğünü, duruşundan, duygusundan, bir ak soydan farkı olmadığının anlaşıldığını söyler. Ege, üstü kapalı olarak, Turgan’a aşkını şöyle dile getirir: “Sen bir beysin, Turgan. Kendini aşağı görme, yükseklere bak diyorum Turgan. Seni taht üstünde bekleyen bir gönül var. O gönül ki bütün dirimi sana bağlı. O gönül ki güneş etrafında dönen ay gibi ardınca koşar, ışığında yaşar. O gönül ki utancından zincirlerini ellerile taşıyan, hiç ses çıkarmamasına özen veren bir esir gibi karanlıklarda sürünür, kimseye bir şey söylemez. Fakat şimdi o zincirlerin yaptığı yara o kadar büyüdü ki acısından bağırıyor.” (Arseven, 1936: 51)

Bir şey anlamadığını söyleyen Turgan’a, onu sevdiğini söyler, ellerini tutar, başını göğsüne koyar. Bu sırada Saynur, Çağan Gül’ün elinden kurtularak içeri girer.

Bu sahnede Ege ile Saynur’un hesaplaşması vardır. Saynur, bu acıya dayanamayacağını söyleyerek, Ege’den, kendisini öldürtmesini, celladının Turgan olmasını ister. Ege, Saynur’u aşağılayarak kovar. Saynur’un, onun her şeye hükmedebileceğini, ama kendisinin gönlüne hükmedemeyeceğini söylemesi üzerine Ege: “Yeter, yeter artık uğursuz kız, ağulu hançer. Seni on yıldır çadırımda besledim, yılanı koynumda büyütmüşüm.” (Arseven, 1936: 53) diyecek kadar ileri gider. Saynur da, yılanın, kendisi değil, o olduğunu söyleyerek, Turgan’a nasıl âşık olduğunu anlatır. Saynur, Ege’ye büyük bir sevgi beslediğini, onun, anası, babası, yurdu, avulu, her şeyi olduğunu, Turgan’ı sevmesine de, onun yiğitliklerini anlata anlata onun sebep olduğunu ileri sürer, çayda Turgan’ı görünce ona âşık olduğunu söyler. Çağan Gül’ün de bir gün, Turgan’ın, kendisini alacağını söylemesiyle, aşkının daha da büyüdüğünü belirtir. Ege’den, Turgan’ı kendisinden almamasını ister. Ege buna yine, Saynur’u kovmak suretiyle cevap verir.

O sırada Çağan Gül, Timuçin’in gelmekte olduğunu haber verir. Timuçin, annesine, Kurultay’ın, Minlik’le evlenmesi yönündeki kararını bildirir. Ege de, bunu kabul

111 etmeyeceğini bildirir. Timuçin, ulusu için, onun bu fedakârlığı yapması gerektiğini söylerse de, Ege fikrini değiştirmez. Turgan da Timuçin’i destekleyerek, Ege’nin Minlik’le evlenmesi gerekliliğini sebep ve sonuçlarıyla ortaya koyar. Fakat bu da Ege’yi ikna etmeye yetmez. Timuçin, artık bıktığını, bundan sonra avula gelecek yıkımı da onun düşünmesini söyleyerek, Ege’nin kararını iletmek üzere çıkar. O gidince Turgan, onların bilmediği sebepler olduğunu, ayrıca kendisinin onunla asla evlenmeyeceğini söyler. Onun evlenmesine engel kendisi ise, bu durumda kendini yok edeceği tehdidinde bulunur. Ege, Turgan’ın Saynur’dan vazgeçmesi koşuluyla Minlik’le evlenmeyi kabul eder. Turgan, onun şartını hiç düşünmeden kabul eder. Çağan Gül, her şeyi Gökçü’ye anlatmaya karar verir.

Üçüncü perdede, Ege ile Minlik’in düğün hazırlıkları vardır. Suskan, bir kucak dal getirmiştir. Birisi, dalları Tanrı Dağı’ndan koparmamış olmasını dileyerek, aksi takdirde çarpılacağını söyler. Ocağın iki tarafına dört kara, beş ak tuğ dikilmiştir. Ödçekin’in ata binmesi de aynı gün gerçekleşecektir.

Çuçay, Şanzay’ı, babasının obada olduğunu haber vermek ve akşam yemeğine davet etmek üzere Gökçü’ye yollamıştır.

Halk arasında Gökçü’nün kutsallığı oldukça yayılmıştır. Atının kanatlarının olduğu, uçtuğu söylenir. Şanzay, mağaranın önünde, Gökçü’nün atı Sayın Buğru’yu görmüştür. Atın, kendisini görünce kişneyip ağasına seslenmesinden, onun kutlu bir at olduğu yorumunu yapar. Kanatlarının nasıl olduğunu sormaları üzerine, Şanzay, kanatlarının olmadığını söyler. Suskan, atın kanatlarının herkese görünmeyeceğini, göğe uçtuğu vakit açıldığını söyleyerek konuya açıklık (!) getirir. Şanzay, Gökçü’nün mağaranın içinde yerlere yatıp kalkmasında, toprağa kapanmasında da, kutsallığına dair izler bulur.

Turgan düşüncelidir. Çuçay, Ege’nin çok üzgün olduğunu gözlemlemiştir. Bunu, kocasını çok sevmesine bağlar. Çuçay, sabah Tanrı’yı kutladıktan sonra gördüğü rüyayı anlatır Turgan’a. Rüyasında Ege’yi görmüştür. Ege, elinde Turgan’ın bayrağıyla, obanın ortasındaki büyük ateşin içinde dönüp durmaktadır. Ateşin yanında, yere dikili bir tuğ ve tuğun sapında, Yasukay’ın Turgan’daki sadağı asılıdır. Yasukay’ın sadağından bir ok kendi kendine göğe doğru fırlayarak bulutlara saplanır. Sonra yağmur yağmaya başlar ve ateş söner. Böylece Ege, bayrağıyla birlikte kurtulur. O zaman, beş renkli bir kuş, dört köşe bir taşın üstüne konmuş ve orada “çıngız çıngız” diye ötmüştür. Taş yarılır, içinden hurma ağacı kadar büyük bir mühür çıkar. Mührün üzerine iki ejderle bir kaplumbağa resmi kazılmış ve çevresinde de “Timuçin Cengiz” yazılmıştır.

Turgan’ın aklı Saynur’dadır. Suskan’a onu sorar. Saynur, Ege’nin buyruğuyla çadırda kapalıdır; kapısında çeri beklemektedir. Ege onu kimse ile görüştürmemektedir. Suskan,

112 Saynur’un yolda, kendisini çaya atmak istediğini, zor yakaladıklarını duymuş, bunu Turgan’a da anlatmıştır.

Bu arada Gökçü gelir. Halk Gökçü’nün çevresini alır. Ondan dilekleri vardır. Obalarına dört aydır yağmur yağmadığını, sürekli baskına uğradıklarını, obalarında salgın olduğunu söyleyerek, “ulu yalvaç”, “tap Tanrı” diye yücelttikleri Gökçü’den, tütsü yapıp uğradıkları belalardan kurtulmak üzere eski bir gömleğini isterler.

Çuçay, Gökçü’ye Turgan’ı tanıtır. Turgan, hakkındaki kötü düşüncelerinden dolayı Gökçü’den özür diler; onun amacını daha önce bilmediğini belirtir. Gökçü, bütün Türklerin artık bu din farklarını ortadan kaldırıp birleşerek büyük bir ulus olmalarının zamanının geldiğini, bunu Timuçin’in sağlayabileceğini, bu amaçla Ege ile babasını evlendirmek fikrinin gündeme geldiğini hatırlatır. Fakat beklenmedik şekilde, bu evlenmenin gerçekleşemeyeceğini söyler.

Gökçü, avullarından bir kadının, Ege’nin başka bir delikanlıyı sevdiğini, delikanlıyı gece Ege’nin çadırından çıkarken gördüğünü, ama kim olduğunu açıklamadığını söyler. Çuçay, bunun iftira olduğunu söylerse de, Gökçü, Ege ile konuşmak istediğini belirtir.

Gökçü’nün, elindeki mektupla ilgilendiği sırada Ege gelir. Bay Sungar gizlenerek, onların konuşmalarını dinler. Gökçü, bir gün önce ormandan atıyla geçerken Tanrı’dan bir ses geldiğini, bu sesin kendisine: “Ege bir delikanlıyı seviyor. Onu babana almayacaksın” (Arseven, 1936: 70) dediğini iletir. Ege bu beklenmedik gelişme karşısında şaşkındır. Bunu inkâr etmez; suçlu bir kadın olmadığını, bunun Tanrı aşkı kadar temiz bir sevgi olduğunu söylemekle yetinir. Gökçü, bunun aralarında kalacağını, fakat bu evliliğin gerçekleşmeyeceğini bildirir. Ege fenalaşır.

Çağan Gül Ege’yle ilgilenirken, Çuçay’la Bay Sungar arasında sert bir diyalog geçer. Bay Sungar, gerçeği öğrendiğini söyleyerek, Ege ile Minlik’in evlenmesine engel olan o mel’unu ortadan kaldıracağına dair ant içer.

Ege gelişmelerden Turgan’ı haberdar ederek, artık ölmesi gerektiğini öne sürer. Ona, bir daha kendi yanına yaklaşmamasını ihtar eder. Ege zor durumda kalmıştır; düğün için toplanan halka ne diyeceğini düşünür. Çağan Gül ise, bunun, Çuçay’ın meselesi olduğu fikrini ortaya atar.

Suskan, Turgan’la Saynur’u görüştürmek amacıyla Saynur’u gizlice çadırdan çıkararak Turgan’ın çadırına götürür. Suskan’la da Gemşin’in birbirlerini sevdiği anlaşılır.

Ege ile Minlik’in düğün töreni için toplanılmıştır. Aynı zamanda demir bayramıdır. Gökçü, demir bayramının önemini anlattığı konuşmasına başladığı sırada Taycıgutların

113 baskınına uğrarlar. Turgan, düşmanın arkasından gider. Bunu duyan Saynur da eline geçirdiği bir silahla Turgan’ın peşinden gitmek için yerinden fırlar, fakat orada donar kalır.

Turgan yaralı olarak getirilir. Saynur, bir kayanın arkasından konuşulanları dinler. Turgan’ın yarası derindir. Turgan, düşman arasına bile bile dalmış, herkesin selameti için ölmek istemiştir. Bu sözden, Bay Sungar, Ege’nin sevdiği gencin o olduğunu anlar. Ege, her şeyin sorumlusu olarak kendisini görür. Çağan Gül de, asıl suçlunun kendisi olduğunu, Gökçü’ye gerçeği kendisinin söylediğini itiraf eder. Çuçay’ın uyarısıyla Turgan’ı yalnız bırakırlar.

Herkes gidince, Saynur Turgan’ın yanına gelir. Turgan, karşısında Saynur’u görünce heyecanlanır. Saynur, ona, birlikte kendi obasına gitmeyi önerir. Babasının da onun gibi bir bey, bir tarhan olduğunu, onu çok seveceğini söyler. Bu sırada Bay Sungar Turgan’ı hedef alarak zehirli bir ok atar. Saynur bunu görünce, kendini okun önüne atar. Turgan, yardım istemek amacıyla seslenir. Saynur onun ağzını kapatır, Turgan’ın kollarında, mutluluk rüyası görerek can verir. Turgan da son anlarını yaşamaktadır. Son sözleri şöyledir: “Ben de ölüyorum. Fakat bak Saynur bayrağımız yürüyor, al kanlara boyanmış ilerliyor. (Yerinden kalkar ak elile bayrağını tutar gibi) SAVULUN… BAYRAK GELİYOR.” (Arseven, 1936: 89)

Olaylar Dizisi

Oyun üç perde 30 sahneden (13+6+11) oluşmaktadır.

SERİM: Çağan Gül ile Saynur’un konuşmalarıyla başlayan oyunun ilk sahnesinde; avulun başı olan Ege’nin Eçike ile evlenmesinin gündeme geldiği, fakat Eke’nin düşünceli olduğu, öte yandan Saynur’la Turgan’ın birbirlerini sevdikleri ortaya konur.

DÜĞÜM: Saynur–Turgan aşkına odaklanan oyunda avulun başı olan Ege’nin de

Belgede Modern Türk tiyatrosunda mitoloji (sayfa 119-127)