• Sonuç bulunamadı

3. KORUMANIN TARİHSEL GELİŞİMİ

3.1. Dünya’da Anıt Yapı Kavramı ve Koruma

3.1.1. Avrupa’da tarihi çevre koruma

Geçmişten gelen tarihi yapı ve dokularla bugünkü yapılaşma arasında uzlaşı sağlanması gereği modern mimarlık ve planlamanın esas prensiplerindendir. Bu bakış açısı, tarihe özlem, geçmişi tekrar canlandırma ya da gelenekselci düşüncenin ortaya çıkardığı bir tutum değildir. Fakat insanoğlu hemen her dönemde geçmişe ilgi duymuş, yarının geleceği ile dünün bağlılığı arasında gidip gelmiştir.

Koruma ilkelerini, toplumların tercihleri ve öncelikleri belirlemektedir. Halkın değerleri ve yönelimleri ise yol göstermektedir. Bu sebeple, hemen her dönemde nelerin ne şekilde (Keleş & Hamamcı, 1997, s. 194-195) korunacağı ve nelerin feda edilebileceğine dair kararlar ciddi bir sorunsal olarak önümüze gelmektedir (Tekeli, 2009, s. 106). Gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde, tarihi değerler bilhassa turizm sektörü kapsamında düşünüldüğünde gelir kaynağı olarak görülmekte olsa da koruma problemini insanla, toplumla ve toplumun yaratıcılığıyla ilişkilendirmek, hayatın ve geleneğin bir bölümü olarak düşünmek öncelikli amaç olmaktadır.

Tarihi çevreyi koruma konusunda Dünya’ya batı ülkelerinin önderlik yaptığı bilinen bir gerçektir. Fakat bugün tutkuyla ve özenerek izlediğimiz Batı dünyasının son derece iyi korunmuş eşsiz yapı ve kentleri, çok zor şartlardan geçerek günümüze ulaşmıştır. Koruma düşüncesinin ilk kez ortaya çıkıp en üst düzeye ulaştığı, koruma prensipleri ve uygulamalarıyla başlangıçta Avrupa’ya daha sonra tüm dünyaya emsal teşkil eden İtalya’da, koruma düşüncesinin, prensiplerinin ve kurumsal düzenleme modellerinin benimsenmesi maksadıyla yüzyıllardır devam eden bir toplumsal münazara yaşanmıştır (Çekül, 2010).

Özellikle Avrupa ülkelerinin koruma geçmişleri, günümüzde koruma alanında çaba göstermeye çalışan ülkemiz için önemli derslerle doludur.

İtalya: Yüzlerce yıllık koruma öyküsü

M.S. 410 tarihinde büyük Roma İmparatorluğu, Vizigot istilası ile birlikte kültürel ve sanatsal açıdan yağmalanmaya başlamıştır. Anıtsal yapıların da tahrip edilmesi ile devam eden bu dönemde ihtişamlı bir tarihin ve kültürün etkileri birdenbire kaybolma tehdidiyle yüz yüze gelmiştir.

14. yy. Roma’da koruma bilincinin belirmeye başladığı dönem olarak kabul edilmektedir.

Bu yy.’da Papalık Roma’sının yıkılmasını hedefleyen siyasi girişimin arkasında, az da olsa eski Roma’ya ve arkasında bıraktığı şanlı dönemine kavuşma isteği bulunmaktadır.

Roma’da tarihi ve kültürel envanterin çıkartılmaya başlanması bu döneme denk düşmektedir. Rönesans etkisinden önce İtalya, benliğini bulma çabası içine girmektedir.

15. yy.’da kenti güzelleştirme çabalarından tüm İtalya etkilenmeye başlamıştır (Erder, 2018).

Rönesans’ın 17. yy.da ortaya çıkışıyla kültür ve tarihi koruma fikri tüm Avrupa’yı etkilemiştir. Hatta bu bilinçten en fazla Fransa’nın etkilendiği görülmektedir. 17. yy. tarihi eserlerin kayıtlarının tutulduğu, envanter çalışmalarının yapıldığı ancak bununla birlikte kopya eser ve taklitlerin arttığı yüzyıl olmuştur. 18. yy.’da korumadaki heyecan, yerini bilimsel açıklamalara, eleştirel yaklaşımlara bırakmaktadır. Üniversitelerde tarihi eser kürsüleri kurulmuş, tüm tarihi bilgiler tekrar gözden geçirilip önyargısız incelemeler yapılmıştır (Çekül, 2010).

1870 yılında Roma’nın başkent olması ile birlikte kentte yoğun imar faaliyetleri başlatılmıştır. Bu dönem birçok anıt eser yeni kurulan kent için kolayca gözden çıkartılmıştır. 1900’lü yıllar eskinin yeninin önünde engel olarak görüldüğü ve yatırımcıların sözünün geçtiği yıllar olarak bilinmektedir. Ancak koruma konusunda kurulan kurumlar12 İtalya’da büyük bir başarı sergilemişlerdir. 1931 yılında Atina’da düzenlenen “Carta Del Restouro İtaliana” toplantısı, İtalya’nın koruma konusundaki yüzlerce yıllık birikiminin sonucudur (Madran, 2002).

12 Eski Eserler Müdürlüğü – Sanat Eserleri ile Tarihi Anıt ve Eski Eserleri Koruma Komisyonu

Fransa: Korumanın kurumsallaşması

Fransa, 19. yy.’dan bu yana koruma konusunda ortaya koyduğu tanımlamalar, getirdiği yasal düzenlemeler ve kamulaştırma uygulamalarıyla, hukuki altyapının oluşmasında önderlik etmiş, korumaya yeni bir düzen getirmiştir.

1830’dan sonra merkezi yönetim, aydın kesimin yanında tabandan koruma konusunda gelen baskılara dayanamayıp sorumluluk alarak bu yönde yapılanmaya başlamıştır. Bu dönem Avrupa’da koruma konusunda yeni bir sayfanın açılmasına sebep olmuştur. Fakat, yapıların belgelendirilmesi ve koruma konusundaki girişimler istenen düzeyde olmamıştır.

19. yy. sonrası en fazla adı geçen uygulamanın “kamulaştırmalar” olduğu belirtilmektedir.

Ancak II. Dünya Savaşı ile bu uygulamaların sekteye uğradığı bilinmektedir. Savaşın ardından kentlerdeki yıkımlara karşı seferberlik başlatılmakla birlikte bu dönemde tüm yapılara sanatsal bakış açısıyla değil kamu yararı hususu gözetilerek bakıldığı anlaşılmaktadır (Madran, 2012, s. 55).

1930 yılından sonra devlet, kültür envanterinde bulunan tüm yapıların restorasyon ve bakımını üstlendiğini açıklamıştır. Bu dönemde, artık yapının “rengine” saygı duyan, dönemine elverişli malzemeyle fakat fark edilemeyecek biçimde yapılan onarım konsepti benimsenmiştir. Bu bakış açısından sonra yalnızca yapıyı tarihsel anlamda muhafaza etmek yerine, eskinin sembolü olan anıt yapıların gündelik hayata adapte olarak işlevsel şekilde gereken değeri bulması hedeflenmiştir (Çekül, 2010).

İngiltere: Sivil toplum kuruluşlarının etkisi

İngiltere’de koruma konusunda sorumluluğun resmi makamlar tarafından üstlenilmesi 20.

yüzyıla yaklaşırken görülmektedir. Ülkede koruma bilincinin oluşturulması hususunda STK’ların ve girişimci kişilerin çok önemli payları olmuştur.

19. yüzyıla doğru Kilise Yapma Derneği’nin (Church Building Societ)” aslına uygun olmayan ve özensiz restorasyon çalışmaları yapması başta aydınlar olmak üzere toplumun geniş kesiminde huzursuzluk yarattığı belirtilmektedir. Restoratörlerin kendi kişisel bilgi ve deneyimlerine göre herhangi bir teknik kullanmadan yaptıkları uygulamalar sonucunda ülkede “restorasyon sözcüğü” hoş karşılanmayan ve sadece yapı onarımları için kullanılan bir anlam kazanmıştır (Çekül, 2010; Tunçer, 2012; Ahunbay, 2018, s. 17).

1877 yılında kurulan “Tarihi Yapıları Koruma Derneği”nin İngiltere’deki tüm anıt yapıların onarımlarının bir bakıma denetçiliğini üstlendiği belirtilmektedir. 1895’te kişisel girişimlerle ortaya çıkarılan “National Trust”, bağış veya satın alma aracılığıyla elde ettiği yapılar ve alanları halk yararına korumayı misyon edinmektedir. 1873’te “Tarihi Anıtları Koruma Yasası”, kişi haklarına ve mülkiyete aykırılık gerekçeleriyle reddedilmiştir. 1882 yılında katı yanları yumuşatılarak kabul edilen yasa, daha sonra çok kez değişiklik geçirmiştir (Çekül, 2010).

İngiltere’de ilk belgeleme, satın alma ve bakım yapma konusundaki değerli çalışmaların 20. yüzyıl başlarında “Tarihi Yapılar Dairesi” eliyle yapıldığı görülmektedir. II. Dünya Savaşı ve sonrası dönemde kamu eliyle bu gibi örnek uygulamalar oldukça fazlalaşmıştır.

Ancak İngiltere’de “tarihi yapıları koruma” yı kendine misyon olarak biçen 500’den fazla STK ve derneğin gücü ve etkisi her daim fark edilmektedir. Süreç sonunda Bakanlık tarafından “tescil altına alınmış bir anıt yapının yıkımının karara bağlanmasından evvel Kraliyet Tarihi Anıtlar Komisyonu ile birlikte konuyla ilgili 5 STK’nın görüşünün sorulması” şartı getirilmiştir (Erder, 2018, s. 201-208; Özgönül, 2012, s. 26-51).