• Sonuç bulunamadı

İstikrarsızlık Nedeni Olarak Hastalıklar

ANTALYA’NIN TARİHİ, COĞRAFİ VE BEŞERİ ÖZELLİKLERİ

1.5. Antalya’nın Toplumsal ve Politik Kültürü Üzerinde Etkili Olan İstikrarsızlıklar

1.5.1. İstikrarsızlık Nedeni Olarak Hastalıklar

19. yüzyılda Antalya, Ortaçağ’dan itibaren şehir üzerindeki etkileri takip edilebilen bir dizi sâri hastalığın tekrar eden darbelerine maruz kaldı. 1830 ile 1845 arasında veba neredeyse on beş yıl boyunca Antalya’yı etkisi altına almış ve kitlesel ölümlere sebep olmuştu. 1866 ve 1895’te kitlesel ölümlere neden olan hastalık ise koleraydı.

Aslına bakılırsa Antalya’da vebanın 1830’ların başlarında dahi hüküm sürdüğü kesindir. Hatta bu nedenle 1831’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa Antalya iskelesinden gelen gemilere karantina uygulamak durumunda kalmıştı265. Ancak bu salgının etkileri hakkında ne bu

döneme tarihlenen şer’iyye sicillerinden ne de seyahatnamelerden ayrıntılı olarak bilgi edinmek mümkündür. Döneme ilişkin tek kaynak Joseph Wolff’un raporudur. 1831’de Antalya’ya gelen Joseph Wolff bu tarihte Antalya Müslümanları arasında vebanın oldukça şiddetli olduğunu belirtmiştir266

. 1831 nüfus tahririnde ise –bu tahrirde ölüm vakaları belirtilmiş ancak nedenlerine değinilmemişti– doğrudan vebaya atıf yapılmasa da çok sayıda şüpheli ölüm kayıt altına alınmıştır. Örneğin 1831’de şehrin dışında aynı hane içinde aynı tarihte gerçekleşmiş çocuk ölümlerinin şaşırtıcı yoğunluğu, bir salgın hastalığın varlığının habercisi gibidir267.

263 BOA. NFS. d. 3190.

264 BOA. NFS. d. 3190. 265

Orhan Kılıç, Eskiçağdan Yakınçağa Genel Hatlarıyla Dünyada ve Osmanlı Devleti’nde Salgın Hastalıklar, Elazığ, 2004, s. 206.

266 Joseph Wolff, Researches and Missionary Labours Among the Jews, Mohammedans, and Other Sects,

Philadelphia, 1837, s. 18.

267

BOA. NFS. d. 3190, s. 13-14, 21; BOA. NFS. d. 3192, s. 15-18, 27; BOA. NFS. d. 3193, s. 10, 14, 20; BOA.

NFS. d. 3197, s. 4. Bu tarihte gerçekleşen çocuk ölümleri ile ilgili ayrıca bkz. Mehmet Ak, “Teke Sancağında

1833 ve 1834’te vebanın Anadolu’daki etkileri azalmış olsa bile, buna rağmen veba Anadolu’nun Batı ve Güney sahillerinde –1834’de Charles Texier Tarsus’ta vebaya yakalanmış ve Antalya’ya geldiğinde durumu ağırlaşmıştır–268

varlığını devam ettirmişti. Bu dönemde Anadolu’da vebanın etkin olduğu şehirlerden biri de Antalya’ydı.

1835 ile 1838 arasında vebanın Anadolu’daki etkinlik sahası tekrar artmıştı. Bu tarihte Anadolu’da bulunan William Hamilton, 1836’da, sahil şeridinden ve Antalya’dan gelen haberler hiç de iç açıcı olmadığı için (sahil aksamında vebanın şiddetli bir biçimde hüküm sürmesi nedeniyle) Antalya’ya yapacağı seyahatten vazgeçmek zorunda kaldığını ve hiç vakit kaybetmeden İzmir’e dönme kararı aldığını yazmıştır269

. 1 Mart 1838 tarihinde ise Dr. W. R. Wilde, Antalya’nın batısındaki Macri Körfezi’nde (Fethiye Körfezi) vebanın etkili olduğunu, hatta bu coğrafya ve çevresinin vebanın etkisinden çok az muaf kalabildiğini ifade etmiştir270

. Charles Fellows, 1838’de, vebanın Keçiborlu ve Sandıklı’da etkili olduğunu yazmış, Macri Körfezi’nin veba nedeniyle karantina altında olduğunu belirtmiştir271. 1839’a gelindiğinde

Anadolu genelinde vebanın etkisinde bir gerileme gözlemlenmiş, fakat 1840 ile 1842 arasında veba birkaç bölgede tekrar ortaya çıkmıştı272

.

Veba, şüphesiz her zaman vakitsiz ölümlere neden olmuş, kendisiyle mücadele etmek konusunda çok az bilgiye sahip olan bu toplumun üzerine bir karabasan misali çökmüştür. Gerçi yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru salgın hastalıklara karşı önleyici tedbirler gelişmişti. Sözgelimi 1834’teki veba salgını sırasında şehirde karantina uygulanmış, üstelik –Alexander W. Kinglake’ın anlattıkları doğruysa eğer– karantina yasakları konusunda itinalı davranılmış, Mısır’dan Antalya’ya gelen gemilerin yolcuları şehre alınmamıştı273

. Buna rağmen her felaket gibi vebanın da tahribini arttıran esas neden, Albert Camus’nün ifadesiyle “insanların alçakgönüllülüğü reddetmeleri, kendileri için iyi olan her şeyin mümkün, felaketlerin ise imkânsız olduğunu düşünmeleri”ydi. Bu nedenle vebadan ölenlerin eşyaları pervasızca şehrin çarşısında satılabilmiş274, daha da önemlisi veba 1844’e kadar neredeyse her

yıl düzenli olarak şehri ziyaret etmeye devam etmişti.

268 The Select Circulating Library, Philadelphia, 1835, s. 459.

269 William Hamilton, Resarches in Asia Minor, Pontus, and Armenia with Some Account of their Antiquities and

Geology, Vol. II, 1842, London, s. 354.

270

W. R. Wilde, Narrative of a Voyage to Madeira, Teneriffe and Along the Shores of the Mediterranean, Vol. II, Dublin, 1840, s. 70.

271 Charles Fellows, A Journal Written During An Excursion in Asia Minor, London, 1839, s. 159, 244. 272

Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1850), (Çev.) Serap Yılmaz, İstanbul, 1997, s. 103.

273

Alexander W. Kinglake, Eothen: Traces of Travel Brought Home from the East, London, 1847, s. 298.

274 AŞS. 5/3 (17 Zi-l-ka’de 1249/28 Mart 1834); AŞS. 5/88 (6 Rebî-ül-evvel 1250/13 Temmuz 1834); AŞS. 5/91

(23 Rebî-ül-evvel 1250/30 Temmuz 1834); AŞS. 5/129; AŞS. 5/134 (7 Cemâzi-yel-âhir 1250/11 Ekim 1834);

AŞS. 6/39 (17 Safer 1251/14 Haziran 1835); AŞS. 6/42 (11 Şevval 1251/30 Ocak 1836); AŞS. 6/49 (17 Şevval

1251/5 Şubat 1836); AŞS. 6/85 (23 Zi-l-hicce 1251/10 Nisan 1836); AŞS. 6/143 (19 Rebî-ül-âhir 1252/3 Ağustos 1836); AŞS. 6/156 (13 Receb 1252/24 Ekim 1836); AŞS. 6/157 (13 Receb 1252/24 Ekim 1836); AŞS. 6/162 (25 Receb 1252/5 Kasım 1836); AŞS. 6/176 (9 Zi-l-ka’de 1252/15 Şubat 1837).

Vebanın etkisi bertaraf edildikten sonra ise bu defa kolera kitlesel ölümlerle sonuçlanan iki salgın döneminde Antalya’yı etkisi altına almıştı. 1866’da ve 1895’de zuhûr eden kolera salgınları şehirde kitlesel ölümlere neden olmuş, 1869’da ise kolera İstanos’u vurmuştu.

Antalya’ya muhtemelen İskenderiye aracılığıyla taşınan 1865 kolerasının Antalya’daki varlığı ilk olarak 7 Eylül 1866 tarihinde, koleranın İstanbul ve İzmir’e sirayetinden ancak bir sene sonra Antalya Meclisi’nin Sadâret’e ilettiği bir dilekçede ifade edilmiştir. Dilekçede 22 Temmuz 1866 tarihinde Antalya’da “kolera illeti”nin zuhûr ettiği bildirilmiş ve günlük vefât vakalarının 8-10’u bulduğu dile getirilmişti275

. Kolera nedeniyle ölümlerin artması Antalya’daki gayrimüslimlerin şehirden “firar etmelerine” yol açmıştı276

.

Gündelik güçlüklerin üzerine binen bütün bu felaketlerin hayatı daha da güçleştirdiği muhakkaktır. Veba ve kolera, ölümü kendileriyle birlikte şehre taşımadıklarında dahi ticari ilişkilerin askıya alınmasına, temel besin ihtiyaçlarının fiyatlarında artışlara sebep olmuştur. Örneğin Fransız Ticaret Odası Bülteni’nde neşredilen 30 Ocak 1900 tarihli mektubunda Fransız konsolosluk ajanı Leonidas Lattry, bu dönemde İskenderiye’deki karantina tatbikinin Antalya’nın kereste ihracını durdurduğunu belirtmiştir277

.

Öte yandan veba ve kolera ne kadar tehlikeli olursa olsunlar, Fernand Braudel’in ifadesiyle, nihayetinde Akdeniz’den geçen iki yabancıydılar278. Hâlbuki yüzyıllardır

Akdeniz’i mesken tutan ve bu coğrafyanın “yerlisi” olan sıtma bu Akdeniz şehrini yataklara düşürerek, insanlarını çalışamaz hale getirerek, her yaz mevsimi sahil şeridinin terk edilmesine neden olarak bu Akdeniz toplumunun üstüne bir kâbus gibi çöküyordu.19. yüzyılda sıtma Antalya’yı kıran en büyük felaketti ve sıtmanın istikrarsızlığı arttırıcı rolü veba ve koleradan çok daha fazlaydı. Sıtma tıpkı veba ve kolera gibi –belki de onlardan daha çok– gündelik hayatı istikrarsızlaştırdığı için sıradan insanların geleceğe ilişkin uzun vadeli beklentilerini yok ediyordu279. Tüm bu koşullar, şüphesiz, sıradan insanların hayata ilişkin beklentileri üzerinde etkili olmuş, onların istikrarsız bir dünya algısını pekiştirmiştir.

Sıtmanın merkezi devletin bu coğrafyadaki hâkimiyetini güçleştirdiği de doğrudur. Hatta 20. yüzyılda sıtmanın “ictimâî bir bela” olarak adlandırılmasının en önemli nedeni buydu. Bu nedenle 19. yüzyılda birçok muhassıl, kaymakam ve mutasarrıf Antalya’nın “âb ve havası ile imtizâc edemediği” gerekçesiyle merkeze ya da “havası mûtedil bir diğer mahalle”

275

BOA. A. MKT. MHM. 363-85.

276 BOA. MVL. 525-64. Ayrıca bkz. Mehmet Ak, “19. Yüzyılda Antalya’da Kolera Salgını”, Uluslararası Sosyal

Araştırmalar Dergisi, IV (17), 2011, s. 254-268.

277 Bulletin Mensuel de la Chambre de Commerce Français de Constantinople, No: 154, Constantinople, 1900,

s. 64.

278 Fernand Braudel, a.g.e. s. 64-65.

tayinini istemiştir. Sözgelimi Tanzîmât’ın muhassıllarından ikisi; 1845’de Nazım Efendi280

, 1848’de ise İzzet Bey281

“ol havâlinin âb ve havası ile adem-i imtizâctan nâşi nâ-mizac” oldukları gerekçesiyle muhassıllıktan istifa etmişlerdi.

Ayrıca, sıtma nedeniyle yaşanan mevsimlik göçler sadece sıradan insanlara mahsus bir alışkanlık değildi. Sözgelimi Macri, Antalya ve Alanya’da, merkezi devleti temsil eden kurumlar yaz aylarında işlemiyor, yaylalara taşınıyordu. Henüz 17. yüzyılın ortalarında Evliya Çelebi Antalya’nın yaylası İstanos (Istanaz) için şunları yazmıştı: “Müftîsi ve nakîbüleşrâfı ve kadısı ve kethüdâyeri ve yeniçeri serdârı cümlesi Adalya’da sakinlerdir. Lâkin yılda bir kerre bu yaylağa gelüp sekiz ay ayş u işret edip kesb-i hevâ ederler”282

.

1824’te Isparta Mutasarrıfı Vahid Paşa yaz günleri Antalya’nın “vahamet-i âb ve havâsından nâşi” Antalya’da sadece memleket ahalisinin değil, “vâli-i vilâyetin” şehre bir subaşı tayin ederek İstanos’a göçtüğünü yazmıştır283. Eski Alanya müsellimi Emin Ağa ise 10

Ağustos 1827 tarihli takririnde Alanya ahalisinin yaz aylarında yaylaya gittiklerini ve Alanya kalesinin 30-40 fukara güruhuna bırakıldığını, dolayısıyla kalenin ve kaledeki birçok evin başıboş olduğunu belirterek yaz mevsiminde neredeyse tamamen boşaltılan kaleyi beklemek görevinin tîmâr sahiplerinde olduğunu söylemiş ve Alanya Mutasarrıfı Esad Paşa’nın bu meseleyle ilgilenmesini talep etmişti284

.

Antalya Muhassıllığı’na gönderilen Ekim1841 tarihli tahriratta ise Antalya ahalisinin eskiden beri yaz ayları İstanos’a göçtüğü, bu nedenle İstanos’s göçen halkın şer’i ve adli işlerini takip etmek için İstanos’ta bir naib görevlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştı285

. Ayrıca yaz aylarında İstanos’un nüfusu arttığı için mali ve güvenlik işleri için bir vekil de tayin edilmeliydi. Bu vekil Antalya hânedânından Yanıkzade İsmail Bey olmuştur286.