• Sonuç bulunamadı

Demokrasi Anlayışları: Liberal Demokrasi ve Marksist Demokras

“Klasik demokrasi”, “batı demokrasisi”, “liberal demokrasi”, “siyasal demokrasi”, “çoğulcu demokrasi” gibi kavramlar genel olarak aynı olguyu ifade etmek için kullanılmaktadır. “Klasik demokrasi, tarihsel olarak ilk ortaya çıkan demokrasi türü olup demokrasinin klasikleşmiş biçimidir”. Bu tür demokrasi, birbirinden farklı değişik siyasal ve kurumsal sistemler olan başkanlık rejimi, tek, çift ya da çok partili parlamenter rejim gibi çeşitli sistemleri bağdaşabilmektedir (Çam, 2005: 390). Öte yandan, Klasik demokrasi kavramı, Eski Yunan şehir devletlerinde uygulanmış olan ve bilinen en eski doğrudan demokrasi denemesini oluşturan “Atina demokrasisi” ile de aynı anlamda kullanılmaktadır9.

“Çoğulcu demokrasi, toplumda sayıca fazla olanların düşüncesini temsil edenlere iktidarı vermeyi amaç alır”. Batı kültürünün ortaya çıkarttığı ve bu kültürün değerler sistemine dayanan liberal demokrasi, kapitalist pazar ekonomisinin gerek duyduğu, sosyal ve siyasal kurumlardan oluşmaktadır. Nitekim, piyasa ekonomisinde, kişisel girişime dayanan kapitalist ekonominin yerleşmesini ve güçlenmesini sağlayan ortam liberal demokrasidir. Liberal demokrasinin temel özellikleri; genel oy, siyasal çoğulculuk ile kişi hak ve özgürlüklerinden oluşmaktadır (Çam, 2005: 390).

9 "Demokrasi Nedir”, Erişim: http://www.noktavirgul.com/genel/demokrasi-nedir.html, (10.06.2007),

Liberal demokrasinin, batı demokrasisi olarak da adlandırılmasının temel nedeni, Batı’nın ürünü olmasıdır. Ancak bu, sadece coğrafi temelle ilgili değildir. Zira bunda asıl etkili olan unsur, Batı uygarlığının eğilimleri ve temel verileri olmuştur. Batı uygarlığı ile liberal demokrasinin nitelikleri arasında genel ve ortak bazı eğilimler bulunmaktadır. Bu eğilimler; kişiye güvenç, diyalogun erdemine inanç ve rasyonelliktir (Çam, 2005: 395).

Kişiye güvenç, kişinin değer ve önemine olan inancı ifade etmekte ve bu düşünce Yunan felsefesine ve Roma uygarlığı düşüncesine kadar uzanmaktadır. Ortaçağda, teknik ve ekonomik ilerlemelerin de etkisiyle, özgür düşüncenin ortaya çıkmasıyla, dönem düşünürleri tarafından tekrar ele alınan ve geliştirilen kişiye güvenç düşüncesinin, liberalizme ve liberal demokrasiye büyük katkısı olmuştur. 18. ve 19. yüzyıllarda, kişiye güvenin görüntüleri; ilk olarak, sosyal ve siyasal alanda özgürlüklerin tanınması, ikinci olarak, tüm insanların hukuken eşit olduğunun tanınması ve üçüncü olarak da, siyasal planda kişiye güvencin sonucu olarak oy hakkının genelleşmesi şeklinde belirmiştir (Çam, 2005: 397-398).

Diyalogun (tartışma-görüşme) erdemine inanç, insanların karşılıklı görüşerek, tartışarak gerçeğe daha kolay ulaşabileceklerini ifade etmektedir. “Batı demokrasisinin anlamı, ulus devlet çerçevesi içinde, özgürlük ile iktidarın barışçı bir biçimde bir arada bulunmasıdır”. Rasyonellik ise, akıl yoluyla gerçeğe ve doğruya ulaşılabileceğini anlatmaktadır ve bu dönemde demokrasi, iktidara kaynak olarak metafizik kavramları (Tanrısallık gibi) değil, rasyonel bir temel olan “halk”ı bulmuştur (Çam, 2005: 398- 399). Tüm bu kavramlar, liberalizmin ve liberal demokrasinin doğuşunda önemli bir rol oynamış ve liberalizmin temel öğelerini oluşturmuştur.

Liberalizmin temelinde, insan kişiliğinin birinci değer olduğu varsayımı yatmaktadır. Bireylerin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri ve kendileri için iyi olanı elde edebilmeleri için hiçbir dış engel ve müdahaleyle karşılaşmamaları gerektiğini savunan liberalizm, bunun için de, devlet tarafından, bireysel hak ve özgürlüklerin tanınması ve bu hakların korunması gerektiği üzerinde durmaktadır (Erdoğan, 2006: 44).

Liberal demokrasi, kısaca, özgürlük sistemine dayanan “halk yönetimi” olarak tanımlanabilir. Liberal demokratik sistemde yönetenlerin belirlenmesi ve temel siyasal kararların alınması vatandaşların rıza ve onayına dayanmaktadır. Siyasal iktidarın yetki alanı ise, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde sınırlandırılmaktadır (Erdoğan, 2005: 110).

Liberal demokrasi, yönetim düzeyinde özgürlüğü; kamu işlerinin yürütülmesinde çeşitli düşüncelerin varlığını kabul etmektedir. Bu farklı görüşlerin içinden çıkarak oluşacak çoğunluğun da temsilciler vasıtasıyla toplumu yöneteceği kabul edilmektedir. Ancak, liberal demokraside, azınlıkların korunması, yani, çoğunluğun azınlığa mutlak bir biçimde hakim olmasını engelleyecek önlemlerin alınması büyük bir önem taşımaktadır. Zira, azınlık da bir gün çoğunluk haline gelebilme hakkına sahip olmalıdır (Çam, 2005: 406).

Özetle, liberal demokrasinin en temel öğesi, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence altına alınmasıdır. 18. ve 19. yüzyılın liberal anlayışında, devletin bireysel haklar alanına olabildiğince az derecede müdahale etmesi talep edilmiştir. Oysa, bugünün koşullarında haklar, devlete yöneltilebilecek taleplerin hukuki biçimde onaylanmasına dönüşmüştür. Yeni hak anlayışı, artık bu hakların gerçekleşmesi için devletin karışmaması gibi negatif bir tutumu değil, aksine, bunların sağlanması için devletten pozitif bir müdahale beklemektedir (Çam, 2005: 408).

Bir diğer demokrasi anlayışı olan “Marksist demokrasi” ise, 1917 Rus Devrimi sonrasında ortaya çıkmış olup, çoğulcu demokrasi anlayışıyla büyük farklar gösteren ve siyasal olmaktan çok ekonomik içeriği olan bir anlayıştır. Marksistlere göre klasik demokrasi, işçilere, ancak burjuvazinin sürekli hakimiyetini sağlayan ekonomik koşullara zarar vermeyecek kadar bir özgürlük tanımaktadır ki; bu bir aldatmacadır. Marksist demokrasi, toplumdaki sınıf çatışmalarının giderilmesi için üretim araçlarının işçi sınıfı hakimiyetinde olması gerektiğini ileri sürmektedir. Bütün çatışmaların, toplumdaki sınıf farklılaşmasından kaynaklandığını savunan bu görüş, özgürlük yerine bağımsız kılma, özgürleştirme ve kurtarmadan sözetmektedir (Çam, 2005: 409).

Marksizm, kişisel özgürleşmede üç aşama öngörmektedir; birinci aşama, burjuva kapitalist devletin yıkılması aşamasıdır. Bundan sonra ikinci aşama başlamaktadır ki, bu da; işçi sınıfının diktatörlüğünün kurulmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için, işçi faaliyetine set çeken bütün sınırlamalar kaldırılmakta ve geleneksel anlayış tam tersine çevrilmektedir. Üçüncü aşama ise komünizme geçtikten sonraki aşamadır. Bu aşamada, kapitalist ve burjuva zihniyetinin tüm kalıntıları ortadan kalktıktan sonra, kurulmuş olan proletarya diktatörlüğü (işçi sınıfının diktatörlüğü) de son bulacaktır. Bu noktada, devletin görevleri yavaş yavaş azalacak ve zamanla devlet tamamen ortadan kalkacak, bu sayede de, insanlar gerçekten özgür olacaklardır (Çam, 2005: 409-410).

Bu aşamalarda öngörülenlerden anlaşıldığı gibi, Marksizm, kişinin zorla özgürleştirilmesini öngörmektedir. Zira, hakim sınıfın, hakimiyet aracı olan devletin bu hakimiyet ilişkilerine son vermesi beklenemez; bu tür bir davranış kendi kendisinin inkarı olacağından, insanı baskı altında tutan mevcut iktidarın yok edilmesi için burjuvaziyi yok etmek amacıyla proletarya diktatörlüğü kurulmalıdır. Ancak, demokratik olmayan proletarya diktatörlüğü, komünist toplumun da karakteristiği ve nihai hedefi değildir. Bu diktatörlük, sadece, kapitalizmden komünizme geçiş amacıyla kurulmalıdır (Çam, 2005: 410).

Özetle, Marksist demokrasi, bireysel özgürlüklerin onayı yerine, sınıfların özgürleştirilmesine yönelir ve kişiye çok az yer verir. Bu nedenle de, “bu demokrasi anlayışı ne kişiye ve ne de serbest tartışmaya elverişlidir” (Çam, 2005: 410). Hem liberal, hem de Marksist demokraside “özgürlük”, ulaşılmak istenen nihai hedeftir. Ancak, bu iki görüş arasındaki en önemli fark, Marksist demokrasinin, özgürlüğe, özgürlükçü olmayan yollardan ulaşılmasını da kabul etmesi, liberal demokrasinin ise, özgürlüğe hem bir araç, hem de ideal bir amaç olarak hayati bir önem atfederek, özgürlükçü olmayan yol ve yöntemlerle özgürlük arayışına izin vermemesidir (Deryal, 2007).

3. Demokrasi Biçimleri: Doğrudan Demokrasi, Temsili Demokrasi ve Yarı