• Sonuç bulunamadı

5. Atatürk Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri

1.4. Neuilly Antlaşması (1919)

Görüldüğü üzere, 1913 İstanbul Barış Antlaşması ile daha önce Bulgaristan Türklerinin sahip olduğu medeni ve siyasal haklar, dinî anlamdaki özgürlük, Türklerin kendilerine ait olan kurumları koruyup yaşatma ve vakıf malları üzerinde her türlü tasarrufa sahip olmaları gibi bir takım hususlar bir kez daha teyit edilmiştir.

Diğer taraftan, antlaşmaya ek olarak imzalanan sözleşme ile Bulgaristan’daki müftülüklerin görev ve sorumlulukları detaylıca ele alınmıştır. 1909 yılındaki sözleşmede de müftülüklerin durumu saptanmıştı. Başmüftü ve yardımcıları Bulgar devlet memurları statüsüne alınırken; müftülerin Müslüman seçmenlerce seçilmesi öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, Müftülerin Bulgaristan’daki Türk okullarını denetleyebilme ve yeni okulların açılması için girişimlerde bulunma gibi görevleri bulunmaktaydı. Bu noktada Bulgar hükümeti, Türk azınlık için açılacak olan okulların giderlerini devlet bütçesinden karşılamak ile mükellef oluyordu. Azınlık okullarında eğitim dili Türkçe olurken; Bulgarca dersler de okutulmaktaydı.

Bulgaristan’da müftü adaylarını yetiştirmek için ayrı bir okulun açılması da sözleşme kapsamında yer almıştır. Bu noktada, daha sonra Şumnu’da açılacak olan “Nüvvap”123 okulunun böylece önü açılmış oluyordu.124

Neuilly Antlaşması’nın IV. Bölüm düzenlemelerine göre;

— Topraklarında yaşayan azınlıklara tam eşitlik sağlayacak,

— Bulgar devleti din, dil, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeyecek,

— Bulgaristan’daki azınlık grupları dini vecibelerini serbestçe yerine getirme hürriyetine sahip olurlarken; diğer Bulgar vatandaşları gibi medeni ve siyasal hakların kullanılması bağlamında ayrıma tabi tutulmayacak,

— Azınlıklar, devlet memurluğuna girebilecekler; istedikleri mesleği veya zanaatı seçebilecekler,

— Bulgaristan’a vatandaşlık bağı ile bağlı olanların özel ve ticari işlerinde, basın-yayın faaliyetlerinde herhangi bir dili kullanabileceklerdi. Bu durum, Türk azınlık açısından geçerliliğini korurken, Bulgaristan vatandaşları Bulgarca dışında, başka bir dili mahkemeler önünde yazılı ve sözlü olarak kullanabileceklerdi.126

— Ayrıca, azınlıklar eğitim-öğretim kurumları, hayır kurumları, dinî ve sosyal kurumlar açabilecekler, bunları denetleyip yönetebilecekler ve aynı zamanda bu kurumlarda kendi dillerini özgürce kullanabilecek ve serbestçe ibadet edebileceklerdi.127 Azınlık unsurlar yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Bulgar Hükümeti tarafından devlet ve belediye bütçelerinden bu azınlık okullarına, dini ve sosyal kurumlara adil bir pay ayrılacaktı.128

Görüldüğü üzere, 27 Kasım 1919 tarihli Neuilly Antlaşması azınlık hakları açısından hayli zengin hükümler içermektedir. Bu bölümde azınlıkların hak ve menfaatlerinin gözetildiği ifade edilebilir. Ayrıca, Sofya yönetimi 57. madde ile antlaşmanın Milletler Cemiyeti tarafından güvence altına alınmasını kabullenmiştir.

Neuilly Antlaşması kapsamında “azınlıklar” olarak genel bir kavramsal çerçeve çizilirken; içeriğinde spesifik olarak “Türk”, “Müslüman” veya başka bir etnik veya dinî grubu tanımlayan kavramın kullanılmadığı görülmektedir. Her ne kadar bu kavramsallaştırmaya başvurulmasa da, demografik dengeler itibariyle ülke içerisinde Bulgarlardan sonra, en büyük ve en önemli topluluğu Türklerin meydana getirdiği açıktır.

Dolayısıyla, söz konusu azınlık haklarının doğrudan Bulgaristan Türklerini ilgilendirdiği belirtilmelidir. Zira çok taraflı uluslararası bir belge niteliğinde ve Milletler Cemiyeti güvencesi altında olan Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinin doğrudan

126 Kamil, a.g.e., ss. 20-21.

127 Kamuran Özbir, Bulgar Yönetimi Gerçeği Gizleyemez, Son Havadis Yayınları, İstanbul, 1986, s.36.

128 Kamil, a.g.e., s. 21.

Bulgaristan’daki Türk azınlık için geçerli olacağı, daha önce Sofya Yönetimince tesis edilmiş olan diğer antlaşmaların, azınlıklarla ilgili hükümlerdeki tanımlama ve ifadelerden anlaşılabilir. Bunun yanı sıra, 1925 yılında Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanan

“Dostluk Antlaşması” ile de Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinin Bulgaristan’daki Türkler için uygulanması gerektiği öngörülmüştür.

Neuilly Antlaşması ile ilgili olarak, önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Belirtildiği üzere, Neuilly Antlaşması 1. Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Bulgaristan arasında tesis edilmiş olan bir barış antlaşmasıdır. Antlaşmanın ilk 26 maddesi Milletler Cemiyeti’nin (MC) kurucu antlaşmasını içermektedir. MC sözleşmesinde azınlıklarla ilgili herhangi bir husus yer almamaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin kendisini lağvetmesinin ardından kurulan Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu antlaşmasında da azınlık hakları konusuna yer verilmemiştir.

Bununla birlikte, BM kurulduktan hemen sonra, 1. Dünya Savaşı sonrası yapılan ve azınlık haklarını ihtiva eden antlaşmalara Milletler Cemiyeti tarafından verilmiş olan garantörlük konumunu ve bununla ilgili antlaşmalara taraf olan devletlerin sorumluluklarını gündemine almıştır. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi, Milletler Cemiyeti garantisi altına alınmış azınlık hakları konusunda 7 Nisan 1950 tarihinde E/CN.4/367 kararıyla, 1919 yılı sonrasında oluşturulan azınlık hakları sözleşmeleri sistemini ve Milletler Cemiyeti garantörlüğü konusunda Birleşmiş Milletler’in statüsünü değerlendirmiş ve her ülkeyi tek tek incelemiştir. Bu kapsamda, Bulgaristan’la imzalanan Neuilly Antlaşması da ele alınmıştır.

Bulgaristan Türkleri, Neuilly Antlaşması içeriğinde yer alan azınlık hakları hükümlerinden önemli ölçüde faydalanmıştır. Ancak, söz konusu antlaşmanın azınlık haklarını kapsayan hükümleri BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde alınan 7 Nisan 1950 tarihli ve E/CN.4/367 sayılı kararı129 ile yürürlükten kalkmıştır. Dolayısıyla Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümleri geçerliliğini yitirmiştir. Söz konusu kararda, Bulgaristan’ın 2. Dünya Savaşı sonrası imzaladığı 10 Şubat 1947 tarihli Bulgar Barış Antlaşması’nın karar ve düzenlemelerinin, Neuilly Antlaşması’nda azınlıkları korumaya yönelik tesis edilen rejimin yerini aldığı belirtilmektedir. Ancak Bulgar Barış Antlaşması’nda yer alan hükümlerle, Neuilly Antlaşması’nın doğrudan azınlıklara yönelik maddeleri karşılaştırıldığında; Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarının hayli gerilediği görülmektedir.

129 Söz konusu karar için bkz. United Nations Economic and Social Council, “Study of the Legal Validity of the Undertakings Concerning Minorities”, s. 53,

http://daccess-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/GL9/006/98/PDF/GL900698.pdf?OpenElement, 20 Ocak 2010.

1.5. 1925 Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, Ankara yönetimi pek çok devletle yaptığı antlaşmaların benzerini Bulgaristan’la da tesis etmiştir. Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması, iki devlet arasında ‘bozulmaz bir dostluk’ ve devletler hukuku ilkelerine uygun olacak biçimde diplomatik ilişkilerin kurulacağını; iki ülke arasında bir ticaret, bir oturma ve bir de hakemli antlaşması yapılacağını öngörmektedir.130 Oturma Sözleşmesi Ankara Dostluk Antlaşması’nın imzalandığı gün tesis edilirken; 1928’de Ticaret Sözleşmesi, 1929’da da iki ülke arasında Tarafsızlık, Uzlaştırma, Yargısal Çözüm ve Hakemlik Antlaşması imzalanmıştır.

18 Ekim 1925 tarihinde Ankara’da imzalanan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve antlaşmanın ayrılmaz bir parçası olan ekli Protokol, Bulgaristan’daki Türk azınlığa yönelik bir takım düzenlemeler getirmiştir. Antlaşmaya bağlı olan ekli Protokol’ün A paragrafı aynen şöyledir:131

“İki Hükümet, azınlıkların korunmasına ilişkin olarak, Neuilly Antlaşması’nda yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan’da oturan Müslüman azınlıklarını ve Lozan Antlaşması’nın tümünden Türkiye’de oturan Bulgar azınlıklarını yararlandırmayı karşılıklı olarak yükümlenirler. Neuilly ve Lozan Antlaşmalarından herhangi birini imzalayan Devletlerin azınlıklar konusunda sahip oldukları tüm hakları Bulgaristan Türkiye’ye, Türkiye de Bulgaristan’a karşılıklı olarak tanır.”

Söz konusu maddeden de anlaşıldığı üzere, 1925 Ankara Dostluk Antlaşması’yla Bulgaristan, ülkesinde yaşayan Türklere yönelik bir takım yükümlülükler altına girmiştir. Bu kapsamda, Bulgaristan’daki Türk azınlık Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinden faydalanırken; Türkiye’deki Bulgar azınlık da Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili maddelerinden istifade edecekti. Dolayısıyla, Neuilly, Lozan ve 1925 Ankara Dostluk Antlaşmaları arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır.

Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümleri bir önceki başlıkta belirtildiği gibi, Türk azınlığın milli ve dinî kimliklerinin korumasına yönelik pozitif yönde geniş düzenlemeler içermekteydi. Ekli Protokolün söz konusu maddesinde “Müslüman azınlık” ifadesi kullanılmıştır. Ancak, dönemin şartları itibariyle Türk ve Müslüman tanımlamalarının birbiriyle eş anlamlı olarak kullanılan yerleşik bir ifade olduğu belirtilmelidir.

130 Ayışığı, a.g.m., s.4.

131 İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, I.Cilt (1920-1945), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s. 264.

1925 Ankara Dostluk Antlaşması’nın maddeleri her ne kadar güncelliğini yitirmiş olsa da, günümüzde halen yürürlüktedir. Dolayısıyla, normal şartlar altında, Neuilly Antlaşması’nda azınlıklarla ilgili belirtilmiş olan hükümlerin tamamının da geçerliliğini sürdürmesi gerekirdi. Ancak, BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin 7 Nisan 1950 tarihli E/CN.4/367 numaralı kararı, Neuilly Antlaşması’nın geçerliliğini yitirdiğine ve 1947 Bulgar Barış Antlaşması hükümlerinin artık geçerli olduğuna yönelik bir düzenleme getirmişti.

BM Ekonomik ve Sosyal Konsey’de alınan kararın Bulgaristan Türklerinin azınlık statüsüne etkisi değerlendirildiğinde; Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinden artık faydalanılamayacağı anlaşılmaktadır. Ne var ki, bu kez de 1925 Ankara Dostluk Antlaşması’nın ekli Protokolünde yukarıda ifade edilen A paragrafının ikinci cümlesi devreye girmektedir. Dolayısıyla Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümleri Bulgaristan Türkleri için geçerli olmaktadır. Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümleri ortadan kalkmış olmasına rağmen, Lozan Antlaşması halen yürürlükte olduğuna göre; Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümlerini Bulgaristan Türkiye’ye, Türkiye de Bulgaristan’a karşı yükümlenmiştir. Ayrıca, Lozan Antlaşması’nın III. kesimindeki azınlıklarla ilgili 37-45. maddelerinde132 yer alan hükümlerden, 45. madde kendiliğinden bir “mütekabiliyet” durumu tesis etmektedir. 45.

maddede yer alan söz konusu mütekabiliyet ilkesi, bu kez Yunanistan ile değil; Bulgaristan ile ilgili olmaktadır. Zira Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümlerinden Türkiye’deki Bulgarlar yararlanacak ise, aynı mütekabiliyete istinaden, Bulgaristan’daki Müslüman azınlıklar da söz konusu haklardan yararlanabilirler.

Kanaatimizce, 1925 Ankara Dostluk Antlaşması imzalanırken Türk tarafı, ekli Protokol’ün A paragrafının ikinci cümlesini özellikle metnin kapsamına dâhil etmiştir. Zira Türkiye’nin taraf olmadığı Neuilly Antlaşması’nın, -nasıl ki Osmanlı Devleti’nin imzalamak durumunda kaldığı Sevr Antlaşması ortadan kalkmışsa, bir gün ortadan kalkabileceği hesaplanmış olabilir. Dolayısıyla, Bulgaristan’daki Türk azınlığın durumu, Bulgaristan’ın inisiyatifine terk edilmek istenmemiştir. Ancak tarihsel perspektiften bakıldığında, özellikle Soğuk Savaş dönemi ile birlikte Bulgaristan Türklerinin azınlık hakları sürecinin Lozan Antlaşması’nın hükümlerinden pek etkilenmediği görülecektir. Aksine, bu dönemde Türk azınlığa yönelik sistematik politikalar izlenmiştir.

Diğer taraftan, BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin almış olduğu 7 Nisan 1950 tarihli kararının, Bulgaristan Türklerinin statüsüne yönelik Türkiye’de yapılan çeşitli araştırma, kitap, tez, makale vb. kaynaklarda incelenmediği ve bu noktada söz konusu karara

132 Lozan Antlaşması’nın 37-45. maddeleri için bkz. Soysal, a.g.e. ss. 103-106.

yer verilmediği gözlemlenmiştir. Konuyla ilgili olarak, Neuilly Antlaşması’nın geçerliliği ve Bulgaristan Türklerinin uluslararası hukuksal durumu, Türk ve Bulgar Dışişleri Bakanlıkları yetkililerine sorulmuş ve konuyla ilgili kendilerinden bilgi istenmiştir. Bulgar tarafında tam bir sessizlik hâkim iken; Türk Dışişleri Bakanlığı ise, konuyu bakanlık bünyesinde yer alan Hukuk Müşavirliği’nde değerlendirilmek üzere gönderdiğini ifade etmiştir.133 Ancak geçen süre zarfında, Bakanlığın Hukuk Müşavirliği’nden tarafımıza herhangi bir geri dönüşümde bulunulmamıştır.

Ekli Protokol’de bahsedilen diğer hususlarda ise, 1925 Dostluk Antlaşması’nın tesis edilmesiyle 1913 İstanbul Antlaşması’nın (Türk-Bulgar Barış Antlaşması) sona erdiği belirtilmiştir. Bununla birlikte, antlaşma içeriğinde, 1912-1925 yılları arasında göç edenlerin taşınır ve taşınmaz mallarına ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır.

18 Ekim 1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması’nın imzalandığı gün, iki devlet arasında İkamet Sözleşmesi de imzalanmıştır. Sözleşmenin 1. maddesinde belirtildiği üzere, Türk vatandaşları Bulgaristan’da, Bulgaristan vatandaşları Türkiye’de oturma ve yaşama hakkına sahip olacaklardı.

Sözleşmenin 2. Maddesi ise, Bulgaristan Türkleri açısından son derece önemli bir yere sahiptir. İlgili maddede, sözleşmeyi imzalayan tarafların Bulgaristan Türklerinin ve Türkiye Bulgarlarının isteğe bağlı göçlerine hiçbir engel çıkarmayacakları belirtilmiştir. Bunun yanı sıra, göçmenlerin yanlarında taşınır mallarını ve hayvanlarını götürmek; taşınmaz mallarını ise, tasfiye etme hakkına sahip olacaklardı. Mallarını tasfiye etmemiş olanlar ise, kesin gidiş tarihlerinden başlamak üzere, 2 yıllık süre içerisinde bu tasfiye işlemini gerçekleştirmek mecburiyetindeydi.134 Böylece, göç etmeye karar veren kişilerin mallarını çok düşük meblağlar karşılığında ellerinden çıkarmalarının önüne geçilmek istenmiştir.

Atatürk döneminde sözleşme maddeleri düzgün bir biçimde uygulanırken;

Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekleşen göçler belli bir sistematiğe bağlanmıştı. 1930’lu yıllarda her yıl 15-20 bin kişi Türkiye’ye göçmen olarak gelmiştir.135 Ancak 1925 İkamet Sözleşmesi, 1944 yılından sonra pek uygulanamamıştır. Bulgaristan’daki yeni rejim sözleşmenin 2. Maddesini açıkça ihlal ederek, Bulgaristan Türklerinin isteğe bağlı göçlerine engel olmuştur. Bununla birlikte, takip eden 1950-1951 yıllarında ise, Türkiye’ye 250.000

133 Türk Dışişleri Bakanlığı’na “4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” kapsamında yapılan 13.03.2010 tarihli ve 120866 sayılı bireysel başvuruya “Balkanlar ve Orta Avrupa Genel Müdür Yardımcılığı’ndan (BAGY)” verilen 26.03.2010 tarihli cevapta belirtilmiştir.

134 Söz konusu İkamet Sözleşmesi için bkz. Soysal, a.g.e., s. 268.

135 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, ss. 492-493.

Bulgaristan Türkünü göçmen olarak kabul etmesine yönelik baskılarda bulunurken; aynı yıllarda 154.000 göçmen Türkiye’ye gelmiştir. Ne var ki, 1951 yılı sonunda Bulgaristan hükümeti Türkiye’ye göçü tekrar yasaklamıştır. Araştırmacı-yazar Bilal Şimşir’e göre, sözleşmenin ilgili maddeleri tam anlamıyla uygulanmış olsaydı, Bulgaristan’daki Türklerin 50 yıllık bir süre zarfında tamamen Türkiye’ye göç edecek ve güncel anlamda Bulgaristan’da

“Türk azınlık” adında bir kitle kalmayacaktı.136

1.6. 10 Şubat 1947 tarihli Bulgar Barış Antlaşması

2. Dünya Savaşı’na katılan Bulgaristan, savaş sonunda 10 Şubat 1947 tarihinde Müttefik Devletler ile Barış Antlaşması137 imzalamıştır. Söz konusu antlaşmaya 2. Dünya Savaşı’na katılmayan Türkiye ise, taraf değildir. Antlaşma içeriğinde, Bulgaristan Türkleriyle veya ülke içerisindeki azınlıklarla ilgili doğrudan hükümler yer almazken; bunun yerine Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarıyla ilintilendirilebilecek hususlara yer verilmiştir.

Örneğin, antlaşmanın 2. maddesinde Bulgaristan, ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin yetkisi altındaki herkesin söz, basın ve yayın, ibadet, düşünce ve toplantı özgürlükleri dâhil, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmasına yönelik gerekli tedbirleri almayı taahhüt etmiştir. Bunun yanı sıra, Sofya yönetimi barış antlaşmanın 3.

maddesinde de ayrım gözetici nitelikteki yasalarını kaldırmak ve ileride de ayrımcı önlemlere başvurmamakla yükümlü olmuştur.138

1947 Bulgar Barış Antlaşması güncel anlamda halen yürürlüktedir. Ancak, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey’de alınan 7 Nisan 1950 tarihli E/CN.4/367 no.lu karar ile Neuilly Antlaşması’nın azınlık hükümlerinin yerini 10 Şubat 1947 Bulgar Barış Antlaşması’nın ilgili hükümlerinin alacağına yönelik belirtilen ifade, Bulgaristan Türklerinin Neuilly Antlaşması’ndan doğan azınlık haklarında bir gerilemenin yaşanmış olduğunun ifadesidir. Zira 1947 Barış Antlaşması’nda azınlık ifadesine dahi yer verilmemiş ve bununla ilintilendirilebilecek hususlar iki maddede açıklanmıştır.

Bulgaristan, “ırk, cinsiyet, dil veya din farkı gözetmeksizin” ülkesinde bulunan vatandaşlarının tüm insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmasını sağlamak ve ayrımcı nitelikte olabilecek mevzuatını kaldırmakla yükümlü olduğu halde, bu hükümleri açıkça ihlal etmiştir. Zira 1950 yılından sonra, Sofya Yönetimi ülkesindeki Türklere yönelik

136 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s.493.

137 10 Şubat 1947 tarihli Bulgar Barış Antlaşması’nın tam metni için bkz.

http://untreaty.un.org/unts/1_60000/2/2/00002057.pdf, 26 Ocak 2010.

138 Bkz. Bulgar Barış Antlaşması’nın 2. ve 3. Maddeleri. Ayrıca, Şimşir, Bulgaristan Türkleri, ss. 494-495.

ayrımcı politikalar izlemeye başlamış; Türk azınlığa yönelik “ötekileştirme” ve göçe zorlama siyasetini takip etmiştir. Bulgar devletinin Soğuk Savaş dönemi esnasında Türkleri zorla

“Bulgarlaştırma” eylemlerine giriştikleri göz önünde bulundurulursa; 1947 Bulgar Barış Antlaşması’nın 2. ve 3. Maddelerinin Bulgaristan hükümetlerince tam aksi istikamette algılandığı anlaşılmaktadır. Ayrımcı mevzuatı ortadan kaldırmaya yönelik 3. maddenin, Bulgaristan’ın “tek Bulgar milleti yaratma” politikalarına temel oluşturmuş olabileceği veya en azından Sofya yönetimince kasıtlı olarak böyle idrak edilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Öte yandan, ayrıntılı bir biçimde inceleneceği üzere, Bulgaristan Türklerinin Soğuk Savaş döneminde yaşadığı zorlu ve baskı dolu günleri 1950 yılıyla birlikte başlamış ve 1989’da Jivkov rejiminin sona ermesine kadar sürmüştür. Ne var ki, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey’de Neuilly Antlaşması ile ilgili olan kararın alınma yılı da 1950’ydi.

Bulgaristan Neuilly Antlaşması ortadan kalksa bile Lozan Antlaşması’nın azınlık hükümleriyle bağlı olmadığını varsayarak, 1925 Ankara Dostluk Antlaşması’nın ilgili maddesini tek taraflı olarak kendi lehine yorumladığı anlaşılmaktadır.

1.7. 1968 Göç Anlaşması

Bulgaristan Türklerinin göçleriyle ilgili olarak her iki tarafın da ortak fikir ve uzlaşı ekseninde bir araya gelerek imzaladığı metinlerden birisi de 1968 Göç Anlaşması’dır. Todor Jivkov’un 20-26 Mart 1968 tarihleri arasında Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyaret esnasında gündeme getirilen anlaşma, 22 Mart 1968 günü her iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştır.139

Özellikle 1950-51 yılları olmak üzere, 1952 yılına kadar yakınları Türkiye’ye göç etmiş olan parçalanmış ailelerin birleştirilmesi esas alınan anlaşma kapsamında, 1969-1978 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin isteğe bağlı olarak göçlerine olanak tanınmıştır.

Belirtilen 10 yıllık süre zarfında, 130.000 Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etmiştir.

Göç Anlaşması’nın imzalanmasına ilişkin, ziyaret esnasında Türk ve Bulgar liderlerin başta anlaşma olmak üzere, verdikleri sıcak mesajlar ön plana çıkmıştır. Örneğin dönemin Türk Başbakanı Süleyman Demirel, Jivkov’a anlaşma ile ilgili olarak, “… memleketlerimiz arasında bağlayıcı, birleştirici bir unsur olduğuna inandığımız Bulgaristan’daki soydaşlarımızın bir kısmının parçalanmış aileleri birleştirmek gibi insani bir gaye ile

139 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s. 498.

Türkiye’ye göçüne imkan verecek olan bir anlaşma da bu ziyaret sırasında Dışişleri Bakanlarımız tarafından imzalanacaktır” demiştir.140

Bununla birlikte 1968 yılında henüz Bulgaristan Türklerine yönelik doğrudan asimilasyon kampanyasına girişmemiş olan Bulgar Başbakan Todor Jivkov da ziyaretin iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliği arzusunun ifadesi olduğunu dile getirerek, bunun somut bir göstergesi olarak taraflar arasında 1952 yılına kadar akrabaları Türkiye’ye göç etmiş olan

“Türk asıllı Bulgar vatandaşlarına” dair bir anlaşma imzalandığını söylemiştir. Jivkov’un iktidarı döneminde sürekli değişen Türk azınlık tanımlamasının 1968 yılı versiyonunun “Türk asıllı Bulgar vatandaşları” olması bu kapsamda önemlidir.

Anlaşmanın nihai amacı, parçalanmış ailelerin birleştirilmesi olarak ifade edilse de;

yeni parçalanmış ailelerin ortaya çıkmasına neden olduğu bir gerçektir. Ayrıca, Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekleşen her göç dalgası Bulgaristan Türklerinin demografik dengelerdeki durumunu negatif yönde etkilerken; bunun son tahlildeki anlamı, özelde Bulgaristan’ın genelde ise Balkanlar’ın Türksüzleştirilmesi olmaktadır. Bu anlaşma, Sofya yönetimin Türk azınlık fobisinin kısmen azalmasına yol açmış ve kısa süreli bir rahatlamayı da beraberinde getirmiştir.

Türkiye’nin başta Bulgaristan olmak üzere, Balkanlar’dan anavatan Türkiye’ye göçü desteklemesi stratejik bir hata olmuştur. Zira Balkan Türklerinin önemi Türkiye’de değil;

bölgesel sistemdeki dengelerde bir anlam ifade etmektedir. Bununla birlikte, göç edenlerin Türkiye içerisindeki belli bölgelerde kalıcı olarak iskânlarında da sistematik bir politika takip edilememiştir.

Öte yandan, 1968 Göç Anlaşması Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri üzerinde anavatan statüsünde bulunan bir ülke olarak ön plana çıkması ve dolayısıyla Bulgaristan’daki soydaşların Türkiye’nin doğal bir uzantısı olarak kabul ettirilmesi anlamında önemli olmuştur.

Tarihsel ve siyasi açıdan bu böyle olsa da, hukuken söz konusu anlaşma ile tescil edilmiştir.

Ayrıca göç anlaşması, Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasında herhangi bir kriz olmaksızın, Bulgaristan Türklerinin barışçıl bir çerçevede ve sessiz sedasız göçlerini gerçekleştirmiş olması nedeniyle önemlidir. Zira 1950-1951 ve 1989 göçleri olağanüstü gelişmelerin sonucu ortaya çıkmıştır.

140 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, a.y.