• Sonuç bulunamadı

Militan (Mücadeleci) Demokrasi Açısından

III. SİYASAL PARTİLER VE DEMOKRASİ

2. Siyasi Partilerin Yasaklanması ve Demokras

2.1. Parti Yasağı Sorunu

2.1.2. Militan (Mücadeleci) Demokrasi Açısından

Liberal görüşü eleştirenler, totaliter partilerin çok partili rejimin özgürlükçü ortamından yararlanarak demokrasiyi yıktıklarına işaret etmişlerdir. 20. yüzyılda en büyük tehlike, iktidarı ele geçirmek ve tekeline almak amacını taşıyan partiler olmuştur. Nitekim, 2. Dünya Savaşından önce Almanya ve İtalya’da kurulan antidemokratik rejimler bunun en çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır (Perinçek, 1985: 203). Bu

gelişmelerin ardından liberal görüşün savunduğu özgürlükçü ortam tartışılmaya başlanmış ve bu noktada “militan demokrasi” anlayışı gündeme gelmiştir.

Militan demokrasi en kısa şekilde “demokrasinin kendi kendini koruması” olarak ifade edilmektedir. Bu görüşte “özgürlük düşmanlarına özgürlük tanınamaz” ilkesi esas alınmakta ve iktidara gelmeleri halinde demokrasiye aykırı hareket edecek partilere karşı önlem alınması gerektiği savunulmaktadır.

İkinci Dünya Savaşından sonra, yaşanan gelişmelerin de etkisiyle Batı Avrupa devletleri, özgürlükleri yok etme ve demokratik rejimi tehlikeye düşürme eğilimleri olan örgütleri yasaklama anlamında, “militan (mücadeleci) demokrasi” anlayışını anayasa hükümlerine yansıtmışlardır. Bu konuda başı çeken anayasalar, İtalya ve Federal Almanya Anayasaları olmuştur. Daha sonra, Türkiye, İspanya, Portekiz ve Yunanistan Anayasaları da bu anlayışı yansıtan hükümlere yer vermiştir. 1947 tarihli İtalyan Anayasası’nın 49. maddesi, “parti faaliyetlerinin demokratik ilkelere uygun olması gerektiği”ni hükme bağlarken, 1949 Federal Alman Anayasasının 21. maddesi bu konudaki en radikal hükmü koymuştur. Buna göre; “amaç veya etkinlikleri özgür ve demokratik anayasal düzeni zedeleme veya kaldırmaya yönelen siyasal partiler kapatılır” (Tanilli, 2002: 238; Küçük, 2002: 12- 14; Kaboğlu, 1999: 78).

Militan demokrasi anlayışının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) de yansıdığı söylenebilmektedir. Sözleşmenin 17. maddesine göre, “bu sözleşme hükümlerinden hiç biri, bir devlete, topluluğa veya kişiye, sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz” denilerek, tanınan hak ve özgürlükleri kullanarak bunları yok etme girişiminde bulunmayı yasaklamaktadır.

Liberal demokrasi anlayışının sahipleri, “militan demokrasi” anlayışını özgürlükçü demokrasi esaslarından sapma olarak değerlendirmektedirler. Çünkü liberal görüşe göre, özgürlükleri kısarak ve politik alanı aşırı bir şekilde daraltarak demokrasi korunamaz. Bu görüşe karşı olan militan demokratlar ise, totaliter partilerin çok partili rejimin özgür ortamından yararlanarak demokrasiyi yıktıklarına işaret etmişlerdir. Bu

görüş yandaşlarının amaç olarak gösterdikleri, hür demokratik düzeni, demokrasi ve hürriyet düşmanlarına karşı korumaktır. Militan demokratlara göre, “liberal demokrasinin sloganları kulağa hoş gelmekle birlikte, bu yüzeysel bir gerekçe olup, bu tür fikirleri savunanlar gerçek anlamda demokrat değillerdir”. Onlara göre demokratik rejim, asıl, diktatörlüğün kuruluşuna seyirci kaldığı, onu savunanlara bu hakkı tanıdığı zaman kendi kendisiyle çelişkiye düşer, hatta kendini inkar etmiş olur. Özetle, militan demokrasi taraftarlarına göre “özgürlük düşmanlarına özgürlük yoktur” (Hakyemez, 2000: 257-258; Küçük, 2002: 70- 72).

Erdoğan, “devletin kendini koruması” tezinin, Türkiye’de neredeyse devletin resmi söylemi haline geldiğini belirtmekte ve bu durumu, Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokrasi olmasının önündeki en büyük engel olarak nitelemektedir. Ona göre, “demokratik bir devletin birinci amacı kendini korumak olamaz; onun amacı toplumu korumak; yani yurttaşlarının esenlik içinde bir arada yaşamasını temin etmek ve onlara hukuki güvenceler sağlamaktır”. Diğer bir ifadeyle, parlamentosu, yürütme ve idaresi ve yargı teşkilatı güç kullanılarak çalışmaktan alıkonulmadığı sürece, ortada devletin varlığı ile ilgili bir sorun yoktur. Yani normal işlevini sürdürdüğü sürece, devletin korunması diye bir şey söz konusu değildir. Öte yandan “demos’suz (halk) demokrasi olamayacağına göre, demokrasinin kendi yurttaşlarının iradesini dışlaması, kendini onlardan koruması diye de bir şey olamaz” (Erdoğan, 2001: 60-64).

2.1.3. Değerlendirme

Militan demokrasi anlayışı, aslında, liberal demokrasilerde gelişen bir anlayıştır ve bu görüşler içerik olarak birbirine tamamen aykırı değildir. Bazı yönlerden aralarında sadece söylem farkı bulunduğu söylenebilir. Militan demokrasi, liberal demokrasinin günümüzde ulaştığı bir aşama olarak da değerlendirilebilir. Militan demokrasi anlayışının gündeme gelişinde, liberal demokrasilerde yaşanan ekonomik ve sosyal sorunlar kadar, bazı hukuksal ve siyasal nedenler de etkili olmuştur. Liberal demokrasilerin demokrasiyi yıkma yönündeki siyasal akımlara karşı mücadelede yetersiz kalması bunlardan ilkidir. Demokrasinin salt “çoğunluğun yönetimine” indirgenmiş olması da bir diğer neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sayede çoğunluğu ele geçiren totaliter yönetimlerin demokrasiye zarar verdikleri görülmüştür.

“Çoğunlukçu demokrasi” anlayışını aşan, hegemonyacı, dayatmacı kimlikleri dışlayan ve hiçbir iktidarın, gücün tek elde toplanmasına izin vermeyen “çoğulcu demokrasi” anlayışı bu noktada liberal demokrasiler için bir güvence oluşturmaktadır (Hakyemez, 2000: 16-29).

Doktrinde her iki eğilimi de yansıtan görüşler mevcuttur. Ancak çoğunluk, siyasi partilerin gerekli olduğu durumlarda yasaklanması görüşündedir. Ancak, sözü edilen gerekli durumların neler olduğu, partilerin hangi durumlarda, nasıl ve ne ölçüde yasaklanacağı konusunda da görüş aykırılıkları mevcuttur.

Sonuç olarak, demokrasi anlayışı liberal veya militan olsun, her ülke, rejimini tehdit eden veya tehlikeye sokması muhtemel olan hareketlere karşı yasaklama eğilimine girmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, iki görüş arasında sadece bir söylem farkının bulunduğu söylenebilir. Demokrasinin temel felsefesi bakımından her iki yaklaşım için de önemli olan, “özgürlüğün temel bir değer olarak korunması ve yasağın bu temel değere hizmet ettiği ölçüde var olması ve uygulanmasıdır. Bir ülke, bu hassas dengeyi koruyabildiği ölçüde demokrattır”. Özetle, bir ülkede sadece yasakların varlığı, o ülkenin demokratik niteliği için sakınca oluşturmamaktadır. Önemli olan yasaklama boyutunun, özgürlükçü demokratik düzeni ve ülkenin varlığını koruma amacıyla ölçülü bir dengede tutulmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizde, SPK’nin öngördüğü yasaklama rejiminin, parti yasağı ve özgürlük dengesini yasak lehine bozduğunu söylemek mümkündür (Sağlam, 1999: 73- 74). Yukarıda da ifade edildiği gibi, bu durum dolaylı da olsa parti içi demokrasiyi etkilemektedir. Çünkü, siyasi partilere ifade özgürlüğü bakımından getirilen yasakların çokluğu, kapatılma ya da başka yaptırımlara maruz kalma korkusu ile parti üyelerinin görüşlerini ifade edebilmesi ve parti içinde demokratik bir tartışma ortamının yaratılmasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Somutlaştırmak gerekirse, 1982 Anayasası’nın 3. maddesi ile SPK’nin 80., 81., ve 83. maddelerinde “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesi yer almaktadır. Buna göre, SPK’nin 80. maddesinde, “Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacı güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar” denilmektedir. Yani, bir siyasi parti ve onun

milletvekilleri, Türkiye’de federal sistemin kurulmasının savunulamayacağını açıkça kabul etmek zorundadır. Oysa, böyle bir sürecin, parti içi demokrasi olgusu içinde yer alamayacağı, bunun bir siyasal amaçlı hukuki sınırlama olduğu ortadadır. “Parti içi demokrasi, sonuçta, karar mekanizmasına dayanacağından; bu sürecin ülkenin bölünmesi yolunda işleyemeyeceği açıktır”. Yine siyasi partiler, “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi içinde, milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler”. “Tüzük, program ve faaliyetlerinde, “Türkçeden başka dil kullanamazlar. Bölgecilik ve ırkçılık amacını güdemezler ve Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesine aykırı faaliyette bulunamazlar” (Tuncay, 1996: 150- 151).

Tuncay’a (1996: 151) göre bu ilkeler ne yazık ki ihlal edilmekte, örneğin, partiler tarafından bölgecilik ve ırkçılık temaları işlenmektedir. “Oysa rejimin geleceğini ilgilendiren ve anayasal sınırlamalar olarak kanunlarda yer alan ve hukuki gerekçelerinde haklılıklar bulunan bu istisnalar üzerinde, polemik ve çelişkiler yaratacak düşünce ve faaliyetleri de parti içi demokrasi içinde yorumlamamız mümkün görülmemektedir”. Özetle, yazara göre bu sınırlamalar, haklı gerekçeler ile konulmuştur ve bunların savunulmasının yasaklanması, parti içinde görüşlerin özgürce tartışılması kapsamında ele alınmamalıdır.

Öte yandan, Anayasa ve yasaların devletin varlığını, bütünlüğünü ve devamlılığını koruması doğal olmakla birlikte, devletin bütünlüğü ve devamlılığı ile ilgili olmayan düzenlemeleri gereksiz bulan, bu gibi düzenlemelerin parti içinde tartışma imkanını kısıtladığını ve dolayısıyla parti içi demokrasiye aykırı olduğunu belirten görüşler de mevcuttur. Örneğin, Anayasa ve SPK gereğince, hiçbir partinin, Türkiye’nin federal bir devlet sistemini benimsemesini öneremeyecek olması da bu kapsamda değerlendirilebilir (Yanık, 2002: 135-136). Özetle, devletin varlığı, bütünlüğü ve devamlılığını korumak amacını aşan kısıtlamalar, parti içinde çeşitli görüşlerin serbestçe dile getirilmesini sınırlandırdığından, parti içi demokrasinin gelişebilmesini engellemektedir.