• Sonuç bulunamadı

Güç, bireyin bir diğer kişiyi istediği doğrultuda davranma veya harekete geçirme yönündeki etkileme kapasitesi olarak tanımlanabilir. Öte yandan, güç ile yakından ilişkili bir çok kavram bulunmakta; kimi zaman da bu kavramlar birbirine karıştırılabilmektedir. Bu karışıklığı gidermek amacıyla gücün ilintili olduğu diğer kavramlar; ve güç ile ayrıldıkları noktalar aşağıda ele alınmıştır.

99

2.2.1. Otorite (Yetke) ve Güç

Otorite, meşruiyet kazandırılmış haklı güçtür (Hodgkinson, 2008:88). Otorite, herhangi bir sosyal bir yapı içerisinde belirli bir pozisyona bağlı olarak algılanan imtiyaz, hak ve yükümlülükler temeline dayanır (Yukl ve Falbe, 1991:422).

Katz ve Kahn (1965/1977:236-241) ise, otoriteyi bir makama bağlı güç olarak tanımlamaktadır. Otorite, bir kimseye örgütlenmiş bir toplumsal yapı içindeki yeri, rolü dolayısıyla verilen erktir. Bu bakımdan otoriteye bağlanmış erk, yasaldır ve toplumca; en azından yapının sürdürülmesi için gerekli kişiler tarafından benimsenmiştir.

Barnard’a göre de bir kimsenin otoriteye sahip olması üst kademinin o kimseye belirli hakları vermesi ile değil; astların verilen emirlere uyup uymamaları ile belirlenir. Bu görüşe göre, bir yönetici ancak astları kendisinin verdiği emirleri kabul edip gereğini yapıyorlarsa otorite sahibidir (Koçel, 2014:651). Aksi takdirde otoritenin varlığından söz edilemez.

Max Weber (1947/2013), otoritenin üç saf türü olduğunu belirtmektedir. Bunlar; geleneksel otorite, yasal otorite ve karizmatik otoritedir. Geleneksel otorite, çok eski zamanlardan beri süre gelen geleneklerin kutsallığına ve bu geleneklere göre gücü kullananların meşruluğuna olan yerleşik inanca dayanır. Geleneksel otoriteyi elinde bulunduran kişiye uyulması da bireyin geleneksel konumundan kaynaklanır. Geleneksel otorite sahibi kişi bir üst amir değil; kişisel anlamda bir “efendi”’dir. Uyulan şey yasal bir düzen değil; geleneklerle belirlenmiş güç sahibi kişidir. Yasal otorite ise rasyonel temellere dayanır. Normatif kuralların meşruluğu ve bu kurallara istinaden egemenlik konumuna getirilenlerin emir verme hakkı olduğu yasal otoriteyi ifade etmektedir. Yasal otoriteye itaat eden kişi bunu sadece ilgili kurumun (bir dernek, devlet veya örgüt) üyesi olduğu için yapar ve sadece kanuna veya mevcut yasal düzene itaat eder. Karizmatik otoritede ise bir bireyin istisnai kutsallığına, kahramanlığına, örnek teşkil eden özelliklerine ya da onun tarafından açıklanan veya emredilen normatif kalıpların ya da emrin kutsallığına olan bağlılığa dayalıdır. Ortada ne belirli bir yetki alanı, ne de sosyal imtiyaza dayalı bir güç tahsisi mevcuttur. Karizmatik otoritenin geçerliliğini belirleyen tek şey karizmatik gücün izleyiciler tarafından kabulü ve izleyiciler üzerindeki etkililiğinin sürmesidir. Ancak saf karizmatik otoritenin istikrar içinde sürmesi imkansızdır. Ya gelenekselleşecek veya yasallaşacak ya da her ikisinin bir karmasına dönüşecektir.

100

Max Weber (1947/2013), herhangi bir otorite sisteminin meşruiyetinin, sistemin kendisine itaat edilip edilmemesine bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Otoriteyi elinde bulunduranlara itaat edilmesi, bireylerin ya da grupların fırsat peşinde koşmalarından, sahte bağlılıklarından ya da saf bencil maddi çıkarlarından dolayı olabilir. Ya da insanlar, kabul edilebilir başka alternatif olmadığı için, bireysel zayıflık ve imkânsızlık sebebiyle de durumu kabulleniyor olabilirler. Fakat, burada önemli olan otoriteyi elinde bulunduranların meşru olarak algılanması ve ona itaat edilmesi gerçeğidir.

Katz ve Kahn (1965/1977:225,242), her bireyin örgüte girişi ile birlikte esasında mevcut otoriteyi de kabul ettiğini hatta bunun örgüte katılmanın ana koşulu olduğunu belirtmektedir. Örgüte giriş esnasında iş gören bu koşulu anlar; üstü de yeni iş görenin bu koşulları anladığını ve benimsediğini varsayar. Hiçbir örgüt, örgütsel bir otoriteyi tanıma veya onu benimseme olmadan çalışamaz. Hatta, otoriteyi elinde bulunduran kişi diğerlerini ikna etme veya etkileme gereğini duymayabilir de. Dolayısıyla, herhangi bir otorite yapısı örgütsel görevleri yerine getiren, birbirini izleyen, bağımsız devrelerin düzenli işleyişini güvence altına alan bir araç olarak önemli bir rol oynar.

Otoritenin kullanımı, değişik birçok güç formunun uygulanmasına kıyasla daha kolaydır (Yukl ve Falbe, 1991:422). Ancak, örgütlerde çalışanların otorite yapılarını kabullenmeleri ve sergiledikleri uyma davranışı çoğunlukla göstermelik olduğundan kimi zaman da çalışanlarda içten içe güvensizlik ve düşmanlık duygularına da yol açabilir (Stewart, 1985:85). Dolayısıyla, örgütlerde sıklıkla otoriteye vurgu yapılması ast-üst arasında gelecekte olması muhtemel içtenlikli ve kaliteli bir ilişki ve etkileşimi engelleyebilir.

Özellikle büyük organizasyonların kesintisiz ve sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için otorite mekanizmaları gereklidir (Yukl ve Falbe, 1991:422). Fakat, otorite tek bir kişiye bağlanmışsa, bu kişinin kavrayışının ya da liderliğinin aksamaya başlaması halinde kuruluş büyük güçlüklerle karşı karşıya kalabilir (Pfeffer, 1992/1999:35). Otoriter ve merkezcil bir yönetim anlayışı işletmelerde baskı ortamının yaratılmasına da uygun bir zemin oluşturabilir. Böyle bir ortamda gücü zayıf olanlar zamanlarının ve kaynaklarının önemli bir kısmını kendilerini korumak için harcarken; güçlü olanlar da konumlarını korumak veya güçlendirmek elde tutmak için çabalar (Barutçugil, 2004:65-66). Baltaş (2011:224)’a göre yetki ve gücü elinde bulunduranların otorite gösterisi yapmadan otorite sağlaması da mümkündür.

101

2.2.2. Etkileme ve Güç

Pfeffer (1992/1999:213)’e göre, hepimiz günlük yaşantımızda başkalarını etkilemeye çalışmakta; aynı zamanda da başkalarının da etkisi altında kalmaktayız. Dolayısıyla, gücün var olan, kaçınılmaz bir gerçek olduğunu bilmek yeterli değildir. Bunun yanı sıra, gücün nasıl kullanıldığını, pratik sonuçlara nasıl dönüştürüldüğünü; bir diğer deyişle etkileme süreçlerini anlamamız gerekir.

Sosyal psikoloji alanında güç ve etkilemeye ilişkin ilk araştırmalar Kurt Lewin’in 1941 yılındaki kavramsallaştırma ve kuramlaştırma çalışmaları ile başlamıştır (Gupta ve Sharma, 2008:2). Etkileme, gücün bir fonksiyonudur (Lee:2008:55). Etkileme, ister davranışta ister ruhsal durumda olsun etki yaratan herhangi bir eylemdir (Katz ve Kahn, 1965/1977:240). Güç etkileme girişiminde bulunmak için sahip olunan bir kapasite, potansiyeldir. Gücün var olması için illa ki kullanılması gerekmemektedir. Ancak, etkilemeden söz edebilmek için gücün fiilen uygulanması şarttır (Provan, 1980:550). Bertrand Russell (1938/1990)’a göre ise ister iyi niyetle, ister kötü niyetle başkalarını etki altına alma yolunda her türlü girişimden vazgeçilmesi gerekmektedir. Herkesin onayladığı bir çok ikna biçimi bile aslında bir çeşit zorlamadır.

Etkileme bir tür asimetrik iletişimdir. Kaynak hep kaynak olarak kalırken hedefi de hep hedef olarak kalmaya zorlar. Temel amaç bir diyalog zemini oluşturmak, etkileşim sağlamak değil karşı tarafı etki altına almaktır (Tutar, 2008:70). Etkilemenin oluşabilmesi için etkileyen kişinin gücünün olması ve bu gücün, etkilenen kişice algılanması ve benimsenmesi gerekir (Başaran, 2004:140). Dolayısıyla, bir kişi, bir diğerinin davranışını istediği yönde değiştirecek biçimde davrandığı takdirde etkileme söz konusudur (Katz ve Kahn, 1965/1977:239-240). Fakat, her eylemin etkileme tanımına uyması için herhangi bir davranış değişikliği yaratması da gerekmez.

2.2.3. Kuvvet ve Güç

Güç ile yakından ilintili bir diğer kavram da kuvvettir. Kuvvet, gücün bir çeşit uygulama şeklidir. Bir tür yaptırım olarak tanımlanabilir. Güç ile kuvvet arasındaki en önemli fark şudur: Gücün olduğu yerde istek ve talimatlara riayet edilir. Yani A’nın verdiği talimat uyarınca B davranış gösterir. Oysa kuvette B, A’nın talimatına uymamakta fakat A’nın fiilen

102

uyguladığı kuvvet veya yaptırım karşısında uymak zorunda kalmaktadır (Koçel, 2014:651). Dolayısıyla, kuvveti gücün bir çeşit ifade şekli olarak görmek mümkündür.

Kuvvet ile güç arasındaki fark, başlangıç-süreç-sonuç ilişkisi çerçevesinde de izah edilebilir. Örneğin, arzu edilen bir hedef için gücün bir fonksiyonu olarak etkileme girişiminde bulunmamız gerekmekte, bunun için güç kaynaklarına ihtiyaç duyulmakta ve arzu edilen sonucu almak için de gerektiğinde yaptırım uygulamak gerekmektedir (Karaman, 1999:76-77). İşte gerektiğinde uygulanacak bu yaptırıma da kuvvet adı verilmektedir.