2.6. Güç Araştırmalarında Farklı Yaklaşımlar
2.6.2. Bilişsel ve Davranışsal Yaklaşım
Bilişsel ve davranışsal yaklaşımda, gücün bireyler üzerindeki dönüştürücü etkisi ele alınmakta; insanlarda yarattığı bilişsel ve davranışsal etkilere dikkat çekilmektedir. Thompson ve Luthans (1983:75), gücün davranışlarla ortaya çıktığını; dolayısıyla güç konusundaki amprik çalışmalarda araştırmacıların muhakkak davranışları ele alması gerektiğini belirtmektedir. Keltner, Gruenfeld ve Anderson (2003) da, gücün insanlar üzerinde psikolojik ve davranışsal açıdan bir takım etkileri olduğunu belirtmekte; bireyin hem kendine, hem diğer insanlara ve dünyaya ilişkin algısını dönüşüme uğrattığını dile getirmektedir.
Buna göre, gücü elinde bulunduran kişilerin hareket alanı daha geniştir. Güç konumunda olan kişiler, dış ortamın gereklilikleri veya sosyal normlar doğrultusunda daha az hareket etmekte; başkalarının kendileri hakkında ne düşündükleri veya hissettikleriyle de pek ilgilenmemektedir. Bunun yerine, daha çok kendi iç dinamiklerinin sevk ettiği yönde eyleme geçmektedir (Keltner, Gruenfeld ve Anderson, 2003).
Ayrıca, yapılan araştırmalar, güçlülerin duygu ve düşüncülerini daha fazla ifade ettiklerini (Hecht ve LaFrance, 1998; Anderson ve Berdahl, 2002; Galinsky, Magee, Gruenfeld, Whitson ve Liljenquist, 2008) ve güçsüzlere kıyasla herhangi bir durum olduğunda daha fazla harekete geçme eğiliminde olduklarını (Galinsky, Magee, Gruenfeld, Whitson ve Liljenquist, 2008) göstermektedir. Güç konumundaki kişiler sosyal ilişkileri daha doğru okuyabilmekte; ilişki ağlarındaki boşlukları ve fırsatları daha isabetli bir şekilde tespit edebilmektedirler (Lee ve Teedens, 2001:60). Bu kabiliyet özellikle de bireyin güç kazanması, mevcut gücünü koruması veya pekiştirmesi açısından son derece önemlidir. Diğer taraftan, önemli stratejik ilişki ağlarından yoksunluk güçsüz bireyler için önemli bir dezavantaj olmaktadır. Kimi zaman da bu dezavantajın güçsüzlüğün temel sebebi olduğu söylenebilir. George ve Harrison (2000), örgütsel alanda güçsüz ve güçsüzlüğünün farkında
130
olan kişilerin bu açıklarını kapatmak için daha fazla çalıştıklarını; işe ilişkin daha fazla efor sarf ettiklerini belirtmektedir. Ancak önemli ilişki ağlarından yoksun olmaları hareket alanlarını önemli ölçüde kısıtladığından bu kişiler en sonunda karamsarlık ve çaresizlik hissedebilmekte; hatta bu durum depresyona girmelerine bile sebep olabilmektedir (Lee ve Tiedens, 2001:76).
Yapılan araştırmalar, güçlülerin güçsüzlere karşı duyarsızlaşabildiğini; onları değersiz olarak addedip (Kipnis, 1976; Georgesen ve Harris, 1998) amaçlara ulaşmak için birer araç olarak görme eğiliminde olduklarını (Gruenfeld, Inesi, Magee ve Galinsky, 2008) göstermektedir. Ayrıca kişinin sahip olduğu güç arttıkça diğer insanlara dair daha basmakalıp yargılamalarda bulunmakta (Fiske, 1993; Goodwin, Gubin, Fiske ve Yzerbyt, 2000) hatta sosyal normları daha sıklıkla çiğnediği (örneğin, konuşmayı bölme veya kişisel mesafenin ihlali gibi) (De Paulo ve Friedman, 1998) görülmektedir. Smith ve Trope (2006), gücü elinde bulunduran kişilerin, olaylar ve insanlar hakkında uzun uzun düşünmediğini; daha basmakalıp yargılar geliştirdiklerini ve tepkilerini de buna bağlı olarak verdiklerini belirtmektedir. Ayrıca, kişinin gücü arttıkça daha az kavram karmaşası yaşadığı ve karar verme aşamasında diğerleriyle daha az müzakere ederek karar verdiği görülmektedir (Gruenfeld, 1995; Galinsky, Gruenfeld ve Magee, 2003).
Kipnis (1972), yönetici-ast ilişkisine dair gerçekleştirdiği bir simülasyonda kaynakların kontrolünü elinde bulunduran yönetici pozisyonundaki katılımcıların astları daha fazla etkileme girişiminde bulunduklarını gözlemlemiştir. Ayrıca, astların performansını daha az takdir ettiklerini; onların çabalarının astların kişisel motivasyonlarından ziyade kendilerinin kontrolüne bağlı olarak gerçekleştiğini düşündüklerini gözlemlemiştir. Bu çalışma Kipnis (1976) metamorfik güç modelini oluşturmasına zemin hazırlamıştır. Bu modele göre güç konumunda olan ve sürekli olarak gücüne başvuran kişinin kendilik kavramı belli bir zaman sonra mağrur ve bilgiç olmakta; güçsüz olanları hor görme eğilimi göstermektedir. Örgütsel alanda ise, gücün metamorfik etkisi sonucu, kişinin organizasyon içindeki yeri yükseldikçe emri altında çalışan kişilerin olumlu yöndeki iş performanslarını, onların kendi iç dinamiklerinden ziyade kendi bilgi ve becerilerine dayandırdığı görülmektedir (Rahim ve Buntzman, 1989:206).
Öte yandan, Fast ve Chen (2009), güç konumundaki kişilerin kendilerini yetersiz gördükleri takdirde de çok fazla agresif davranışlar sergileme eğiliminde olduklarını
131
belirtmektedir. İçten içe hissedilen yetersizlik; agresiflik, diğer insanlardan şüphelenme, öfke patlamaları olarak dışa yansımaktadır.
Caza, Tiedens ve Lee (2011) ise örgütlerde güç sembolleri belirgin olduğu durumlarda (örneğin, hiyerarşinin üst basamaklarına tahsis edilmiş özel park yerleri, şirket arabası, manzaralı ofisler, gelişmiş ofis ekipmanları) güç konumundaki kişilerin; kendilerine dair önyargıların (umursamaz, kibirli, fırsatçı) tersi yönde hareket ettiklerini belirtmektedir. Buna göre, gücü elinde bulunduran kişiler işbirliği yönelimli, destekleyici, birlik ve beraberliğe önem veren bir yaklaşım sergilemekte; bilhassa davranışlarıyla diğer insanlara bu yönde sinyaller vermektedirler.
Brion ve Anderson (2013:130) da, bireyin sahip olduğu gücü koruması ve artırmasında işbirliklerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çekmekte; ancak kimi zaman da güç konumundaki kişilerin bunun yeteri kadar farkında olmadıklarından dolayı güç kaybına uğradıklarını belirtmektedir. Ayrıca, güçlü kişiler; sahip oldukları gücün kendileri üzerinde yaratığı gereğinden fazla iyimserlik; ego şişmesi veya hayalperestlikle işbirliği içinde bulundukları kişi/gruplarla olan ilişkilerini de gerçekçi bir şekilde ele alamamaktadırlar. Güç konumundakiler karşı tarafa farkında olarak ya da olmayarak kendilerini değersiz hissettirebilmekte; veya sahip olduğu gücün de etkisiyle ilişkileri güçlendirmek veya pekiştirmek adına gerekli çaba ve özeni gösterme ihtiyacı hissetmemektedirler. Hatta kimi zaman da diğer insanların kızgınlıklarının; gücenikliklerinin veya uzaklaşmalarının farkında bile olmamaktadırlar.
Öte yandan, Kraus, Chen ve Keltner (2011:974-975), gücü elinde bulunduran kişilerin öz benlik kurgularının daha tutarlı ve sabit olduğuna dikkat çekmektedir. Tutarlı öz benlik kurgusu, bireyleri psikolojik olarak olumlu duygulanım ve yaşama tatmini gibi pozitif yönde etkilemektedir. Diğer taraftan güçsüz kişilerin benlik kurguları ise daha tutarsızdır. Bunun sebebi güçten yoksun kişilerin diğerlerine daha fazla bağımlı olmalarından dolayı dışsal faktörleri daha fazla göz önüne alarak hareket etmeleri; kendilerini korumak amacıyla duruma kendilerini adapte etmeye çabalamalarıdır.
Lee ve Tiedens (2001:49), sahip olunan gücün bireyler üzerindeki psikolojik etkisinin; kişinin bağımlı ve bağımsız benlik kurguları ile de yakından ilintili olduğunu belirtmektedir. Benlik kurguları bağımsız olan bireyler, daha fazla benlik saygısına sahip; iç denetim odaklı;
132
daha fazla olumlu duygulanım deneyimleyen; başkalarına karşı daha az hayranlık ve kendi içlerinde daha az suçluluk duyan kişilerdir. Lee ve Tiedens (2001); gücü elinde bulunduran kişilerin başkalarına daha az muhtaç olmalarının da etkisiyle benlik kurgularının daha bağımsız olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan, gücü elinde bulunduranlar konumları itibariyle daha fazla insan ve farklı gruplarla bir ilişki yumağı içerisindedirler. Her ne kadar ilişki ağları içerisindeki merkezi konumları benlik kurgularının bağımsız olmasını pekiştirecek bir unsur olsa da; neticede ilişkiler karşılıklı bağımlılıklar üzerine kurulmaktadır. Birbirine zıt gibi görünen bu iki durum birbirini dışlamamakta; tam aksine birbirine takviye görevi yapmaktadır.
Lee ve Tiedens (2001:66)’e göre, bazı güç kaynakları kişinin bağımsız öz benlik kurgusunu pekiştirmektedir. Örneğin; bireyin elinde bulundurduğu ödüllendirme, cezalandırma ve uzmanlık gücü kişinin bulunduğu sosyal bağlam içerisindeki biricikliği ve bağımsız olarak hareket edebilme özgürlüğüne takviye görevi görmektedir. Öte yandan; karizmatik güç diğer insanlarla güçlü bağlarla bir ilişki kurmayı gerektirdiğinden karşılıklı bağımlılığı gündeme getirmektedir.
Baldwin vd.(2009), güç olgusunun, kişiler arası etkileşimlerde karşı taraf hakkında bilgi sahibi olmayla yakından ilişkili olduğuna dikkat çekmektedir. Yaptıkları araştırmada, ilişkilerde taraflardan birinin diğeri hakkında sahip olduğu bilgi düzeyi arttıkça bu durumun kişiye kendisini daha fazla güçlü hissettirdiği görülmüştür. Fiske (1993:624-625) de güçsüz kişilerin güç konumundaki kişiler hakkında bilgi toplamı çabası içinde olduklarını belirtmektedir. Güçten yoksun bireyler bu çabalarında oldukça dikkatli davranmakta; herhangi bir kalıplaşmış yargıya varmadan, büyük bir özen ve titizlikle güçlü kişileri değerlendirmeye almaktadırlar. Güç kontrol etme, kontrol altında tutma anlamına geldiğinden tüm dikkatler de gücün olduğu yere yöneltilmektedir. Dikkatin, gücün kaynağına, bir diğer deyişle güç konumunda olan kişilere yoğunlaştırılması çok temel, basit bir ilkedir. Çünkü, bireyler olayların nasıl gelişeceği, yeni durumlardan veya olası gelişmelerden kendilerinin nasıl etkileneceğini tahmin etmek için güç konumundaki kişiler hakkında bilgi toplamak istemektedir. Dikkat edilirse sekreterler, patronları hakkında öğrenciler hocaları; çalışanlar da amirlerine ilişkin diğerlerine nazaran pek çok şey bilmekte ve hem geçmişte ve hem de şimdide yaptıklarına dair bilgi toplamaya çalışmaktadırlar. Güçten yoksun bireyler, bağımlı oldukları güç konumundaki kişiler hakkında topladıkları bilgilerden o kişiye dair bir kişilik profili çıkarmakta; böylelikle kişinin bir sonraki girişim veya adımlarını, hareketlerini
133
öngörülebilir kılmaya çalışmaktadırlar. Güç konumundaki kişiler ise aynı dikkat ve titizlikle güçsüz kişilerle ilgilenmemektedirler. Neticede, bu kişilerin olayların gidişatında etkin bir rolü yoktur; eylemleri, düşünce ve yargıları örgüt içindeki gelişmeleri etkileri son derece zayıftır (Fiske, 1993:626). Dolayısıyla, gücü elinde bulunduran kişilerin diğerlerine karşı yaklaşımı daha üstünkörüdür.
Fiske (1993), güçten yoksun kişilerin başkalarının kendilerine dair düşünce ve yargılarına karşı daha hassas ve duyarlı olduğunu; hatta kimi zaman da bu hassasiyetin alınganlık halini alabildiğini belirtmektedir. Güçlü insanlar ise başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü ile çok az ilgilenmektedir. Snodgrass vd.(1998)’a göre de güçten yoksun kişiler, güçlülerin kendileri hakkında ne düşündüklerini tahmin etmede oldukça ustadır.
Copeland (1994), göreceli olarak daha az gücü elinde bulunduran kişilerin güç konumundaki kişilerle olan ilişkilerinde daha çok güçlü olanın kendisini nasıl gördüğü, kendisi hakkında ne düşündüğü ile ilgilendiğini belirtmektedir. Güçsüz birey, etkileşim içerisinde faal bir özne olarak hareket etmekten ziyade pasif bir objeymiş gibi konumlanmaktadır. Güçsüz bireyler güçlülerle olan sosyal etkileşimlerinde, içe yönelimli olarak davranmaktadır. Öte yandan güçlüler ise nasıl görüldükleri, kendileri hakkında ne düşünüldüğü ile ilgilenmemekte; çeşitli fırsatlar veya avantajlar edinmek gayesiyle kendilerine odaklanmaktan ziyade dışa yönelimli hareket etmektedir (Overbeck ve Park, 2006:241). Keltner, Gruenfeld ve Anderson (2000) de, güçsüz kişilerin daha fazla olumsuz duygu durumları yaşadığını; başkalarının hareketlerini, düşüncelerini ve niyetlerini anlamada oldukça dikkatli olup bu konuda da çok çaba harcadığını belirtmektedir.
See, Morrison, Rothman ve Soll (2012), örgütsel kaynakları kontrolü altında bulunduran, karar mercisi durumunda olan; bir diğer deyişle güç konumundaki bireylerin daha az fikir danıştığını belirtmektedir. Ayrıca; gücü elinde bulunduranlar verdikleri kararlara ilişkin kendilerinden daha fazla emin olmakta; uzman bir kişiden alabileceği tavsiye veya öneriler doğrultusunda kararlarını daha az gözden geçirme eğilimi göstermektedirler. Dolayısıyla güç, bireylerin kendilerine olan güven düzeyini daha da pekiştirmekte; bunun akabinde de kişiler farklı fikir ve önerilere daha kapalı hale gelmektedirler. Anderson ve Galinsky (2006) de, gücün bireylerde dar görüşlülük, daha fazla risk alma ve ön yargılarla düşünme eğilimine yol açtığını belirtmektedir. Araştırmalara göre, bireyin sahip olduğu güç
134
kişide aşırı bir iyimserliğe yol açmaktadır. Böylelikle, olayların daha çok avantajlı yanlarına odaklanma, olası olumsuzlukları göz ardı etme veya hafife alma eğilimi ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, kişinin sahip olduğu güç arttıkça daha fazla risk almakta; daha az fikir veya tavsiye için başkasına danışmakta; kendi fikir veya kararlarına ilişkin aşırı bir güven duymaktadır.
Inesi (2010:67) de güçlü kişilerin girişimlerinde ortaya çıkabilecek olası olumsuz sonuçları daha az maliyetli gördüklerini dolayısıyla da daha az zarardan kaçınma davranışı gösterdiklerini belirtmektedir. Diğer yandan, göreceli olarak daha güçsüz kişiler de kendilerine daha az güvenmekte; karar verme aşamasında başkalarına daha çok danışmakta ve uzun bir süre veri toplama ihtiyacı hissetmektedirler. Dolayısıyla daha az risk alma eğilimi taşıdıkları ve çok daha az iyimser düşündükleri söylenebilir (Tost, Gino ve Larrick, 2012:54). Tost ve arkadaşları (2012), gücü elinde bulunduran kişilerin daha az fikir danışma veya tavsiye alma eğiliminde olmalarında kendilerine duydukları yüksek düzeydeki özgüvenlerinin ve rekabet yönelimli olmalarının etkili olduğunu belirtmektedir. Güçlü kişiler rekabetten ziyade daha çok işbirliği yönelimli olduklarında; gücün verdiği aşırı güven yerini gerçekçi bir muhakeme gücü ve görüş açısı alacak ve dolayısıyla da çok daha fazla farklı fikir ve önerilere açık hale geleceklerdir.