• Sonuç bulunamadı

İSİMLERİNİ MİTOLOJİK KAHRAMANLARDAN ALAN OYUNLAR

Tanzimat tiyatrosunda, içinde mitolojik isimler geçmekle birlikte içeriği bakımından mitolojiyle bağlantısız oyunlar da vardır: Ali Haydar’ın Sergüzeşt-i Perviz (1866), Manastırlı Mehmet Rıfat ve Hasan Bedrettin’in Delile yahut Kanlı İntikam (1875) Sami Paşazade

60 Sezai’nin Şîr (1876), Abdülhak Hâmit’in Mâcera-yı Aşk (1873) ve Nesteren (1878) oyunlarında yer alan isimlerin mitolojik karşılığı bulunmaktaysa da, bu özdeşlik isimden öte gitmez.

Ali Haydar, Türk tiyatrosunda ilk trajedi denemesi olan ve üç perdeden oluşan Sergüzeşt-i Perviz (1866) oyununda tecrübesiz bir delikanlı olan Perviz’in, para düşkünü insafsız bir kadın olan Hoş Hüma’ya bir görüşte âşık olarak tüm servetini onun uğrunda tüketişini anlatır. Oyun basit bir olay örgüsüne dayanır. Birinci perdede (fasıl), aşk ateşine düşen Perviz bayılır, Âkil ve Çaresaz durumu hakkında konuşur, Âkil onu Hoş Hüma konusunda uyarır, fakat Perviz dinlemez, Âkil gücenir. Perviz Çaresaz’a mektup vererek Hoş Hüma’ya yollar. İkinci perdede Çaresaz’la Hoş Hüma görülür. Çaresaz, onu büyüten kişidir. Hoş Hüma’nın annesinin de kocasına sadakatsiz olduğu öğrenilir. Hoş Hüma bunu öğrenince ona karşı yumuşar, ama aracı olduğu Perviz hakkındaki hain emelleri değişmez. Perviz’i zevk ve safa ile ördüğü tuzağa çeker. Üçüncü perdede Perviz her şeyini kaybetmiş olarak çöl ortasındadır, kendisini uyaranları dinlememekle nasıl bir hata yaptığını idrak eder. Bu arada Hoş Hüma da ettiklerinin karşılığını bulur; çıkan yangında bütün varlığı kül olur, o da çöle düşer ve Âkil’in ayıplayan sözlerine dayanamayarak ölür. (Ali Haydar, 1282)

Eserde isimler simgesel anlam taşımaktadır. Perviz, Şehname’de Şirin’e olan aşkı, efsanevi kişiliği ve zenginliği yanında müsrifliği ile de meşhur bir padişah olarak geçer. (Tökel, 2000: 179) Perviz’in âşık olduğu kadının adı Hoş Hümâ, hocası Âkil, hizmetçisi Çaresaz, Hoş Hüma’nın kölesi Hüsrev’dir. Kişiler mitolojik nitelik taşımazlar.

Oyunun trajedi türünde olması amaçlanmışsa da, konunun işlenişi, aksiyonun zayıflığı, çatışmanın yokluğu, kader olgusunun vurgulanmaması gibi sebeplerle trajedi seviyesine çıkmamıştır. Üç perdeden oluşan, mesnevi tipi düz kafiyeyle ve feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılan oyun, şekil ve içerik bakımından eski edebiyat geleneğine bağlıdır. Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nda 1869’da oynanmıştır.

Hâmit’in ilk oyunu olan Mâcera-yı Aşk’ın (1873) kişileri arasında şehzade Adil Behram, onun kardeşi şehzade Erdişir Mirza, oğlu Bedr-i Felek, bir İran şehzadesi olan ve kimliğini gizleyen şehzade Haydar Mirza yer alır.

Mâcera-yı Aşk’ı İnci Enginün, Hâmit’in masalımsı oyunları içinde değerlendirir. Oyunun başında Hâmit şu açıklamaya yer verir: “Bu tiyatronun mündericatı âtiü’l-ism birkaç Asyalının terâcüm-i aşk u muhabbetinden ibaret olup vukuatın mevkii ise Keşmir civarında bir aşirettir ki hod-be-hod Timur’a vâris geçinmekle maruf Âdil Behram kabilesi nâmına Mâveraünnehir’den hicretle o nevâhide hoş-nişîn olmuş bir aile-i saltanata meskûndur…” (Tarhan, 2002c: 34)

61 Oyunun konusu şehzade Erdişir Mirza’yla eşi Dilârâ Sultan’ın, kızları Sâkıbe Sultan’ı, görüşünü sormadan, Behram’ın oğlu Bedr-i Felek Mirza’yla nişanlamaları, fakat Sâkıbe’nin, Bedr-i Felek’e “velinimetim” diyen Haydar’a âşık olması, fiziksel ve ahlaksal yönden itici bir tip olarak çizilen Bedr-i Felek’i istememesi ve kaçması, Haydar’ı da kendisiyle gelmeye mecbur etmesi, yeminin yerine geldiğini öne süren Haydar’ın, onu geri dönmeye ikna etmesi, gelişen olaylar sonucu birbirlerine kavuşmalarına rağmen, maceralarının tam bir sonuca ulaşmaması anlatılır. Oyunda Haydar–Sâkıbe aşkından başka aşklar da vardır. Haydar’ın, evlenmeden önce, yüzünü görmeden terk ettiği nikâhlısı Gülnaz yahut Zeynep Begüm’ün Haydar’a aşkıyla kendisine âşık olan Abdülcebbar arasında kalması, birbirlerine âşık olan Muzaffer'le Şirin'in, kavuştuktan sonra süt kardeş olduklarını öğrenmeleri yan olaylardır.

Şah İsmail’in torunu olan şehzade Haydar Mirza, İran’dan kaçtıktan sonra kimliğini gizlemiştir. Zeynep Begüm de öyle. Fakat onun başından başka maceralar da geçmiştir. Nikâhlısı Haydar Mirza kendisini bırakıp gittikten sonra anne babasıyla hacca gitmiş, dönüşte haydutlar tarafından kaçırılmış, kader onu, kendisini kurtaran Abdülcebbar’ın eliyle Haydar Mirza’nın bulunduğu yere götürmüştür. Haydar Mirza Zeynep’i tanımıyorsa da, Zeynep onu görüp âşık olmuştur. Fakat kimliğini gizler ve birbirlerini seven Haydar’la Sâkıbe’nin birleşmesi için uğraşır. Abdülcebbar gerçeği öğrenince Haydar’a Zeynep’i boşattırır. Fakat Sâkıbe gerçeği öğrenince, Zeynep’in mutsuz olmasını istemez ve Haydar’la tekrar nikâhlanmalarını sağlar. Fakat bundan sonra Sâkıbe’nin ruhsal dengesi bozulur. Bütün âşıklar birbirlerine kavuştuğu halde hiçbirinin mutluluğu tam değildir. Oyunun sonunda, Sâkıbe’yi öldürmek isteyen Bedr-i Felek öldürülür. Yere yığılan Sâkıbe’nin öldüğünü sanan Haydar kendini öldürmek ister, fakat engel olunur. Sâkıbe’nin bayıldığı anlaşılır. Oyun başka bir sonuca bağlanmadan bu şekilde biter.

Hâmit Ekrem’e yazdığı mektupta Mâcera-yı Aşk’ı beğenmediğini, varlığından müteessif olduğunu belirtir. Oyun sahnelenmemiştir. (Tarhan, 2002c: 9-10)

Yazarları Hasan Bedrettin Paşa ile Manastırlı Mehmet Rıfat olan Delile yahut Kanlı İntikam (1875), beş perdelik bir melodramdır. “Konusunda Avrupa melodramlarından öykünmeler vardır.” (And, 1972: 380) Nitekim Octave Feuillet’nin Dalila yahut Bir Kadının Erkek Üzerine Olan Tesiri yahut Kanlı İntikam adlarıyla Türkçeye çevrilen oyun, Mınakyan’ın 1886, 1887, 1895, 1902, 1903, 1908, 1910, 1911 repertuvarlarında yer aldığı gibi başka topluluklar tarafından da defalarca sahnelenmiştir. İntikam üzerine kurulan oyundaki Delile adı, İbrani mitolojisindeki üstün bir güce sahip olan ve bu gücünü saçlarından alan İsrailli Samson’un gizinin Filistinli güzel ve hain bir kadın olan Dalila tarafından öğrenilerek saçının kesilmesi sonucu Samson’un tanrısal gücünü kaybetmesinin anlatıldığı

62 Samson ve Dalila öyküsünü akla getiriyorsa da, olay basit bir eşkıyalık öyküsüdür. Küpeli Hüseyin adındaki derebeyinin oğlu Nurettin’in, eşkıya başı Candemir’in intikamını almak üzere eşkıyalar tarafından kaçırılışı, ardından, Candemir’in karısı Delile tarafından Canpolat adı verilerek bir eşkıya olarak yetiştirilişi ve Delile’nin yönlendirmesiyle öz ablasını kaçırışı, sonunda oğlu olduğunu bilmeyen babası tarafından öldürülüşü ve böylece Delile’nin intikamını alışı anlatılır. Oyun, Gedikpaşa Tiyatrosu’nda 1874-1875 sezonunda sahnelenmiştir. (Sevengil, 1961: 93-94 vd.;And, 1971: 294)

Yazarların oyunun vaka tarihini 1795, yerini Revandüz olarak belirtmesi ve tarihte Canbolatoğulları’nın varlığı oyuna tarihî nitelik kazandırır. (Buttanrı, 2002: 199-200)

Abdülhak Hâmit’in Nesteren (1878) adlı oyununun kişileri arasında Kâbil meliki olarak geçen Gazanfer, kardeşi Behram, Behram’ın oğlu Hüsrev, Gazanfer’in kızı Nesteren, Nesteren’in sütninesi Hürmüz, Nesteren’e âşık olan Bender, Nesteren’in üvey annesi Nesrin vardır. Vaka Kâbil şehrinde geçer.

Eser “mukaffa bir facia” olarak tanımlanır. 11’li hece vezniyle yazılmıştır. Fakat kafiye zaruretiyle Batı şiirinden gelen bir özellikle, bazı mısralar veya beyitler birden fazla kişiye söyletilmek suretiyle taksim edilmiştir. Nesteren Paris’te yazılmıştır. Konusunun nefis ve vicdan çatışması olduğu, Corneille’in Le Cid’ini tanzir olmakla birlikte aynısı olmadığı açıklanır. Beş fasıldan oluşur. Nesteren’in, babasının, âşık olduğu Hüsrev tarafından öldürülmesi ile yaşadığı gelgitli ruh hali oyunun esasını oluşturur. (Tarhan, 2002c: 156)

Nesteren’le Hüsrev amca çocuklarıdır ve birbirlerini sevmektedirler. Hüsrev her yönden üstün bir delikanlıdır. Fakat Nesteren, birleşmelerinin mümkün olmadığını düşünür. Çünkü babaları arasında taht mücadelesi vardır. Asker, babası Gazanfer’i; halk, amcası Behram’ı tutmaktadır. Nesteren, babasının haksız olduğunu düşünmektedir.

Nesteren’in öngörüsü çok geçmeden gerçekleşir ve Gazanfer Behram’la çatışır. Onu, halkı kışkırtmakla suçlar. Behram da, halkın kendisini ona tercihinin onun yanlış idaresi yüzünden olduğunu ileri sürer. Savaşlardaki başarısızlıklarını dile getirir. Büyük muhasarada başkenti almaya çalışan Suhrab’a kendisinin karşı koyduğunu hatırlatır. (Tarhan, 2002c: 178)

Gazanfer Behram’a, ülkeden gitmesini söyler. Behram bunu reddeder ve oğlu Hüsrev’den, intikamını almasını ister. Hüsrev büyük bir çıkmaza girer. Fakat intikam uğruna aşkını feda etmeye karar verir. Gece Gazanfer’in odasına girerek onu uyandırır, vuruşmada öldürür. Gazanfer’in Hüsrev’e âşık olan karısı Nesrin suçu kendi üstüne alır. Nesteren büyük bir hışımla Nesrin’in cezalandırılmasını isterken, Hüsrev gelip gerçeği açıklayınca bayılır. Umum, Nesrin’in ölmesine hükmetmişken, işin Hüsrev’e dönmesiyle karar değişir; umumun vekili, onun davranışının ümmete hizmet olduğun ileri sürer, Hüsrev’in bir eşinin olmadığını

63 belirtir. Nesteren, babasını öldürdüğü için Hüsrev’in öldürülmesini, onu sevdiği için, ardından da kendisinin öldürülmesini ister. Halkın karşı çıkmasına rağmen, Behram, oğlunun idamına hükmeder.

Bundan sonra Hüsrev Nesteren’e gelerek kendisini onun öldürmesini ister. Nesteren hançeri alır, fakat Hüsrev’i öldüremez. Bununla birlikte intikam hırsından kurtulamaz ve Bender adlı kişiye Hüsrev’i öldürme görevi verir. Fakat bu, hem öldürülmesi hem öldürmemesi yönünde oldukça anlaşılmaz bir emirdir. Sonunda, Hüsrev’i vurursa, onunla evlenmeyi vaat eder. Bender’in Hüsrev’i öldürdüğü haberiyle yıkılan Nesteren, onun ölmediğini öğrenmesi karşısında da sevinç duymaz. Onu affeder, fakat evlilik işini zamana bırakır. Bu arada Hüsrev savaşa gider.

Hüsrev’in dönüşünü bekleyen Nesteren’in duygularındaki ikiliğin sürdüğü görülür. İçinde bulunduğu durumu: “Geri gitsem uçurum, önüm duvar; / olduğum yerde ise girdâblar var!” (Tarhan, 2002c: 237) sözleriyle belirtir. Yanındakiler, cemiyetin zıddına gitmemesi konusunda Nesteren’i uyarır.

Hüsrev gelir. Zaferden dolayı kendisini kutlayan halka askerleri gösterir; asıl kahramanların onlar olduğunu söyler. Behram Nesteren’e, Hakk’ın onu affettiğini, onun da affetmesini telkin eder, ellerini birleştirir. Nesteren yalnız kalınca haklarındaki kararı, birlikte ölmek şeklinde verir. Hüsrev dizine yatınca, önce kendisi zehir içer. Hüsrev’i de hançerle vuracaktır. Fakat yapamaz. Can havliyle imdat ister. Durumu anlayan Hüsrev de kendini hançerler. Birlikte ölürlerken duydukları, ölüm acısı, intikam hırsı değil, mutluluktur.

Namık Kemal Nesteren’i konusu, sonucu, çetrefilli ifadesi, garip kelimeleri yüzünden eleştirir. Kemalzade Said Bey eseri “rezaletname” olarak değerlendirir. Oyun uzun yıllar sonra sahneye konmuş ve bestelenmiştir. (Tarhan, 2002c: 12, 14, 17)

Sami Paşazade Sezai’nin “üç fasıl, üç perdeyi şamil facia” takdimiyle yayınlanan Şîr (1879) adlı oyununda Kâbil şehzadesi Şîr’in, mağlup ettiği Hint kralının kızına âşık olması ve aşkına karşılık veren Saibe’yi sarayına getirmesinin ardından, kız kardeşi Nahit’in iftiralarıyla aşkı ve şüphesi arasında kalması üzerine felaketle sonuçlanan olaylar işlenmiştir. Yazarın on yedi yaşında yazdığı, ilk oyunu olan Şîr zayıf bir eserdir. Mensurdur. (Güven, 2009: 71-80) Şîr’in, Şehname’de kahramanlıkları anlatılan Erdişir’le bağlantısı yoktur. Şîr’in askerleri arasında kendine en yakın olanlar Hüsrev ve Rüstem’dir. Şîr Saibe’den güzellik perisi, ismet ilahesi diye söz eder. Saibe’nin Şîr’e olan sevgisi, ona tapmak isteyecek kadar ölçüsüzdür. Şîr, Saibe’yi haksız yere öldürdüğünü anlayınca kendini ejdere benzetir, Firavun’lardan, Cengiz’lerden daha melun olduğunu söyler. (Şemsettin Sami, 1996: 18, 19 vd.)

64 TARİH VE MİTOLOJİ

Mitoloji tarihle bağlantılıdır. Toplum hayatında önemli değişikliklere yol açan tarihî olaylar efsanelere konu olur. Mitolojik düzeye çıkan örnekleri de vardır. Yunan mitolojisinin en önemli kaynağı olan Homeros’un destanlarında anlattığı savaşın tarihî bir gerçekliği vardır. Fakat bu olay bir çıkış noktasıdır. Destanın esası mitolojik olaylarla örülüdür. Dolayısıyla ne kadar eskiye uzanırsa uzansın, dramatik veya trajik unsur içerse de mitolojik unsur içermeyen veya yazar tarafından fantastik unsurlar eklenen tarihsel olaylar üzerine kurulu oyunlar mitoloji kapsamında değerlendirilmemiştir.

Ali Haydar’ın İkinci Ersas (1866) adlı iki perdeden (fasıl) oluşan trajedisi, konusunu İran tarihinden alan manzum bir eserdir. Yazar, oyunun başında, bu trajedinin dayandığı “tarihî vaka”yı özetlemiştir. Toprakları İran (Fürs) şahı Şapur tarafından zapt edilen Sasani hükümdarı ikinci Ersas’ın, bilgisi ve hikmetiyle nüfuz sahibi bir rahip olan ve Nersis aracılığıyla Rum Kayseri’nin (Bizans imparatoru) yardımını sağlayarak topraklarını kurtarması, ardından yine Roma emirlerinden olan Ulaviyus’un kızı Olimpiyat’la evlenmesi, fakat bu arada Peransim adlı bir başka kadınla gizlice evlenip onu da saraya getirmesi üzerine Peransim’in kıskançlık duygusuyla Olimpiyat’ı öldürmesinin ardından Ersas’ın duyduğu pişmanlık anlatılır. Sahnede beliren melekler Peransim’e lanet okur.

“Ali Haydar’ın manzum trajedi denemeleri Sergüzeşt-i Perviz ve İkinci Ersas adlı oyunları, daha çok şiire yeni bir yön vermek için yazıldıklarından, dramatik gelişimi sağlayacak ekonomik bir aksiyondan yoksundu. Ayrıca, Romantizmin etkisiyle yer ve zaman birliklerine uyulmamıştı. Bu oyunların en büyük kusuru, kişilerin ilişkilerinden ortaya çıkan trajik unsuru ön düzeye çıkartmamış oluşuydu.” (Nutku, 1985: 363)

Dört yılda bir, Zeus şerefine Olympia oyunlarının düzenlendiği Elis’te Alpheios ırmağı kıyısında bir bölge olan (Şefik Can: 59) Olympia’a çağrışım yapan Olimpiyat adı oyunda hiçbir mitolojik bir anlam taşımaz. Oyunun mitolojik bir yönü yoktur. Aksiyon zayıftır. Şiir boyutunda uzun diyaloglarla örülmüştür. Birinci fasılda sadece Ersas’la Nerses’in konuşmaları vardır. Ersas’la Olimpiyat’ın hiçbir sahnesi yoktur. Olay gelişimi hızlıdır ve geriye dönüşlerle aktarılır.

65 TANZİMAT TİYATROSUNDA MİTOLOJİK OYUNLARIN İNCELENMESİ