• Sonuç bulunamadı

Ankara-Sofya İlişkilerinde Kriz Dönemi: 1984–1989

gibi bir dizi eylem bunun somut göstergeleri olmuştur. Dolayısıyla, Politbüro’nun neticede kolluk kuvvetlerine boyun eğeceğini düşündüğü Türk azınlık, yılgınlığa kapılmamış; bilakis direnişini kuvvetle sürdürmüştür. Hatta 1989 yılına gelindiğinde Türklerin direnişi adeta genel bir ayaklanmayı andırmaya başlamıştır.

Öte yandan, Bulgaristan’ın Pomaklara yönelik gerçekleştirdiği Bulgarlaştırma çalışmalarına karşın Ankara yönetiminden tepki çekmemesi, Türk azınlığa da aynı politikaların tatbik edilmesi hususunda cesaretlendirici olmuştur. Ancak, Bulgaristan’ın hesapladığının aksine Türkiye, Bulgaristan Türklerine sahip çıkmıştır. Sadece devlet olarak değil; Türk kamuoyu da Bulgaristan Türklerine yapılanlar konusunda büyük bir duyarlılık göstermiştir.

yapılan muamele ile Güney Afrika’da yaşanan olaylar arasında hiçbir farkın bulunmadığını belirtmiştir.196

Sofya Yönetimi, Bulgarlaştırma çalışmalarına 1984 yılı itibariyle kararlı ve istekli başlamışken; Türkiye ise, hazırlıksız yakalanmış olmanın verdiği bir tutukluk ve tedirginlik içindeydi. Ancak 1985 yılı ile birlikte, Türkiye’de de hareketlilik meydana gelmiştir. Türk basını ve kamuoyu Türk azınlığa yönelik Bulgar baskısını milliyetçi ve dinî duygularla ele alırken, toplumun her kesimi Bulgaristan Türkleri konusunda tek vücut haline gelmiş197 ve konu millî dava olarak algılanmıştır. İç kamuoyundaki söz konusu toparlanış, Türkiye’nin diplomasi alanında daha cesur hareket etmesini de beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla, zamanla Bulgaristan’daki Türklerin direnişi ile Türk devletinin etkin diplomatik girişimleri birleşince, asimilasyon kampanyası Bulgaristan yönetiminin aleyhine işlemeye başlamıştır.

Ankara Yönetimi, Bulgaristan’a yönelik kapsamlı bir göç anlaşmasının imzalanması konusunda baskı politikası takip ederken; diğer taraftan da konuyu uluslararası alana getirmeye çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur. Sofya Yönetimine konuyla ilgili olarak gösterilen uluslararası tepkilere bakıldığında; bazı devletlerin insan hakları ihlalleri konusuna doğrudan dış politika gündeminde yer vererek Bulgaristan’ı kınadığı görülmüştür.

Bazı devletler ise, Sovyetler Birliği ile başlayan iyi ilişkiler nedeniyle, Doğu Bloğuna mensup sosyalist bir ülkede yaşanan insan hakları ihlalleri için girişimde bulunmamayı tercih etmiştir.

Diğer yandan bazı devletler ise, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri nedeniyle, Ankara Yönetimini eleştirmişler ve bu nedenle Türkiye’nin Bulgaristan’ı eleştirme hakkının olmadığını dile getirmişlerdir.198 Her ne kadar, Türkiye’de de 1980’li yıllar göz önünde bulundurulduğunda, 1980’deki askeri ihtilal ve peşi sıra yaşanan gelişmeler nedeniyle insan hakları anlamında bazı ihlallerin yapıldığı açık olsa da; söz konusu ihlallerin Bulgaristan’daki Türk ve Müslümanların isimlerini zorla değiştiren ve onları asimile etmeye çalışan Sofya

196 Cumhuriyet, 24 Ağustos 1985.

197 1985 yılı ile birlikte, Türk basınındaki hemen hemen bütün gazeteler ve diğer süreli yayınlar, Bulgaristan Türklerine yapılan insanlık dışı muamele konusunda görüş birliğine varırken; konu efektif bir biçimde gündemde tutulmuştur. Örneğin, 1985 yılının ilk 4 ayı içerisinde Türkiye’deki gazetelerde Bulgaristan’da yaşanan gelişmelerle ilgili 424 tane haber ve köşe yazısı yer almıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bilal Şimşir, Türk Basınında Bulgaristan Türkleri, Ocak-Nisan 1985, Ankara, 1985. Diğer taraftan, sadece Türk basını değil;

üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları da mesele ile yakından ilgilenmiştir. Hatta 17 Ocak 1985 tarihinde Bursa’da Bulgaristan’da yaşanan gelişmeleri protesto etmek amaçlı Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği (BAL-GÖÇ) adında bir dernek kurulurken; Türkiye’deki Bulgaristan ile ilgili gelişmelerin odak noktası haline gelmiştir. Dernek kısa zamanda on binlerce kişiyi miting alanlarında toplamış; hükümet ve uluslararası kamuoyu nezdinde etkin girişimlerde bulunmuştur. Bkz. Hürriyet, 21 Nisan 1985. Bunların ışığı altında, Ankara yönetiminin iç kamuoyunu Bulgaristan Türkleri konusuna özellikle hazırlamak istediğine yönelik işaretler mevcuttur.

198 Coşkun, a.g.e., s.33.

Yönetiminin yaptıklarıyla karşılaştırılması mümkün değildir. Şekil ve içerik açısından iki durum arasında büyük bir fark bulunmaktadır.

Bu dönemde Yunanistan, Bulgaristan’ın azınlık politikalarına destek vermiş ve Bulgaristan ile uluslararası arenada azınlıklar konusunda işbirliği içinde olabileceği sinyalini göndermiştir. Yunanistan’ın o dönemki lideri Papandreu, Bulgar mevkidaşı Jivkov ile yaptığı bir görüşmede söz konusu işbirliğini gündeme getirmiştir. Bu durum, Ankara Yönetimi tarafından kendisine yönelik bir Atina-Sofya ekseninin oluşturulduğu şeklinde algılanmıştır.199 Yunanistan’da bulunan Batı Trakya Türkleri ile Bulgaristan’ın güneyinde bulunan Türk azınlığın coğrafya anlamında komşu olmaları, kan bağı ve ortak tarihsel geçmiş gibi bir dizi özelliğe sahip olmaları Sofya ve Atina Yönetimlerini aynı potada buluşturmuştur.

Bulgaristan’ın 1984-1989 yılları arasında gerçekleştirdiği Bulgarlaştırma çalışmaları ile yine aynı dönemde Batı Trakya’daki Türklerin de bir takım sorunlar nedeniyle200 Yunan devletiyle karşı karşıya gelmiş olmaları dikkat çekicidir. Dolayısıyla her iki devlet de eş zamanlı olarak, bünyelerindeki Türk azınlıklar ile sorun yaşamışlardır. Ancak ne var ki, yaşanan tüm bu sorunlar, azınlık merkezli olarak değil; devlet merkezli olarak çıkmıştır.

Farklı bir açıdan bakıldığında ise, sadece Bulgaristan Türklerinin değil; diğer Balkan Türklerinin genelde aynı kadere sahip oldukları ileri sürülebilir.

Türkiye’nin Bulgaristan’da yaşanan trajik gelişmelere uluslararası toplumun dikkatini çekme çabası, kısmen başarılı olarak nitelendirilebilir. Bulgaristan Yönetimi bazı devletler tarafından sembolik bir şekilde eleştirilmiştir. Dolayısıyla Ankara Yönetimi, Sofya’yı yeterince köşeye sıkıştıramamıştır.201

Aslına bakılırsa, Bulgaristan, Türkiye’nin bu asimilasyon politikalarına pek fazla ses çıkarmayacağını tahmin etmekteydi. Dönemin Soğuk Savaş koşulları içerisinde meselenin çok fazla büyümeden kendi isteği doğrultusunda çözümleneceğini; Türkiye’nin girişim ve müdahalelerinin ise blok çatışması olarak algılanacağını tahmin etmiştir.

Türkiye ise, başlangıçta yaşadığı kısa süreli tedirginlikten sonra, aktif bir biçimde süreç içerisinde ve yaşanan gelişmelerin karşısında yer almıştır. Bununla birlikte Ankara Yönetimi agresif bir tutum benimsememiştir. Zira dönemin şartları itibariyle, Türkiye’nin çok

199 Coşkun, a.g.e.a.y.

200 Yunanistan’da söz konusu dönem içerisinde Batı Trakya Türkleriyle ilgili yaşanan gelişmeler için bkz. Hakan Baş, Unutulan Batı Trakya Türkleri, Umay Yayınları, İzmir, 2005, ss.53-55.

201 Coşkun, a.g.e., a.y.

fazla seçeneği var iken, sorununun ikili diplomasiyle çözülmesi taraftarı olmuştur.202 Söz konusu davranış seçenekleri, 1974 Kıbrıs müdahalesi örneğinden hareketle, Bulgaristan’a fiilî askerî müdahaleden, Türkleri ayrılıkçı bir modelde teşkilatlandırarak Bulgaristan’ı içsel olarak istikrarsızlaştırmaya kadar varmaktaydı. Ankara’nın Sofya Yönetimine yaklaşımı ve önerisi, geniş kapsamlı bir göç anlaşmasının imzalanmasıyla sorunun çözümü istikametinde olmuştur.203 Dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Türkiye’nin 1984-89 yıllarındaki Bulgaristan politikasının Bulgar Yönetimine, içine düştüğü yanlıştan dönmesi için süre ve hareket alanı bıraktığını ifade etmiştir.204

Bulgaristan, Türkiye ile anlaşmaya yanaşmazken; Türkiye yaşanan gelişmeleri uluslararası toplumun dikkatine sunma uğraşı içinde olmuştur. Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler (BM), İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) ve Avrupa Topluluğu (AT)205 gibi kurumlar nezdinde çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. Yılmaz, Türkiye’nin o dönemki uluslararası girişimlerini şöyle ifade etmektedir:206

“Bulgaristan’la ikili olarak bu meseleyi düzenleme imkânı olmayınca, zamanın Türk hükümeti bu meseleyi uluslararası forumlara götürmüştür. Akla gelebilecek bütün örgütlerde, forumlarda ilgili olsun olmasın; bu uygulama gündeme getirilmiş ve bu örgütlerden büyük ölçüde destek alınmıştır. Zamanın BM Genel Sekreteri Perez de Queallar’a ben mektup yazdım. Bu meseleye Birleşmiş Milletler olarak müdahil olmasını istedim; çünkü Birleşmiş Milletlerin kuruluş anlaşması buna imkân sağlıyordu. İki defa İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) yıllık toplantılarına katıldım;

bu meseleyi gündeme getirdim. İKÖ, bu meselede bize büyük destek vermiştir. Özel bir temas grubu teşkil etmiştir, o temas grubu Bulgaristan’ı iki defa ziyaret etmiştir, orada yapılan uygulamaları bizzat gözlemiştir ve Bulgar Hükümetinin son derece aleyhine bir rapor hazırlamıştır. O raporu, Suudi Arabistan’da 1989 yılında yapılan İKÖ Hükümet Başkanları toplantısına sunmuşlardır. Bunun üzerine örgüt, Bulgaristan’a çağrıda bulunmuştur. Temas grubu ikinci kez Bulgaristan’a ziyaret etmek istemiş ama Bulgaristan bunu kabul etmemiştir. Onun üzerine, biz o temas grubunu buraya getirdik; buraya göç etmiş soydaşlarımızla temaslarını sağladık. Dolayısıyla, İKÖ bu

202 1985 yılının başlarında iki ülke arasında diplomatik anlamda nota düellosu yaşanmıştır. Ankara Yönetimi, Sofya nezdinde temaslarını sürdürürken; Nisan 1985’te Bulgaristan’a 3. notasını vermiştir. Türkiye’nin Bulgar Hükümetine baskısı Sofya’yı rahatsız ederken; Sofya Yönetimi ise ısrarla Bulgaristan Türkleri sorununu kendi iç meselesi olarak görme eğiliminde olmuştur. Tercüman, 13 Nisan 1985.

203 Hürriyet, 23 Şubat 1985.

204 Yılmaz, “Göç Süreci ve Türkiye”.

205 Henüz Maastricht Antlaşması imzalanmadığı için Avrupa Birliği’nin eski adı.

206 Yılmaz, “Göç Süreci ve Türkiye”.

meselenin çözümü ve Bulgaristan’ın bu yanlışından döndürülmesi için Bulgar Hükümeti nezdinde bize büyük yardım sağlamıştır. Avrupa Birliği ülkeleri Bulgaristan’a büyük baskı yapmışlardır, hatta o tarihlerde Bulgaristan’la aralarında müzakereleri dondurmuşlardır. Sonunda Türkiye’nin izlediği bu akılcı ve sabırlı politika, çağın da yardımıyla, çağın gidişatına da uygun olduğu için semeresini vermiştir. 1989 Ağustos’unda, zannediyorum, göç tamamlanmıştı. 2-3 ay içerisinde Türkiye’ye toplam 360.000’den fazla soydaşımız göç etti. Türkiye tüm imkânlarını seferber ederek bu soydaşlarına sahip çıktı. Onlar için geçici kamplar kurdu, çadır kentler kurdu, bunlara kira yardımları yaptı, bunlara devletin misafirhanelerinde ikamet imkânı sağladı.”