• Sonuç bulunamadı

MİT VE EDEBÎ TÜRLER

Mitin Sanat ve Edebiyatla Bağlantısı

Mitler sanatsal bir temelde doğmaz, fakat yollarının kesişmesi de uzun sürmez. Tarih öncesinde hayatı dolduran mitler mağara duvarlarında, taşlarda ifadesini bulur.

Diğer taraftan mit–sanat ilişkisi, gerçeklik–görünüş ilişkisidir. Sanat, ışığın kırılarak yansıması gibi, mitleri kendine mal ederken değişikliğe uğratır; gerçekliği değil, “görünüş”ü verir. Mitin gerçekliği/kutsallığı bir oyuna/temsile dönüşür. Ayrıca mitler sanat eserinde simgeye dönüşür; anlam zenginliği ve estetik değer kazanır. Mitle sanat arasındaki temel ayrılık ise, mitin kolektif bilinçdışının ürünü olmasına karşılık sanatın bireysel bir imza taşımasıdır.

İnsanlığın yaşam yolculuğunun başlangıcına denk düşen mitler, “anlatı” niteliğiyle edebiyatın da ilk basamağını oluşturur. İkisi de “dil”e dayanan mit ve edebiyat arasında kopmaz bir bağ vardır. Fakat bunlar bütünüyle aynı kavramlar değildir. Biçim ve içerikten oluşan mitin biçimi ve simgeselliği edebî/estetik yönünü oluşturur. Buna karşın mitte içerik önemlidir; edebiyatta biçim. Mitin değeri, içine yerleştiği biçimle ölçülmez.

Mit ve edebiyat, gelişimlerini kendi çizgilerinde sürdürmekle birlikte yolları çoğu zaman kesişir: Epos, mitleri edebiyat dairesine sokar. Fakat bu, mitler için tek doğru değildir. Mitler her zaman bağımsız bir gelişme kaydeder; özgül bir tür olarak irili ufaklı imgeler üretir. Fakat edebiyatla etkileşime girmemiş mitlerin kalıcı olması beklenmez. Edebiyat, mitlere hayat verir. Mitler edebiyat için bir nevi hammadde işlevi görür. Mitin hayatı yönlendirdiği ilkel dönemin büyük oranda geride kalmasıyla temel işlevlerini yitirmiş olan

40 mitlerin edebî işlevleri önemli hale gelmiştir. Mitolojinin gizemli dünyasında edebiyat en geçerli yoldur: “(…) Fakat birçok gezgin, tanrıların ve aylak benzerlerinin, sürekli hareket halindeki Çingene karavanlarının ve hortlakların musallat olduğu insansız bir ülkede, tüm mitolojilerin büyük ölçüde uyuşuk bir yaşam sürdükleri bu bilinmeyen yerde, edebiyatın en kolay kabul edilen geçiş belgesi olduğunu söyler.” (Calasso, 2001: 158-159)

Edebî türler mitleri yeni anlatım yolları ve anlamlarla zenginleştirir ve destan (epos), trajedi ve şiir türleri mite kendi formunu verirken; edebiyat da mitlerden önemli ölçüde etkilenir, mit yoluyla yeni biçimlere ulaşır. Mitin reddiyeye uğradığı ve edebiyatın çıkmaza girdiği her çorak devrin ertesinde sağaltıcı güç olarak yeniden mite dönülür. Mit mecaz üretme aracı, bazen de edebiyatın döngüsel çizgisinde gelinen ilk ve son nokta olarak değerlendirilir.

Yunan edebiyatının mitle iç içe olması, mit incelemelerinin edebiyat incelemesiyle eşgüdümlü olmasını zorunlu kılar. Destan döngüleri, mitlerin uzun bir işlenme süreci geçirdiklerini gösterir.

Mitin destan veya romana evrilmesi, mitik figürlerin çok erken tarihlerde yaşayan bir gerçekliğe kavuşup kişileşmesine imkân vermiştir. Akhilleus, Agamemnon, Helena gibi kahramanlar Troya döngüsünün ilk nüvesinden daha eski olmakla birlikte, İlyada ile, edebî düzlemde büyük maceralara konu olduktan sonra ölmezlik kazanmışlardır. (Grimal, 2005: 116)

Yunan mitolojisinin yaygınlık kazanmasının başlıca nedeni, halkın köklerinden gelen mitlerin edebiyatçılar elinde sanata dönüşerek kalıcı olmasıdır. Yunan mitolojisi Avrupa sanat ve edebiyatının temel dinamiklerindedir.

Yunan mitolojisinin ana hatlarını Homeros ve Hesiodos çizmiştir. Tanrıların panteondaki sıralarını, işlevlerini, soyağaçlarını, doğumlarını, evliliklerini, serüvenlerini, güçlerini, diğer tanrılarla mücadelelerini, ölümlülere yaklaşımlarını düzenleyen kemikleşmiş bir yapı ortaya çıkarmış, geleneğe edebiyatın yenileyici aşısını yapmışlardır. Yazılı edebiyatta mitoloji edebî biçimlere kavuşmuş, kaynak aynı olmakla birlikte, mitler, biçimini aldıkları türün özelliklerine göre değişikliğe uğramışlardır.

Mitolojinin ayrılmaz bir ikili oluşturduğu türlerden biri tiyatrodur. Yunan tiyatrosu ağırlıklı olarak destan edebiyatından beslenmiştir. Mitolojinin çekiciliği yalnız klasikleri değil, romantikleri ve sembolistleri de etkisi altına almıştır. Stael, Fransızcada en güzel trajedilerin, konularını eski Yunandan aldığını, bunun, Yunanlıların modernlerden üstünlüğünü değil, temel insani duyguları ilk kez onların tasvir ettiğini gösterdiğini ifade eder. Fakat mitoloji konusunda ihtiyatlıdır. Farklı bir inançlar manzumesi olan Yunan mitolojisini

41 Fransız şiirine “yapmacıksız” sokmanın zorluğuna değinir. Ancak, Ossian’ın şiirleri gibi, ilhamını tabiattan alan eserlerin her millete hitap edebileceğini öne sürer. Mitlerin yabancı bir edebiyatta, zekice yapılmış mecazlar olarak kabul edilmek gibi sınırlı bir etkiye sahip olacağını, mecaza dayanmayan Kuzey şiirinde ise bu tür uydurmaların hiçbir hükmü olmayacağını öne sürer. (Stael, 1997: 60, 180-181)

Fransız şiirinin hayale değil; felsefi fikirlere veya ihtiraslı duygulara yöneldiğini belirtir ve ekler:

“Eskilerin mitolojisinden hâlâ faydalanmaya kalkışmak, gerçekten, ihtiyarlama yolu ile tekrar çocukluğa dönmek olurdu: Şair, ilhamla coşmuş olan esprisinin yarattığı her şeyi mısralarına koyabilir; yalnız, duyduğu şeylerin gerçekliğine insanın inanması lâzımdır. Halbuki mitoloji, modernler için ne bir icat, ne de bir duygudur. Eskilerin her günkü intıbalarında bulduklarını, modernler hafızalarında aramaya mecburdurlar. Putperestlikten alınan şiir şekilleri bizim için taklidin taklidinden başka bir şey değildir; bu, tabiatı, başka insanlar üzerinde hâsıl ettiği tesir vasıtasıyle tasvir etmektir.” (Stael, 1997: 371-372)

Mitler geçmişe ait olmakla birlikte yeni işlevler yüklenebilecek derinliğe sahiptir. Nietzsche, mitlere mecaz yapma işlevi yükler. Bu, Nietzsche’ye göre bilgi üretme yoludur. Hakikat bir mecazlar bütünüdür ve kavramlar, aşınmış mecazlardır. Mecaz, yetersiz kaldığı noktada mite ve genel anlamda sanata başvurur. (Calasso, 2003: 160)

Genel olarak biçimcilik, özelde mite yönelme, edebiyatta gerçeklikten, hayatı yansıtmaktan kaçışla bir tutulur. (Eagleton, 2004: 238-239)

Edebiyat kuramı ve eleştirilerinde mit önemli bir ölçüt olarak alınır. Edebî dönüşümleri ve aşamaları açıklamada mitten yola çıkılır. Edebiyatın mitolojiyle gelgitli ilişkisi her defasında aynı noktaya döner. Bunu en iyi, bir tasvir yansıtır: Atina’ya özgü bir kupada üç figür yer alır: Kayanın üzerinde oturan genç adam bir tablete yazı yazar. Birkaç baş onu izlemektedir. Apollon ise ayakta, bir elinde defne ağacından bir sopa vardır, diğer eli yazı yazan adama uzanır. Calasso’ya göre bu tasvirin anlamı şudur: “(…) Olympia’nın Efendisi Apollon’un kolu gibi uzanan bu kol, bir girdabın ortasında duran bu hareketsiz eksen, tüm sahneyi (ve tüm edebiyatı) kuşatır ve ona güç verir.” (Calasso, 2003: 166)

Mit tarihle, destanla, dinle, ritüelle, efsaneyle ilişkili olsa da özgül bir anlatıdır. Türkçede söylen karşılığı verilen mitin söylence (efsane) ile; bilimsel düşüncenin gelişiminin formüle edildiği “mitos–epos–logos” zincirinin ikinci halkasını oluşturan eposla (destan); miti temel alarak onu yeni bir boyuta taşıyan, mite yeniden doğuş zemini hazırlayan trajediyle doğrudan ilişkisi vardır.

42 Mit – Efsane

Mite en yakın tür efsane/söylencedir. Aralarında, özdeşliğe varan bir yakınlık kurulur. Efsane çoğunlukla mit yerine kullanılır; bu yüzden bu iki türü birbirinden ayırmak güçtür. Nitekim efsane ve mit, birbirleri için tanımlayıcı olarak kullanılır. Fakat aralarındaki ayrılık da, her iki türü bağımsız kılacak kadar derindir. Mit, tarih öncesi anlatı formu olarak özgül anlamda oluşumunu tamamlamış, kemikleşmiş bir yapıya kavuşmuştur. Efsane ise dinamizmini sürdürür. Oluşum mantıkları aynı ise de, oluşma şartları onları farklı yollara götürür. Mitlerin doğaüstü bir dünyayı betimlemesine karşın, efsaneler günümüz dünyasında geçer.

Efsane masalla karşıtlık oluşturur. Masalın dünyası “yalın” ve “saydam”dır; tanrılar da gerçeklik de silinmiştir. Masal kahramanı soyut bir dünyada kendi başına hareket eder. Buna karşın masallarda mitsel dünya bütünüyle kaybolmaz; örtük bir görünüm alır. Masalın hayalî, zamandan, mekândan kopuk irreel dünyasına, soyut ve kalıplaşmış kişilerine, anlatılanların uydurma olduğu vurgusuna karşılık efsane zaman ve mekânla kayıtlıdır, masaldaki gibi tipleri yuvarlak değildir, belirli kişileri konu alır, anlatılanların gerçek olduğu duygusu uyandırır. Masalın kayıtlı biçimine, sanatlı anlatımına karşılık efsanenin belirli bir biçimi ve üslubu yoktur. Masala göre kısadır.

Efsaneler mitolojik, tarihî, dinî, hayalî-fantastik kökenlidir. Efsaneler içinde önemli bir kesimi şekil değiştirme temasına dayanır: Taş kesilme, hayvana, bitkiye, dağa-tepeye-toprağa, deniz-göle-nehre-pınara; uzay cisimlerine, tabiatüstü varlıklara, tabiat hadislerine, madene, insana dönme ile ilgili efsaneler bu kapsamdadır.

Efsaneler uzun bir sürecin sonunda teşekkül eder. Mitolojik efsaneler arkaik zamanlarda oluşmuştur. Varlığa getirilen bir açıklama olan mitler zamanla hayalî unsurlarla birleşerek efsaneye dönüşür. Tarihî bir olay veya kahramanın hayatı zamanla uydurma unsurlar eklenerek efsaneleşir. Bu tür efsaneler, eski olayın veya kahramanın hatırası zayıflayınca yeni ve güncel konulara yönelir. (Ergun, 1997: 45-46)

Kutsallık ve dinsel gerçeklik temeline dayanması efsaneyi masaldan uzaklaştırıp mite yaklaştırır. Kutsal, olağanüstü ve gerçeklik vasıfları taşıyan mitlerin konusu yaratılış ve varlığın başlangıcıdır. Tanrılarla insanların bir arada olduğu, mitik toplumların özlemini duyduğu, ritüellerle temsilî olarak yeniden yarattıkları/canlandırdıkları bu evre “Rüya Zamanı” veya “Altın Çağ” olarak adlandırılır. Fakat bu çağ sona ermiştir; mitlerin tekrarı, yeni mitlerin ortaya çıkması söz konusu değildir. Efsane ise yaşayan bir türdür.

43 Buna göre mitler çok eski, efsaneler ise yeni zamanların ürünüdür. Efsaneler mite daha daha gerçekçi çizgilere sahiptir. Buna karşın her ikisi de hayalî unsurlar taşımakla beraber gerçek kabul edilir.

Mit ve efsane, birbirine en çok karıştırılan türlerdir. “(…) Fakat, mitlerin kutsal öyküleri içermeleri, tarihî dönemlerde değil de ‘başlangıç’ta, yani, ‘masallara özgü zamanda’ olup bitmiş olayları açıklamaları, kahramanlarının ‘göksel varlıklar’dan meydana gelmesi; oluşu, yaratılışı, bir başka deyişle ‘köken’i ele alması, ‘neden’, ‘nasıl’, ‘niçin’ sorularına cevap vermeye çalışması, W. Bascom’un tablosunda da görüldüğü gibi onları efsanelerden ayırmaktadır. Efsanelerde anlatılan olaylar, bu dünya üzerinde ve tarihî bir dönemde meydana gelmiş olaylar olarak aktarılmaktadır. Efsaneler içinde önemli bir yer işgal eden gök cisimleri ve gök hadiseleriyle ilgili metinler, mitolojik köklerden beslenmeleri ve fonksiyonları nedeniyle mit ve efsane terimleri arasında bir bağlantının kurulmasını sağlamaktadırlar.” (Oğuz, 2008: 134-135)

Mit – Destan

Mitin efsaneden sonra en çok kaynaştığı tür destandır. Nitekim mitik, epik, lirik, trajik, felsefi ya da sofistik düzlemde gelişen mit çağlarının ikinci aşamasını oluşturur. Destan, Eski Yunan’da mitos-epos-logos olarak ayrılan “söz”ün sanatlı olanına karşılık gelir; miti edebiyatın bünyesine dâhil eder. Dağınık haldeki mitler destanlarda organik bütünlüğe, uzun soluklu bir olaylar ne kavuşur. Fakat bu, yapay bir birleştirmedir. Bu yüzden epizotlar bağımsız öyküler olarak da değerini korur.

Mitle destan arasında parça-bütün, öz-biçim, süreklilik-bütünlük ilişkisi vardır. Genel hatlarıyla mit, tabiat kuvvetlerinin canlı varlıklar veya ölümsüz tanrılar olarak kişileştirilmesidir. Mitler ilk kahramanların tabiat güçleriyle ve tabiatüstü, fizikötesi güçlerle mücadelelerini anlatmakla destanlara malzeme oluşturur.

İlyada, tarihî Troya şehrinde geçen bir destandır. Fakat pek çok mit içerir. Destan kahramanlarının mitik kişilikleri tarihî kişiliklerinden önce gelir. İlyada ve Odsysseia; insani ve insanüstü boyutun iç içe geçmesi, kahramanların soyunun tanrılara dayandırılması, tanrıların olaylara doğrudan müdâhil olması, destanda insanlar arası mücadelenin mit aracılığıyla kozmik düzeye çıkarılması gibi yönlerden, genel anlamıyla birer mittirler. (Grimal, 2005: 9-11)

Mit – Halk Hikâyesi

Döngüler parçalı yapılardır. Bağımsız epizotların bir kahraman etrafında birleştirilmesinden oluşur. Bu bakımdan etkileşim özelliği belirgindir. Sözgelimi Herakles, birçok öncelinin bir bireşimidir. Yunan mitolojisinde edebiyat ve sanat eserlerine en çok

44 yansıyan altı tanesi; Argonautlar’ın seferi, Thebai dönüşü, Atridalar’ın döngüsü, Herakles’in maceraları, Theseus’un döngüsü, Odysseus’un maceralarıdır. Döngülerde mit esas unsur değildir; geri planda kalır. “Halk hikâyeleri mitleri boğar. Onları tamamıyla açıklamaz. Kökenlerinde her zaman, varyasyonlar ve yorumların üzerine eklendikleri bir başka unsur vardır. Troya döngüsü söz konusu olduğunda, bu, tarihsel veridir; yolculuklarının büyük bir kısmı bütün Akdeniz havzasında Athena (ya da onu temsil eden tanrıçaların) tapınaklarının varlığını açıklamak arzusunun sonucu olan Argonautlar söz konusu olduğunda coğrafi veridir. Aineias’ın, Ege’de ya da Sicilya Denizi’nde, kurucusu olduğu kabul edilen Aphrodite tapınaklarını ‘dolanmaları’nda da aynı şey fark edilir. Belirli bir sayıdaki ‘dönüş’, açık biçimde yer isimlerinin aynılığı üzerine kurulmuştur.” (Grimal, 2005: 115)

Olay birliğine dayanan İlyada, tek bir kahramanın döngüsü değildir; karmaşık epizotlardan, çeşitli kişiliklerin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Sosyal bir içerik taşır ve kahramanları ölümlülerdir. Fakat mitsellik kaybolmaz. Sözgelimi Helena, Pelopponnessos’ta inanılan eski bir ay tanrıçasıdır. Bir dönem gerçek kabul edilmiş, mezarının varlığından söz edilmiş, adına bir kült tahsis edilmiştir. (Grimal, 1997: XVI-XVII; Grimal, 2005: 23-25)

Mit - Şiir

Eski Yunan’da mitler, lirik şiirlerle hymnos adı verilen övgülerin temelini teşkil eder. Yunan şiiri mitlerle varlık kazanmış, bir yandan da mitolojiyi bir sisteme oturtmuştur. Şiirle mit arasındaki en önemli ayrılık, şiirin sözdizimine, mitin ise anlama dayanmasıdır. Strauss, şiirin tercüme sırasında önemli oranda anlam kaybına uğrarken, mitin anlamı en kötü tercümede bile korunduğunu belirtir. (Lucy, 2003: 30)

Mitin Yunan şiiri üzerindeki kuşatıcılığına karşın 18. yy Batı şiiri mite kapılarını açmakta tereddütlüdür: Fransız şiirinin hayal yerine felsefeye dayandığı ifade edilir. Eskilerin aşkı ve güzelliği tasvirinin modernlere göre daha sönük ve zayıf kaldığı, modernlerin, insanın ve tabiatın derinlemesine incelenmesinden önceki bu efsanelere yer vermesinin, sanatlarının gücünü kıracağı öne sürülür.

“İnsan ırkının çocukluk döneminde” (Caudwell, Şubat 1969: 124) şiir, ekonomik bir işleve ve toplumsal bir öze sahiptir; değişen toplumsal ihtiyaç ve beklentilere göre şiir de biteviye değişir. Birey, kabilenin homojen yapısı ve ekonomisi içinde, rit ve mit yoluyla sorumluluklarının bilincine varmış olarak nisbî bir özgürlük içinde yaşar. Şiirsel mitoloji insanın içgüdülerini toplumsal düzene uydurmak bakımından sanatsaldır. Fakat tam anlamıyla özgür bir şiir değildir; arzuların tatminiyle sınırlıdır ve büyük/trajik şiir seviyesine çıkamaz. (Caudwell, Şubat 1969: 130-131)

45 Mit – Tiyatro

Trajedi mite yeniden doğuş zemini olmuştur. Konusunu gerçek hayattan alan birkaçı dışında, trajedinin tek kaynağı mittir. Aristo Poetika’sında “öykü” olarak aldığı miti trajedinin en önemli unsurlarından biri sayar. Bu evrede tanrılar sahnenin gerisinde kalır; insan öne çıkar. Fakat insanın dramı işlense de, yazgısı yine tanrıların elindedir. “(…) onları destanda olduğu gibi bir dağın tepesinden savaşı yönetir ya da bir insanın ölüm kalımını tartıya vurur görmeyiz, amaç ve eylemleri saklı kalır, anlaşılmadığı oranda da korkunçtur; tragedya tanrıları, bilerek ya da bilmeyerek işlediği bir suç için insanı yıkıma götüren amansız yazgıyı, lanete uğramış bütün bir soyun zincirleme suç ve cezasını simgeler.” (Erhat, 1997: 7)

Trajedi Dionysos törenlerine bağlı olarak gelişmiştir. Bu törenlerde sürekli sarhoş gezen Dionysos’un erkek müritleri olan satirler ve kadın müritleri olan menadlar kılık değiştirip çeşitli canlandırmalar yapar, müzik eşliğinde keçi türküleri söyleyip erotik danslar ederlerdi. Tamamen kendinden geçme durumu hasıl olunca da keçi, oğlak gibi hayvanlar vahşice parçalanırdı. Trajedinin “keçi türküsü” anlamına gelmesi rastlantı değildir. Dionysos törenleri, sahne sanatları gibi Atina demokrasisinin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Tiranların hâkim olduğu antik Yunan’da Dionysos törenleri iktidarın ve tiranların hicvedildiği bir gösteriye dönüşür. Toplumsal eleştiri niteliğindeki bu törenler sık sık yasaklanır. Dionysos tapınımı Peisistratos döneminde yeniden serbest olur. (Gezgin, 2008: 71-72)

Yunan tiyatrosu, başlangıcından (MÖ 6. yy) Helenistik döneme (MÖ 3-1. yy) kadar Dionysos kültü ekseninde gelişmiştir. Önceleri sahne orkestradan, yani koroların bu tanrının sunağı çevresinde dolandıkları dairesel alandan ibarettir. MÖ 534’ten itibaren Atina’da trajedilerle komediler ayrılmıştır. Trajedi (tragedya) teke anlamındaki tragos’tan gelir, tanrının simge hayvanıdır. Komedi, kıyafet değiştirmiş ya da maske takmış, Dionysos’a eşlik eden neşeli insanlar alayı demek olan komos’tan gelir. (Estin–Laporte, 2002: 85)

Trajedi ögelerinden katharsis, Dionysos törenlerindeki geçmiş yılın günahlarından arınma edimine karşılık gelir. Trajedi ve komedi bütünlüğün ifadesi, tek bir mitolojik tema ve deneyimin –yaşam– iniş ve çıkış olan iki terimidir. (Campbell, 2010: 37-38, 40)

Mitoloji ile tiyatro arasındaki etkileşim, fiziksel bir kaynaşmanın ve mitolojinin tiyatroya elverişli olmasının ötesinde bir derinliğe sahiptir. Mit yolculuğu ile tiyatro, ruhsal bölünmüşlüğün ifadesi olma noktasında kesişir: “Bizim yaptığımız ve bizden önceki gizli tarihi ya da türlerin ortaya çıkışını bulmuş olanların yaptıkları mit yolculuklarında tiyatroya benzeyen unsur, bu yolculuğun kendinde taşıdığı şey yani ikiye bölme gücüdür. Biz bir ölçüde acısı ve istekleri içine hapsolmuş bir bedeniz ve durmadan bu acıya, bu isteklere çarpar dururuz. Bir ölçüde de evrenin geniş soluğunun bir göstergesiyiz. Kendimizde, bizi dünyaya

46 getirenlerin düşlerini ve yapıtlarını taşırız. Hamile bir kadın gibi, biz de dünyaya getireceklerimizin düşleri ve yapıtlarıyla ağırlaşmışızdır. Bize, geçmişle geleceğin bilgi adı verilebilecek bu gizli anlaşmasının yolunu mitler gösterir.” (C. Me., 2000: 789)

Nietzsche, trajedinin doğuşunu derinden tefekkür etmiştir. Ona göre sanatın gelişimi, Apollonca ve Dionysosça olmak üzere iki kutupludur. Çoğu zaman çatışan bu iki ilke aslında birbirlerini bütünler. Trajedi de bu uzlaşmanın neticesinde ortaya çıkmıştır. Trajedinin Apollonca olan bölümü ikili konuşma (diyalog)dır. Burada yalınlık, saydamlık ve güzellik esastır. (Nietzsche, 2002: 49, 69 vd.)

Nietzsche’ye göre trajedi, hayal ile müziğin karışımıdır. Apollon aklı, Dionysos içgüdüyü simgeler. Apollon, hayallere ölçülü bir biçim vererek onları görünür kılar. Dionysos ise biçime girmeyen, kalıba sığmayan soyut bir âlemi sezdirir. Bu anlamda Apollon heykel, Dionysos müzikle özdeşleşir.

Mitler trajedide bir nevi çarpıtmaya uğrar, fakat dinsel özlerini korurlar. Trajedide kahramanın insani bir kimlik kazanması, sıradan bir insan olduğu anlamına gelmez. Sözgelimi Oidipus, yalnızca lanetli bir kuşağın temsilcisi, Laios soyunun uğradığı felaketlerin müsebbibi değildir; amansız kaderin bir kurbanıdır. Ezici dünya düzeni karşısında etkisiz kalan bir figürdür. Fakat bu yıkım, iç dünyasında yeni bir oluşumun da filizlenmesine yol açar. Kendisini iktidardan, ailesinden mahrum edip yurdunu terk ettikten sonra yalnızlığında Antigone’yi, karanlık dünyasında ise yeniden tanrıları bulur. Sophokles, eserini oluştururken efsaneyi dönüştürmek, kendi kurgusuna uymayan epizotları ve versiyonları çıkarmak zorunda kalmıştır. “Mit, onun ellerinde biçimlenmiştir ve geleneğin ona verdiği belli belirsiz kilden, ölümsüz Oidipus’u yaratmıştır.” (Grimal, 2005: 122-123)

Destan, kahramanların ruh halinden ziyade olayların akışına odaklanır. Trajedi ise ruhların ve iradelerin çatışması üzerine kurulur. Mitler üzerindeki bu edebî dönüştürüm mitolojiye yaklaşımı derinden etkilemiş, o zamana kadar geri planda kalan İfigenia gibi mitoloji kişileri önem kazanmıştır. (Grimal, 2005: 123)

En büyük trajedi yazarları Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’tir. Aiskhylos (MÖ 525–455) trajedinin kurucusu sayılır; hak ve adalet sorunları ile insanın kader karşısındaki çaresizliğini ortaya koyar. Sophokles (MÖ 497–407) insan iradesine Aiskhylos’a oranla daha fazla yer verir. Oyunlarını bir karakter üzerinde yoğunlaştırır; Oidipus ve Antigone gibi. Euripides (MÖ 480–406) yenilikçidir; kendi çağını hareketlendiren konulara eğilmek için mitleri büyük bir özgürlükle ele alır. (Estin–Laporte, 2002: 85)

Atina sitesinde önemli bir gelişme gösteren trajedide mitolojik/tanrısal konular işlenmesine rağmen, mitolojik geçmişle yaşanan dönem etkili bir şekilde bağdaştırılmış,

47 trajedi, Atina demokrasisinde önemli yer tutan adalet, özgürlük, yasa, ahlak gibi kavramlar üzerine düşünce üretilen bir platform olmuştur. Atina demokrasisi ile trajedinin etkileşimi sonucu, bilinçli bir toplum doğmuştur. Eski Yunan tiyatrosu, seyircide yurttaşlık bilinci oluşturarak, kendilerine ve yönetim anlayışlarına uzak açıdan bakarak bunları sorgulamalarına zemin hazırlamıştır. Trajedi şairi mitleri politik çerçevede yorumlayarak mite güncel bir anlam yüklemekle izleyenler üzerinde gerçeksi etki de bırakmıştır. “Tiyatro sahnesi, mitosların gerçeğe dönüştürüldüğü yerdir.” (Paksoy, 2011: 72) Sözgelimi doyumsuzluğu yüzünden tanrısal gazaba uğrayan Agememnon bütün erk sahiplerine uyarlanabilir bir trajedi kahramanıdır.

Sanat, bir “çarpıtma”dır. Mitler de yaşanan zamana taşınırken bu uygulamaya tâbi