• Sonuç bulunamadı

2.8. 12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİNİN NEDENLERİ

2.8.1. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin İç Kaynaklı Nedenleri

12 Eylül’ü doğuran nedenlerin hangi yılda başladığı konusunda iki görüş vardır. Bunlardan birincisi; 12 Eylül sürecinin 12 Mart Müdahalesi ile başladığı doğrultusundadır. Çünkü 12 Mart yarım kalmış bir müdahaledir. 12 Eylül ise bunu tamamlamıştır. İkinci görüş ise bu sürecin Kıbrıs Barış Harekâtı ile başladığı yönündedir. Kıbrıs Barış Harekâtı ile yeni bir süreç başlamış, ABD’nin ve diğer ülkelerin Türkiye’ye yaklaşımları değişmiştir. Bu nedenle 12 Mart Müdahalesi ile anlatmaya başladığımız gelişmelerin hepsi aslında 12 Eylül’ün nedenleri arasında yer almaktadırlar. Siyasetçilerin siyaseti sadece birbirleri ile rekabet olarak algıladıkları ve iktidar olma mücadeleleri nedeni ile bir türlü istikrara kavuşmayan siyasi hayat, 12 Eylül’ün siyasi nedenleri içerisinde yer alıyordu. Siyasetçiler ülkedeki problemlere çözüm bulmak, ortak paydada buluşmak yerine birbirlerine hakarete varan cümleler sarf ediyorlardı. Hatta Ecevit, 7 Eylül’de yani darbeden sadece birkaç gün önce işçileri tribünlerden stadyuma inmeye davet ediyordu.536

Bu dönemde siyasetçiler saldırılara uğruyorlardı. Saldırılarla en çok karşı karşıya kalan lider ise Bülent Ecevit’ti. 1980 yılının Haziran ayında Nevşehir CHP İl Başkanı Zeki Tekiner öldürülmüştü. Ertesi gün cenaze töreni vardı. Ecevit ve CHP’liler törene katılmak için Nevşehir’e geldiler. Cenaze töreni sırasında bazı olaylar çıktı. CHP’lilerin üzerine ateş açıldı. CHP’liler ise silahlarını çıkararak liderlerini korumaya çalıştılar. Bu olayların yaşanılması üzerine Ecevit, Demirel’le görüşüyor “Taşlandık, kurşunlandık,

      

burada devlet yok, hâkim olun” diyordu. Ecevit, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den de yardım istiyordu. Evren’in emri ile şehre giren askerler tarafından güvence altına alınıyordu.537

İkinci neden ise sürekli olarak artan anarşi ve terör olaylarıydı. Ülke kutuplara ayrılmıştı. İnsanlara biz ya da öteki düşüncesi hâkimdi. Bizden olmayanın yaşamaya hakkı yoktu. Yıllarca bir arada yaşayan vatandaşlar ırk, mezhep, görüş vb. faktörlere göre ayrışmışlar ve silahlarla donanarak birbirlerini gözlerini kırpmadan öldürür olmuşlardı. Bu olaylarda bazı kesimler MHP ya da Ülkücüleri olayların tek sorumlusu ve tek tehlikeli tarafı olarak göstermek istemişlerdi.538 Bahçelievler katliamında olduğu gibi evinde otururken evi basılarak öldürülen insanlar vardı. Recep Haşatlıoğlu gibi evinden çıkarken kurşun yağmuruna tutulan isimler vardı. İnsanlar sokakta yürümeye korkar olmuşlardı. Sokakta işine ya da evine giden bir vatandaş nereden geldiği ve kimin atığı belli olmayan bir kör kurşuna kurban gidebiliyordu. Okullarda ve üniversitelerde ders yapılamaz olmuştu. Şiddet hareketleri liselere ve hatta bazı bölgelerde ortaokullara kadar inmişti. Kendilerini Devrimci ya da Ülkücü olarak tanımlayan gruplar üniversiteleri işgal ediyorlar, kendilerinden olmayanların derslere girmelerine engel oluyorlardı. Kahveler ve evler rastgele taranıyor, hiçbir günahı olmayan vatandaşlar hayatlarını kaybediyorlardı. 1978 ve 1979 yıllarının ölü ve yaralı bilançosu, 5241 ölü ve 14152 yaralıydı.539 Kenan Evren bu rakamları Sakarya Savaşı’ndaki şehit miktarının 5713, yaralı sayısının ise 18480 olduğunu söyleyerek kıyaslama yapıyor ve durumun ne kadar vahim olduğunu anlatıyordu.540 Ülkede anarşi ve terörden kaynaklanan bu durumu “ilan edilmemiş bir iç savaş”541 olarak niteleyenler olduğu gibi, Ethem Kahraman ise “Dante’nin Cehennemi” benzetmesini yapıyordu.542 Aradan yıllar geçmesine rağmen ülkedeki anarşi ve terörden 1974 yılında çıkarılan af yasası sorumlu tutulmuştu. Çünkü bazı kesimlere özellikle de askerlere göre 1974 yılında aftan yararlanarak çıkan terörist ve anarşistler dışarı çıkar çıkmaz eylemlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Sonuçta ülke 12 Eylül’e gelmiştir.

      

537 Biran-Bilâ-Akar, 12 Eylül Türkiye’nin Miladı, s.121; Cüneyt Arcayürek, Demokrasi Dur-12 Eylül

1980 (Nisan 1980-Eylül 1980), Bilgi Yayınevi, Ankara 1990, s.98-99. 538 Erdem, 12 Eylül Kenan Evren’e….., s.4-5.

539 Burçak, Türkiye’de Askeri Müdahalelerin….., s.5.

540 Bülent Habora, 12 Eylül Lideri Kenan Evren Ne Dedi? Ne Oldu?, Habora Kitabevi Yayınları, İstanbul 1989, s.13.

541 Erdem, 12 Eylül Kenan Evren’e….., s.59.

Türker Alkan ise 12 Eylül’ün nedenlerinden birisi olarak 1961 Anayasası’nı görmektedir. Ona göre 1961 Anayasası Türk toplumunun hazmedemeyeceği kadar geniş özgürlükler içermektedir. Bu özgürlük ortamında basına sansür yapılmadığından solcular görüşlerini istedikleri gibi yayabilmişler, örgütlenme özgürlüğünden dolayı sendika ve dernekler yapılanmışlar, üniversite özerkliği olduğu için de çocuklar zehirlenmişlerdir.543

Ekonomik nedenler de 12 Eylül’e yol açmışlardır. 1960’lı yılların sonlarından itibaren bozulan ekonomi bütün önlemlere rağmen düzelememiştir. Türk lirasının defalarca devalüe edilmesi, yeni vergilerin getirilmesi ve alınan önlemler yeterli gelmemiştir. 1975 yılında ABD tarafından uygulanan ambargo, Kıbrıs’ın askeri olarak elde tutulmasının neden olduğu maliyet, yine Kıbrıs’a yapılan yardımlar ve Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında yaşanılan Avrupa kaynaklı kısıtlamalar da ekonominin iyice bozulmasına neden olmuştu.544 Özellikle 1973 ve 1977 yıllarında dünya çapında yaşanan krizler bozuk giden ülke ekonomisinin iyice bozulmasına neden olmuşlardır. Döviz sıkıntısı yaşanılmaya başlanmış, Türkiye’nin dış dünyadaki itibarı da sarsılmıştır. Çünkü dış borçlarını ödeyemez duruma gelmiş, borç erteleme yoluna gitmiştir.

Enerji sıkıntısı baş göstermiş, ödeme yapılamadığından Yunanistan verdiği elektriği kesme noktasına gitmiştir. Elektrik sıkıntısı o kadar sık yaşanır olmuştur ki artık mum daha çok kullanılmaya başlamıştır. Yakacak olmadığından dolayı resmi dairelerde çalışan memurlar pardösüleriyle mesai yapmışlardır. Gaz ve yağ gibi temel ihtiyaç maddelerinde dahi sıkıntılar yaşanmıştır. Kuyruklar uzayıp gitmiştir. Ülkedeki bu durumdan en çok zarar gören kesim dar ve sabit gelirli kesimler olmuştur.

Günlerce uzayıp giden grevler ve iş bırakmalar da ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir. Tariş İplik Fabrikası’nda meydana gelen olaylar buna örnek teşkil etmektedir. MC hükümeti ile birlikte Tariş Genel Müdürlüğü’ne Osman Daut getirilmiş ve bundan sonra fabrikada olaylar eksik olmamıştır. İşçiler fabrikada komando olarak tabir ettikleri kesimle mücadele etmek zorunda kalmışlar, bu mücadeleler sonucunda hem can kayıpları olmuş hem de fabrika zaman zaman tatil edilmiş, zaman zaman da iş

      

543 Alkan, 12 Eylül ve Demokrasi. s.17.

göremez hale gelmiştir.545 Olaylar kısa sürede İzmir’in diğer semtlerine de yayılmıştır. Eylemciler ile güvenlik güçleri arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır ve bu çatışmalar günlerce sürmüştür.546 Bu tür olaylar ülke çapında yaşanır olmuş, uzun süreli grevler sonucunda işgücü kayıpları yaşanmıştır.

IMF, çeşitli önlemler alınması doğrultusunda uyarılarda bulunmuştur. Ülkedeki bu gidişat 24 Ocak Kararları’nı getirmiştir. Daha sonraki yıllarda eleştiriler alacak olan bu Kararlar, Demirel hükümetinin bir icraatıdır. Fakat bu Kararları uygulamak 12 Eylül yönetimine nasip olacaktır. Hatta bazılarına göre 12 Eylül, 24 Ocak Kararlarını uygulamak için yapılmıştır.

Bir de darbenin lideri yani Kenan Evren’in 12 Eylül’ün neden yapıldığına dair yaptığı açıklamalara bakmakta fayda vardır. Evren, 2 Ekim 1980 tarihinde Van’da halka hitaben yaptığı konuşmada 12 Eylül’ü demokrasiyi kurtarmak için yaptıklarını, partilerin birbirlerini düşman olarak gördüklerini ve dış güçlerin de bunlardan yararlandıklarını, her gün boşu boşuna 20-30 insanın hayatını kaybettiğini, bunların önlenmesi için gereken tedbirleri anlattıklarını ancak dikkate alınmadıklarını, ülkeyi yönetmek için darbe yapmadıklarını ama daha fazla bekleselerdi ülkenin iç harbe gideceğini, anlatmıştır.547 Yine 14 Ekim 1980 tarihinde Diyarbakır’da halka hitaben yaptığı konuşmasında, 12 Eylül Harekâtı’na Genelkurmay’daki 5 komutanın değil halkın karar verdiğini, darbeden başka çıkar yolun kalmamış olduğunu, şehirlerin birbirinden ayrılmış olduklarını ve korkudan kimsenin dışarı çıkamaz olduğunu söylemiştir.548 Bir başka yerde ise “12 Eylül yönetime el koyma hareketini Silâhlı Kuvvetlerin tümüyle politikaya girmesi anlamında vasıflandırmak mümkün değildir. Bu hareket Devlet ve Milletimizin parçalanıp yıkılmasını önlemek için başkaca bir yol kalmamış olması sebebiyle mecburiyet altında yapılmış ve fakat Silâhlı Kuvvetlerin politikanın çamuruna saplanmasına mani olmak üzere de mutlak bir itaat anlayışına bağlı emir ve komuta zinciri içinde uygulanmıştır.”549 ifadeleri müdahalenin gerekçesini

      

545 Tariş Olayları ile ilgili daha detaylı bilgi için bkz. Hikmet Çetinkaya, 68’den 78’e Sancılı Yılar

Kuşatılmış Sokaklar-Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Günizi Yayıncılık, İstanbul 2008,

s.140-150.

546 12 Eylül Öncesi ve Sonrası, s.144-145.

547 Kenan Evren, Seçme Konuşmalar (12 Eylül1980-6 Kasım 1989), Doğan Kitapçılık, İstanbul 2000, s.29-31.

548 Kenan Evren, Devlet Başkanı Org. Kenan Evren’in 12 Eylül 1980’den Sonra Yaptığı Konuşmalar (12

Eylül 1980-17 Ocak 1981), (yayın yeri ve yılı belirtilmemiş), s.46-47. 549 12 Eylül Öncesi ve Sonrası, s.III.

ve yöntemini anlatmıştır. Kenan Evren’in söylemlerinde darbenin başlıca nedeni olarak anarşi ve terörün gösterdiği görülmektedir. Evren’e göre 12 Eylül bunlara son vermek için yapılmıştı ve bunda da başarılı olmuştu.

 

2.8.2. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin Dış Kaynaklı Nedenleri

12 Eylül’ü anlayabilmek için ülke içerisindeki gelişmelerin yanında dış gelişmeleri de çok iyi okuyup değerlendirmek gereklidir. Çünkü dış etkenler göz ardı edilirse 12 Eylül’ü tam anlamıyla anlamak mümkün olmayacaktır. Dış gelişmeleri dikkate almadan 12 Eylül’ü anlamaya çalışmak cisimlerin kendisini değil de duvara yansıyan gölgelerini görmeye benzemektedir. 12 Eylül’ün dış kaynaklı nedenlerini SSCB’nin Afganistan’ı işgali, İran Devrimi ve Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına geri dönme problemi olarak üç başlık altında toplamak mümkündür.

SSCB’nin Afganistan’ı İşgali: Afganistan’da Davud Han 1970’li yılların başında bir darbe yaparak iktidara gelmiştir. Davud Han, ülkede şahlığa son vererek “bürokratik-otoriter cumhuriyet” rejimi kurmuştur.550 Bu darbeyi gerçekleştirirken de SSCB’den yardım almıştır. Dolayısıyla iki ülke arasında yakınlaşmalar başlamıştır.551 İki devlet arasında çeşitli antlaşmalar imzalanmıştır. Fakat bu antlaşmalar SSCB’nin Afganistan üzerindeki hâkimiyetinin giderek artmasına neden olmuştur. Davud Han zamanla bu durumdan endişelenmeye başlamış, Sovyetlere karşı mesafeli olduğunu göstermek amacı ile ülkedeki komünist liderleri tutuklatmaya başlamıştır. Bununla da yetinmemiş, komşuları ile de ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Bu tutumları Davud Han’ın iktidarının sonunu getirmiş ve bir darbe ile düşürülmesine neden olmuştur. Davud Han’ı tutucu bulan Afgan komünistleri kendi görüşlerini kabul eden askerlerin yardımıyla darbeyi gerçekleştirmişlerdir.552 Darbe sonrasında, komünist fikirleri benimseyen Muhammed Nur Terekî iktidara gelmiştir. Artık Afganistan’a komünist yönetim hâkim olmuştur. Fakat bu sefer de darbeciler arasında anlaşmazlıklar çıkmaya başlamıştır. Bu durum Afganistan’ı her geçen gün biraz daha kaosa sürüklemeye başlamıştır. Milliyetçi Hafizullah Emin 16 Eylül 1979 tarihinde iktidarı ele geçirmiştir.

      

550 Mim Kemal Öke, Din-Ordu Gerilimi-Küresel Toplumda Dışlanan Demokrasi, Alfa Yayınları, İstanbul 2002, s.196.

551Gelişen SSCB-Afganistan ilişkileri hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Alparslan Türkeş, 12 Eylül

Adaleti (!) Savunma, Hamle Yayınevi, İstanbul 1994, s.34-36. 552 Öke, Din-Ordu Gerilimi….., s.196.

Fakat milliyetçi olduğu için iktidarda fazla kalamamıştır.553 Bu sefer de Babrak Karmal bir darbe yapmıştır. Afganistan’daki bu darbeler adeta SSCB’yi ülkeye davet etmiştir.554 SSCB bu fırsattan yararlanmayı ihmal etmemiştir. Çünkü Afganistan’ı ele geçirmek demek Ortadoğu’daki petrol rezervlerine yaklaşmak demekti. Petrollere yaklaşmak ya da ulaşmak demek ise ezeli rakibi olan ABD’ye büyük bir darbe indirmek anlamına geliyordu. Çünkü iki devlet bölgeye hâkimiyet konusunda rekabet halindeydiler. Bahsi geçen gelişmeler sonucunda SSCB 28 Aralık 1979 tarihinde Afganistan’a sayıları 25.000’i555 bulan birlikleri göndererek ülkeyi resmen işgal etmişti. Bu işgal ile birlikte Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki petrol rezervlerinin büyük bölümünün bulunduğu Basra Körfezi’ne 550 km.den daha yakın bir mesafede etkin olma imkânı bulmuştu.556 Afganistan’ın SSCB tarafından işgali bölgedeki dengeleri değiştirmişti. Ortadoğu demek petrol demekti. Bölgedeki mücadelelerin temel nedeni de buydu. Dolayısıyla ABD bölgedeki hâkimiyetini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. O zaman Afganistan’ın yerini alabilecek yeni bir devlet lazımdı. Bu da Türkiye’ydi. Bu nedenle ABD artık dikkatini Türkiye üzerinde yoğunlaştırmıştı. Türkiye’ye olan yardımı artırmıştı. ABD 1984 yılında Türkiye’ye 715 milyon dolarlık bir askeri yardım yapmıştı ki bu rakam o zamana kadar yapılan en büyük yardımı teşkil etmekteydi.557 Bu yardımın darbe sonrası döneme denk gelmesi de ayrıca dikkat çeken bir yöndü.

İran Devrimi: 1979 yılına gelindiğinde Ortadoğu’daki durumu altüst eden olaylardan birisi de İran Devrimi olmuştur. İran1970’li yıllarda Şah Rıza Pehlevi tarafından monarşi ile idare edilmekteydi. Pehlevi’nin, Batı’ya bakış açısı olumsuz değildi. Özellikle ABD ile yakın ilişkiler kurmuştu. Şah, İran’da birtakım reformlara gitmişti. Bu durum ise aşırı dindarların tepkisini çekmişti. Silahlanma yarışına gidilmesi ve gelirlerin bu doğrultuda harcanması ise esnafların muhalefetine neden olmuştu. 1978 yılının Ocak ayında medrese öğrencileri gösterilere başlamış ve bu gösteriler diğer şehirlere de sıçramıştı. Bu durum Şah yönetimini zor durumda bırakmıştı. Aslında bu

      

553Dursun, 12 Eylül Darbesi….., s.63.

554 Çakır, Nevzat Kösoğlu ile….., s.313.

555 Ali Sirmen, On İki’den On İki’ye Türkiye, Çağdaş Yay., İstanbul 1988, s.97.

556 Ozan Kuyumcuoğlu, Seksenli Yıllarda Türkiye’nin Filistin Politikası, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),Yıldız Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2009, s.8.

557 Graham E. Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, (Çev.: Mustafa Acar), Timaş Yay., İstanbul 2008, s.281.

olaylarda Paris’te sürgünde buluna Ayetullah Humeyni’nin de parmağı vardı.558 Şah’ın aldığı önemleler ülkedeki kaosa son vermede yeterli olamadı. Bunun üzerine Şah ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı. Şubat ayı içerisinde Humeyni İran’a geldi. Böylece İran’da Şah dönemi kapanıp, Humeyni dönemi başlamış oldu. İran devriminde Fransa’nın da desteği oldu. Çünkü o dönemde Humeyni Paris’te yaşıyordu.

Humeyni, İran İslam Cumhuriyeti’ni ilan etti. İlk iş olara da devletin Batı ile olan ilişkilerini kesti. Bu durum Batılı devletlerin bölgedeki planlarını altüst etmiştir. İran özellikle de Amerika’ya karşı bir tavır takınmıştır. Şah rejimi döneminde kurulmuş olan dinleme istasyonlarını kapatılmıştır. Bu istasyonların kapatılması ABD’yi endişelendirmiştir.559 Bununla birlikte ABD ilk etapta iki devlet arasındaki ilişkileri devam ettirmek için çaba göstermiştir. Hatta ABD, Tahran’a İran’ın daha önce sipariş etmiş olduğu silahları satacağını ve karşılığında da petrol alacağını bildirmişti.560 Buna rağmen Humeyni yönetimi sert tutumunu sürdürmeye devam etmişti. Hatta İran’ı terk eden Şah’ın ABD tarafından kabul edilmesi üzerine öğrenciler Tahran’daki elçiliği bastılar ve 66 elçilik çalışanını rehin aldılar.561 Bu olay 444 gün sürdü. Humeyni taraftarlarının buradaki amaçları ABD’ye giden Şah’ın geri gelerek bir darbe sonucunda tekrar yönetime hâkim olmasını engellemekti.

Böylece Amerika bölgedeki ikinci kilit noktayı da kaybetmiş oluyordu. Hem Ortadoğu’yu hem de Sovyetleri denetim altında tutabilmesi açısından Türkiye, ABD için hayati bir rol oynamaya başlamıştı. Türkiye sayesinde Sovyetlerin bölgedeki durumunu kontrol altında tutabilecekti. Yine Sovyetlerin Akdeniz’e açılmasını engellemek ve Karadeniz’den dışarı çıkmamasını sağlamak da ancak Türkiye sayesinde olabilecekti.562 Türkiye artık daha da önemli bir hale gelmişti. Öneminden dolayı da kontrol altında tutulması gerekiyordu. Bu ise ancak ABD’ye karşı ılımlı ve onun isteklerini yerine getirecek bir hükümet tarafından gerçekleştirilebilirdi. Bunu en iyi yapacak olanlar da askerlerdi.

      

558 Dursun, 12 Eylül Darbesi….., s.64.

559 Sunay, Türk Siyasetinde Sivil-Asker İlişkileri….., s.226-227.

560 Sirmen, On İki’den On İki’ye Türkiye, s.97.

561 Mertcan, “1960-1984 Arası Türkiye….”, s.140.

562 Nasuh Uslu, “1980’lerden Günümüze Türk-Amerikan İlişkilerinin Genel Seyri ve Temel Boyutları”, (Ed.: Turgut Göksu vd.), 1980-2003 Türkiye’nin Dış, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Siyasal Kitabevi, Ankara 2003, s.187.

Yunanistan’ın NATO’nun Askeri Kanadına Geri Dönmesi Sorunu: Bilindiği üzere Yunanistan, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra NATO’nun askeri kanadından çekildiğini açıklamıştı. Tekrar geri dönmek istemesi durumunda üye devletlerin tümünün olumlu oy kullanmaları gerekiyordu. Şayet bir devlet bile olumsuz oy kullanırsa geri dönüş mümkün olmuyordu. Türkiye’de NATO’nun üye devletleri arasında yer alıyordu. Yunanistan ilerleyen zamanlarda geri dönmek istemiş fakat Türkiye’nin vetosuna uğramıştı. Ecevit bu konuya şiddetle karşı çıkmış, Demirel de yapılan baskılara direnmişti. Yani siyasiler Yunanistan’ı NATO’ya geri almamaya kararlıydılar. Türkiye iki taraf arasındaki sorunların çözüme kavuşturulmasını istiyordu. Bunların başında da FIR (Flight Information Region) yani hava sahası anlaşmazlığı geliyordu. Yunanistan hava sahası uygulamasını 10 mil genişliğinde tutuyor ve Türkiye’nin bu konudaki isteklerini de duymazlıktan geliyordu. Problemin ancak askeri yönetim döneminde çözüleceği düşüncesi vardı. Gerçekten de 12 Eylül döneminde Rogers Planı adı ile Yunanistan bir imza ile NATO’nun askeri kanadına geri dönmüştü.

Her üç olayda da ABD’nin aktif bir rol oynadığı görülmektedir. Hatta darbeyi ilk duyuran ülke olması nedeni ile ABD’nin darbe olacağından haberdar olduğu ileri sürülmektedir. Mehmet Ali Birand her müdahalenin ABD’nin bilgisi ve onayı dâhilinde gerçekleştiğini belirtmektedir.563

Yukarıda anlatılan İran ve Afganistan gelişmelerinin ABD’yi tedirgin ettiği bir gerçektir. Bu nedenle bölgesel aktör olarak Türkiye önem kazanmıştır. ABD’de Ortadoğu ve petrolleri kontrol edebilmek için bu aktöre ihtiyaç duymuştur. Bundan ötürü Türkiye’yi yakından takip etmesi gayet doğaldır. Darbeden haberinin olup olmadığı ya da darbede etkisinin olup olmadığı ise hala daha tartışılan bir konudur. Darbecilere göre böyle bir şey yoktur. Fakat toplumun büyük kesimine göre ise 12 Eylül bir Amerikan oyunudur.

      

2.9. MÜDAHALENİN AYAK SESLERİ 2.9.1. Müdahale Fikrinin Doğması

Müdahale fikri askerler arasında 1978 yılından itibaren oluşmaya başlamış, fakat müdahalenin kesinlik kazanması 1979’da gerçekleşmişti. Komutanların Selimiye’deki toplantılarında ne zaman müdahale edileceği fikri tartışılmaya başlanmıştı. Bu tartışmalar sonucunda biraz daha beklemekte fayda olacağına karar verilmişti.

20 Nisan 1980 günü Adana’ya uğrayan Kenan Evren, Nevzat Bölügiray’a bu ziyareti sırasında müdahale kararını açıklamış ve fikrini almıştı. Daha sonra arkasına yaslanarak Bölügiray’a, müdahaleden sonra hemen çekip gitmek yok, en az 4-5 yıl işbaşında kalacağız. Emeklilik de yok, diyordu.564 Kenan Evren anılarında müdahale fikrini ilk defa 24 Nisan’da not defterine “Durum hiç de iyi değil. Hiçbir şeyin halledildiği yok. Galiba sonunda bu işe müdahale etmek zorunda kalacağız. Kuvvet Komutanları ile yaptığımız görüşmede önümüzdeki haftayı da beklemenin uygun olacağı neticesine vardık. Eğer durum böyle devam eder ve partiler bu anlayışsızlık içerisinde olurlarsa bir müdahaleden başka çıkar yol kalmıyor.” şeklinde not ediyordu.565

26 Aralık 1978 tarihinde sıkıyönetim ilan edilmesinden 6-7 ay sonra müdahale fikri ortaya çıkıyor, 8-9 ay sonrada müdahalenin zamanını ve şeklini görüşmek için toplantılar başlıyordu. Böylece 12 Eylül Darbesi’nden yaklaşık olarak 14 ay önce çalışmalara başlanılmış olunuyordu.566

Kuvvet Komutanları ile görüşen Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, müdahaleye karar alınması üzerine 2. Başkan Org. Haydar Saltık’ı çağırarak ona bir çalışma grubu hazırlaması görevini veriyordu. Burada Saltık’tan güvenilir kişiler seçerek müdahale zamanının gelip gelmediğini, ortamın uygun olup olmadığını araştırmasını istiyordu. Evren bu çalışmanın gizli tutulması gerektiğini de söylemeyi ihmal etmiyordu. Saltık grubu 11 Eylül’den itibaren çalışmaya başladı. Saltık, ikinci raporunda parlamentonun çalışamaz olduğunu, mevcut düzen ile anarşi ve terörün önlenemeyeceğini, ülkenin her geçen gün iç savaşa doğru sürüklendiğini, eğer ülkenin parçalanması önlenmek

      

564 Bölügiray, Sokaktaki Asker, s.342-343.

565 Evren, Zorlu Yıllarım-1, s.166.

566 Nevzat Bölügiray, Sokaktaki Askerin Dönüşü (12 Eylül Yönetimi Dönemi), Tekin Yayınevi, İstanbul 2002, s.15.

isteniliyorsa Meclisin feshedilmesini ve yönetime el konulmasını, bir Kurucu Meclisin