• Sonuç bulunamadı

Liderin Parti İçi Demokrasiye Etkis

PARTİ İÇİ DEMOKRASİ 1 Kavram

3. Parti İçi Demokrasiyi Etkileyen Faktörler

3.2. Parti İçi Demokrasiyi Etkileyen İçsel Faktörler 1 Örgütsel Yapı

3.2.1.1. Liderin Parti İçi Demokrasiye Etkis

Siyasi parti liderleri, partilerin en tepe noktalarında yer alan, aktif ve de genellikle en çok çalışan kişilerdir. Öyle liderler vardır ki, mensubu olduğu siyasi parti onun kişiliği ve gücüyle yaşamaktadır. Bu tür parti liderleri, siyasi partiyi kendi kişilikleri ile bütünleştirdikleri için partilerin ömrü böyle liderlerin ömrü ile sınırlı olmaktadır. Lider ya da parti içinde üst görevlerde yer alan kişiler, parti içinde ve dışında büyük bir prestije sahip olduklarından, partiye oy kazandırmada önemli yer oynarlar (Öztekin, 2000: 76). Bu da, partinin merkezileşme derecesini arttıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çoğulcu ve katılımcı demokratik sistemlerde, liderlerin parti ile bütünleşmesi ve üstün bir otoriteye sahip olmasından endişe edilir. Zira liderin bu derece sivrilmesi, örgütsel iktidardan kişisel iktidara kaymaya yol açabilmektedir. Ancak, bu olumsuzluklarına rağmen, özellikle siyasi partilerde prestij sahibi, önemli yetkilerle donatılmış liderler yaratmak eğilimi vardır. Liderler partilerin en önemli unsurları olduğundandır ki, partiler arası mücadelelerde öncelikle liderler yıpratılmaya çalışılmaktadır. Öyle ki, parti ile bütünleşmiş liderin yıpratılması, siyasi partinin çözülmesine ve zaman içinde dağılmasına yol açabilmektedir (Öztekin, 2000: 76-77). Şüphesiz ki parti liderinin bu konumu partinin sürekliliğini zedelemektedir. Ancak, liderin sultaya varan bu konumunda, Duverger’ın (1974: 210-217) “iç çember” olarak adlandırdığı, liderin oligarşik çevresinden oluşan çekirdek kadronun22 da etkisi büyük olmaktadır.

22 Yanık (2002: 155), bu çekirdek kadroda yer alanların, kişilikli bir demokratik tutum takınmaları

Karizma olgusunun siyasetteki yansıması, makam ve kişinin birleşmesidir. “Karizma olgusunda lider ‘her şeydir’. Sadece partinin hukuki temsilcisi değil, aynı zamanda partinin özdeşidir. Partinin dıştaki yansıması ve partinin paradigmasıdır”. Siyasi partilerde karizma sahibi doğal olarak parti lideridir. Karizma sahibi lider, karar almada ve parti sisteminin çalışmasında en etkin durumda olduğu için makamıyla bütünleşmektedir (Yaşar, 1999: 934). Bu durum, parti üyelerinin parti liderine olan bağlılığını ve itaatini hat safhaya çıkarmaktadır. Böyle bir bağlılık durumunda ise parti üyelerinin yönetim üzerinde hiçbir etkinliği kalmamakta, parti içi demokrasi yok olmaktadır.

Duverger (1974: 241-247), bu duruma “iktidarın kişiselleşmesi”, karizma sahiplerine de “seçimle gelen krallar” demektedir. İktidarın kişiselleşmesi bazen çok ileri gidebilmekte, hatta ilahi bir nitelik haline gelebilmektedir. Uygulamadan bir örnek vermek gerekirse; Fransız Komünist Partisi lideri Maurice Thorez’in ellinci doğum yıldönümünde parti, mektup biçiminde yazılmış özel üyelik formları dağıtmış, formun üstünde “Komünist Partisine katılıyorum” değil, “Maurice Thorez’in partisine katılıyorum” sözleri yer almıştır. İktidarın kişiselleşmesine ek olarak, bazen iktidar ilahi bir nitelik de alabilmektedir. Bu durum, çok eski bir otorite biçimi olan “Tanrı-Kral” sisteminin yeniden canlanışıdır. Yazar, bu konuda da faşist partilerdeki liderleri ve Stalin devrinde Komünist Parti’de görülen uygulamaları örnek göstermektedir.

İktidarın kişiselleşmesi süreci tamamlandıktan sonra, iktidar sahibi, seçim dışındaki bir etkenle (doğal olmayan yollarla, örneğin; ölüm, devrim, siyasi yasak gibi) iktidarını kaybederse, partide siyasal çalkantılar baş göstermeye ve bir kaos süreci yaşanmaya başlamaktadır. Doğal olmayan ayrılma sonucunda yeni gelen lider, eski liderin hatırasına ihanet etmiş gibi kabul edilmekte ve uzun bir süre etkisini hissettirememektedir. Partilerde bu süreçte bölünmeler yaşanmaktadır. “Doğal olmayan ayrılma eğer ‘siyasi yasak’ ise, yeni lider tam bir kukla rolünü oynamaktadır”. Yeni lider de bunun bilincinde olup, durumu kabullenmektedir. Bu durum, kapatılan Refah Partisi ile Fazilet Partisi ve günümüzde de Saadet Partisi arasındaki ilişkide açıkça görülmektedir. Yeni Genel Başkan Recai Kutan’ın da bu durumu kabullendiği, mitinglerde Erbakan lehine attığı sloganlardan anlaşılmaktadır (Yaşar, 1999: 936).

Günümüzde “karizmatik lider” kavramı çok gözde bir kavramdır. Bu durum parti liderleri için de geçerlidir. Oysa, Peter F. Drucker (1992: 109-110), karizma istemenin, siyasi ölüm isteği olduğunu ifade etmektedir. Yazara göre, hiçbir yüzyılda 20. yüzyıldaki kadar karizmatik lider yetişmemiş, yine hiçbir siyasi lider 20. yüzyılın dört karizmatik liderinin verdiği zararı vermemiştir - Stalin, Mussolini, Hitler ve Mao. Yazara göre, önemli olan karizma değildir. “Önemli olan liderin doğru yolda mı öncülük ettiği, yoksa yanlış yöne mi sürüklediğidir… Karizma, sunulabilecek bir program olmadıkça, her zaman etkisiz kalır”. Gerekli olan ne siyasi değeri olan karizmadır, ne de siyasi değeri olmayan karizmadır. “Gösterişsiz, hareketsiz, donuk da olsalar, kendilerini taahhüt altına sokmayan, ortalığı karıştırmayan, bilgi ve beceri sahibi liderler çok daha iyidir”. Nitekim, Türkiye’de de karizmatik liderlik olgusu, parti içi demokrasi bakımından önem taşımakta ve tartışılmaktadır.

“Parti içi demokrasiden bahsedilirken, belki ele alınması gereken temel konulardan biri budur. Mevcut hukuk düzeni içerisinde, ister istemez, ortaya bir karizmatik lider kavramı çıkmaktadır. Siyasi Partiler Kanunu, belli bazı kurumlarıyla verdiği yetki ve sorumluluklarla bu yapıya destek veriyor. Ancak bu sonucu sadece hukuk düzenine bağlamak sağlıklı değildir. Bunun çok değişik nedenleri vardır. Örneğin, ortalama on yılda bir askeri darbelerin yapıldığı, siyasi partilerin tasfiyeye uğradığı bir ülkede, partiler tasfiye sonrası yeniden örgütlenebilmek için böylesine karizmatik kişiliklere ihtiyaç duymaktadırlar. Karizmatik lider, normal dönemde birleştirici bir unsur işlevi görürken, askeri darbelerin ardından da, yeniden kuruluşu gerçekleştiren toparlayıcı bir isim olmaktadır. Dolayısıyla, demokrasi geleneğinin askıya alınmadan, kesintiye uğramadan sürdürülmesi, bu eleştirilen noktanın aşılmasına katkı sağlayabilecektir” (Şener, 1995: 68- 71).

Nitekim, siyasi partilerde parti liderinin karizmasına bağımlılığın, siyasi partilerin yönetimini kısırlaştırdığı, dile getirilen eleştirilerin başında yer almaktadır. Bu tür bağımlılık, partiler için son derece önemli olan ekip çalışmasını güçleştirmekte ve yeni politikalar ve stratejiler üretilmesini önleyerek, siyasi ortamı olumsuz yönde etkilemektedir (Berberoğlu, 1997: 38). Parti liderinin karizmatik özelliklere sahip olması, parti merkezini güçlendirmekte ve yerel örgütler, merkeze itaat eğilimine girebilmektedir. Bunun nedeni, yerel örgütlerin de, güçlerini halkın sevdiği bu karizmatik liderden almalarıdır (Turan, 1986: 109).

Bir siyasi partinin örgüt dışındaki taraftar ve seçmenler üzerindeki etkisi, lider çevresinde yaratılan efsane ile kurulmaktadır. Bir partide güçlü bir lider yaratıldıktan sonra onun seçimle değiştirilmesi neredeyse imkansız hale gelmekte, liderlik kişiselleşmekte ve bu durum, lidere hem bir otonomi sağlamakta, hem de onun belli davranış kalıpları içinde hareket etmesini gerektirmektedir. Lider, seçmenlerden, taraftarlardan ve parti üyelerinden aldığı güç sayesinde alt kademeler üzerinde istediği tasarrufu yapabilmekte ve kendisine rakip olarak gördüklerini kolaylıkla tasfiye edebilir hale gelmektedir (Atabek, 2000: 39). Türkiye’de de siyasi partilerin çoğunda da sürecin bu şekilde işlediği görülmektedir. Ancak, sürecin bu şekilde işlemesinin tek sorumlusunu lider olarak görmemek gerekir. Zira, parti içi demokrasinin işletilememesinde parti milletvekillerinden, partilerin çeşitli kurullarında yer alan üyelerine kadar pek çok kişinin sorumluluğu vardır.

Liderlerin başında bulundukları partiye tam anlamıyla egemen olması, parti içi demokrasiyi engelleyen en önemli sorunlardan biridir. Türkiye’de partilerin alt birimlerinin üst birimler üzerindeki etki etme düzeyleri beklenenden düşük gerçekleşmektedir. “Parti içi alışkanlıklar bile, bu eğilimin devamını güçlendirmektedir. Gerçekten, Türkiye’de liderler, partiden daha fazla tanınmaktadır. Zaman zaman partilerin isimleri bile hatırlanmaz, ama liderler hatırlanır. Anadolu’daki halk arasında partilerden çok liderler anılır; “falan parti” üzerinde değil, “falan liderin partisi” üzerinde tartışılır” (Şener, 1995: 69-70). Bu durumun, karizmatik liderliğin doğal bir sonucu olduğu söylenebilir.

Liderinin, partiye öylesine hakim olduğu partiler vardır ki, parti liderinin partiden ayrılması, partide bölünmelere ve partinin dağılmasına neden olabilmektedir. Lider sultasının bu derece büyük olması ise partinin sürekliliğini zedelemektedir. Oysa, siyasal kurumların devamlılığı, aynı zamanda rejime de kurumsallık kazandırmaktadır. Gerek partinin, gerek rejimin devamlılığın sağlanabilmesi için, parti liderleri kadar potansiyel liderler de gereklidir. Zira, doğal ya da doğal olmayan yollarla liderin partiden ayrılması halinde, partinin bundan etkilenmemesi gerekir. Liderden sonra partiyi sürükleyecek ikinci ve üçüncü adamlar, siyasal ideolojiye ve partiye hareket kazandırabilir (Tuncay, 1996: 165). Bu nedenle, partilerde, potansiyel liderlerin de

varlığına ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, partinin ve rejimin sürekliliğinin tehlikeye girmesi söz konusu olabilir.

Liderin tutum ve davranışları onun siyasal kültürüne, siyasal bilincine, eğitimine, ekonomik düzeyine ve demokrasi ilkelerine bağlılık ölçüsüne göre değişmektedir (Tuncay, 1996: 73). Dolayısıyla liderin bu gibi özellikleri, başında olduğu partinin, parti içi demokrasi boyutunu büyük ölçüde etkilemektedir.

Siyasi partilerin kendi içlerinde nasıl daha demokratik olabileceği konusu, Türk siyasi partiler sisteminin en zayıf noktasını oluşturmaktadır. Bu zayıflığı giderilebilmesi için bir takım hukuksal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Örneğin, siyasi partilerin kongrelerini yaparken, adaylarını belirlerken, mutlaka uyacakları bazı kaideler belirlenmelidir. Aksi takdirde, yetkiler, siyasi partinin genel merkezinde toplanmakta ve genel merkezde toplanan bu yetkiler, sadece genel başkanlar tarafından kullanılmakta, sonuçta da parti içi demokrasi ortadan kalkmaktadır (Keçeciler, 1995: 28-29).

Özetle, liderlerin parti içi demokrasi bakımından oynadıkları rol son derece önemlidir. Zira, parti örgütü üzerinde büyük bir hakimiyet kuran liderin varlığı halinde demokratik karar alma mekanizmalarından söz etmek mümkün değildir. Bu sorunun giderilebilmesi için, Türkiye’de siyasi parti liderlerinin ve liderin yakın çevresinde yer alan parti yöneticilerinin, oligarşik eğilimlere girmelerini önleyici ve siyasi parti içinde karar alma mekanizmalarının demokratik esaslara göre yürütülmesini sağlayıcı hukuksal düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Bu yöndeki görüş ve öneriler üçüncü bölümde ele alınacaktır.