• Sonuç bulunamadı

ANTALYA’NIN TARİHİ, COĞRAFİ VE BEŞERİ ÖZELLİKLERİ

1.1. Antalya Coğrafyası

Antalya’nın coğrafi hudutları onunla aynı adı taşıyan körfezin kıyıları ile Akdeniz’in yanı başında yükselen dağlar, şehrin kuzeyindeki geniş ova ve Antalya’nın doğudaki sınırını oluşturan Manavgat çayı tarafından çizilmiştir. Antalya’nın toprakları bu körfezi baştan sona dolaşır. Körfezin “Teke yöresi” olarak adlandırılan batı tarafında kısa mesafede büyük irtifalara ulaşan kıyıya paralel devamlı dağ sıraları yükselir ve bu dağ silsilesi Antalya ile batısı arasında kesin bir sınır çizer97. Bu coğrafyada bulunan; Tahtalıdağ, Beydağları, Akdağ

92 BOA. BEO. 1724-129249, lef. 2 (18 Cemâzi-yel-evvel 1319/2 Eylül 1901). 93 BOA. DH. İ. UM. EK. 15- 47, lef. 4 (25 Rebî-ül-âhir 1334/1 Mart 1916).

94 BCA. CHP. K. 490.01-618.27.1, lef. 13. Ayrıca bkz. Faysal Mayak, “Adnan Menderes’in Teftiş Raporuna

Göre Cumhuriyet Halk Partisi Antalya Örgütünün Çalışmaları (1935)”, ÇTTAD, VI/15, (2007/Güz), s. 191-219.

95 BCA. CHP. K. 490.01.0-620.33.1, s. 91.

96 Fernand Braudel, The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II, Vol. I, (Çev.) Sian

Reynolds, London, 1995, s. 160-161.

97

Bölge, muhtemelen 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “Teke-ili” şeklinde anılmaya başlanmıştır. “Teke” adının nereden geldiği hususuna ilişkin ise muhtelif rivayetler vardır. Bu rivayetlerden ilki Teke adının erkek keçi anlamına gelen teke sözcüğünden geldiğini iddia eder. Bir başka rivayete göre ise Teke ismi, bölgede hüküm sürmüş Selçuklu umerasından Teke Bey’den gelmiştir. Üçüncü görüş Teke ismi ile Selçukluların Antalya’yı ele geçirmelerinden sonra buraya yerleştirilen Teke Türmenleri arasında bir ilişki kurar. Bkz. Şehabeddin Tekindağ, “Teke-eli veya Teke-ili”, MEB İslam Ansiklopedisi, Cilt: XII/I, Eskişehir, 1997, s. 124- 125; Abdüllatif Armağan, “Tarihsel Süreç İçinde Teke Yöresi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı: 32, Cilt: 20,

ve Kızılcadağ kuzeydoğuya doğru yönelmiştir. Batı Toroslar’a ait bu dağ silsilesi kıyıya çok yakındır ve bu nedenle burada geniş ve alçak düzlükler meydana gelmemiştir. Gene aynı nedenle körfez kıyıları girintisi ve çıkıntısı oldukça az, boyuna bir kıyı karakteri kazanmıştır.

Akdeniz’in hemen yanı başında yükselen bu dağlar, düzey farkının aniliğinden ve büyüklüğünden, yağışların bolluğundan ileri gelen çok şiddetli aşınma ile o kadar yarılmış, o kadar oyulmuştur ki şehirden batıya doğru bakılınca çok sivri ve yekpare kayalardan oluşan bu yüksek dağlardan başka hiçbir şey göze çarpmaz. Şehrin batısında yer alan bu bölgede dereler eşsiz derinliktedir, yamaçlar çok keskinleşmiştir ve bu denli çetin bir engebe içinde tek bir ova dahi oluşmamıştır. Bu coğrafya aynı zamanda Antalya’nın en yüksek noktası olan “Kızlar Sivrisi” veya “Atkuyruksallamaz Tepesi”ni de muhitinde barındırır98

.

Öte yandan körfezin kuzey tarafında şartlar birdenbire değişir, şehrin doğu ve batı kıyılarındaki dağ sıraları burada yön değiştirerek kuzeye doğru sıralanır ve kıyıdan uzaklaşırlar. Bunun sonucunda üçgen şekilli, oldukça geniş bir alçak saha meydana gelmiştir. Burada arazi birkaç yüz metreyi geçmeyen düzlükler ve tepeliklerle, bunların içine gömülmüş alüvyon ovalardan oluşur. Bu ovalar şehrin doğudaki sınırı olan Manavgat çayına kadar uzanır ve batıdan doğuya doğru; Düden, Aksu, Köprü ve Manavgat çayları tarafından sulanır. Manavgat çayının kuzeyindeki dağ silsilesi ise bir sıra halinde Antalya ile Konya arasında kesin bir sınır çizer. Bu bölge Antalya coğrafyasının en engebeli, en geçit vermez bir diğer hududunu oluşturur. “Gidengelmez Dağları” burada bulunur99

.

Bölgede çok az yer kaplayan alçak düzlükler arasında en çok dikkat çeken Antalya iskelesinin batı ve doğusundaki taraçalardır. Bu taraçalar kıyıda dik falezlerle başlar ve basamak basamak yükselerek şehrin kuzeyindeki dağların eteklerinde, iki-üç yüz metre irtifada sona ererler. Bu geniş saha, şehrin batı ve doğudaki sınırları arasında yer alan nispeten verimli ovanın ilk bölümüdür. Fakat bu irtifadan itibaren tekrar geniş bir düzlük başlar ve bu düzlük Antalya ovasının ikinci bölümünü oluşturur. Burada kimi zaman çok şiddetli rüzgârlar eser, kimi zaman uzun süreli sağanak yağmurlar yağar. Bu yağmurlar nedeniyle Antalya

2002. Öte yandan Teke adının menşei ne olursa olsun 19. yüzyılda sözcüğün coğrafi bir anlam taşıdığı kesindir ve esas olarak Antalya’ya ait veya Antalyalı olma durumunu tanımlamak için kullanılmıştır. Başka bir ifadeyle 19. yüzyılda “Tekeli” olmak “Antalyalı” olmak veya Antalya coğrafyasında meskûn olmak anlamında kullanılmıştır. Tekeli sözcüğünün, Tekelioğulları örneğinde de olduğu gibi Antalya coğrafyasında meskûn kişileri, Antalyalıları tanımlamakta kullanıldığı bazı örnekler için bkz. AŞS. 5/210 (Gurre-i Rebî-ül-âhir 1249);

AŞS. 5/211 (23 Rebî-ül-âhir 1249/9 Eylül 1833); AŞS. 5/212 (23 Rebî-ül-âhir 1249/9 Eylül 1833); AŞS. 5/213 (23

Rebî-ül-âhir 1249/9 Eylül 1833); AŞS. 5/214 (5 Muharrem 1250/14 Mayıs 1834); AŞS. 5/216 (11 Muharrem 1250/20 Mayıs 1834); AŞS. 5/217 (3 Rebî-ül-evvel 1250/10 Temmuz 1834); AŞS. 5/222 (6 Safer 1250/14 Haziran 1834); AŞS. 5/223 (17 Receb 1250/19 Kasım 1834); AŞS. 5/224; AŞS. 5/225; AŞS. 5/226; AŞS. 5/227; (22 Rebî-ül-âhir 1250/28 Ağustos 1834); AŞS. 5/229; AŞS. 5/230; AŞS. 5/236; AŞS. 5/237; AŞS. 5/238 (9 Şevval 1250/8 Şubat 1835); AŞS. 5/240 (25 Şevval 1250/24 Şubat 1835); AŞS. 5/243 (22 Zi-l-ka’de 1250/22 Mart 1835).

98 Hüseyin Saraçoğlu, Akdeniz, Ankara, 1989, s. 199-200. 99 Hüseyin Saraçoğlu, a.g.e. s. 296-322.

ovasının tümü aynı verimlilik derecesini göstermez; genellikle dağların hemen yamacındaki ovalar sık sık sel baskınına uğrar, çok yerleri taş, çakıl ve kumla dolar100

.

Antalya ovası sınırları esas olarak Akdeniz ve dağlar tarafından çizilen bu coğrafyanın ancak %12’lik bölümünü oluşturur. Şehrin kuzeyinde, Antalya ovasının bittiği yerde, tekrar, kısa mesafede büyük irtifalara ulaşan devamlı dağ sıraları yükselir. Bu sonuncu dağ silsilesi Antalya’yı kuzey tarafından Anadolu’nun iç bölgelerinden tamamen yalıtır101

.

Antalya coğrafyası 20. yüzyılın ortalarında dahi Anadolu’nun en çetin ve yalıtılmış coğrafyaları arasında yer almıştır102. Yüzyıllar boyunca şehrin tarihi üzerinde de belirleyici

olan bu coğrafi koşullar 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde şehri, Selanik, İskenderiye ve İzmir gibi Doğu Akdeniz’in diğer şehirlerinden farklılaştırmış, ona yalıtılmış bir görünüm kazandırmıştır.