• Sonuç bulunamadı

3. KORUMANIN TARİHSEL GELİŞİMİ

3.2. Türkiye’de Tarihi Çevre Korumanın Gelişim Süreci

3.2.1. Cumhuriyet öncesi dönem – Osmanlıdan cumhuriyete

Osmanlı devleti dönemi koruma çalışmalarında, “ideolojik ve ahlaki ölçütlerden daha fazla” anıtların işlevsellikleri ve tasarruf değerleri önemli sayılmıştır. Kamusal yapılar bağlamında daha çok cami, kervansaray vb. eserlerin onarımları yapılarak muhafaza altına

alınmıştır. Fakat bakım ve onarım için tahsis edilen miktar da sınırlı kalmıştır. Söz gelimi, o dönemde vakıf binaları için belirlenen miktarın sadece %6,81’i bakım ve onarım için kullanılmıştır (Madran, 2002, s. 36).

19. yüzyılın başlarında spesifik bir sınıf veya sosyal farkındalıkla ortaya çıkarılmış koruma uygulamalarından bahsetmek olası değildir. Tam aksine, bu konuda duyarsız uygulamalar ve bilinçli-bilinçsiz tahribatlar bile yapılmıştır. Batıda, Romanın fethettiği yerlerdeki sanatsal eserleri yağmalayarak kendi şehirlerinde sergileme alışkanlığı zamanla yerini başka kültürlerdeki eski eserleri kendi ülkelerine taşıtma yarışına dönüşmüştür. Bu fikre Osmanlı padişahları fermanlarla yardımcı bile olmuşlardır. Söz gelimi, III. Selim, bir İngiliz sefirinin veziriazama müracaat ederek; “…İngiltere’de somaki taş makbul ve muteber olduğundan…” Osmanlı imparatorluğunun borçlarına karşılık İngilizlere İstanbul’un birçok yerinde olan somaki mimari yapılardan bazılarının İngiltere’ye verilmesi için izin çıkartılabilmiştir (Madran, 2009).

Tanzimat’la birlikte Batıya yönelme hareketi başlamıştır. Bu durum, batıdaki gelişmelerin Anadolu’ya taşınarak kültürel eserlere ilginin artmasına sebep olurken diğer taraftan

“modernleşme” adı altında kendimize ait kültürel değerlerimizin de ihmalini hatta reddini beraberinde getirmiştir. II. Mahmut ıslahatlarıyla birlikte batılılaşma hareketi hız kazanmış, Mustafa Reşit paşanın önderliğinde birçok devlet görevlisi yenileşme sürecinde etkin rol oynamıştır (Alioğlu, 2013; Arabacıoğlu & Aydemir, 2007; Kaderli, 2014).

Yönetim, eğitim, edebiyat gibi alanlarda başlayan ve batıya özenen yeni uygulamalar mimaride de kendini göstermeye başlamıştır. Dönemin popüler üslubu olan neoklasik uygulamalar ölçü olarak benimsenmiştir. İstanbul’un bazı yerlerinde ahşap malzeme yerine taş ya da tuğla kullanılarak kâgir yapılar yapılmış bu gelişmelerle birlikte Avrupa kentlerine öykünen bir kentsel doku oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca bu dönem, İtalyan kökenli mimar Fossati ve başka Avrupalı mimarların da İstanbul’da uygulamalar yaptıkları yıllardır. Bunu Avrupa’da eğitim almış Levanterler izlemiştir. Bu gelişmelerle birlikte Avrupai bakış açısının izleri İstanbul’da hissedilmeye başlanmıştır (Kejanlı, Akın, &

Yılmaz, 2007).

Kültürel varlıkların korunmasıyla ilişkili ilk yasal düzenleme 1869 tarihinde yayımlanan Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir. İlk tüzük toplamda sekiz maddeden meydana gelmekte olup asıl amacı Osmanlı İmparatorluğu topraklarında arama ve kazı çalışmaları yapan

yabancıları denetlemektir (Akat, 1990). Bugünün Türkçesi ile “eski eserler tüzüğü” olarak adlandırabileceğimiz Asar-ı Atika Nizamnamesi o dönem araştırma yapan yabancı ekiplerin kayıt ve kontrol altında tutulması adına çok önemli bir başlangıçtır. Korumayı kurumsallaştırma teşebbüslerinin tam anlamıyla Tanzimat (1839-1876) döneminde ortaya çıktığı söylenebilir. Anıtların, tarihi ve kültürel varlıkların muhafaza altına alınmasına ilişkin kurumsal değişiklik, ilk kez 1868 yılında ressam, arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey’in teşebbüsleriyle yayımlanan ve sonrasında 1874, 1884 ile son olarak 1906 yılında düzenlenen Asar-ı Atika Nizamnamesidir (Çekül, 2010). İlk tüzük özellikle imparatorluk sınırları içinde arkeolojik kazı ve araştırma yapan yabancı grupların denetlenmesine yönelik maddeler içerir. Bu dönemde yayınlanan Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin, “Devletin giderek arsızlaşan Avrupa kökenli “kültürel talan”a karşı kendini korumayı amaçlayan ve içgüdüsel olarak aldığı tavırların sonucunda” oluştuğundan bahsedilmektedir.1874 yılında yapılan ikinci yasal düzenleme “tarihi eser”ler için tanımlama getirmiştir. Tanımlama ile birlikte bu varlıklar kamuya ait sayılmış ve bu uygulamadan itibaren yapılan bütün yasal değişikliklerde bu tavır devam ettirilmiştir (Akat, 1990). Osman Bey’in 1881 tarihinde Müze-i Hümayun ’un başına getirilmesiyle birlikte kazı çalışmaları ve taşınmaz değerlerin korunması gibi konularda girişimler çoğalmıştır. Osman Hamdi Bey’in döneminde Sanayi-i NefSanayi-ise MektebSanayi-i, tarSanayi-ihSanayi-i eserlerSanayi-in tahrSanayi-ibatını önlemek amacıyla bSanayi-ir arkeolojSanayi-i müzesSanayi-i ve bSanayi-ir arkeoloji kütüphanesi kurulmuş ve arkeolojinin önemine dikkat çekilmiştir (Sarıkaya Levent, 2009).

Sanay-i Nefise Mektebi’nin oluşturulma sebeplerinden;

…bu güzel camileri, medreseleri, hülasa bütün bu asr-ı bediaisınaiyeyi vücuda getiren mimarlar, üstadlardır ki onların ahlafı olan biz, asarı mezkureyi muhafaza etmeyi bile bilmiyoruz…halbuki bir memleketin hirfet ve sanatı kendi kuvveti ve hatta servetidir. Ancak olmadıkça memleketin tarihi ahlaka intikal edemez…

şeklinde açıklama yapılarak, mimari ve kültürel mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılmasının önemi anlatılmaktadır (Madran, 2002, s. 22).

1884’te düzenlenen 3. Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde ise; korumanın temel ilkeleri tanımlanmıştır. Bu ilkeler daha sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin de koruma mevzuatında önemli yer tutmuştur. Bu düzenlemede “tarihi eser” kavramı yeniden tanımlanarak kapsamı genişletilmiştir. Ayrıca ilk kez eserlerin hak sahipliği konusunda kısıtlama getirilmiş ve imparatorluk dışına çıkarılmaları yasaklanmıştır (Çekül, 2010).

Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin en detaylı düzenlenmiş hali olan 1906 Nizamnamesi, Türk-İslam yapılarıyla birlikte tüm gayrimüslim yapılarını da eski eser tanımına dahil etmiştir.

Bununla birlikte korunması gerekli kültürel varlıkların çerçevesi genişletilmiş ve evrensel bir anlayış benimsenmeye başlamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1973 yılına kadar bu düzenlemeye bağlı kalınmıştır (Çekül, 2010; Özdemir Dağıstan, 2005).

Bütün bu gelişmelerden sonra 1922 yılında Anadolu’da bir envanter çalışması başlatılmıştır. Bu çalışma ile anıt yapıların ve korunmaya değer varlıkların listesi çıkarılmıştır. 1933 yılına kadar süren çalışmada toplam 3500 kadar anıtsal yapı kayıt altına alınmıştır (Madran, 2013, s. 35).