• Sonuç bulunamadı

3. Demokrasi Biçimleri: Doğrudan Demokrasi, Temsili Demokrasi ve Yarı Doğrudan Demokras

3.1. Kavram ve Eleştiriler

Egemenliğin kullanılması bakımından demokrasinin üç tür uygulama biçimi bulunmaktadır. Bunlar, “doğrudan demokrasi”, “temsili demokrasi”, ve “yarı-doğrudan demokrasi”dir. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi, bunlardan ilkinde halk, egemenliği aracısız olarak, yani doğrudan kendisi kullanırken, ikincisinde temsilcileri aracılığı ile kullanmaktadır. Üçüncüsünde ise egemenlik halk ile temsilcileri arasında paylaştırılmaktadır. Yarı doğrudan demokraside halk yine temsilcilerini seçmekte, ancak, özellikle yasama alanındaki çok önemli konularda, kendi karar alma yetkisini kullanabilmektedir. Halkın bu yetkiyi kullanma usulleri ise; veto, referandum ve teklif hakkıdır (halkın inisiyatifi). “Doğrudan hükümet” de denilen “doğrudan demokrasi” tipinde devlet için gerekli olan bütün kararlar, yurttaşlar topluluğu tarafından aracısız ve temsilcisiz olarak alınmaktadır. “Doğrudan demokrasi”, halkın, halk tarafından yönetilmesini öngörmektedir. Dolayısıyla, doğrudan demokrasi, demokrasinin ideal anlamına en yakın olan sistem olarak kabul edilmektedir (Gözler, 2006:115; Çam, 2005: 403).

Günümüzde doğrudan demokrasi tipi sadece İsviçre’nin bir küçük dağ kantonunda ve dört yarım-kantonunda uygulanmaktadır. Ancak, geçmişi oldukça eskilere dayanır. “Doğrudan demokrasi” uygulamasına ilk kez antik çağda Yunan sitelerinde rastlanmıştır. Bu sitelerde vatandaşların “agora” veya “forum” denen bir meydanda toplanarak oluşturdukları ecclesia denen meclis, kanunları oylamak, savaşa ve barışa karar vermek, hakimleri atamak, siyasal davalara bakmak gibi pek çok önemli görev üstlenmiştir. Ancak, eski Yunan’da tam bir demokrasinin olduğu sanılmamalıdır (Gözler, 2006: 115-116). Esasen, Atina demokrasisinde sınırlı katılıma dayanan bir yönetim mevcuttur. Zira, bütün önemli kararlar, sadece “yurttaşların” katıldığı meclis tarafından alınırdı. Toplumun önemli bir kesimini oluşturan kölelerin, kadınların ve Atinalı olmayan yabancıların oy kullanma hakkı bulunmamaktadır (Erdoğan, 2005:

108-109). Bu tür bir uygulamanın günümüzün demokrasi anlayışı ile bağdaşmadığı açıktır.

Günümüzde, demokrasinin yaygın olarak uygulanan modeli “temsili demokrasi”dir ve halkın doğrudan değil, temsilcileri aracılığı ile kamu yönetiminde söz sahibi olması anlamını taşır. Bu düşüncenin varsayımlarına göre; belli aralıklarla yapılan seçimlerde, halk, kendi görüş ve düşüncelerine uygun bir siyasal anlayışa sahip olduğuna inandığı adayları temsilcisi olarak seçer. Temsili demokrasi uygulamasında, halkın görüş ve isteklerini oluştururken, kendisi için en iyi ve en doğru çözümleri bildiği ve adaylar arasından en uygun olanını seçebildiği varsayılmaktadır. Diğer yandan, seçim sisteminin halkın görüşlerine uygun bir meclisin oluşmasına olanak verdiği, temsilcilerin de halkın görüş ve isteklerini siyasal süreç içinde verilecek kararlara en doğru biçimde yansıttığı, sadakat ve dürüstlükle halkın görüş ve isteklerine uygun hareket ettiği de diğer varsayımlar arasındadır. Sorun, bu varsayımların gerçek dünyada doğrulanıp doğrulanmamasında ortaya çıkmaktadır (Türkiye Bilişim Şurası, 2002: 20). Temsili demokrasinin ne derecede demokrasi olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışmaları da bu sorun üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Günümüzde pek çok düşünürün üzerinde uzlaştığı görüşe göre; ülke kadar büyük bir yerde doğrudan demokrasinin gereklerini yerine getirmek çok zordur; hatta bir noktadan sonra mümkün değildir. Tek uygulanabilir çözüm, ne kadar kusurlu olsa da, vatandaşların en tepedeki memurları seçmeleri ve bir sonraki seçimlerde onları görevden alabilme ve yaptıklarından sorumlu tutabilme hakkıdır (Dahl, 2001: 97).

Oysa, Rousseau (1999: 153), “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde, büyük ölçekli devletlerde eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzenin nasıl uygulanabileceği konusunda temsili demokrasinin kurumlarına başvurmayı tümüyle reddetmektedir. Ona göre “her ne olursa olsun kendine temsilciler edinen bir halk, artık özgür değildir; yoktur artık o”. “Bir millet kendine temsilciler seçtiği anda, özgürlüğünü de, varlığını da yitirmiş olur”.

Temsili yönetimlerin kurulma nedenleri Rousseau’ya (1999: 150-151) göre, yurt aşkının küllenmesi, devletlerin aşırı büyümesi, özel çıkarların kamu çıkarlarının önüne geçmesi, fetihler ve iktidarın kötüye kullanılmasıdır. Tüm bu gelişmeler, ulusal

meclislerde milletvekillerinin ya da temsilcilerin kullanılması fikrini esinlemişlerdir. Oysa, düşünüre göre “egemenlik başkasına devredilemediği gibi temsil de edilemez. Çünkü asıl olarak genel istençten oluşur ve istenci temsil etmek olanaksızdır. Ya kendisidir ya da başka bir şey; ikisinin ortası olamaz. Dolayısıyla da halkın vekilleri onun temsilcisi değillerdir, olamazlar da; olsa olsa onun geçici, özel işlerini yürütmekle görevli olabilirler. Doğrudan doğruya halkın onaylamadığı hiçbir yasa geçerli değildir; yasa bile değildir”. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde katılımcı anlayışı ön plana çıkardığı görülmektedir.

Dahl (2001: 108-109) da demokratik bir araç olarak temsilin karanlık bir geçmişi olduğunu belirtmektedir. Temsili hükümetler demokratik bir uygulama olarak değil, demokratik olmayan hükümetlerin (çoğunlukla krallıkların), özellikle savaşabilmek için istedikleri, değerli gelirlere vb. kaynaklara el koyabilmek için kullanabildikleri bir araç olmuştur. Yazar, sonuç olarak, temsilin demokratik olmayıp, sonradan teoriye ve pratiğe uygulandığını, temelde demokratik olmayan bir kurum olduğunu belirtmektedir. Doğrudan demokrasi, şehir gibi küçük bir birimde, temsili demokrasiden daha etkin bir katılım sağlayabilmesine rağmen, demokratik reformcular tarafından temsili sistemin değiştirilmesine gerek görülmemiştir. Dahl’a göre bunun nedeni yukarıda bahsedilen tarihi nedenlerde yatmaktadır.

“Demokrasi yaşamını ideallerine borçlu olan tek yönetim şeklidir” (Eren, 2001: 101). Daha önce de belirtildiği gibi, doğrudan demokrasi, demokrasi idealine en yakın sistemdir. Ne var ki, günümüzde pratik güçlükler nedeniyle uygulanması imkansız denecek kadar zordur. Zira, milyonlarca kişiden oluşan bir devletin halkını bir meydanda toplamak ve bu meydanda eski Yunan sitelerindeki gibi kararlar almak imkansızdır. Bu nedenle, “doğrudan demokrasi” günümüz için, en azından şimdilik, bir ideal olmaktan öte gidememiştir. Ancak, teknoloji ve bilişim sektöründe yaşanan ilerlemeler, doğrudan demokrasinin uygulanabileceği yönünde yeni bir umut olarak kabul edilmektedir.

Modern bilgi ve iletişim teknolojilerinin halkın karar alma süreçlerine doğrudan katılımı bakımından sunduğu olanaklar ve günümüzde sınırlı da olsa halkoylaması örneğinin ortaya koyduğu sonuçlar, doğrudan demokrasinin modern devlette

uygulanabileceği konusunda umut vermektedir. Ancak, bu konu hakkında büyük görüş farklılıkları bulunmaktadır. Doğrudan demokrasiye yöneltilen eleştirilerin başında, nüfus ve toprak bakımından çok büyük ölçeğe sahip modern devlette, kamusal politikaları belirlemek üzere, halkın oylama ile katılımını sağlamanın imkansız olduğu eleştirisi gelmektedir. Oysa, aksi görüşte olanlar, elektronik medyanın, sağlıklı bir müzakere ve oylama için insanların bir araya gelmesini zorunlu olmaktan çıkardığını belirtilmektedir (Uygun, 2003: 192).

Diğer bir eleştiri ise, doğrudan demokrasinin, temsili bir demokraside önemli bir yeri olan siyasal partiler, parlamento ve hükümet gibi kurumları işlevsizleştireceği ya da tümüyle ortadan kaldırabileceğidir. Bu durumda, tutarlı ve istikrarlı bir politikanın oluşturulamayacağı, zira, politikanın her geçen gün değişen çoğunluklara göre değişeceği ileri sürülmektedir. Bunun neticesinde ise rejimin kaosa sürüklenmesinin ve demokrasinin yıkılmasının önlenemeyeceği belirtilmektedir. Karşıt görüştekiler ise, doğrudan demokrasinin, mevcut siyasal kurumların tümünü ortadan kaldırmayacağını ifade etmektedirler. Yalnızca parlamentonun yasama yetkisinin halka bırakılacağı ve hükümet, siyasal partiler ve yargı organlarının güçlü bir şekilde varlıklarını sürdürdükleri bir modelin benimsenebileceği ileri sürülmektedir (Uygun, 2003: 193).

Doğrudan demokrasiye yönelik diğer bir eleştiri ise, sıradan yurttaşların, sağlıklı siyasal kararlar almak bakımından gerekli eğitime, ilgiye, uzmanlığa, zamana ve diğer niteliklere sahip olmayışlarının, yanlış kararların ortaya çıkması ve demokrasiye olan güvenin kaybedilmesi sonucunu doğurabileceği yönündedir. Doğrudan demokrasi savunucularına göre ise, politikacılar doğrudan demokraside önemli bir rol oynamaya devam edeceklerdir. Siyasal partilerde, hükümette ya da medyada görevler alıp, tartışmalara katılarak, müzakere sürecine önemli katkılarda bulunacaklardır. Üstelik, vatandaşların karar alma mekanizmasına bizzat katılımları da, uzun vadede onları eğitecektir (Uygun, 2003: 194).

Doğrudan demokrasinin karar alma sürecinin, azınlıkların çıkarlarının korunmasını son derece zorlaştıracağı da dile getirilen bir diğer eleştiridir. Buna göre, özellikle, kültürel, etnik ya da dinsel yönden farklılaştığı için hiçbir zaman çoğunluk haline gelemeyen grupların varlığı tehlikededir. Doğrudan demokrasi savunucularına

göre ise, bu sakınca, temsili demokrasinin de bir sorunudur. Toplumu oluşturan belli başlı gruplar arasında uzlaşmayı gerektiren karar alma süreçleri, hem temsili hem de doğrudan demokraside uygulanabilir (Uygun, 2003: 194).

Özetle, doğrudan demokrasi, demokrasi idealine en yakın model olarak kabul edilmekle birlikte, günümüzde uygulanabilirliği tartışmalıdır. Her ne kadar teknolojik imkanların bu sorunu azaltabileceği yönünde görüşler dile getirilmekteyse de, mevcut durum, şuanda bunun gerçekleşmesine olanak vermemektedir. Ancak, belki çok titiz çalışmaların yapılması kaydıyla, uzun vadede doğrudan demokrasi uygulamalarına yakın sonuçlar elde edilebilir. İnternet, bu amaçla kullanılabilecek araçların başında gelmektedir.