• Sonuç bulunamadı

1.5. Kişilik Kuramları

1.5.5. Erik H Erikson: İnsanın Sekiz Çağı

Erikson (1950,1963), kişilik gelişiminin insanın tüm yaşamı boyunca devam ettiğini ve her insanın sekiz aşamadan geçtiğini belirtmektedir. Her bir aşama kişilik gelişiminde hayati bir önem taşımaktadır. Erikson’un kişilik gelişimine ilişkin tanımı bir yolu çağrıştırır. Bu yolda sekiz ayrı noktada bireyin önündeki yol çatallaşmakta ve kişinin önünde iki alternatif bulunmaktadır. Alternatiflerden biri kişinin uyum sağlamasına katkıda bulunurken diğeri bulunmaz. Bireyin hangi yolu seçtiği ise kişilik gelişiminin alacağı yönü tayin eder (Burger, 2004/2006:164). Birey her bir aşamada karşılaştığı yol ayrımı ve çatışmayı bir çözüme kavuşturduğunda kişiliği değişime uğrar ve bir sonraki aşamaya geçmeye; o aşamanın gerçekleriyle uğraşmaya hazır olur (Schultz ve Schultz, 2002:593).

Erikson’un öne sürdüğü kişilik gelişimi ve aşamaları bir çok araştırmaya konu olmuş; ancak kuramının bununla sınırlı olması dolayısıyla çok fazla eleştirilmiştir (İnanç ve Yerlikaya, 2012:175). Erikson’un kuramının temel savı olan sekiz aşama aşağıdaki gibidir (Burger, 2004/2006:165-170):

 Temel Güvene Karşı Güvensizlik: Doğumdan sonraki ilk iki yılda bebekler çevrelerindeki insanlara tamamen bağımlı durumdadır. Yeteri kadar sevgi ve ilgi gösterilmesi, gereksinimlerinin karşılanması kişilik gelişimlerinin ilk dönüm noktasını oluşturur. Gereksinimleri karşılanan bebekler güven duygusunu kazanırlar. Bu çocuklar için dünya iyi bir yer; insanlarsa sevecendir. Bazı çocuklar ise sevgi ve ilgiden mahrum kaldıklarından güvensizlik duygusu edinirler. Bu tür çocuklar yaşamlarına yabancılaşma ve içe kapanma kalıbıyla başlar ve ne kendilerine ne de başkalarına güvenmeyi öğrenebilirler. Bu çocuklar için dünya kötü bir yer; insanlarsa tehlikelidir.

 Özerkliğe Karşı Utanma ve Şüphecilik: İkinci yılın sonunda çocuklar, dünyadaki diğer varlıklara kıyasla kim olduklarını bilmek isterler. Dünya onların kontrol edebileceği mi yoksa onları kontrol eden bir şey midir? Çocukların çoğu bu aşamanın sonunda bir özerklik duygusu kazanır. Kendilerini güçlü ve bağımsız hisseder; kişisel üstünlük duyguları pekişir. Adler’in çocukları şımartmaya yönelik yaptığı uyarıların bir benzerini, Erikson da aşırı korumacı anne ve babalara yapmıştır. Eğer ebeveynler çocuklarını aşırı bir biçimde korursa, gelişimleri sekteye uğrar. Çevrelerindeki nesneleri ve olayları

40

keşfetme izni verilmediği takdirde çocuklar, utanç ve şüphe duygusu geliştirirler. Kendilerinden emin olamaz ve başka insanlara bağımlı hale gelirler.

 Girişkenliğe Karşı Suçluluk Duygusu: Çocuklar diğer çocuklarla etkileşime girdikçe, sosyal bir dünyada yaşamanın zorluklarını keşfederler. Bu yüzden çocuklara diğer çocuklarla nasıl oynayacakları, onlarla nasıl iyi geçinebilecekleri ve ortaya bir çatışma çıkması halinde bunları nasıl çözüme kavuşturabilecekleri öğretilmelidir. Kendine oyun arkadaşı arayan, oyun veya sosyal etkinlikler düzenlemeyi öğrenen çocuklarda girişkenlik duygusu gelişir. Hedef belirlemeyi ve zorluklarla başa çıkmayı öğrenir; başarma isteği ve amaç duygusu oluşur. Girişkenlik duygusunun geliştirilemediği çocuklarda ise suçluluk ve geri çekilme duyguları ortaya çıkar. Bu çocukların hem amaçları yoktur hem de sosyal ortamlarda çok fazla bocalarlar.

 Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu: Çocukların çoğu ilkokula başladıklarında başaramayacakları çok az şey olduğunu düşünür. Ancak kısa süre sonra kendilerini diğer çocuklarla rekabet içinde bulur ve kendilerini başkalarıyla kıyaslamaya başlarlar. Kaçınılmaz olarak becerilerini ve yeteneklerini kendi yaşıtlarıyla karşılaştırır ve kendilerine ilişkin bir fikir edinirler. Eğer çocuk başarılıysa, öz-yeterlik duygusu gelişir. Toplumun aktif ve başarılı bir üyesi olmak üzere sağlam adımlar atar. Kendine güvenir. Başarısızlık halinde ise yetersizlik duygusu ortaya çıkar. Çocuğun ileride üretken ve mutlu olma olasılığı azalır. Aşağılık duygusu gelişir.

 Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası: Ergenlik, yaşamın en zor kısmıdır. Bu dönemde birden bire yaşamın getirdiği önemli sorunlarla karşılaşılır. Bu sorunlar, rahatsız edici hatta kimi zaman da acımasız olabilir. Bu dönemde gençler kendilerine tüm zamanların en önemli sorusunu sormaya başlarlar: “Ben kimim?” Eğer bu soruya başarılı bir şekilde yanıt verebilirlerse bir kimlik duygusu geliştirebilirler. Kişisel değerleri ve dinsel inançları konusunda sağlam kararlar alabilecek düzeye gelirler. Kim olduklarını keşfeder; bunu anlar ve kabullenirler. Ne yazık ki pek çok genç, güçlü bir kimlik duygusu oluşturmayı başaramaz ve rol karmaşasına düşer. Bunun sonucu olarak da kendilerini bazı davalara adayabilir ya da okulu bırakıp bir daldan bir dala atlayarak çeşitli arayışlar içinde savrulabilirler.

41

 Yakınlık Kurmaya Karşı Soyutlanma: Bu aşamada bireyler yakınlık geliştirebilecekleri ve duygusal olarak olgunlaşabilecekleri özel bir ilişki arayışı içine girerler. Bu ilişkiler çoğu zaman, evlilik ya da duygusal bağlılık ile sonuçlansa da bu her zaman böyle olmayabilir. Bu dönemde yakınlık kurmayı başaramayan kişiler duygusal soyutlanmayla karşı karşıya gelirler. Gerçek ilişkilerin sağladığı doyum ve yakınlık duygusunu bulamamaları sonucu bir sürü yüzeysel ilişki yaşayabilirler ve duygusal olarak bağlanmaktan kaçarak kendilerini soyutlamaya çalışırlar.

 Üretkenliğe Karşı Durgunluk: Erkekler ve kadınlar orta yaşlarına yaklaştıkça, kendilerinden sonra gelecek nesli yetiştirmek ve onlara kılavuzluk yapmak isterler. Pek çok insanın yaşamı anne baba olarak çocuklarını yetiştirme ve eğitme süreciyle zenginleşir. Kendi çocuğu olmayan yetişkinler de gençlerle etkileşime girerek ya da gençlerle çalışarak bu zenginliği yaşayabilirler. Böylesi bir üretkenlik duygusu geliştiremeyen yetişkinlerse yaşamdaki amaçlarını sorguladıkları ve boşluk duygusu yaşadıkları bir durgunluk dönemine girerler.

 Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk: Erikson’a göre, ölümün kaçınılmaz bir son olması bazı insanlarda umutsuzluk duygusu uyandırabilir. Eğer bir kişi geçmiş günlerine bakıp da memnuniyet duyuyorsa, bu son gelişim aşamasını bütünlük duygusuyla atlatır. Bu duyguyu yaşayamayan insanlar ise umutsuzluk yaşar; geriye fazla zamanlarının kalmadığını, artık eskisi kadar seçenek ve fırsatlara sahip olmadıklarını fark ederler. Bir yaşam geçmiştir ve her şeyi daha farklı yapmış olmayı dilemekten başka önlerinde herhangi bir seçenekleri yoktur.