• Sonuç bulunamadı

MİTOLOJİ YAKLAŞIMLAR

Mitler, hayatın aktif bir unsuru oldukları toplumlarda gerçek sayılmışlardır. Fakat hayattan soyutlanarak kültürel bir olgu haline gelmeleriyle mitlere yaklaşımda farklılıklar meydana gelmiştir. Mitlere akılcı, ahlaki, kültürel, imgesel, redci, yenilikçi, vb. yorumlar getirilmiş, mitlerin günümüzdeki anlamı ve işlevi sorgulanmıştır.

“Çağdaş akıl, mitolojiyi, doğanın dünyasını açıklamak için ilkel, arayış içindeki bir çaba (Frazer); sonraki çağların yanlış anladığı, tarih öncesi zamanlardan gelen şiirsel fantezinin bir ürünü (Müller); bireyi topluluğuna göre şekillendirecek bir alegorik bilgi yığınağı (Durkheim); insan ruhunun derinliklerindeki arketipsel dürtülerin belirtisi olan bir dizi düş (Jung); insanın en derin metafizik sezgilerinin geleneksel aracı (Coomaraswamy); ve Tanrı’nın Çocuklarının Görünmesi (Kilise) olarak yorumlamıştır. Mitoloji bunların hepsidir. Değişik yargılar, yargılayanların bakış açılarıyla belirlenir. Çünkü ne olduğuna değil, nasıl işlev gördüğüne, insanlığa geçmişte nasıl hizmet ettiğine dikkatle bakılırsa, mitoloji kendisini,

34 bireyin, ırkın, çağın gereksinim ve tutkularına karşı yaşamın kendisi kadar açık olarak gösterir.” (Campbell, 2010: 415-416)

Akılcı Yaklaşım

Mitlere akılcı yorum getiren Septikler, mitlerin olağanüstü niteliklerinden hareketle, efsanelerin, sıradan olayların bozulmuş şekilleri olduğunu ileri sürerler. Sözgelimi, Perseus’un Andromeda adında bir genç kızı canavarın elinden kurtarmasını, kıyıdaki nişanlısını kaçırmak isteyen korsan gemisinin Canavar adını taşımasının bu efsaneye yol açtığı şeklinde yorumlarlar. (Grimal, 2005: 126-127)

Dr. Charles Seltman, adlı eserinde, demir tanrı Hephaistos’un icadı olan ve kendi kendilerine hareket ederek tanrılara hizmet eden üç ayaklı masaların, otomobillerin eski bir tasarımı olduğunu ileri sürmek aşırılığını gösterir. Oysa her biri üç sacayağı üzerinde bulunan güneş diskleri Lemnos adasına egemen olan Hephaistos’un oğlunun tahtta kaldığı üç mevsimli yılları sembolize eder. (Graves, 2004: 24)

Ahlaki Yaklaşım

Mitlere temel yaklaşım tarzlarından biri de ahlakidir. Bu noktada Homeros’un karşısına, en az onun kadar büyük bir isim çıkar: Platon. Platon, Homeros’u, yazdığı uydurma hikâyelerle topluma zararlı olmakla suçlar. Homeros’a verilen değeri ve onun kurduğu gelenekle teması yıkmaya çalışır. “Yalancı” diye nitelendirdiği şairleri ideal siteden kovar. Çünkü onlar, aklı geriye atarak kalplerde tutkulara yol açmaktadırlar. (Grimal, 2005: 118)

Asırlar sonra Baudelaire’in görüşü de, coşkunlukla kaleme alınan, tutkuları körükleyen eserlerin ahlaken zararlı olduğu ve reddi yönündedir. (Calasso, 2003: 21)

Kültürel Yaklaşım

Mitlere yaklaşımda belirgin bir ölçüt de kültüreldir. Mitik dönemin, insanlığın uygarlaşma yolunda “çocukluk” safhasına tekabül ettiği varsayımı başlangıçta yaygın bir kabul görmüş, özellikle Strauss’un çalışmaları sonucunda ise geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Jung’un, Tunç ve İlk Demir çağlarının insanlığın çocukluk devirleri ve mitlerin kolektif bilinçdışının “amaçsız” eserleri olduğu savını çürütecek sayısız örnek verilebilir. Sözgelimi, Zeus’un, Metis’i yuttuktan sonra kafasındaki bir yarıktan Athena’yı dünyaya getirmesi bir hayal ürünü olmaktan öte, en az üç farklı anlama gelir: Athena, Metis’in öz kızıdır; yani bilge tanrıça Metis’in başında bulunduğu Triad’ın en genç üyesidir. Zeus’un Metis’i yutması, Akhaların tanrıça kültünü ortadan kaldırıp, yerine baş tanrı Zeus’u evrenin tek hâkimi ilan etmelerini simgeler. Athena’nın Zeus’un öz kızı olması, Zeus’a ibadet eden Akhaların, Athena tapınaklarının varlığını, onun Zeus’a bağlılığı dolayısıyla tanımalarını gösterir. (Graves, 2004: 23-24)

35 Mitlerin Günümüzdeki Varlığı

Mitler uzun bir unutuluş süreci geçirmiştir. “Çoğunlukla ahlaki alegoriler, kişileştirmeler ve retorik cephaneliğinin diğer buluşları olarak salt kâğıttan bir varoluşa indirgendiler. Kimi zaman, simyacıların yazılarında olduğu gibi, gizli şifre oldular. Kimi zaman lirizmin anımsatıcı bir sesten başka bir şey olmayan en önemsiz vesilesi oldular.” (Calasso, 2003: 32)

Mitler konusunda yapılan yorumların ekserisi, mitlerin günümüzdeki varlığını/konumunu ve etkinliğini belirlemeye yöneliktir. Nitekim Klasisizm döneminde Eskiler’le Yeniler’in kavgasında da bu mesele önemli yer tutmuştur. (Grimal, 1997: XXV)

Mitlerin gerçekliğine artık inanılmıyorsa da, mitler hâlâ insan düşüncesine ilham kaynağı olmayı sürdürmektedir.

Mitler özgül anlamda donmuş, kalıplaşmış bir görünüm almışsa da, değişik şekillerde ve çok yönlü olarak hâlâ varlıklarını sürdürmektedir. Mitler tükenmez. Çünkü onları ortaya çıkaran koşullar, her çağda, farklı düzlemlerde, geçerliliğini korur.

Tanrılar bugün bir klişe haline gelmiştir. Calasso, Odysseus’un Athena’ya, tanrıları tanımanın en bilge kişiler için bile çok zor olduğunu söylemesini ve tüm ilkel çağların, tanrıların hemen hemen yok oldukları efsanesiyle sona ermesini dikkate değer bulur. (Calasso, 2003: 12)

Yunan mitolojisinin ölmezliğini; insana verdiği değere bağlama eğilimi güçlüdür. Ayrıca mitlerin bugün bile insanın içindeki inanç boşluğunu doldurduğu vakidir. Nitekim ateist olan Calasso tanrıları kitaplarda; kültün ve ritin süreğini okuma ediminde bulur. “Kendi mitinde, Calasso ‘okuma’nın kahramanı olacaktır.” (Bedell, Haziran 2003: 101)

Mitoloji, dinsel ve toplumsal dinamiklerinden koparak felsefi ve sanatsal bir ifade aracına dönüşürken, ritler ve mitler asıl işlev ve etkinliklerini yitirerek taştan ve kâğıttan bir varlık alanına gerilemiştir.

Devrini tamamlamış olmakla birlikte mitler, edebiyat ve sanat alanını genişletecek imkânlar sunma niteliğini her zaman korur. Bugün için din/mitolojinin yerini edebiyat, din adamının yerini aydın almıştır. 19. yy’da din, karmaşık bir hal alan toplum üzerindeki birleştirici gücünü kaybetmiş, İngiltere’de bu rolü, Viktorya döneminden itibaren edebiyat üstlenmiştir. Toplumun içine düştüğü krizin, din/mitolojinin yerine şiiri geçirmekle çözülebileceğini ileri sürenlerin ilki, eleştirmen I. A. Richards’tır. (Eagleton, 2004: 67) Bu noktada din adamının yerini alan aydın, yeni mitlerin de üreticisi olacaktır. Tanrılar gündemden kalkınca, Faust, Don Juan, Don Quijote gibi eserler mitleştirilir. (J. M., 2000:

36 790) Frye da edebiyatı dinin farklı bir versiyonu olarak görür. Edebiyat, dinin işlevsiz kaldığı noktada devreye girerek toplumsal hayata yönelik mitler üretir.

“Kısacası Homeros’tan Tanrı’nın krallığına kadar uzanan büyük mitolojik sistem, dönüp dolaşıp liberal Cumhuriyetçi ile muhafazakâr Demokrat arasında bir konuma tekabül eder. Frye’a göre tek yanlış, çocuksu bir tavırla özgürlük mitlerini tarihsel olarak gerçekleşebilir hedefler olarak yanlış yorumlayan devrimcinin yanlışıdır. Devrimci, bir aktristi gerçek bir masal prensesi zanneden bir çocuk gibi miti gerçek zanneden kötü bir eleştirmendir.” (Eagleton, 2004: 122-123)

Mitlerin yansıttığı dünya bugünün dünyasıyla örtüşmez. Toplumsal, bilimsel, dinsel vb. değişmeler mitik sistemi işlevsiz kılmış, mitoloji ileri toplumlarda silinmiştir. “Mitolojiyle aydınlanan bir ufuğun düşleriyle kuşatılmış, yalıtılmış toplumlar, artık ancak sömürülecek alalar olarak vardır. Ve ilerlemeci toplumların kendi içinde, her türden kadim insani ayin, ahlak ve sanat mirasının bütün son izleri tamamen yok olmuştur.” (Campbell, 2010: 421)

Mitin etkinlik alanı oldukça daralmışsa da bütünüyle yok olmamıştır. Mitler farklı şekillerde varlıklarını sürdürmekteler. Bu değişimi; çok tanrılı dinlerin geleneksel miti, semavi dinlerin tarihsel miti ve son dönemin modern ideolojiler miti şeklindeki ayrım daha net gösterir. Bu ayrışmada; vahye dayalı dinlerin, kendi inanç sistemlerine mitsel yaklaşımı reddetmeleri ile modern akılcılığın tanrıları reddetmesi belirleyici olmuştur. Tarihsel mitte mit-zaman ilişkisi değişikliğe uğrar. Peygamberin varlığıyla tarihsellik kazanan bu mit türünde tarihsel zaman, peygamberin “örneklediği” kutsal (döngüsel-ilksel) zamanla benzerlikler gösterir, fakat önce ile sonra (yaratılış-yeniden diriliş) arasındaki zamanın “doğrusal boyutunu” kutsal zamana taşır. Modern ideolojiler mitinde yönlendirici etmen tanrılar değil, düşüncelerdir. (J. M., 2000: 791-792)

Her çağ, kendi amaç ve ihtiyaçları doğrultusunda yeni mitler üretir. Bu, özellikle romantik hareketle bağdaşan bir yöntemdir. 19. yy, bilinçli bir mit-kurma dönemine tanıklık eder. Eski mitlerin Yunanlılığa hizmet etmesi gibi, yeni hedeflere ulaştıracak yeni mitler gereklidir. Hamlet’in, Don Quijote’un, Faust’un, Mozart’ın Don Giovanni operasının zengin mitoloji kaynaklarına dönüşmesi bu arayışın bir neticesidir. (Berlin, 2004: 146-147)

Çağını tamamlayan mitolojinin işlevini artık bilim üstlenmiştir. Mitler bugünün edebiyatında dekoratif bir malzeme olmaktan öteye geçmez. Buna karşın mitleştirme sürmekte, geleceğe dönük yeni mitler üretilmektedir. Mitin sanatla bağı, nitelik değiştirse de kopmayacak kadar sağlamdır.

Yeni tanrılar siyaset mücadelesinin eseri olacaktır. 1800-1850 arasında birbirine benzer iki büyük mit kompleksi üretilir: halk ve ulusçuluk, sınıf ve toplumculuk. Bunlar da

37 bir tarafta Büyük Ferer, Gavroche, Jeanne d’Arc; diğer tarafta Thomas Munzer, Spartacus gibi mit kahramanlarına giden yolu açmıştır. (J. M., 2000: 791)

İnsanlar her devirde “aşkın bir varlık”a bağlanma ihtiyacı duyar. Başlarda dinî bir hüviyet taşıyan bu duyarlık, sekülerleşen dünyada beşerî olgulara yönelmiştir.

“Bugün mitik ritüellerin yerini, konserler, siyasi parti mitingleri ve futbol maçları almıştır. Kitlelere mal olmuş bir ses sanatçısı (idol), sahnede şarkı söylemeye başladığında, onun dinleyici(mümin)leri, salon/mabet/ları doldurmakta ve idol sahnede görüldüğü anda haz krizlerine tutulmaktadırlar. Müminler, sahnedeki idolle beraber aynı dünyevî şarkı metinini okuyup onun yaptığı hareket(ibadet)leri yapmaktan büyük bir haz duymakta ve tatmine ulaşmaktadırlar. Tıpkı mitik mabetlerde meş’ale ve tütsü yakmakta olduğu gibi, sahneye türlü ışıklar verilmekte ve sahne renkli dumanlara boğulmaktadır. Mitik insanın, idole dokunup güç alması veya idolün ona dokunup güç vermesine benzer bir şekilde, dinleyici seyirciler, sahnedeki idole dokunmak için bağırlarını açıp yırtınmaktadırlar. Dokunanlar da, binlerce kişinin içinden, idole dokunma ayrıcalığına kavuşmanın mutluluğunu yaşamaktadırlar. Bunun bir adım ötesi, idol için kan akıtmaktır ki, bunun örneğini, konserlerde bedenlerini jiletleyen gençlerde görmek mümkündür.

Ve her seküler mümin grubu da, idollerinin totemlerini, yani resimlerini evlerine asarlar veya üzerlerinde bulundururlar.

İnsanoğlu hiç değişmemiştir yani. Eskiden dinî amaçlarla gerçekleştirdiği ritüelleri, şimdi seküler mahiyet ve amaçla icra ediyor.” (Açıkgöz, Temmuz 2004: 52)

Mitik dönemin kapandığını varsaymak yanılgıdır. Günümüzde bilimin yol açtığı sınır tanımaz hayal gücü ve masal dünyası eski çağlardan daha çarpıcı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bugünün uydurmaları, doğa karşısında açıklamada bulunmak için değil, sonsuz bilim güvencinin verdiği temelsiz ve düne göre daha tutarsız bir anlayışın ürünüdür. (Anday, 1974: 8-9)

Uygur’a göre tanrısallık, dönüşmüş olarak sürmektedir. Eski tanrı adları, yeni buluşlarda yaşamaktadır. Ayrıca her çağ, kendi tanrılarını üretmektedir. Tanrıların kökünü kurutmak imkânsızdır. Çünkü onlar insanın kendi hayal, beklenti, sezgi ve düşünceleriyle hayat bulmakta, ardından insan, kendi hizmetindeki bu araçlara (uçak, elektrik vb.) kulluk etmektedir. Gelinen nokta da pek parlak değildir: “Eskiden tanrılar, doğru yoldan saptığımız için, tektek süründürür, tektek alırdı canımızı; şimdiyse bir tek atom bombası yüzbinlerce insanı birlikte yokediveriyor.” (Uygur, Ocak 1966: 15)

Eskiden insanlara sevgi aşılayan Eros’un yerini alan Seks’in, uyandırdığı kaba cinsellikle, duvarları bacak resimleri, ekranları yatak sahneleriyle doldurduğunu, eski

38 tanrıçaların, bugünkü sinema yıldızları kadar rağbet görmediğini anlatır. (Uygur, Ocak 1966: 15-16)

Mitin en genel anlamda dinî öyküler olarak görülmesi, bugün için geçerliliğini koruyan büyük dinlerin ve bunlardan kaynaklanan Noel, Paskalya, Ramazan, Kurban gibi kutsal gelenek ve bayramların varlığı, bazı araştırmacıları bütün toplumların “mitolojik” ve “mitojenik” olduğu genel yargısına götürür. (Gezgin, 2008: 121) Fakat mitolojinin canlılığını koruduğu, sürekli evrimleşip değişime uğradığı yerli kültürler (örneğin Hindiçin) asıl hedef ve inceleme alanıdır. “Mitoloji zorunlu olarak Antikçağ’a ilişkin bir bilim değildir ve bize göre ne mutlu ki (en azından şairler önem veriyor buna) mitlerle düşünen halklar hâlâ yaşıyor.” (J. D., 2000: 784)

Efsaneler bazen, gerçekliği tarihten daha net aydınlatır. Nietzsche tam bir geriye dönüşü, Alman varlığına aşılanan yabancı unsurun (Hıristiyanlık) atılarak, en başa dönmeyi öngörür. (Nietzsche, 2002: 199-200)

Hıristiyanlığın kökleşmesiyle Greko-Romen paganizminin tanrıları bütün bütüne kaybolmamış, Rönesans’tan sonra figüratif sanatta, şiirde ve genel olarak modern kültürde pagan tanrıların diriltilmesinden öte, pagan tanrılar demonlara dönüşmek suretiyle varlıklarını sürdürmüş, Hıristiyanlık devlet dini olunca paganizm Hıristiyani biçimlere bürünerek azizler kültü şeklinde yaşamıştır.

Japonya’da pagan anlayışın ürünü olan Şintoizm, halkın bilincinde, “tanrılık hâkim”in yenilmesinden, “kutsal toprak”ın işgalinden sonra bile canlılığını korumuştur. Batı modeline göre düzenlenen 1889 Japon anayasasında bütün kültlerin eşitliği ve başka dinlere girebilme hakkı tanınmış, Şintoizm “gayr-ı din” olarak tanımlanmıştır. Fakat bu, Şintoizmin konumunun diğer dinlerden ayrı tutularak daha üstün bir değer atfetme amacı taşımakta, Şintoizmin dinsel değerinin halk bilincinde yükselmesine yol açmaktadır. (Pettazzoni, 1958: 23)

Mitolojiye ilişkin dikkat çekici bir görüş, mitolojinin ve tanrıların öldüğü varsayımıdır. Latince “deus otiosus” (etkisiz, önemsiz, ilgisiz tanrı) deyimiyle ayak sesleri duyulan Tanrı’nın ölümünü Nietzsche ilan eder.

İlkel topluluklar yaratıcı olarak bir “Yüce Varlık”ı tanırlar. Fakat bu Yüce Varlık’ın hayatta neredeyse hiçbir işlevi yoktur; dünyayı ve insanı yarattıktan sonra gökyüzüne, kendi bölgesine çekilmiştir. Onun insanları terk etmesine koşut olarak insanlar da ona karşı ilgisiz kalmıştır. Yüce Varlık’la ilgili üretilen mitler bu yüzden çok azdır; olanlar da genellikle çok yalındır. Sonsuz güç sahibi yaratıcı tanrının (Gök Tanrısı) yerini zamanla dölleyici tanrı(lar) alır. (Eliade, 2001: 126, 128) Arkaik toplumların, tanrı ve tanrıçalara ait mitleri zihinlerinde

39 canlı tutmaya özen göstermelerine rağmen, Yüce Varlık’a kayıtsız kalmaları, Afrika’nın Ekvator kesiminde yaşayan Fraglar’da şöyle ifade edilir:

“Tanrı (Nzame) yukarıdadır, insansa aşağıda. Tanrı Tanrı’dır, insansa insan.

Her biri kendi yerinde, her biri kendi evinde.” (Eliade, 2001: 129)

Unutulan/göz ardı edilen Yüce Varlık, özellikle diğer tanrıların etkisiz kaldığı kuraklık, fırtına, salgın gibi büyük göksel felaketlerde hatırlanır. Yüce Varlık’a karşılık gelen Anu (Mezopotamya), El (Kenan), Dyaus (Hint), Uranos (Yunan) gibi yaratıcı tanrıların işlevi ve buna bağlı olarak mitolojideki yeri sınırlıdır. Özellikle Dyaus, neredeyse hiç yoktur; yerini Varuna’ya bırakır. Fakat o da Vişnu ve Şiva’nın karşısında silinirken, genç ve savaşçı bir tanrı olan İndra, üstünlüğünü kabul ettirir. El, önceliği Baal’e; Anu, Marduk’a bırakır. (Eliade, 2001: 129, 141)