• Sonuç bulunamadı

5. Atatürk Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri

1.2. İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi (1909)

Bulgaristan’ın 1908 yılında bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerinde de yeni bir düzenlemeye gitmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu kapsamda, Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanımasını sağlamak için taraflar arasında 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da bir Protokol imzalanmıştır. Protokole bağlı ve onun tamamlayıcı bir unsuru olarak aynı gün içerisinde bir de Sözleşme akdedilmiştir.

114 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, a.y.

115 Şimşek, a.g.e., s.89.

116 Hamza Eroğlu, “Milletlerarası Hukuk Açısından Bulgaristan’daki Azınlığın Sorunu”, Bulgaristan’da Türk Varlığı, Bildiriler, 7 Haziran 1985, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1985, s.29.

Söz konusu Protokole göre; Bulgaristan’daki Türk Azınlığı tıpkı Bulgar çoğunluk gibi bütün medeni ve siyasi haklardan istifade edebilecekti. Bununla birlikte, ülkedeki Türk-Müslüman azınlığa din ve mezhep özgürlüğü konusunda hak eşitliği tanınıyordu. Ayrıca, Bulgaristan’daki camilerde Padişah-Halife adına hutbe okunacaktı. Vakıflara binaen, Bulgar hükümetinin bir komisyon kurması, konuyla ilgili istek ve iddiaları incelemesi öngörülmüştür.117

Protokole bağlı olarak tesis edilen Sözleşme ise, Bulgaristan müftülüklerini düzenlemekteydi. Her ne kadar Sofya yönetimi bağımsız bir hüviyete kavuşsa da, müftülükler konusunu kendi içişleri kapsamında görme iddiasında bulunamamıştır. Zira müftülükler Berlin Antlaşması’nda belirtildiği üzere, Türk azınlığın dinî kurumuydu. Bunun yanı sıra müftülük kurumu vakıfların yönetimi ve bir ölçüde azınlığın eğitim konusuyla da ilgiliydi.118 Sözleşmede, Müftülüğün görev ve yetkileri saptanırken; iki ülke arasındaki ilişkilerde köprü görevi gördüğüne atıfta bulunulmaktadır. Diğer taraftan, yine sözleşme içeriğinde Sofya’daki Başmüftünün seçildikten sonra göreve başlaması için İstanbul’dan “mürasele” almak zorunda olduğu belirtilmektedir. Diğer bir deyişle, Başmüftünün göreve başlayabilmesi için Şeyhülislam’dan onay alması gerekiyordu. Söz konusu durum, farklı bir şekilde bugün de kendisini göstermektedir. Başmüftülüğün geçmiş dönemlerde İstanbul’daki Şeyhülislam ile sürdürdüğü sıkı ilişkiler, güncel anlamda Ankara’daki Diyanet İşleri Başkanlığı ile devam etmektedir. 1909 yılından itibaren uygulamaya konan Şeyhülislam’dan “mürasele alma”

geleneği günümüzde de sürdürülürken; Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftüsü Kongre’de seçildikten sonra bile, Diyanet İşleri Başkanı’nın onayını almadan görevine başlamıyor.119 Zorunlu olmayan gayri resmi bir işlem olmakla birlikte, bu uygulama Diyanet İşleri Başkanı’nın Başmüftülük kurumu üzerinde manevi denetimini göstermesi bakımından önemlidir.

Özetle, 1909 İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi ile bağımsızlığını Osmanlı Devleti’ne kabul ettiren Bulgaristan’ın bünyesinde bulunan Türk-İslam unsurların durumları yeniden saptanmış ve azınlığın temel kurumu olan Müftülüklerin görev ve yetkileri belirlenmiştir.

Bulgaristan Türkleri her türlü medeni ve siyasi haktan faydalanırken; ayrıca okullarını, camilerini, hayır kurumlarını ve vakıflarını koruyup yaşatabilme hakkına da sahip olmuşlardır. Böylece Türk-Müslüman azınlık ile Türk-İslam eserleri Bulgaristan’ın iç meselesi olmaktan çıkmış, devletler hukuku kapsamında ele alınabilecek bir konu haline

117 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s. 483.

118 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, a.y.; Kamil, a.g.e., ss. 28-29.

119 Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Mustafa Hacı Aliş ile Röportaj, Sofya, 1 Şubat 2010.

gelmiştir. Türkiye söz konusu ikili antlaşma ile Bulgaristan’daki Türk azınlığın haklarının korunması konusunda yükümlü olmuştur.

1.3. 1913 Antlaşması ve Müftülükler ile İlgili Sözleşme

Balkan Savaşları sonunda Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913 tarihli İstanbul Barış Antlaşması imzalanmış ve barış antlaşmasına bağlı olarak iki hükümet arasında Müftülüklerle ilgili bir de Sözleşme tesis edilmiştir. Gerek İstanbul Antlaşması’nda gerekse sözleşme içeriğinde Bulgaristan’daki Türklerin hak ve hürriyetlerine yönelik düzenlemeler yer almıştır.

Daha önce de değinildiği üzere, Balkan Savaşları sonunda Batı Trakya, Bulgaristan’ın eline geçmişti. Batı Trakya bölgesindeki demografik dengeler, Türk nüfusun lehine olmakla birlikte, Bulgaristan yönetimi bu antlaşma ile sadece bünyesinde bulunan Türk nüfusu ile değil; aynı zamanda yeni kazanılan topraklarda yaşayan Türk-Müslüman ahali için de belli bir takım yükümlülükler altına girmiştir. Örneğin, antlaşmanın 7. Maddesinde Bulgaristan’ın egemenliğine giren yeni topraklarla ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Antlaşmanın bu hükmünde, Bulgaristan’a bırakılan topraklardaki Türk-Müslüman nüfus Bulgar uyruğuna geçmesi; ancak fikrinin değişmesi halinde 4 yıllık bir süre zarfında Osmanlı uyruğuna geçme hakkı öngörülmektedir. Çocuklar da reşit olduktan sonra bu hakka sahip olabilmekteydi.

Osmanlı vatandaşlığını seçenler ise, 4 yıl içinde Türkiye’ye göçmek zaruretinde olup yanlarında taşınır eşyalarını ve mal varlığını götürebiliyor ve bunlar için gümrük parası ödemiyorlardı.120

1913 İstanbul Barış Antlaşması’nın 8. Maddesi ise, Bulgaristan’daki Türk azınlığın hak ve özgürlükleriyle ilgili hükümler taşımaktadır. Söz konusu maddede göze çarpan en önemli husus, daha önce Berlin Antlaşması hükümleri itibariyle, “Türk” olarak tanımlanan azınlık grubu, bu antlaşma ile “Müslüman” olarak ifade edilmiştir. “Bulgaristan’daki Müslüman azınlık” ifadesi, bütün Bulgaristan toprakları üzerinde yaşayan Türk-İslam nüfusunu tanımlamaktadır.121 Yine 8. Maddede, Bulgaristan uyruklu Müslümanların Bulgar unsurlarla medeni ve siyasal anlamda eşit olacakları, ayrıca dini serbestliklerinin bulunacağını ve örf, adet ve dini örgütlenmelerine saygı gösterileceğini vurgulanmaktadır. 12. Madde ise, Müslüman vakıflarının korunmasına ilişkindir.122

120 Cengiz Hakov, “1913 Yılında İstanbul’da İmzalanan Bulgar-Türk Antlaşması ve Bulgaristan Türk-Müslüman Nüfusun Hakları”, XIII. Türk Tarih Kongresi, 4–8 Ekim 1999 Kongreye Sunulan Bildiriler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2002, s. 421.

121 Şimşir, Bulgaristan Türkleri, s. 485.

122 Lütem, a.g.m., ss. 45-46.

Görüldüğü üzere, 1913 İstanbul Barış Antlaşması ile daha önce Bulgaristan Türklerinin sahip olduğu medeni ve siyasal haklar, dinî anlamdaki özgürlük, Türklerin kendilerine ait olan kurumları koruyup yaşatma ve vakıf malları üzerinde her türlü tasarrufa sahip olmaları gibi bir takım hususlar bir kez daha teyit edilmiştir.

Diğer taraftan, antlaşmaya ek olarak imzalanan sözleşme ile Bulgaristan’daki müftülüklerin görev ve sorumlulukları detaylıca ele alınmıştır. 1909 yılındaki sözleşmede de müftülüklerin durumu saptanmıştı. Başmüftü ve yardımcıları Bulgar devlet memurları statüsüne alınırken; müftülerin Müslüman seçmenlerce seçilmesi öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, Müftülerin Bulgaristan’daki Türk okullarını denetleyebilme ve yeni okulların açılması için girişimlerde bulunma gibi görevleri bulunmaktaydı. Bu noktada Bulgar hükümeti, Türk azınlık için açılacak olan okulların giderlerini devlet bütçesinden karşılamak ile mükellef oluyordu. Azınlık okullarında eğitim dili Türkçe olurken; Bulgarca dersler de okutulmaktaydı.

Bulgaristan’da müftü adaylarını yetiştirmek için ayrı bir okulun açılması da sözleşme kapsamında yer almıştır. Bu noktada, daha sonra Şumnu’da açılacak olan “Nüvvap”123 okulunun böylece önü açılmış oluyordu.124